Sovyetler Birliği çöktüğünden beri Rusya ile ABD
arasındaki ilişki hep asimetrik bir nitelik arz etti. Ruh hâli dâhilinde
batıcılık yanlılığı ile milliyetçilik arasında salınıp duran Rus dış politikası
elitleri derslerini Batılı izleyicilerine parmak sallayarak anlatmaktan hiç
vazgeçmediler. Rusya’daki ihanet algısının kökü derinlere uzanıyor, zira
Avrupalı kabul edilmek onun için bir kimlik meselesi.
Bu söylemdeki asimetri gayet net: Batı o ders verdiği
sınıfı terk etti. Ardı ardına gelen ABD başkanları hiç inanmadıkları formüller
dile dökerek Rusya’nın büyük bir güç olduğunu söylediler. Ama onunla yaptıkları
anlaşmaları yırtıp atma konusunda da zerre tereddüt etmediler. Washington
Ukrayna’yı Avrupa’nın bir sorunu olarak gördü oysa Pekin’in Güney Çin
Denizi’ndeki güç arayışını daha fazla dert edindi.
Dikkatsiz bir ortak, düşman olana kıyasla, daha fazla
zarar verir. Türkiye’deki Avrupa ligi maçında Lokomotiv futbolcusunda karşılık
bulan cinsten bir lümpen Rus milliyetçiliğine başvuran Putin’in uluslararası
alanda dikkat çekmek için başka stratejilere ihtiyacı var. Misal, Kuzey Kore
lideri Kim Jong-un’un fırlattığı füzeler komşularına varolduğunu anımsatıyor.
Putin bu etkiyi Suriye’de yaratmayı bildi. Birkaç ay
içinde Rusya’nın yaptığı hava saldırıları hükümetle isyancılar arasındaki güç
dengesini değiştirdi, muhalif liderleri öldürdü ve Suriye’de meşru isyancının
kim olduğunu dikte etmeye çalıştı. Rusya IŞİD’e karşı kurulan uluslararası
koalisyonda kendisine zorla yer açtı ve Suriye ile ilgili oluşturulan her
uluslararası masada koltuğunu sağlamlaştırdı.
Suriye’den bahsederken John Kerry artık Rus Dışişleri
Bakanı Sergei Lavrov’a danışmak zorunda. Burada Lavrov’un ya da Rus istihbarat
başkanının Esad üzerinde baskı uygulama imkânına sahip olup olmadığının bir
önemi yok. Ki muhtemelen o böyle bir imkândan mahrum.
Sonuçta Arap liderler Moskova’ya saygı göstermeye
başladılar. İlkin Mısır, Ürdün, ardından da Birleşik Arap Emirlikleri geldi.
Ocak’ta da Katar Emiri çaldı kapıyı. Bahreyn Kralı Hamad bin İsa Halife
Putin’in “Şam çeliğinden yapılmış bir zafer kılıcı” olduğunu söyledi. Putin ise
misafirini Soçi’de kayağa davet etti. Hamad muhtemelen Soçi’nin Çarlık
Rusyası’nca yok edilen bir Müslüman halkın, Çerkeslerin mezarlığı olduğunun
farkında değildi. Neyse ki davete icabet etmedi.
Suriye’de Putin, başbakanı Medvedev’in Libya’ya NATO
desteğiyle yapılan müdahaleye rıza gösterdiği gün terk ettiği Ortadoğu’da
yeniden kendisine bir yer edindi.
Demek ki Putin’in bölgeye giriş stratejisi böyle. Peki
çıkış stratejisi ne?
Dış müdahalenin ilk kanununu muhtemelen ABD ileride
Rusya’ya söyleyecektir. Bu kanun şöyle: eğer bir ülkeyi bölüyorsan, o artık
senindir. Eğer Rusya aktif bir savaşan taraf olarak bir yere giriyorsa, oradaki
tüm bela da ona aittir.
Putin’e nüfusunun yüzde 28’inin Türkiye, Lübnan ve
Ürdün’deki kamplarda yaşayan bir ülke miras kaldı. Şimdi onun elinde altıncı
yılına giren, ABD’nin Irak işgalinden sonra görülenden daha fazla sivil ölümüne
ve kaybına sebep olmuş bir iç savaş var. Bu mirasa dinî militanlığın epey kök
saldığı verili gerçeklik de dâhil. Rusya’nın devraldığı miras, sınırlara
yönlendirilmiş göçmen dalgalarının, çoğu Sünni sivillerin üzerine azınlık
elindeki rejim eliyle yağdırılan varil bombalarının sorumluluğunu da içeriyor. Ürdün
Rusya’nın müttefiki ama bugün Rusya’nın yol açtığı sefaletin asıl yükünü o
omuzluyor. Siviller hükümetin saldırılarından kaçıyor, bunun üzerinden
bakıldığında ülke dışında olan Suriyeliler nüfusun yarısını bulacak.
Bu koşullarda yapılacak bir ateşkes kısa vadede ne tür
sonuçlar doğuracak? Hiç. Sünni-Şii arasındaki uzlaşma neye yol açacak? Bunu
bana on yıl sonra sorun.
Muazzam fiziksel baskıların sonucunda Suriye’nin
birliğini koruması neredeyse imkânsız. Suriye en iyi ihtimalle üç bölgeye
ayrılacak: kuzeyde Kürd devleti, batıda Alevî devleti, çölle kaplı geniş
bölgede ise Sünniler. Buradan da muhtemelen elindeki gönüllü intihar
eylemcileri ile sınırsız bir kaynağa sahip olanlar saldırılar gerçekleştirecek.
Bu Suriye haritası beş yıl süren bir savaşın kazara
ortaya çıkardığı bir sonuç değil. Bu, sadece Nusret Cephesi ve IŞİD’e
savaşçıların akmasının bir sonucu olarak da görülemez. Bu, başta çok dinli bir
nitelik arz eden protesto hareketi ile savaşma noktasında Esad’ın uyguladığı
stratejinin doğal bir uzantısı.
Çok dinli miydi peki? Aslında öyleydi. Bugün unutuldu
belki ama Mart 2011 gösterilerinin sloganı şuydu: “Allah birdir, Suriye halkı
birdir.”
Paris’te sürgünde olan Lazkiyeli Hristiyan muhalif
Michel Kilo 2011’de Dera’da Hristiyan cemaatinin olaylara nasıl tepki
geliştirdiğini şu şekilde hatırlatıyor:
“O
dönemde devrim yeni tomurcuk vermişti. Her şey barışçıldı. Ulus genelinde bir
festival havası hâkimdi, sanki bayramdı. Herkes katıldı, göstericilere karşı
rejim gerçek mermilerle ateş açmasına karşın katılımcıların sayısı giderek
arttı. Çoğunluğu gençti. Sizin tabirinizle sivil toplumdu işte. Hristiyanlar
farklı bir yöne girdi. Gençlik devrimin safında idi, orta sınıf Hristiyanlar
tarafsız kaldı ya da kararını dile getirmedi, kilise liderleri rejimden yana
saf tuttu. Piskoposun vekillerinden biri istihbarat aygıtından kilisenin
tutumunu protesto etmek için gelen gençleri tutuklamasını istedi. Oysa
ortalıkta Ortodoks din adamlarının rejim yanlısı olduğunu gösteren hiçbir şey
yaşanmamıştı. Rejimin kendi lehine net bir konum almaları konusunda baskı
yapmasından her daim şikâyetçi olmasına karşın Katolik ve Maruni din adamları
rejimden yana saf tuttular.”
Bir dostum ve sırdaşım olan Kilo, Ortodoks piskoposunu
safını değiştirmesi konusunda ikna etmeye çalışır:
“İyi
bir ilişkimiz vardı. Suriye’deki durumla ilgili her ay brifing vermemi istedi.
Tutuklandığımda Esad’ı arayıp ondan serbest bırakılmamı rica etti. Ardından
eşime şunu söyledi: ‘Tek parti var ve onun gözü kendisinden başkasını görmüyor.
Hepimiz Beşşar’ın tutsağıyız.’ Dediği buydu. Ben de ona Suriye toplumu Arap
Baharı’nı yaşayacak, şiddete karşı bir duruş sergilemek, çözüm çağrısında
bulunmak ve uzun süre devam edecek krize mani olmak Kilise için bir mecburiyet
çünkü rejim halkına karşı şiddete başvurmaya karar vermiş.
Ben
de şunu sordum: ‘eğer İsa Mesih burada olsaydı kimin safında olurdu? İnsanları
öldüren bir tankın içinde mi olurdu yoksa özgürlük diye bağıran göstericilerin
arasında mı? Eğer Suriyelilerin özgürlüğünü savunamıyorsanız o cübbeyi
üzerinizden çıkarmalısınız.’ Maalesef kilise liderleri bunu yapmadı.”
Rum Ortodoks Hristiyan George Sabra ve Suriye Ulusal
Konseyi’nin ilk başkanı Burhan Galyun, Geçici Ulusal Konsey’in Sünni başkanı ve
Alevi aktris Fedva Süleyman Suriye’deki Arap Baharı’nın mezhepçi olmayan
yüzleri olarak öne çıkmışlardı.
Cemaatleri dikine kesen gösterilerin cazibesi seküler
otoriter rejim için ölümcül bir tehditti. Esad gösterileri mezhep eksenine
çekmek için elindeki her türden aracı devreye soktu. Eldeki belgelerin de gayet
iyi ortaya koyduğu üzere Sednaya Hapishanesi’nden militanları çıkarttı. Burada
Irak’taki Ebu Gureyb’den iki yıl sonra kaçan mahkûmlar bulunuyordu. İdlib
Nusra’nın eline geçince Esad’a bağlı hava kuvvetleri buradaki Hristiyanları
bombaladı. Sünni köylerine karşı mehzepçi saldırılar gerçekleştirmek için silâhlı
Alevi milislerini, şebbihaları devreye soktu. İranlı milisler ve Hizbullah ise
bu ülke genelinde yaşanan çatışma sürecinin mezhep çatışmasına dönüşmesi
sürecinde son çiviyi de çaktı.
Esad’ın stratejisi işe yaradı. O, hayatta kalacağı ama
ülkenin bir daha asla bütünlüğünü koruyamayacağı bir gerçeklik yarattı.
Dinî militanlar için Suriye bir hayalin gerçekleştiği
yerdi. Parçalanmış bir ülke, haklarından mahrum kalmış çok sayıda Sünni,
bölünme ve size beş para etmez yaratıklar olarak bakıp acıyan dünya güçleri. Bu
noktada önemli hatayı Putin ve İran Devrim Muhafızları yaptı, Suriye’deki
savaşa dâhil oldular.
Yaşanan çatışma toprakla ilgili değil ve bölünmeyle
çözüme kavuşmayacak. Çatışma otorite, kimlik ve Sünni Müslümanları kimin temsil
edeceği, onları kimin koruyacağı ile ilgili. Çıkış stratejisine ne Rusya ne de
İran sahip. Biri Hristiyan Ortodoksluğu diğeri Şii teokrasisini temsil ediyor.
İkisi de kendi ülkelerinde Sünni Araplara neler yapacağını dikte edecek bir
otoriteye veya izne sahip değil. Rusya da İran da Suriye’de her zaman yabancı
görülecek ve kendilerinden önceki işgalcilerin gayet iyi bildiği benzer bir
muameleyle karşılaşacak.
David Hearst
22 Şubat 2016
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder