Pages

22 Şubat 2016

Genç Müslümanlara Mektup: Her Zorlukta Zaferin Tohumları Çatlar


Küçük bir çocukken Gazze’deki mülteci kampında yaşadığımız güçlüklerin dışında, askerlerin, askerî işgalin, toplama kamplarının, annemin baki kalan sevdası ile hayatının tanık olduğu aşağılanmayı dengelemeye çalıştığı, babamınsa hayatta kalmak için mücadele ettiği gündelik tek bir angaryanın bulunmadığı başka bir yer ve zamanda yeniden doğmayı hayal ederdim.

Büyüdüğümde, o çocukluk hayallerime geri dönüp baktığımda, farklı bir sonuca ulaştım: aynı şeyleri yaşamak zorunda kalsaydım, gene yaşardım, geçmişimi değiştirmezdim, sadece bir şekilde gene denerdim. Her anı kavrar, her gözyaşını, her kaybı yeniden yaşar, ne kadar küçük olursa olsun her zaferde gene sevinirdim.

Gençken acıdan ve ağır güçlüklerden korkmamamız gerektiğini söyleyerek kandırırlar bizleri. Adaletsizliğe karşı mücadele yerine ruhun kurtulmasına, kimliğin gelişmesine, hayatta bir amaca sahip olmaya işaret ederler, bunların faydalı olduğunu söylerler. Doğrudur, köleliği içselleştirmemek, mağduriyeti bir nişan gibi takmamak gerek. Yoksulluğa, savaşa ve adalete direnmek anlamlı bir varoluş, daha iyi bir hayat için hazırlanma konusunda en öncelikli kriter zira.

Bunları anlatıyorum, çünkü hepiniz böylesi koşullardan geçiyorsunuz, biliyorum. Mülteci kamplarında yaşayan benim kuşağım hayal bile edemeyeceğiniz en şiddetli biçimlerini yaşadı bunların. Birçok insan için bilhassa gençler için zor ve ağır yıllardı onlar. Amerikalı ve Avrupalı politikacıların ve partilerin ırkçılığı Müslüman karşıtı duyguları tetikliyor dünyanın her yanında. Hepsinde kötü niyetli ajandalar, bencil bireyciliğin dilinden bu tip sözler dökülüyor artık. İnsanların korkularına ve cehaletine oynuyorlar. Kendilerini Müslüman olarak tanımlayan örgütlere şiddet uygulanıyor. Kendinizi tuzağa düşmüş gibi hissediyorsunuz, klişelerin açtığı hapishanelerde tutsaksınız, her gün medyadaki nefret diline ve şiddete maruz kalıyorsunuz, hiç hak etmediğiniz halde hedefe konuluyor, etiketleniyor ve korkutuluyorsunuz.

Birçoğunuz toplumsal ve politik bir kuşatma içine doğdunuz veya böylesi koşullarda büyüdünüz. Hayatın nispeten normal olduğu bir zaman dilimi bile kalmamış hafızanızda. Dünyada yanlış giden ne varsa hepsinde sizler günah keçisi ilân ediliyorsunuz. Esasında bilerek ya da bilmeyerek karakterleriniz önyargılarla yüklü olan bu gerçeklik üzerinden biçimleniyor. Size yönelik kötü davranışlara öfkeleniyorsunuz, kendinizi ümitsizce savunmaya çalışıyorsunuz, bir yandan ailenize bakıp bir yandan da cemaatinizi, kültürünüzü ve dininizi korumaya çalışıyorsunuz.

Daha da önemlisi kendinizi reddedilmiş ve dışlanmış varlıklar olarak bulduğunuz toplumlarda bir aidiyet anlayışı, yurttaşlık bilinci geliştirmek için her gün mücadele ediyorsunuz. Onlar sizin asimile olmanızı istiyor ama bir yandan da yakınlaştığınızda da sizi itiyorlar. Biliyorum, bu tamamlanması imkânsız bir görev.

Yaptıklarınızdan bağımsız olarak kim olduğunuza dair adaletsiz ve yanlış sunumların etkisini azaltmaya ve dininizin asil değerlere sahip olduğunu göstermeye çalışıyorsunuz. Onlardaki ırkçılık daha da artıyor, nefret okları sürekli İslam’ı hedef alıyor, ama siz gene de İslam’ın onların anladıkları gibi bir din olmadığı konusunda tutkulu bir dizi çaba ortaya koyuyorsunuz. 

Esasında İslam’ın bu tartışmaya neden dâhil edildiğini anlamakta güçlük çekiyorsunuz. Ortadoğu’da savaşa girmesi, medeniyetlerinizi bozması ve dünyanın diğer kısımlarında Müslümanlara işkence etmesi konusunda ABD’ye davetiye çıkartan İslam değil.

Guantanamo, insan hakları ve uluslararası hukuk normlarına aykırı bir biçimde bir tür çalışma kampı olarak kurulduğunda kimse İslam’a danışmadı.

İslam, Suriye, Irak, Yemen, Libya, Afganistan veya başka ülkelerin geleceği için dövüşen, kendi çıkarlarına dair farklı ajandalara sahip savaşan taraflar için bir tartışma konusu değil.

İslam, önce İngilizlerin ardından Amerikalıların yardımıyla son yüzyılın önemli bir kısmında kutsal toprakları savaş alanına çeviren Siyonist milisler Filistin’i ele geçirdiğinde de bir sorun değildi. Bu çabalar bölgenin kaderini değiştirdi, nispi barış ortamı yerini bitmek bilmeyen bir savaş ve çatışma ortamına bıraktı.

Aynı mantık ters giden her şey için geçerli. Bu tip koşullarda “ters giden ben miyim?” diye merak ediyorsunuz. Sömürgeciliği ve emperyalizmi İslam icat etmedi, aksine Araplara, Asyalılara ve Afrikalılara bu kötülüğü ezmek için mücadele etme konusunda gerekli ilhamı verdi. Milyonlarca Amerikalı ve Avrupalı köle Müslüman olmasına karşın köleliğin öncüsü İslam değildi.

Tüm bunları o insanlara anlatmaya çalışıyorsunuz. Israrla IŞİD gibi örgütlerin şiddetin, açgözlülüğün ve dış müdahalelerin bir yan ürünü olduğunu söylüyorsunuz. Ama sizi asla dinlemiyorlar, özel tarihsel bağlamlar ve koşullar dâhilinde belirli anlamları haiz ayetleri seçip size karşı kullanıyorlar. Sosyal medyada “Bir insanı öldüren, tüm insanlığı öldürmüş demektir. Bir insanın hayatını kurtaransa tüm insanlığı kurtarmış demektir.” [Maide:32] türünden ayetleri paylaşmak durumunda kalıyorsunuz. Dininize göre insan hayatının kutsal olduğuna dair belirli bir anlayış oluşturmayı umuyorsunuz ama yaklaşımlarda köklü bir değişimin gerçekleşmesi için hâlâ zamana ihtiyaç var.

Bu sebeple en azından bazılarınız ümitsizliğe kapılıyor. Batılı ülkelerde yaşayanlarınızın bir kısmı başkalarına Müslüman olduğunu söylemekten imtina ediyor, hoşgörüsüz toplumlardan dışlanmakla sonuçlanabilecek her türden tartışmadan uzak duruyor. Müslüman ülkelerde yaşayanların bir kısmı ise maalesef nefretle karşılaşıyor. Nefret-kendinden nefret, korku-kendine acıma, dayatılmış duygusuzluk, öfke-kendinden tiksinme arasında salınıp duruyor. Zamanla aidiyet duygusu imkânsızlaşıyor, benim gençken yaşadığım gibi, “keşke başka bir yerde ve zamanda yaşasaydım” diyorsunuz.

Ama tüm bu koşullar altında asıl can alıcı olan, hayata ait yüklerin kişisel ve kolektif manada tecrübe edilen büyüme süreci dâhilinde önemli dersler içeriyor olması.

Tarihin mahkemesinde çile çeken insanların olduğunu görmeniz lazım. Zulüm, ırkçılık, savaş, etnik temizlik Müslümanların Suriye’den Filistin’e oradan Donald Trump Amerika’sına dek maruz kaldıkları belalar. Bu “iyi o zaman sorun yok” demeyi gerektirmiyor elbette, tüm bu gerçekler çektiğiniz zorlukların biricik ve size has olmadığını hatırlatıyor. Belki de şimdi hayatın en kıymetli derslerini almanın vaktidir.

Bu zorlukları aşmak için sizin önce kim olduğunuza karar vermeniz gerek. Değerlerinizle gurur duymayı öğrenmeniz lazım. Nefretin karşısına sevgiyle çıkmaktan vazgeçmemelisiniz. Başkalarıyla temas kurmaya, öğrenmeye, ait olmaya devam etmelisiniz. Eğer bunları yapmazsanız ırkçılık kazanacak ve siz kişisel-kolektif büyüme sürecinizde bu eşsiz fırsatı elinizden kaçıracaksınız.

Bazen belirli imtiyazlara sahip biri olarak doğanlara acıyorum: bunlar paraya ve maddi imkânlara erişme imkânına sahip olsalar da sadece yokluğun ve çilenin sunabileceği tecrübelerin değerini hiç bilmiyorlar. Acıdan doğan irfandan daha hayırlı bir şey yok insan için.

Güçten, kudretten düştüğünüzde de aklınıza şu ayet gelsin: “Allah bir cana taşıyamayacağından fazla yük yüklemez.” [Bakara:286]

Remzi Barud
30 Aralık 2015
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder