ABD’de İslam’la veya Müslümanlarla ilgili tarihe dair
dersler verirken, öğrencilere bu terimlerle hangi isimleri
ilişkilendirdiklerini soruyorum. Listede her daim şu isimler bulunuyor: Malcolm
X, Elijah Muhammed ve Muhammed Ali.
Tüm bu isimler ABD tarihini önemli bir dizi yoldan
etkilemişler. Eğer bir adım geri çekilip bu kişilerin ABD tarihinde
Müslümanlarla ilgili olarak verdikleri mesaja bakacak olursak, erkeklerin ve
İslam Milleti’nin hâkim olduğu bir hikâye çıkar karşımıza. Ne kadar önemli
olursa olsun sadece hikâyelere odaklanmak ABD tarihinde Müslümanlara dair eksik
bir kanaat oluşmasına neden olur. Oysa bu isimler toplam içinde belirli bir
cüzü verir. Öğrencilerimin çoğu Müslümanları ilk kez 11 Eylül saldırısında
işitmiştir.
Devletin hazırladığı ders kitapları öğrencilerin
medyadan edindikleri önyargıları düzeltmede veya tamamlamada pek işe
yaramazlar. Bu kitaplar ABD tarihinde Müslümanların zengin ve karmaşık yerini
tahrip ederler. Örneğin suikastından önce kendisinin seçtiği isim yerine
Malcolm X olarak anılan Malik Şabaz militan, öfkeli bir siyah adam, şiddet dışı
duran Hristiyan Martin Luhter King Jr.’ın bir karşıtı olarak resmedilir. ABD
tarihi ile ilgili ders kitaplarında karşımıza çıkan diğer popüler Müslüman ise
Muhammed Ali’dir. Ama o da Vietnam Savaşı’na itiraz eden, ırkçılık karşıtı
aktivizminden çok boks kariyerine dönük vurgu üzerinden yanlış takdim
edilmektedir.
Müslümanlar ta başından beri hikâyemizin belirli bir
parçasıdır. Örneğin ABD’deki tarih kitapları Kolomb’un sterilize edilmiş
hikâyesini hikâyeden çıkartma cüretinde bulunamazlar ama öte yandan da 25
Aralık 1522’de oğlu Diego’ya karşı Müslümanların başlattığı isyandan da hiç söz
etmezler. Kamış kesmede kullandıkları palalarla bu köleleştirilmiş Batı
Afrikalı Müslümanlar isyan bastırılmazdan önce birçok yerleşimciyi öldürmeyi
bilmiştir. Sonradan bulunan 15 cesedin dokuzu Avrupalıdır. Michael Gomez’in Black
Crescent: The Experience and Legacy of African Muslims in the Americas [“Kara
Hilâl: Amerika’da Afrikalı Müslümanların Tecrübesi ve Mirası”] isimli
çalışmasında açıklığa kavuşturduğu üzere, sömürgecilere karşı ilk direnenler
arasında Müslümanlar da vardır. Esasında sömürgeciler uzun süredir bu
“Mağripliler”i bir tehdit olarak görmektedir. Servants of Allah: African
Muslims Enslaved in the Americas [“Allah’ın Kulları: Amerika’da
Köleleştirilmiş Afrikalı Müslümanlar”] isimli kitabın yazarı Sylviane Diouf’a
göre hükümdar ve fatihler arasında gidip gelen belgeler Müslüman köleleri
“kibirli, itaatsiz, asi ve ıslah olmaz” olarak tarif etmektedir. Diouf’un
çalışmasında sömürgeleştirme sürecinin ilk elli yılında yaşanan bu isyanlara
karşı en az beş kanun çıkartılmış olduğu yazmaktadır. 1503 gibi erken bir
tarihe ait kayıtlar da Hispaniola valisi Nicholas de Ovando’nun Kraliçe
Isabella’dan bir istekte bulunduğu, kraliçeden daha fazla Müslüman kölenin
getirilmesini talep ettiği yazılıdır. Bu talebin sebebi Müslüman kölelerin
“Yerlileri kepaze etmeleri ve bazılarının sahiplerini kaçırtması”dır.
Öğrencilerin sömürgeci hâkimiyete dönük direnişin tarihimizin bir parçasını
teşkil ettiğini bilmeleri gerekir. Bu direniş tarihinde Müslümanlar ilk günden
beri önemli bir rol oynamışlardır.
Kölelikten kurtulan insanlara dair gazete
duyurularında bugün Müslümanlar arasında yaygın birer isim olan Musa veya
Mustafa gibi isimlere rastlanmaktadır. Gomez’e göre 1753’te Muhammed isminin
başka bir hâli olan Mahmut ve Habil Conder Arapça olarak kaleme alıp Güney
Karolina yönetimine sunduğu dilekçe aracılığıyla kölelik durumlarının
meşruluğuna itiraz eder. Aynı şekilde 1790’da aslen Faslı olan ve özgür
Mağripliler olarak alınan birçok köle de beyazlarla eşit haklara sahip olmak
için Güney Karolina valiliğine dilekçe gönderirler.
ABD’deki tarih kitaplarında genelde “köleler”
tarihten, kültürden ve irfandan yoksun monolitik bir grup olarak takdim
edilirler. Oysa ABD’nin ilk döneminde Müslümanlara dair hikâyeler Afrikalı
köleler arasında çokkültürcülük anlamında zengin bir çeşitliliğin bulunduğunu
göstermektedir.
ABD’deki ilk Müslümanların çoğu birer köle olarak
getirilmişse de bazısı özgür insan olarak gelmiştir. Muhammed Ali bin Ali veya
Nicholas Said İç Savaş’ta savaşmış bir isimdir. Said, Çad Gölü yakınındaki
Bornu İslam devletinde doğmuştur. 1849 civarı köleleştirilmiş, Ortadoğu, Rusya
ve Avrupa’da birkaç kez satılmıştır. Sonrasında Said 1860 yılında özgür bir
insan olarak ABD’ye gelmiş, Detroit’te öğretmenlik yapmıştır. Said, Massachusetts
55’inci Siyah Gönüllüler Alayı’na katılıp Birlik Ordusu’na 1865’e dek hizmet
etmiştir.
Aynı zamanda Müslümanlar ırk ayrımcısı Jim Crow
yasalarına karşı ortaya konulan direnişin zengin tarihinin de bir
parçasıdırlar. Yirmilerde ismini Ahmed Din olarak değiştiren P. Nathaniel
Johnson, St. Louis’de birçok ırktan insanı bir araya getiren bir cami kurar.
1889’da Hindistan’da İslamî cedid hareketini başlatan Mirza Gulam Ahmed’in
müritleri Ahmediye Müslüman cemaati açıktan ırk ayrımcılığına karşı çıkar,
Marcus Garvey’nin UNIA’ini (Evrensel Siyahları Geliştirme Derneği’ni) destekler
ve The Moslem Sunrise [“Müslümanların Şafağı”] isimli gazetede ABD’deki
ırkçılığını eleştiren makaleler kaleme alır.
Müslümanlar ayrıca sendika faaliyetlerine de iştirak
ederler. Bu isimlerden biri de 1973’te Kaliforniya’da tanık olunan üzüm grevine
katıldığı için katledilen Yemenli Müslüman çiftlik işçisi Naci Seyfullah’tır.
Naci, Amerika Birleşik Çiftlik İşçileri Sendikası’nın aktif bir üyesidir. 15
Ağustos’ta Naci Kaliforniya-Lamont’ta bir hafta süren greve katılır. Yakında
bulunan El Rancho Çiftlikleri’nde çalışmaktadır. Smokehouse Café’de sabah erken
saatlerde on beş grevci işçi bir araya gelir. Kern kasabası şerif yardımcısı
Gilbert Cooper işçileri taciz eder. Şerif yardımcısı Naci’ye saldırır. Naci
kaçar. Onun peşinden giden Cooper Naci’nin başına elindeki el feneriyle vurur.
Naci’nin başı ciddi hasar görür. İki şerif yardımcısı kollarından tutup
yaklaşık yirmi metre sürükler, başına hiç mi hiç dikkat etmezler. Naci’nin başı
sürekli kaldırıma çarpar. Sonrasında onu bir hendeğe atarlar. Ayrıca ona yardım
etmek isteyen işçileri gözaltına alırlar. Naci kısa bir süre sonra ölür.
ABD’li Müslümanlar bugün halkın tarihine ait mirası
sürdürüyorlar. New York Arap Amerikan Derneği direktörü Linda Sarsour göç
reformunu savunan, insanların durdurulup aranmasına açıktan eleştiriler
yönelten bir isimdir. Sarsour Ekim 2013’te Washington’da ulusal göç reformu
protestosunda gözaltına alınmıştır. O aynı zamanda 2001’de başlayan,
Müslümanlara yönelik olarak geliştirilen New York Polis Departmanı ile CIA
destekli gizli gözetleme programına karşı yürütülen protestoların da en ön
cephesindedir. Sadece Sarsour’un üyesi olduğu örgütler değil, çocuklarının yer
aldığı futbol ligi de yasadışı casusluk programının hedefindedir. New York
Polis Departmanı bu ligi cemaatlere yönelik sosyal yardım programına dâhil
etmiş, sonrasında yapılan soruşturmalar bu hamlenin polisin cemaate yönelik
casusluk yöntemi olarak gerçekleştiğini ortaya koymuştur. Sarsour’a göre,
“polis cemaatimiz içerisinde psikolojik bir savaş yürütmektedir.” 11 Eylül’den
beri ABD hükümetinin Müslümanları rutin bir biçimde kayıplara karıştırdığı
gerçeği dikkate alınacak olursa, Sarsour’un New York Polis Departmanı ile
CIA’in karşısına dikilme arzusunun cüretkâr bir tavır olduğu daha net görülür.
Bugün öğrencilerin Müslümanların “yalancı, şiddete
meyyal, esmer yabancılar” olduklarına dair medyada baskın olarak kullanılan
klişelere karşı çıkmak amacıyla ABD tarihinde Müslümanlara ait bu hikâyeleri
bilmeleri gerekmektedir. Eğer bu makalede ve diğer çalışmalarda öğrencilere
gerekli tarihsel örnekleri verirsek, onlar ABD’deki Müslümanların tarihinin 11
Eylül ile sınırlı olmadığını, gerçekte bu tarihin 15. yüzyıl sonlarından bugüne
dek uzandığını anlarlar.
Alison Kysia
7 Nisan 2014
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder