Pages

14 Aralık 2015

Kürd’ün Biyopolitiği


Avrupa’da bazı erkek grupları, kadını aşağılık bir varlık gördükleri için eşcinselliğe meylediyorlar. Neonaziler arasında görülen bu durum, belirli bir biyopolitikaya tekabül ediyor. Benzer bir hâlin hayvan ve doğaseverler arasında da hâkim olduğunu söyleyebiliriz.

Sömürü ve zulüm düzeninin mağdurları arasında bu tip yönelimler kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyor. Kendine kapalı, mutlak bir beden tasavvuru, somut bir ideolojiyi çağırıyor. Ezilen, hırs ve kibri devreye sokarak, özgürlük alanı ve bir tür yaşam alanı [Lebensraum] teşkil edeceğini düşünüyor. Bu alana sınıfsal-politik ayrımlar asla sızmıyor. Aşağılık görülen kesim, o mutlaklığın ve su sızdırmazlığın güvencesini teşkil ediyor.

Bilhassa Türkiye’de Sünni kesim de bu türden bir alana örgütlenmek isteniyor. Biraz da insanlar, gruplar hâlinde söz konusu alana başkalarını aşağılık kabul etmek için giriyorlar. Sünnilik, bir tür biyopolitika olarak cisimleşiyor. Göstergelere ve imgelere pek takılmamak gerekiyor. Sünnilik, bu bütünsel, mutlak ve sızdırmaz alanı kolaylıkla devletle eş tutuyor. Tersten, Sünniliğe ait gösterge ve imgelere düşman olmak devletin icraatı.

Bu türden yaklaşımlarda küçük burjuva ideolojileri hâkim. Örneğin Sünnilik içerisindeki kırılmalara, ayrışmalara, sıçramalara mani olmanın tek güvencesi, küçük burjuvalar. Tekfircilik bu alana dair ve bu yaklaşım, Sünnilik kadar solculukta da yaygın. Küçük burjuva, kolektif tarihsel hareketi kendi bedensel varlığına kapatmaya mecbur. Sızma, taşma, yarılma vs. onun için düşmanca.

Solun İslam ile ilgili çektiği hiza Celal Şengör’ün hizasından farklı değil. Gezi ile palazlanan yaşam alanı siyaseti Şengör’ün dünyasına örgütleniyor. “17 Ağustos yakışıklı depremdi” demesi onu ırkçılığa ve faşizme bağlıyor. Sol da yaşam alancılığıyla bu türden bir küçük burjuva biyopolitikaya kapatıyor kendisini. Ülke bütünlüğü tasavvuru, solu burjuva değerler dolayımıyla devlete bağlıyor.

Sol, İslam’a “Arap” deyip dışsallaştırarak, devletin “Türk”üne örgütleniyor. Her şey, bu yönde edinilen bilgi yekûnuna yakışan işler yapmaya indirgeniyor. İnsanlar ve olgular, yakışıklı veya güzel olup olmamak üzerinden değerlendiriliyor. Burada galebe çalan, egemenlerin estetiği, korumak istediği dünyası.

Figen Yüksekdağ’ın “yakışıksız, uygunsuz” bulduğu hendekler birer çentik olması sebebiyle örtülüyor aslında. Dolmabahçe Mutabakatı’na biyopolitik manada özel bir anlam yükleyenler, hendekleri pejoratif, sapkın unsurlar olarak kodluyorlar. Gidişat, burjuva değerler dünyasına göre değerlendiriliyor ve buna dair sapmalara küfrediliyor.

Sol içerisinde bir kesim, başkalarını aşağılayabilmek, kendisini yüceltebilmek için “devrimci” ve/veya “Marksist” oluyor. Bunlarla kavga, aciliyetini her daim muhafaza ediyor.

Sünni kesimdeki yanılgı da burada. AKP’nin Kürd meselesini çözme iradesini kesin ve mutlak kabul eden bu kesimler, hendeklerin bu güzelim, pürüzsüz gidişatı bozduğunu söylüyorlar. Esasında hendek, bir çentik anlamında, devletin damarlarını kesiyor, devletin biyopolitiğini hükümsüz kılıyor.

* * *

Cübbeli, TV’de İran hâkimiyetini kırmak için devlet eliyle palazlandırıldığını itiraf ediyor. İran’da aslında itiraz edilen, Şiilik, sapkınlık vs. değil, devrimin ta kendisi. Devlet devrim istemiyor, bu nedenle Cübbeli gibileri görevlendiriyor. O da Sünnileri “üst insan” olmaya ikna etmek için, Hz. Muhammed’in sakallarını yıkadığını iddia ettiği suyu satıyor. Hiç utanmıyor. Çünkü utanmak, ona göre aşağılık varlıkların bir zaafı.

Bazı Sünniler Sünni veya Müslüman olduklarından değil, Hz. Muhammed’i üst insan gördükleri için ona güya bağlanıyorlar. O’nun tağuta karşı müşterek kavgamızın neferi ve önderi olduğu gerçeği siliniyor. Sünni biyopolitika bedeni putlaştırıyor, bu liberalizm kolaylıkla piyasa ilişkilerine kul olmayı beraberinde getiriyor.

Sünni kesimdeki hendek alerjisi kendisine aşağılık bir varlık bularak ilerliyor. Bu varlık üzerinden yüce haklılık kendi gerekçesine kavuşuyor. O, kendisine has kurgusunun ihtiyacı gereği, Kürd’ün biyopolitikası için gerekli ideolojik araçları oluşturmaya çalışıyor. Kürd’ü üst insan olmaklığına ikna etmek istiyor. Kürd, buradaki sömürü ve zulmü müşterek kavgasıyla anbean görüyor.

Biyopolitikanın fikir babalarından biri olan Foucault’nun İsrail’de gizli veya açık askerî birimlerdeki eğitimlerde okutulması tesadüf değil. İsraillilerin özgürlük ve mutlak gelecek için bir devletle tanımlı hâle getirilmesi, Filistinlilerin aşağılık varlıklar olarak gösterilmesi gerek. İsrail’i kuran sol iradenin süreç içerisinde faşist, ırk ayrımcısı bir hatta çekilmesini sağlayan, işte bu biyopolitika. Filistinliler aşağılanmalı, bunun için İsraillilerin “seçilmiş ırk” olarak yüceltilmesi gerekli.

Müslüman Kürd kesim, AKP dolayımıyla hâkim Sünni söyleme bağlanıyor, buradan da “aşağılık varlık” olarak Türk solunu tespit ediyor. Herkes, tüm sorunların Kürdlerin Türk solcularla ittifak yapmasından kaynaklandığına inandırılmak isteniyor. Burada dikkatlerden kaçırılan gerçekse şu: Kürdlerin solculuktan ari kılınmak istenmesinin nedeni, devletin biyopolitikasıyla tanımlı kurguya halel getirmemek. Bu kurgunun bölünmesi tehlikeli. Oysa solun biyopolitikasının böylesi bir niyeti zaten yok. O, her şeyin yağını çıkartıp ekmeğine sürmek, hatalarını, zaaflarını Kürd halısının altına süpürmek zorunda.

Türk’ün küçük burjuvası varsa Kürd’ün de var ve bunlar, sınıfsal-tarihsel ayrımların bölmediği bir gerçekliği özgürlük ve yaşam alanı olarak kodlamaya mecburlar. Toplam kurtuluş hareketinin tıkandığı, düğümler atıldığı yer de burası. Hendekler, teorik manada yanlışsa da politik açıdan uygun ve yerinde. Politika yapmak da zaten yanlış yapma cüreti. Hendekler, birer düğüm gibi görünebilir, birer kılıç darbesi gibi de.

Devletin saldırı hamlesi, uzlaşacağı bir küçük burjuva kesim bulmakla alakalı. Müslüman Kürdler, toprağın başkaldırısında safını Kürd adı altında politikleşen biyolojiden, devrimcileşen sınıftan yana belirlemeye, gerçeğe yerin bir karış altından bakmaya mecburlar zorunda. Kendisinden aşağılamalarını istediği millet kendi milleti, din kendi dinidir. Direncin sebebi, bu kesimlerin devletin milletine ve dinine hâlâ bağlı kalmayı özgürlük, kurtuluş ve yaşamak zannetmeleridir.

Eren Balkır
14 Aralık 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder