Althusser’in belirlediği devletin ideolojik
aygıtlarına “parti”yi eklemek mümkün mü?
Mesele, gittiğimiz okulu bütün olarak devlet görmek
değil, devletin mevcut iç mekanizmaları ile kendisini oradaki kolektif pratikte
nasıl örgütlediğini anlamak. Tek tek bireyleri örgütleyeyim derken,
birey-devlet ikiliğine abanmak sakıncalı. Bu yaklaşım da devletin kendisini
yeniden üretme sürecine ait. Kilisenin devlet olduğunu söylediğimizde,
devrimciler için ve içinde çalışan kiliseleri anlamlandırmak zorlaşır.
Ama elbette bir “alt-devlet”ten söz etmek mümkündür.
Kitlelerin mücadeleleri ile oluşmuş bir yapı, devlet eliyle bir yerde
dondurulur. Ekim Devrimi bir devleti koşullamışsa, belirli ölçüde Mustafa Suphi
TKP’sini de içerecek biçimde tüm TKP’nin bir alt-devlet olarak cisimleştiğini
görmek gerekir. O alt-devlet, Enverci devlete rakip, Kemalci devlete düşman
olduğu için tasfiye edilmiştir. “Yeni devlet kuruluyor, bir yerinde bulunalım”
denilmiş, ezelden varolan devletin zaten dönen değirmen taşları arasında öğütülmek
kaçınılmaz olmuştur.
Dolayısıyla Kadro’dan bugün “AKP cumhuriyeti”nin
belirli yerlerindeki uzantılarına kadar TKP geleneği bir alt-devlettir.
Yetmişlerin başındaki atılım, DİSK’in ve işçi sınıfının örgütlenmesi, bu
örgütün CHP hizasına çekilmesi, 12 Eylül darbesinden aylar önce haberdar olunmasına
karşın, gelen darbenin “Kemalist” olacağının düşünülmesi, darbe kapıyı
çaldığında alkışlanması, gayet tutarlıdır. DİSK, CHP’nin kucağına, TKP denilen
alt-devletle CHP arasındaki ayrımın silikleşmesi ya da silik olması sebebiyle
itilmiştir.
* * *
Bir alt-devlet olarak toplam devlet kurgusundaki
çatlaklardan, gerilimlerden istifade etmek, mümkün ve meşrudur. Burada
aslolarak “Batı veya yerli burjuvazi”nin yönelimlerine ağırlık vermek üzerinden
bir eleştiriyi dillendirmek bile anlamsızdır. Zaten bu alt-devlet, burjuvazinin
toplam gerçekliğine içseldir.
Bu açıdan KP öncülüğünde tesis edilen “Gericiliğe
Karşı Aydınlanma Hareketi”[1] devlet eliyle tesis edilmiş bir sivil toplum
kuruluşudur. Özellikle Gezi ile beliren çatlaklara karşı toplam devlet, TKP
şahsında refleks geliştirmiştir. Bu, TKP’nin üçe bölünmesi şeklinde tecelli
etmiştir. Yani bugün karşımızda duran Türkiye Komünist Hareketi, Halkın TKP’si
ve Komünist Parti, bir ve aynı yapıdır.
Olan şudur: merkezdeki klik, sarsıntı karşısında
bekasına dair gerekli refleksi sergilemiş, bileşenlerine ayrılmış, satha
yayılma yollarının peşine düşmüştür. Gezi’de belirginleşen devlet-birey
gerilimi olduğundan ve TKP’nin giderek devletlû niteliği ayyuka çıktığından,
dolayısıyla ortalığa saçılan bireyleri toplamanın verili yapıyla mümkün
olmamasından ötürü, böylesi bir yola başvurulmuştur. Alt-devletleşen parti,
kendi alt örgütlerini doğurmuştur. (Bunu başka yapıların da denediğini
belirtmek gerekir.)
GKAH, bu sürecin bir tezahürüdür. Onun üzerindeki
yaldız kazındığında altındaki Kürd düşmanlığı görülecektir. Zira alt-devlet
olarak TKP, Kürd hareketini bir rakip olarak görmektedir. Tüm alerjisi, buna
dairdir. Öcalan, devletin “beyaz Türk” niteliğine vurgu yapmakta, kendisinin
“devleti Kürdleştirmeye, Kürdleri devletleştirmeye çalıştığını” söylemektedir.
Devletse TKP üzerinden, bir “beyaz Türk” refleksi geliştirmektedir. Rakip
görmek suretiyle Kürd’ün yaptıklarından uzak durma, onun yaktığı ateşten kaçma imkânı
bulunmaktadır. Rekabetin anlamı budur.
* * *
GKAH bahsinde dile getirilen “gericilik”ten kasıt,
Kürd’ün Osmanlı’daki özerk varlığına dönme niyetine itirazdır. Burada din
meselesi, bir bahaneden ibarettir. TKP’de din düşmanlığı Kürd düşmanlığı ile iç
içe geçmiştir. Çünkü herkes kadar tarih okuyan TKP, Kürd’ün kavgasının dinle
tutuştuğunu, o dinin Kürd’le yandığını bilmektedir. Yaptıklarından uzak
durmanın, yaktığı ateşten kaçmanın nedeni budur.
TKP’nin karşısına geçtiğinde burjuvazinin eteğine
yapışması ve Aydınlanma şampiyonluğuna soyunması, tabii ki kaçınılmazdır.
Enver-Kemal geriliminde, ortaklaşa tasfiye edilen Suphi TKP’si, batıda,
özellikle Balkanlıların elinde, başka bir formda, yeniden diriltilmiştir. Kısa
süre içerisinde bu TKP’nin Rum, Ermeni devrimcilerin fiilî varlığı ve somut
tarihi ile de bağı kesilmiştir. Alt-devlet olmak için bu zorunludur.
* * *
Bugün materyalizmle diyalektiği karşı karşıya getiren
ve diyelim, Spinoza üzerinden materyalizmcilik oynayan kesimlerin bir tür
alt-devletleşme niyeti taşıdıkları görülmelidir.
Zira Spinoza, ite kaka, kanla kurulan İsrail’in kurucu
babasıdır. Bir tür materyalizm, verili iktidar yapısını makulleştirme, devrimci
olanla arasındaki çizgiyi bulanıklaştırma eğilimidir. Diyalektik de zaten bu
çizgiyi çekmekle alakalıdır. İsrail’le Türkiye arasındaki koşutluk, gayet
maddî, gayet diyalektiktir.
* * *
GKAH’taki aydınlanmacılık, burjuva materyalizminin
rahat koltuklarına sığınmaktır. Bir Alman’a tecavüz ettiği iddia edilen göçmeni
linç etmek, otobüste bir beyazın koltuğuna oturan siyahı öldürmek, Kürd’ün
duvarına küfürler yazmak, Alevi’nin kapısına çarpı atmak, bir Sünni’nin
sakalıyla, başörtüsüyle alay etmek vs. hep bu koltuklarla alakalıdır.
Ve elbette “hareket” edilmelidir. Daha doğrusu,
burjuvazinin dalgasına binilmeli, hareket edildiği vehmine kapılmalıdır. O
burjuvaziden bir gün cevaz alındığında “devrim” olacaktır. O cevaz, devrimin
öteki adıdır. Mesele, iktidar koltuğu boşalana dek birilerine layık olduğunu
kanıtlamaktır. Siyaset bunun içindir.
Siyaset, “AKP iktidarında Türkiye bir İslam Devleti
olma yolunda hızla ilerliyor” diye yalan söylemek, dikkatleri başka yöne sevk
etmektir. Oysa bugün AKP, İslam Devleti’ne küfür üzredir. En basitinden AKP,
Kur’an hükmünü inkâr ederek, “ahlaklı faiz kullanımı”ndan söz etmektedir.
İsrail ile anlaşmalar, Müslümanları kıyıma uğratmış Mısır diktatörüyle
görüşmeler ve ABD ile kurulan bağlar, bunun delilidir. “Ramak” kaldığı dediği,
bundan fazlası değildir. Anda laik, ramakta laik ve süreçte laik, aynı potada
erimektedir.
Hepsi de aynı sihirli formülle hareket etmektedir:
“burjuva ve/veya emperyalistler, AKP’yi dini iyi kullandığı için tercih
etmektedirler. Dolayısıyla o din silâhını elinden alırsak AKP çöker.” Esasında
burada devletin iki ideolojik aygıtı arasında basit bir işbölümü/rekabet
ilişkisi söz konusudur. AKP’ye ve genelde devlete karşı kitlesel bir
mücadelenin örülme imkânları, devlete ait iki aygıta bağlanmaktadır. Bu
aygıtlardan biri laik parti, diğeri devlet dinidir. İki yaklaşım da halkın
devrimci dinine kördür. Aslına bakılırsa AKP, TKP kadar laiktir. Birey
ölçüsünden bakıldığında, bu gerçek tabii ki görülemez.
* * *
GKAH, Gezi sonrası etrafa saçılan bireylerin toplanma
yöntemidir. Çağrıcılar bireyler, çağrılanlar gene bireylerdir. Bu sebeple o,
bireyleri aşan yapısal meselelere karşı bireyi aşan kolektif bir eylemliliğin
örgütlenmemesi için devletin bulduğu bir yöntemdir. GKAH, laiklik kavgası
kolektifleşip halklaşarak devletin temellerine hasar vermesin diye vardır.
AKP’nin bugün içinde olduğu devlet kurgusu, kendisini
GKAH veya Halkevleri türü girişimler üzerinden korumaktadır. Örgütlenmek ve
teori-ideoloji, alakalıdır. Esasında düşmanın büyük olduğuna dair laflar
sıralamanın anlamı, “bu yükün altından ancak hep birlikte kalkabiliriz”dir.
GKAH ve birçok sol yapı, bağlı bulunduğu muhtelif devlet bileşenleri özelinde
tehdit olabilecek böylesi bir yaklaşımdan uzak durmak zorundadır. Onlar,
kitlelere değil, ancak bireye seslenebilirler. Esasen tekil bir şahıstaki kolektifi,
müşterek derdi ve öfkeyi görmektir mesele.
Bilinçli faaliyet, kanaatimizce geçmişten bugüne,
devletle kurulan ideolojik bağla, ondan kopmamakla, kendisini orada üretmekle
ve devletin ideolojik tahkimatına eklemlenmekle alakalıdır. Tabiatı gereği
devlet, kendisini yıkacak kolektif güce karşı önlem almaya programlanmıştır.
Bunu da o güç imkânlarını ezmekle, zararsız mecralara itmekle, gücü içerik ve
bağlamından koparmakla yapmaktadır.
* * *
ODTÜ’lü bir arkadaş, kendi okulundaki bir solcunun
sırf fantezi ve küfür olsun diye, sevgilisiyle özel zaman geçirmek ve içki
içmek için okuldaki bir mescide gittiğinden bahsetmektedir. Bu solcu için
aidiyet diye bir şey söz konusu değildir. Bireysel hazzını politik
zannetmektedir. GKAH denilen girişim de en fazla bu haz dünyasını devlete
örgütlemek için vardır. Başkaca bir işlevi yoktur. O, ancak bireyin böylesi
zevklerden mahrum kalma ihtimaline dair bireysel-savunmacı bir hat örebilir.
Bireyden başlar, bireyde biter. Toplumsal öfkeyi lime lime eder. Zaten onun
için vardır.
Bugün IŞİD ve AKP üzerinden dine karşı bayrak açma
imkânına nihayet kavuştuğunu düşünenler, şu hususları anlamak
istememektedirler: birincisi, o bayrak devletindir; ikincisi, bayrak açtıkları,
kitleleri bir tutan anlam ve mayadır; üçüncüsü, liberalizm birey dolayımıyla
devleti perçinler; dördüncüsü, devlet hiç sahip olamadığı bir kitle tabanına
kavuşmuş olur.
Komünistler ya da bu topraklara özgü manada
iştirakçiler açısından gericilik, sömürülen-mazlum kitlelerin mevzileri
üzerinden anlaşılmalıdır. Burjuvazinin öncesini “geri”, sonrasını “ileri” diye
kodlayanların anlamadığı, dönüp dolaşıp burjuvaziye kapaklandıkları gerçeğidir.
Burjuvaziye kapaklanan iradenin sınıf mücadelesi veya devrim mücadelesi
vermesi, doğası gereği mümkün değildir. O, sadece burjuva devriminin aşınan
yerlerine atılan cilâ, kırılan payandalarına tuğla olabilir. Bu açıdan GKAH ve
benzerleri, ilerici değil, gericidirler; onlar, devrim yürüyüşünde geri olanın
temsilidirler ve mevzileri geriletmektedirler.
Eren Balkır
28 Şubat 2016
Dipnot:
[1] “Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi”, 24 Şubat 2016, Sol.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder