Solu neyi teşkil ettiğine dair epey kapsayıcı bir
anlayışa sahipseniz, Clifton Ross’un bize yönelik kaleme aldığı “İki Sol ve
Venezuela”[1] yazısındaki görüşlere de katılmanız gerekecektir.
Ross’un “sol” dediği şeyin sosyalist olmadığı kesin.
Makalesinin sonunda niyetini ortaya koyuyor: “her zaman olmasa da bazen cellât
sosyalist elbisesi geçiriyor üzerine.” Bu yüzden Ross’un sosyalist maskesi
taktığını söylemenin de bir anlamı yok. “Sol” dediği şeye sosyalist cilâsı
çekmek, onu hiç mi hiç rahatsız etmiyor anlaşılan.
Ross’un ideolojisinin ana felsefî temeli şu: “insan
sayısı kadar irade söz konusudur”. Bu, atomistik bir toplum anlayışıdır. Burada
halk iradesinden değil, sadece bireylerden bahsedilebilir, Margaret Thatcher’ın
yaklaşımını anımsatan bu türden bir bireyci görüş, yapıları baskıcı olduğu
gerekçesiyle reddeder ve birbiriyle etkileşime giren atomistik bireyler
üzerinde durur. Bu ideolojik bakış açısına göre, “devlet”in tüm yapılar
içerisinde en baskıcısı olduğuna hiç şüphe yok.
Ross, makalesinde Venezuela hükümetinin her şeyi nasıl
berbat ettiğinden bahsediyor. Geçerli bir dizi eleştiri dile getiren Ross, asıl
çözümün ne olduğu üzerinde pek durmuyor.
İşte tam da bu noktada “iki sol” arasındaki farklılık
da belirginleşiyor. Biz sosyalist solda duranlar, toplumsal hareketlerle devlet
arasında bir ilişki kuruyoruz. Bu ilişki dâhilinde emperyalist dünya içinde
hareket eden ve kendi iç kusurlarına sahip bulunan devlet, halkın iradesinin
ifade edilmesini mümkün kılan bir araç hâline geliyor. Ama Ross’un “sol” dediği
şey için “halk iradesi” diye bir şey yok. Devlet iktidarının meşru kullanımı da
asla söz konusu değil.
Yani Ross, sorunların çözümü için hiçbir öneri dile
getirmiyor, ayrıca bu sorunların etrafından dolanıyor. Esasında bu yaklaşım,
ABD emperyalizminin hegemonyasını örtük olarak kabul etmek anlamına geliyor.
Ross’un yüz seksen derecelik dönüşü bu noktada tamama eriyor.
Ross’un “birçok emperyalizm var” tespitine
katılabiliriz. Ama bize göre en önemli şey, dünyadaki tek süper gücün
emperyalizmidir. Ona karşı çıkmaksa onun tam göbeğinde yaşayan bizlerin
sorumluluğudur.
Ross’un “ABD emperyalizmi-Küba emperyalizmi” olarak
özetlenebilecek formülasyonu, bugünün jeopolitik meselelerinin ele alınmasında
zerre fayda getirmez. Onun ABD emperyalizmine değil de ona karşı mücadele eden
sol hükümetlere daha fazla eleştiri yöneltmesi kesinlikle nahoş bir tutumdur.
İlginç ki Ross da “Zapatistaların kendi solunun bir
parçası olduğunu kabul ediyor.” Zira ona göre “liderler, o konumlarında sonsuza
dek kalmamalıdırlar.” Biz de Zapatistaları sahipleniyoruz ama Marcos’un ismini
Sıfır diye değiştirmesini liderlik konumundan çekilmesi olarak
değerlendirmiyoruz.
Kuşatma altındaki Zapatistalar dışında Ross’un saf
solculuk testinden geçen politik hareketler, iktidarı alamayan hareketlerdir.
Eğer daha iyi bir dünya için hegemonya karşıtı bir projeye dair herhangi bir
umuttan söz edilecekse, sosyalist solun ABD emperyalizmine elindeki devlet
iktidarı konumundan direnen toplumsal hareketlerle ilkeli bir dayanışma
ilişkisi kurması gerekir.
Roger D. Harris
Chuck Kaufman
23 Şubat 2016
Kaynak
Dipnot:
[1] Clifton Ross, “The Two Lefts and Venezuela”, 25 Ocak 2016, Dissident Voice.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder