Pages

15 Aralık 2015

Açlık Savaşçısı Hena Şelebi


Girdiği açlık grevi boyunca, 47 gün süresince yani, Hena Şelebi’nin birkaç saat aralıksız uyuması mümkün olmadı. Grevin ilk birkaç gününde bir süre için uyukluyor, sonrasında ise birinin ona zarar vermeye çalıştığı korkusuyla aniden uyanıyordu.

Açlık grevinin ilk haftası bittikten sonra, günde birkaç damla sudan başka ağzına bir şey koymayan Hena’nın vücudu normal biçimde işlemez oldu. Örneğin uyku yerine bir bilinçsizlik haline giriyor, geleceğe dair korkuların ve anılarının karışımından oluşan halüsinasyonlar görüyordu.

Hena’yla yakınlarda bir röportaj yaptım. Bu röportajda Gazze’de ancak şarta bağlı olarak faydalanabileceği bir özgürlük için hayatını riske etmeye onu neyin götürdüğünü anlamaya çalıştım ve onun hikâyesini İsrail hapishanelerinde siyasi bir mücadele biçimi olarak açlık grevleri olgusunun temel örneği haline getirmeyi hedefledim. Şu anda 7.000 Filistinli mahkûm İsrail zindanlarında tutuluyor, bunlardan 500’ü henüz mahkeme yüzü görmedi.

Hena 7 Şubat 1982’de doğdu, Filistinli örgütlerin Lübnan’dan çıkarıldığı ve Sabra ve Şatila kamplarındaki mültecilerin katledildiği yılda. Babası Yahya ve annesi Bedia artık çocuk yapmamaya karar verdiklerinde on çocukları vardı. Altı kızın içinde Hena ortalarda bir yerdeydi; Nejeh, Selem ve Hüda’dan sonra, Vefa ve Zahire’den önce. Samir erkeklerin en ufağıydı, Hena’dan sadece iki yaş büyüktü.

Hena’nın ailesi esasında Hayfalı. Bu güzel liman şehrinden bugün Filistinli mültecilerin önemli bölümünü oluşturan yüzbinlerce kişiyle beraber sürülmüşlerdi. Görece kısa ama meşakkatli bir yolculuğun ardından kuzeydeki Sefad şehrinden çok uzak olmayan ve Cenin mülteci kampının yanındaki Burkin köyüne yerleştiler.

Merc bin Amir vadisine doğru zarifçe uzanan Burkin köyü Şelebi ailesine birtakım zorluklardan geçici bir sığınak vazifesi gördü. Ama bu avuntu Hena daha çocukken zedelendi. Sekiz yaşındaydı, zahterli yumurtalı ekmeğini yerken komşu çocuğu Muhammed ona bütün gücüyle çarptı birdenbire. Sonra dizlerinin üzerine yığılıp ancak “yardım et” diyebildi. Hena kalakalmıştı. Çocuk sonunda tamamen yere yığıldığında kafasının arkasındaki kocaman deliği gördü. Birkaç dakika önce İsrail askerlerince vurulmuştu. Bu olay Birinci İntifada sırasında yaşanmıştı ve çocuk Burkin’de öldürülen nicelerinden biriydi. Hena ayaklanmaya katıldı, görevi hemen her gün köye saldıran askerlerle çatışan oğlanlara taş taşımaktı.

Şu anda 33 yaşında olan Hena bu anıları çocukluğundaki saflıkla, bir devrimci coşku taşıyan ama ne olup bittiğini tam olarak da anlamamış olan o çocuğun saflığıyla anlatıyor. Çocuk Hena Muhammed’in ölümüne öfkelidir, o kadar.

Öfkeli büyüdü Hena, bu öfke etrafındaki çoklarının paylaştığı bir duyguydu. Kardeşi Ömer üyelerinin hepsi ya köylü çocukları ya da İsrail’de ucuz emek gücü olarak sömürülen Arapların çocukları olan Kara Panterlere katılmıştı. Dağlarda mağaraların derinliklerinde buluşup oradan silahlı ve maskeli halde, grev ilan etmek ve halkı ayaklanmaya katmak üzere köylere iniyorlardı. Ama Ömer askerlerle gece girdiği bir çatışmada yaralanınca sır faş olmuş oldu ve çocuklarını beladan uzak tutma çabalarının boşuna olduğunu bu vesileyle gören babaları Yahya da olan biteni böylece öğrendi.

Ömer’in hikâyesi diğer çocukların da hikâyesi oldu bir bir. Onların da hemen hepsi muhtelif oranlarda direnişin içindeydiler. Büyük abla Hüda nişanlısının İsrail ordusunca pusuya düşürülüp öldürülmesinden kısa bir süre sonra bir askeri bıçakladığı iddiası ile hapse girmişti. Nişanlısının adı Muhammed Sadi’ydi. Öldürüldüğünde tam da Hüda’ya resmen evlenme teklif etmeye gidiyordu. Hüda öldüğünü radyodan öğrendi.

Samir oğlanların en küçüğüydü. Şelebi ailesinin evine sık sık saldıran askerler onu çok korkutuyordu. Onlar evin altını üstüne getirir, onun ders kitaplarını yırtar ve zeytinyağı tenekelerinin içine işerlerken o yatağın altına saklanıyordu. 13 yaşında okulu bıraktı ve birkaç yıl sonra bir silah edinip direnişe katıldı; artık dağlarda yaşıyordu. İsrail ordusu onu öldürdüğünde hepsi de muhtelif örgütlerin savaşçıları olan ve ölüm fermanları çoktan imzalanmış 17 hedeften biriydi. Çocukken oyunlar oynadığı ve babasına tarlada yardım ettiği vadinin yakınında bir yoldaşıyla beraber öldürdüler Samir’i.

Samir ata binmeyi çok severdi. Hena da çok severdi atları. Ne var ki babasının onu bir veteriner olması için ikna etme yönündeki aralıksız çabalarına direndi. O Tunus’ta hukuk okuyacaktı, bu rüyası hâlâ gerçekleştirilmeyi bekliyor.

En iyi arkadaşı Samir’di. Birbirlerinin sırlarını paylaşırlardı; son çatışmasına girmeden hemen önce Samir ondan tabutunun çiçeklerle, bilhassa Burkin’de her yerde yabanisi yetişen şebboylarla kaplı olmasını sağlamasını istedi. Hena sözünü tuttu.

Samir 2009’da öldürüldükten kısa zaman sonra Hena Filistin yönetimince, İsrail’e kardeşinin intikamını almak üzere bir saldırı düzenlemeyi planladığı suçlamasıyla tutuklandı. Onu günlerce sorguladılar. Suçlamaların hepsini reddedince Filistinli bir polis memuru onu yüzü uyuşana kadar tokatladı, derken Hena yere düşüverdi.

Bilahare İsrailliler tutukladılar Hena’yı. Onu yeraltında bir zindanda tuttular ve aylarca fiziken ve ruhen işkence ettiler. Bu da işe yaramayınca onu altı ay boyunca mahkemeye bile çıkarmadan gözaltında tuttular, bu süre birkaç defa uzatıldı. Yıllarca tutsak kaldıktan sonra HaSharon Hapishanesi’nden 18 Ekim 2011’de çıktı. Çıkışı başka yüzlerce kişiyi de kapsayan bir anlaşmanın, Hamas ve İsrail arasında yapılan ve Direniş’in yıllar önce esir aldığı bir İsrail askerinin de salıverilmesini içeren bir anlaşmanın neticesinde olmuştu.

Kutlamalar aylarca sürdü. Ama sonunda Hena yine tutuklanıp zindana kondu. Bu son tecrübe daha da aşağılayıcıydı, öyle ki Hena bu konunun ayrıntılarını açıklamak istemedi röportajda. İkinci kez tutuklandığı gün, yani 16 Şubat 2012’de, ona çok vahşice davrandılar ama o da onlara boyun eğmedi. İsrail gazetesi Yediot Ahronot, Hena’nın bir askeri kaçırmayı planladığını öne sürdü. Hena sorgucuları ile münakaşa etmektense 47 gün sürecek olan bir açlık grevine başladı. Esas talebi özgürlüktü.

Grevin son aşamasında, ölümü yaklaşırken, gözlerini bir İsrail hastanesinde, kolları ve bacakları yatağa zincirlenmiş bir halde açtı. Hayfa’daydı; bunu fark etmek onu gülümsetti. Gülümsemesi dudaklarına yayılırken “Burası ailemin geldiği yer.” dedi usulca. Bunu duyan gardiyanlar hemen hapishane yönetimine haber verdiler ve derhal Hayfa’dan başka yere nakledildi Hena. Hayatında hiç Hayfa’ya gelmemişti, kısa bir an için orada öleceği fikriyle avundu.

Şüpheli şartlar altında yapılan ve Filistin yönetiminin de dâhil olduğu bir anlaşma neticesinde özgürlüğü karşılığında açlık grevini sonlandırdı ancak Gazze’ye gönderildi; anlaşmaya göre Batı Şeria’ya üç yıl sonra dönebilecekti. Ne var ki bu hiç gerçekleşmedi, ne Filistin yönetimi ne de İsrail anlaşmanın şartlarına uydular.

Hena hayatı kucaklamakta ısrarcı; bu savaşın yıkıma uğrattığı, kuşatılmış Gazze’de de böyle. “Eğer ben kaybedersem İsrailliler kazanır. Onlara bu duyguyu tattıramam.” diyor. “Direniş acıya rağmen yaşayıp gelişmekte ısrar etmektir.”

Hena hâlâ kuşatılmış bir hayatın ötesini de keşfetme imkânı bulabilmenin hayalini kuruyor.

Remzi Barud
14 Aralık 2015
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder