Avrupa’da bazı erkek grupları, kadını aşağılık bir
varlık gördükleri için eşcinselliğe meylediyorlar. Neonaziler arasında görülen
bu durum, belirli bir biyopolitikaya tekabül ediyor. Benzer bir hâlin hayvan ve
doğaseverler arasında da hâkim olduğunu söyleyebiliriz.
Sömürü ve zulüm düzeninin mağdurları arasında bu tip
yönelimler kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyor. Kendine kapalı, mutlak bir beden
tasavvuru, somut bir ideolojiyi çağırıyor. Ezilen, hırs ve kibri devreye
sokarak, özgürlük alanı ve bir tür yaşam alanı [Lebensraum] teşkil
edeceğini düşünüyor. Bu alana sınıfsal-politik ayrımlar asla sızmıyor. Aşağılık
görülen kesim, o mutlaklığın ve su sızdırmazlığın güvencesini teşkil ediyor.
Bilhassa Türkiye’de Sünni kesim de bu türden bir alana
örgütlenmek isteniyor. Biraz da insanlar, gruplar hâlinde söz konusu alana
başkalarını aşağılık kabul etmek için giriyorlar. Sünnilik, bir tür
biyopolitika olarak cisimleşiyor. Göstergelere ve imgelere pek takılmamak
gerekiyor. Sünnilik, bu bütünsel, mutlak ve sızdırmaz alanı kolaylıkla devletle
eş tutuyor. Tersten, Sünniliğe ait gösterge ve imgelere düşman olmak devletin
icraatı.
Bu türden yaklaşımlarda küçük burjuva ideolojileri
hâkim. Örneğin Sünnilik içerisindeki kırılmalara, ayrışmalara, sıçramalara mani
olmanın tek güvencesi, küçük burjuvalar. Tekfircilik bu alana dair ve bu
yaklaşım, Sünnilik kadar solculukta da yaygın. Küçük burjuva, kolektif tarihsel
hareketi kendi bedensel varlığına kapatmaya mecbur. Sızma, taşma, yarılma vs.
onun için düşmanca.
Solun İslam ile ilgili çektiği hiza Celal Şengör’ün
hizasından farklı değil. Gezi ile palazlanan yaşam alanı siyaseti Şengör’ün
dünyasına örgütleniyor. “17 Ağustos yakışıklı depremdi” demesi onu ırkçılığa ve
faşizme bağlıyor. Sol da yaşam alancılığıyla bu türden bir küçük burjuva
biyopolitikaya kapatıyor kendisini. Ülke bütünlüğü tasavvuru, solu burjuva
değerler dolayımıyla devlete bağlıyor.
Sol, İslam’a “Arap” deyip dışsallaştırarak, devletin
“Türk”üne örgütleniyor. Her şey, bu yönde edinilen bilgi yekûnuna yakışan işler
yapmaya indirgeniyor. İnsanlar ve olgular, yakışıklı veya güzel olup olmamak
üzerinden değerlendiriliyor. Burada galebe çalan, egemenlerin estetiği, korumak
istediği dünyası.
Figen Yüksekdağ’ın “yakışıksız, uygunsuz” bulduğu
hendekler birer çentik olması sebebiyle örtülüyor aslında. Dolmabahçe
Mutabakatı’na biyopolitik manada özel bir anlam yükleyenler, hendekleri
pejoratif, sapkın unsurlar olarak kodluyorlar. Gidişat, burjuva değerler
dünyasına göre değerlendiriliyor ve buna dair sapmalara küfrediliyor.
Sol içerisinde bir kesim, başkalarını aşağılayabilmek,
kendisini yüceltebilmek için “devrimci” ve/veya “Marksist” oluyor. Bunlarla
kavga, aciliyetini her daim muhafaza ediyor.
Sünni kesimdeki yanılgı da burada. AKP’nin Kürd
meselesini çözme iradesini kesin ve mutlak kabul eden bu kesimler, hendeklerin
bu güzelim, pürüzsüz gidişatı bozduğunu söylüyorlar. Esasında hendek, bir
çentik anlamında, devletin damarlarını kesiyor, devletin biyopolitiğini
hükümsüz kılıyor.
* * *
Cübbeli, TV’de İran hâkimiyetini kırmak için devlet
eliyle palazlandırıldığını itiraf ediyor. İran’da aslında itiraz edilen,
Şiilik, sapkınlık vs. değil, devrimin ta kendisi. Devlet devrim istemiyor, bu
nedenle Cübbeli gibileri görevlendiriyor. O da Sünnileri “üst insan” olmaya
ikna etmek için, Hz. Muhammed’in sakallarını yıkadığını iddia ettiği suyu
satıyor. Hiç utanmıyor. Çünkü utanmak, ona göre aşağılık varlıkların bir zaafı.
Bazı Sünniler Sünni veya Müslüman olduklarından değil,
Hz. Muhammed’i üst insan gördükleri için ona güya bağlanıyorlar. O’nun tağuta
karşı müşterek kavgamızın neferi ve önderi olduğu gerçeği siliniyor. Sünni
biyopolitika bedeni putlaştırıyor, bu liberalizm kolaylıkla piyasa ilişkilerine
kul olmayı beraberinde getiriyor.
Sünni kesimdeki hendek alerjisi kendisine aşağılık bir
varlık bularak ilerliyor. Bu varlık üzerinden yüce haklılık kendi gerekçesine
kavuşuyor. O, kendisine has kurgusunun ihtiyacı gereği, Kürd’ün biyopolitikası
için gerekli ideolojik araçları oluşturmaya çalışıyor. Kürd’ü üst insan
olmaklığına ikna etmek istiyor. Kürd, buradaki sömürü ve zulmü müşterek
kavgasıyla anbean görüyor.
Biyopolitikanın fikir babalarından biri olan
Foucault’nun İsrail’de gizli veya açık askerî birimlerdeki eğitimlerde
okutulması tesadüf değil. İsraillilerin özgürlük ve mutlak gelecek için bir
devletle tanımlı hâle getirilmesi, Filistinlilerin aşağılık varlıklar olarak
gösterilmesi gerek. İsrail’i kuran sol iradenin süreç içerisinde faşist, ırk
ayrımcısı bir hatta çekilmesini sağlayan, işte bu biyopolitika. Filistinliler
aşağılanmalı, bunun için İsraillilerin “seçilmiş ırk” olarak yüceltilmesi
gerekli.
Müslüman Kürd kesim, AKP dolayımıyla hâkim Sünni
söyleme bağlanıyor, buradan da “aşağılık varlık” olarak Türk solunu tespit
ediyor. Herkes, tüm sorunların Kürdlerin Türk solcularla ittifak yapmasından
kaynaklandığına inandırılmak isteniyor. Burada dikkatlerden kaçırılan gerçekse
şu: Kürdlerin solculuktan ari kılınmak istenmesinin nedeni, devletin
biyopolitikasıyla tanımlı kurguya halel getirmemek. Bu kurgunun bölünmesi
tehlikeli. Oysa solun biyopolitikasının böylesi bir niyeti zaten yok. O, her
şeyin yağını çıkartıp ekmeğine sürmek, hatalarını, zaaflarını Kürd halısının
altına süpürmek zorunda.
Türk’ün küçük burjuvası varsa Kürd’ün de var ve
bunlar, sınıfsal-tarihsel ayrımların bölmediği bir gerçekliği özgürlük ve yaşam
alanı olarak kodlamaya mecburlar. Toplam kurtuluş hareketinin tıkandığı,
düğümler atıldığı yer de burası. Hendekler, teorik manada yanlışsa da politik
açıdan uygun ve yerinde. Politika yapmak da zaten yanlış yapma cüreti.
Hendekler, birer düğüm gibi görünebilir, birer kılıç darbesi gibi de.
Devletin saldırı hamlesi, uzlaşacağı bir küçük burjuva
kesim bulmakla alakalı. Müslüman Kürdler, toprağın başkaldırısında safını Kürd
adı altında politikleşen biyolojiden, devrimcileşen sınıftan yana belirlemeye,
gerçeğe yerin bir karış altından bakmaya mecburlar zorunda. Kendisinden
aşağılamalarını istediği millet kendi milleti, din kendi dinidir. Direncin
sebebi, bu kesimlerin devletin milletine ve dinine hâlâ bağlı kalmayı özgürlük,
kurtuluş ve yaşamak zannetmeleridir.
Eren Balkır
14 Aralık 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder