Pages

04 Şubat 2016

Açlık Bir Silâh Olunca


Açlık Grevine Giden Filistinlilerin Mantığı:

Açlık Bir Silâh Olunca

 

29 Ocak Cuma günü itibarıyla Filistinli gazeteci Muhammed Kik İsrail hapishanelerinde sürdürdüğü açlık grevinin altmış altıncı gününe girdi. Bir gün öncesinde üçüncü kez komaya girdi. Komaya girmezden önce avukatları aracılığıyla şu kısa mesajı verdi: ya hürriyet ya ölüm.

Kik 33 yaşında, evli ve iki çocuk babası. İnternette ve Filistin sokaklarında dolaşan fotoğraflarından da görüleceği üzere gözlüklü ve yakışıklı bir adam. Gerçek ise artık çok farklı: “Bugün itibarıyla çok kötü bir durumda birkaç gün önce üçüncü kez komaya girdi. Otuz kiloya düştü.” Avukatlarından Eşref Ebu Sneyna bunları söylüyor. Kik “idarî alıkoyma kanunu” denilen İsrail kanunu üzerinden gözaltına alınmıştı.

Birkaç gündür Kik’in vefat haberi bekleniyor. Kimse uzun süredir devam eden bu çilenin biteceğine dair bir umut da beslemiyor. Maalesef savunma ve tepkisini ortaya koyma konusunda tek silâhının bedeni olduğuna inanan bir adam için Kızıl Haç ve diğer uluslararası gruplar ellerinden geleni yapıyor ama Kik 24 Kasım 2015’ten beri yemek yemeyi ve tıbbî tedaviyi reddediyor.

Suudi Arabistan’a ait Mecid TV için çalışan Kik 21 Kasım günü Ramallah’taki evinden gözaltına alındı. Açlık grevine girmesinden altmış günü aşkın bir süre sonra yayınladığı bildirisinde Uluslararası Kızıl Haç Komitesi durumunun “kritik” olduğunu, hayatının riskli bir aşamaya girdiğini söyledi. 27 Ocak günü Avrupa Birliği de Kik’in giderek kötüleşen sağlık durumuyla ilgili olarak “endişeli” olduğunu ifade etti.

“İdarî alıkoyma kanunu” uyarınca İsrail Filistinlileri ve Arap tutsakları gözaltı için herhangi bir sebep ileri sürmeksizin alıkoyuyor, bu pratik 1948’den beri devam ediyor. “Gizli kanıt” üzerine kurulu olan bu kanun İngiliz Manda Hükümeti’nin Olağanüstü Hâl düzenlemelerine kadar uzanan bir tarihe sahip.

1967 İsrail Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’ü işgal ettikten sonra kendini kurtarmak için her yolu deniyor. Tutsakları mahkemeye çıkartmadan alıkoymak için türlü hukukî bahaneler buluyor. Bu çabalar nihayetinde 1979 yılında çıkan Olağanüstü Hâl Kanunu’nda somutlaştırılıyor.

Söz konusu kanun iç istihbarat (Shin Bet), devlet ve mahkeme sistemi arasındaki bir tür uzlaşmanın ürünü. Burada amaç uluslararası hukuk ve birçok ülkenin hukuk düzeninde yasadışı kabul edilen eylemler için kanunî bir kılıf bulmak. Shin Bet böylelikle baskıcı tedbirlere başvurma imkânına kavuşuyor. Tutsaklardan altı ay boyunca “zorla” itirafnameler almak için onlara fizikî ve psikolojik işkence uygulayabiliyor. Bu süre mahkeme ya da suçlama olmaksızın bir mahkeme kararıyla uzatılabiliyor.

37 yaşındaki Ceninli Hıdır Adnan yıllarca idarî alıkoyma kanununun gadrine uğrayan isimlerden biri. İsrail istihbaratı onun İslamî Cihad’ın önemli bir üyesi olduğuna dair suçlamalarda bulunmasına karşın belirli bir suç isnat edecek herhangi bir kanıta ulaşamadı. Adnan 12 Temmuz 2015’te serbest bırakıldı. Onun öncesinde Hıdır Adnan birkaç kez açlık grevine girdi, bunun ikisi epey uzun sürdü: 2012 başında başlayan açlık grevi 66 gün devam etti, Mayıs 2015’te başlayansa 56. gün sona erdi.

Her seferinde Adnan ölümün eşiğine geldi. Kik’in durumu da bu şekilde. Ölmesi büyük bir olasılık şu an için. Hıdır’a böylesi bir tehlikeli yola girmeyi neyin zorladığını sorduğumuzda hemen şu cevabı veriyor: “Birkaç kez gözaltına alındım, soruşturma esnasında dayak yedim, sonrasında mahkemeye çıkartılmadan uzun süre idarî alıkoyma denilen zorbalığa maruz bırakıldım.”

İdarî alıkoymalar kanunî kara delikler gibi. Kaçış imkânı vermiyor kimseye. Tutsaklar her türlü haktan mahrum bırakılıyorlar. Sorgucular işkenceyle tutsağın iradesini kırmak, onu teslim almak ya da hiç yapmadığı şeyleri kabul etmeye zorlamak için zaman kazanmış oluyor. Açlık grevini uzun süre yürüten, sonrasında beyninde hasar oluşan, ölümün kıyısından dönen Nabluslu Muhammed Allan ise “açlık grevi son ve tek seçeneğimizdi” diyor:

“Tüm kapıların kapandığını anlayıp, öyle aşağılanarak yapayalnız kaldığınızı görünce ve mahkeme sisteminin de maskaralık olduğunu bilince açlık grevinden başka bir seçenek kalmıyor geriye.

İlkin Dover [İbranice: koğuş sözcüsü] aracılığıyla bir not yazıp üç öğün yemeği reddettiğimi söyledim. Bunun ardından cezalandırma süreci başlıyor. Hapishane yönetimi, devlet ve hukuk sistemi ile birey arasında psikolojik bir savaş böylelikle başlamış oluyor.”

Allan, bu mücadeleyi 50-60 gün sürdürmeyi bilmiş bir isim.

“Hemen tecride konuluyorsun, döşek, battaniye ve diğer temel ihtiyaçların karşılanmıyor. Altı hafta sonra hapishane yönetimi açlık grevcisi tutsakları temsil eden avukatlarla konuşup muhtelif önerileri tartışmayı kabul ediyor. Ama süre zarfında tutsak tümüyle yapayalnız bırakılıyor, diğer tutsaklardan ayrıştırılıyor ve aralıksız tehdit, gözdağı saldırılarına maruz kalıyor. Ruhsal işkence açlıktan daha beter.

Banyoya bile gidemiyorsunuz. Kendi başınıza ayakta bile duramıyorsunuz, iradeniz dışında ağzınızdan çıkıp sakalınızdan ve göğsünüzden aşağı akan kusmuğu kusacak güce bile sahip değilsiniz.”

Allan ölümün eşiğine geldi, pratikte uluslararası planda bir işkence biçimi kabul edilen zorla yedirme konusunda bir mahkeme emri çıkartıldı ama Soroka Hastanesi’ndeki doktorlar talimatlara uymayı reddettiler. 2015 Ağustos’unun ortasında Allan bilincini kaybedince hayat destek ünitesine bağlandı. Yetersiz beslenme sonucu beyninde hasar oluştu.

Üçüncü açlık grevci tutsak aslen Hebron’un Dura kasabasından olan ama geçmişte Gazze’ye sınırdışı edilen Eymen Şaravne. O açlık grevini muhtemelen ölümle sonuçlanacak hürriyet kavgasında “namluya sürülen son mermi” olarak tarif ediyor. Adnan ve diğerleri gibi Şaravne de hücrede ölümle pençeleştiği esnasında yeterli destek alamamanın ne denli acı olduğundan söz ediyor.

“Filistinli veya uluslararası tüm örgütler yetersiz kaldılar. Tutsaklar günlerce işkenceye maruz kaldıktan sonra eyleme geçtiler.”

Gazze’ye sınırdışı edilmesinden iki yıl sekiz ay sonra vücudunda, bilhassa böbreklerinde şiddetli ağrılar hissetmiş.

Uzun süreli açlık grevine girince “saçlarımı kaybettim, sürekli bulantıdan muzdaribim, bağırsaklarım ağrıdı, ağzımdan önce sarı sonra siyah bir sıvı geliyordu, görme kaybı yaşadım. Baş ağrısı çektim, ardından tüm cildimde ve bedenimde çatlaklar oluştu.”

O da Adnan gibi düşünüyor: Bireysel açlık grevleri kişi merkezli bir eylem olarak anlaşılmamalı. Adnan ise “Muhammed Kik kendisi için greve gitmiş değil. O, tutsak hakları grubu Addameer’in tahminine göre yaklaşık yedi bin politik tutsak adına grevde.”

Adnan’a göre açlık grevleri meselesi İsrail hapishanelerinde süren bir savaş değil, Filistin halkının askerî işgale karşı devam eden mücadelesinin bir parçası olarak görülmeli.

Muhammed Kik ile dayanışma içerisinde olduklarını ifade eden bu üç tutsak açlık grevine gitmiş bu gazeteciye ve idarî alıkoyma adı altında belirsiz bir süre boyunca gözaltında tutulan binlerce tutsağa daha fazla destek verilmesi çağrısında bulunuyor.

Filistinli açlık grevcilerin listesinde sadece Kik, Adnan, Allan ve Şaravne yok, başkaları da var. Bu noktada Samir İssevi’yi, Hana Şelebi’yi, Zayir Halahle’yi ve Bilal Ziyab’ı unutmamak gerekiyor. Tüm bu eski açlık grevciler ortak bir şeyi paylaşıyorlar: hepsi de verdikleri mücadelenin sadece bireylerin değil, çaresiz, zulme uğramış, hakları elinden alınmış tüm bir halkın hürriyeti için olduğu hususunu ısrarla ifade ediyorlar.

Remzi Barud
2 Şubat 2016
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder