Pages

04 Aralık 2015

Pergel


Sen işçi sınıfının ve köylülüğün yığınları bezirgân partiler ipoteğinde iken yakında iktidara geçeceğinden söz et: Demirel misin be mübarek!
[Hikmet Kıvılcımlı]

 

Mevlevî tarikatında semâzen olmak isteyen bir kişi, önce ortasında bir çivi bulunan tahtanın (semâ tahtasının) karşısına geçer. Eğilerek çiviyi öper ve elindeki tuzu çivinin etrafına serper. Sonrasında ayağa kalkar, tahtanın üzerine çıkar ve çiviyi sol ayak başparmağı ile yanındaki parmak arasına geçirir. Ardından sağ ayağını kullanarak dönmeye başlar.

MHP’ye başkan adayı olan Meral Akşener’in kullandığı “pergel” metaforu, bu semazen eğitimine dayanıyor. Fethullahçıların “CHP ve MHP’yi merkeze çektik” söylemleri bu metaforda karşılığını buluyor. Pergelin bir ucu merkeze sabitlenir, Akşener’e göre bu sabit nokta, çivi, ülkücü kadrodur, sağ ayakla hız almak, geniş kesimlere, kendince “bu memleketi seviyorum” diyen herkese kucak açmak artık çok kolaydır. Pergel metaforunda egemenlerin merkezine örgütlenmek vardır.

* * *

Muhtemelen son yazısında Perihan Koca da Akşener’den ödünç aldığı bu metaforu kullanıyor.[1] Anaç bir eda ile ayağını Haziran’a basıp üzerinde durduğunu düşündüğü “olağanüstü toplumsal ve politik zemin”i kucaklamak istiyor. Ama Koca, kendisinin merkeze örgütlendiğini görmüyor. “Yeni toplumsal sendikacılık”la işçi sınıfını kurtarmak için kurulmuş, sonrasında basit bir internet portalına dönüşen bir sitede yazdığı yazısında, liberalizm-sosyal demokrasi arasında yaşanan salınımın sancıları hissediliyor.

Koca’ya bu noktada ABD Savunma İstihbarat Kurumu’nda görev almış emekli albay Robert Helvey’nin şu yorumunu anımsatmak gerekiyor:

“Her şey, politik iktidarı ele geçirmek ya da başkalarını iktidardan mahrum etmekle ilgilidir.”

* * *

“Olağanüstü toplumsal ve politik zemin” denilen şey, bir yanıyla, başkalarının, Helvey’nin düşmanlarının iktidarı almasına mani olmakla ilgili bir yönü de içeriyor. Eleştirel bir kerteriz belirlemek gerekirse, o da Haziran’ın içerisinde “başkalarını iktidardan uzak tutma” iradesine dönük tavır olmalıdır. O günlerde internete örgütlendiğimizi, gözümüze sokulanları, kulağımıza üflenenleri düşünürsek, kimin kimi iktidardan uzak tutmaya çalıştığı daha iyi anlaşılacaktır. Dolayısıyla, pergeli saplamak yerine, eleştiri oklarının hedefinde Haziran yanılsaması olmalıdır.

Perihan Koca, son süreçte AKP eliyle, “kendi halkına karşı örgütlenmiş bir iktidarın savaş yürüttüğünü” söylüyor. Kendi biricikliğini yücelteyim derken, yüceltmek için AKP’yi biricikleştiriyor, esasen her iktidarın kendi halkına karşı örgütlenmiş bir yapı olduğu gerçeğine karşı zihnini körleştiriyor. Bu körlük, doğası gereği, üzerinde durduğu zemini “olağanüstü” görüyor.

AKP, olağan iktidar mekanizmasının doğal bir bileşenidir ve devlette aslolan sürekliliktir. AKP’nin anomali olduğu tespiti, CHP’ye aittir. AKP’nin bir kesinti olduğu, kendilerini yaldızlamaya çalışan Kemalistlerin bir kuruntusudur. Anomali ve kesintiyle mücadele, sosyalistlerin işi olmamalıdır. Olursa bu, devlete örgütlenmek demektir.

AKP ve iktidara dair değerlendirmelerin salt “psikolojik” terimlerle izah ediliyor olması da bu biriciklik mevzu ile alakalıdır. Büyük olasılıkla “zafer kazanıldığı” iddiası da bu biricikliğin belirginleşmesiyle bağlantılıdır.

AKP biricik, özgül, aniden gelişmiş bir sapma olarak görülüyor, sol da bu yanlarının, bu özelliklerinin güçlenmesine seviniyor. Bugün tarihsizleştiriliyor, tarih, sınıftan ve devrimden temizleniyor.

AKP’ye karşı sınıfsal, devrimci bir itirazı örgütleyememenin sebebi buradadır. Artık malum: birileri “politik iktidarı ele geçirmek, geçiremiyorsa başkalarının iktidarı ele geçirmesine mani olmak” istemektedir. Bu cümlede asıl vurgu, ikinci kısma yöneliktir. Doksanlarda Yeni Yüzyıl diye gazete çıkartan, eski solcularla parti kuran Cem Boyner’in “partiyi bu ülkede devrim olmasın diye kurduk” sözü, hatırdan çıkartılmamalıdır. O partiyi kesen ve bugüne uzanan ideolojik hat da o hatta örgütlenmiş Kürkçü gibi solcular da sorgulanmalıdır. Hâlen daha güç olan bu partinin sol içerisinde sahip olduğu cazibe tehlikelidir.

“AKP darbe yaptı” sözü, “her şey olağan seyrinde gidiyordu, Erdoğan, sırf başkan olma hırsıyla müdahale gerçekleştirdi” anlamına gelir. Oysa politik iktidar, AKP şahsında yeniden örgütlenmiştir. Bize de Erdoğan’ın ağzından çıkan laflarla oyalanmak düşmüştür. Onlar illüzyondur, göz boyamadır, “aa kuşa bak!”tır.

* * *

Perihan Koca, Kürd’ün gölgesine yasladığı sırtından düşünüyor, Türkiye solunu “kuru gürültü çıkarmak”la, “sığ sularda kulaç atmak”la, “paniklemek”le, “bozguncu dağınıklık”la vs. bu sırttan eleştiriyor. Anlaşılan, Haziran sonrası kazanılan zaferin sol içerisinde bir tek Koca farkında. Sözlerine Birleşik Haziran Hareketi ile HDP arasındaki gerilim yansıyor. BHH trajediyse, Koca’nın “toplumsal özgürlük” çağrısı komediyle sonuçlanacaktır. Psikolojiye, zihne, bilişe kilitlenen her çağrının içi boştur.

Zafer diye kodlanınca sol, Haziran’da yapıp yapmadıklarını devrimci eleştirel bir süzgeçten geçirme ihtiyacı da duymuyor. Her tür saldırının kendisini hedef aldığına dair benmerkezci bir tepki geliştirmekle yetiniyor. AKP’yi bu minvalde değerlendiriyor. Onu özgül ve biricik kıldıkça kendisinin yüceleceğini zannediyor. Örneğin, Rus uçağının düşürülmesi konusunda AKP’ye saldırıyor, ama böylelikle saldırının arkasındaki NATO’yu perdelediğini görmüyor. İslam’a saldırarak bu perdeyi nasıl kalınlaştırdığını anlamıyor. Benmerkezci, dükkâncı bir tarz galebe çaldığı için Haziran’ı heba eden sol, kendi içinden geri kalan pazarı kontrol altına almak istiyor. Bu imkânı kendisine veren koşulları eleştirme cüretinden yoksun bir biçimde hareket ediyor.

Perihan Koca, HDP varken ve (muhtemelen) HDP’de iken hâlâ “yeni bir sosyalist odak”tan söz ediyor. “Tonla soru ve sorun var” deyip, herkesi bu odağa bakmaya çağırıyor. Pergelin ucunu kendisine saplarken, bu eyleminin komünist-müşterek ocaktan kaçışı örgütlediğini anlamıyor. Dolayısıyla, AKP’nin o ocağa karşı örgütlenmiş herhangi bir iktidar aygıtı olduğu gerçeğini idrak etmiyor. Kendisi o ocaktan kaçtıkça kuru bir AKP muhalifliğine kapaklanıyor. Açtığı pergelin açısını mazlum-sömürülen kitlelerin kolektif mücadelesi değil, burjuvazi belirliyor.

Kendisi gibi, olumlu her şeyin gökten zembille indiğine inanılıyor. Halkın kolektif-tarihsel mücadeleleriyle bağlar kopartılıyor. Haziran biricikleştiriliyor. Böylece kıymet bulacaklarını zannediyorlar. Devlet, bütünlüğünü, sürekliliğini sağlayan kadrolarıyla, sola parçalı ve kesintili olmayı öğretiyor.

Halklaşmaksa eğer mesele, evet, bu topraklarda “besmele”yle başlamayan hiçbir işten hayır gelmez. Zira besmele, senden öncesine ve senden sonrasına iman metnidir. Burjuvazinin bizi ikna ettiği biriciklik ve özgüllükse imansız olmak zorundadır. Bu imansızlığın somut sonuç üretmesi mümkün değildir. Haziran’daki kolektif iman, sonrasında hayatta kalmak için yürekten ve zihinden silinmiştir. Yenilgi buradadır.

Eren Balkır
4 Aralık 2015

Dipnotlar:
[1] Perihan Koca, “Sosyalistler İçin İdare Etme Vakti Değil”, 3 Aralık 2015, Sendika.

[2] Aktaran: Michael A. Lebowitz, “Red is the Primary Color of the Rainbow”, 25 Kasım 2015, Monthly Review. Türkçesi: “Gökkuşağının Ana Rengi Kızıldır”, 3 Aralık 2015, İştirakî.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder