“Sen işçi sınıfının ve köylülüğün
yığınları bezirgân partiler ipoteğinde iken yakında iktidara geçeceğinden söz
et: Demirel misin be mübarek!”
[Hikmet Kıvılcımlı]
Mevlevî tarikatında semâzen olmak isteyen bir kişi,
önce ortasında bir çivi bulunan tahtanın (semâ tahtasının) karşısına geçer.
Eğilerek çiviyi öper ve elindeki tuzu çivinin etrafına serper. Sonrasında ayağa
kalkar, tahtanın üzerine çıkar ve çiviyi sol ayak başparmağı ile yanındaki
parmak arasına geçirir. Ardından sağ ayağını kullanarak dönmeye başlar.
MHP’ye başkan adayı olan Meral Akşener’in kullandığı
“pergel” metaforu, bu semazen eğitimine dayanıyor. Fethullahçıların “CHP ve
MHP’yi merkeze çektik” söylemleri bu metaforda karşılığını buluyor. Pergelin
bir ucu merkeze sabitlenir, Akşener’e göre bu sabit nokta, çivi, ülkücü
kadrodur, sağ ayakla hız almak, geniş kesimlere, kendince “bu memleketi
seviyorum” diyen herkese kucak açmak artık çok kolaydır. Pergel metaforunda
egemenlerin merkezine örgütlenmek vardır.
* * *
Muhtemelen son yazısında Perihan Koca da Akşener’den
ödünç aldığı bu metaforu kullanıyor.[1] Anaç bir eda ile ayağını Haziran’a
basıp üzerinde durduğunu düşündüğü “olağanüstü toplumsal ve politik zemin”i
kucaklamak istiyor. Ama Koca, kendisinin merkeze örgütlendiğini görmüyor. “Yeni
toplumsal sendikacılık”la işçi sınıfını kurtarmak için kurulmuş, sonrasında
basit bir internet portalına dönüşen bir sitede yazdığı yazısında,
liberalizm-sosyal demokrasi arasında yaşanan salınımın sancıları hissediliyor.
Koca’ya bu noktada ABD Savunma İstihbarat Kurumu’nda
görev almış emekli albay Robert Helvey’nin şu yorumunu anımsatmak gerekiyor:
“Her şey, politik iktidarı ele
geçirmek ya da başkalarını iktidardan mahrum etmekle ilgilidir.”
* * *
“Olağanüstü toplumsal ve politik zemin” denilen şey,
bir yanıyla, başkalarının, Helvey’nin düşmanlarının iktidarı almasına mani
olmakla ilgili bir yönü de içeriyor. Eleştirel bir kerteriz belirlemek
gerekirse, o da Haziran’ın içerisinde “başkalarını iktidardan uzak tutma”
iradesine dönük tavır olmalıdır. O günlerde internete örgütlendiğimizi,
gözümüze sokulanları, kulağımıza üflenenleri düşünürsek, kimin kimi iktidardan
uzak tutmaya çalıştığı daha iyi anlaşılacaktır. Dolayısıyla, pergeli saplamak
yerine, eleştiri oklarının hedefinde Haziran yanılsaması olmalıdır.
Perihan Koca, son süreçte AKP eliyle, “kendi halkına
karşı örgütlenmiş bir iktidarın savaş yürüttüğünü” söylüyor. Kendi
biricikliğini yücelteyim derken, yüceltmek için AKP’yi biricikleştiriyor,
esasen her iktidarın kendi halkına karşı örgütlenmiş bir yapı olduğu gerçeğine
karşı zihnini körleştiriyor. Bu körlük, doğası gereği, üzerinde durduğu zemini
“olağanüstü” görüyor.
AKP, olağan iktidar mekanizmasının doğal bir
bileşenidir ve devlette aslolan sürekliliktir. AKP’nin anomali olduğu tespiti,
CHP’ye aittir. AKP’nin bir kesinti olduğu, kendilerini yaldızlamaya çalışan
Kemalistlerin bir kuruntusudur. Anomali ve kesintiyle mücadele, sosyalistlerin
işi olmamalıdır. Olursa bu, devlete örgütlenmek demektir.
AKP ve iktidara dair değerlendirmelerin salt
“psikolojik” terimlerle izah ediliyor olması da bu biriciklik mevzu ile
alakalıdır. Büyük olasılıkla “zafer kazanıldığı” iddiası da bu biricikliğin
belirginleşmesiyle bağlantılıdır.
AKP biricik, özgül, aniden gelişmiş bir sapma olarak
görülüyor, sol da bu yanlarının, bu özelliklerinin güçlenmesine seviniyor.
Bugün tarihsizleştiriliyor, tarih, sınıftan ve devrimden temizleniyor.
AKP’ye karşı sınıfsal, devrimci bir itirazı
örgütleyememenin sebebi buradadır. Artık malum: birileri “politik iktidarı ele
geçirmek, geçiremiyorsa başkalarının iktidarı ele geçirmesine mani olmak”
istemektedir. Bu cümlede asıl vurgu, ikinci kısma yöneliktir. Doksanlarda Yeni
Yüzyıl diye gazete çıkartan, eski solcularla parti kuran Cem Boyner’in
“partiyi bu ülkede devrim olmasın diye kurduk” sözü, hatırdan
çıkartılmamalıdır. O partiyi kesen ve bugüne uzanan ideolojik hat da o hatta
örgütlenmiş Kürkçü gibi solcular da sorgulanmalıdır. Hâlen daha güç olan bu
partinin sol içerisinde sahip olduğu cazibe tehlikelidir.
“AKP darbe yaptı” sözü, “her şey olağan seyrinde
gidiyordu, Erdoğan, sırf başkan olma hırsıyla müdahale gerçekleştirdi” anlamına
gelir. Oysa politik iktidar, AKP şahsında yeniden örgütlenmiştir. Bize de
Erdoğan’ın ağzından çıkan laflarla oyalanmak düşmüştür. Onlar illüzyondur, göz
boyamadır, “aa kuşa bak!”tır.
* * *
Perihan Koca, Kürd’ün gölgesine yasladığı sırtından
düşünüyor, Türkiye solunu “kuru gürültü çıkarmak”la, “sığ sularda kulaç
atmak”la, “paniklemek”le, “bozguncu dağınıklık”la vs. bu sırttan eleştiriyor.
Anlaşılan, Haziran sonrası kazanılan zaferin sol içerisinde bir tek Koca
farkında. Sözlerine Birleşik Haziran Hareketi ile HDP arasındaki gerilim yansıyor.
BHH trajediyse, Koca’nın “toplumsal özgürlük” çağrısı komediyle
sonuçlanacaktır. Psikolojiye, zihne, bilişe kilitlenen her çağrının içi boştur.
Zafer diye kodlanınca sol, Haziran’da yapıp
yapmadıklarını devrimci eleştirel bir süzgeçten geçirme ihtiyacı da duymuyor.
Her tür saldırının kendisini hedef aldığına dair benmerkezci bir tepki
geliştirmekle yetiniyor. AKP’yi bu minvalde değerlendiriyor. Onu özgül ve
biricik kıldıkça kendisinin yüceleceğini zannediyor. Örneğin, Rus uçağının
düşürülmesi konusunda AKP’ye saldırıyor, ama böylelikle saldırının arkasındaki
NATO’yu perdelediğini görmüyor. İslam’a saldırarak bu perdeyi nasıl
kalınlaştırdığını anlamıyor. Benmerkezci, dükkâncı bir tarz galebe çaldığı için
Haziran’ı heba eden sol, kendi içinden geri kalan pazarı kontrol altına almak
istiyor. Bu imkânı kendisine veren koşulları eleştirme cüretinden yoksun bir
biçimde hareket ediyor.
Perihan Koca, HDP varken ve (muhtemelen) HDP’de iken
hâlâ “yeni bir sosyalist odak”tan söz ediyor. “Tonla soru ve sorun var” deyip,
herkesi bu odağa bakmaya çağırıyor. Pergelin ucunu kendisine saplarken, bu
eyleminin komünist-müşterek ocaktan kaçışı örgütlediğini anlamıyor.
Dolayısıyla, AKP’nin o ocağa karşı örgütlenmiş herhangi bir iktidar aygıtı
olduğu gerçeğini idrak etmiyor. Kendisi o ocaktan kaçtıkça kuru bir AKP
muhalifliğine kapaklanıyor. Açtığı pergelin açısını mazlum-sömürülen kitlelerin
kolektif mücadelesi değil, burjuvazi belirliyor.
Kendisi gibi, olumlu her şeyin gökten zembille
indiğine inanılıyor. Halkın kolektif-tarihsel mücadeleleriyle bağlar
kopartılıyor. Haziran biricikleştiriliyor. Böylece kıymet bulacaklarını
zannediyorlar. Devlet, bütünlüğünü, sürekliliğini sağlayan kadrolarıyla, sola
parçalı ve kesintili olmayı öğretiyor.
Halklaşmaksa eğer mesele, evet, bu topraklarda
“besmele”yle başlamayan hiçbir işten hayır gelmez. Zira besmele, senden
öncesine ve senden sonrasına iman metnidir. Burjuvazinin bizi ikna ettiği
biriciklik ve özgüllükse imansız olmak zorundadır. Bu imansızlığın somut sonuç
üretmesi mümkün değildir. Haziran’daki kolektif iman, sonrasında hayatta kalmak
için yürekten ve zihinden silinmiştir. Yenilgi buradadır.
Eren Balkır
4 Aralık 2015
Dipnotlar:
[1] Perihan Koca, “Sosyalistler İçin İdare Etme Vakti Değil”, 3 Aralık 2015, Sendika.
[2] Aktaran: Michael A. Lebowitz, “Red is the Primary Color of the Rainbow”, 25 Kasım 2015, Monthly Review. Türkçesi: “Gökkuşağının Ana Rengi Kızıldır”, 3 Aralık 2015, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder