Liberal feminist söylem uzun zamandır galebe
çaldığından, epeydir 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü eylemlerine erkeklerin
katılımı yasak.
Bu sebeple, iki sene önce, katılamadığım eylemin
internette yayınlanan görüntüleriyle yetiniyorum. Matah bir şey içeriyormuş
gibi, bir video dolaşıma sokuluyor o gün. Videoda, hangi sol örgüte ait
olduğunu bilmediğim bir kortejde kadınlar, birden anlamsız bir biçimde, boğazlarını
yırta yırta bağırmaya başlıyorlar. Kaldırımdan geçen bir adam, aniden
bağırılması karşısında ürkerek, yanında yürüyen, pencerelerden yürüyüşü
izleyenlere bağıran bir kadına tepki gösteriyor ve “insanları neden rahatsız
ediyorsunuz?” diyor. Bunun üzerine, yüksek siyaset bilinciyle yüklü kadın
aktivist, “devrimci müdahale”sini gerçekleştiriyor ve kadın arkadaşlarına
dönerek, “bu adam bana saldırıyor, küfrediyor!” diye bağırıyor. Onlarca kadın,
bu adamı kovalıyor. Adam, linçten zor kurtuluyor.
Ankara Üniversitesi’ndeki müdahale de bundan farksız.
Bu solcu arkadaşlar, ağabeylerinden, ablalarından seksen öncesinde gecekondu
mahallelerinde karaborsaya karşı mücadele hikâyelerini dinlemişler, ama sadece
karaborsanın nasıl icra edildiğini öğrenmişler sanırım. “Algıda seçicilik”
denebilir buna. Bugün siyaseten kısa yoldan köşeyi dönmek istendiğinden,
karaborsa, bu arkadaşlarda bir siyaset tarzı hâline gelmiş. Kimsenin mücadeleyi
ilmek ilmek örmeye ve onu müşterek kılmaya tahammülü yok anlaşılan.
Söz konusu siyaset tarzı, belirli çatışma durumunda
insanları kendilerine kul ve mecbur etme üzerine kurulu. Geçmişte işçi grevine
saldıran işçiler yüzünden tüm işçiler düşman kılınmıyorsa, dilinde her Kur’an
olanı IŞİD’ci ilân etmek de o denli anlamsız. Geçmişin başarılarını taklit
etmeye çalışmak boş. IŞİD nefretini herkesi IŞİD’li ilân edip kendine
örgütleyeceğini zannetmek, ahmaklık. Üniversitelerdeki siyasette yaşanan
tıkanmayı bu tip saldırılarla açmaya çalışmak, sonuç üretmeyecek. IŞİD’le
korkutup kendisinin sıtma veya verem olduğuna ikna etmek, çıkışsız.
Bu arkadaşlar, ağabeylerinden ve ablalarından
dinledikleri hikâyeleri yanlış anlamışlar. Bugün onların inşa ettikleri
mahallelere mülk sahibiymiş gibi gitmeleri de saçma. Geçmişe ait güç
hikâyeleriyle böbürlenmek, nafile. Mesele, o gücün neden yitirildiği. Mesele, o
ağabeylerin, ablaların bugünkü somut ilişkileri. Aklın, fikrin nasıl işlediği.
O hikâyeleri birer menkıbe misali dinlemek hiçbir sonuç üretmez, dert o
hikâyelerde anlatıl(a)mayanlara bakmakta.
Bu hikâyeler, devrimci manada sorgulanmalı. O
hikâyelerin yeniden ısıtılması için AKP’yi İslamî bir siyaset olarak takdim
etmek kimin işine yarar, asıl soru bu. ABD’de İslam düşmanı bir sağcının
siyasetini burada yinelemek anlamsız. Yazları gidilen kamp yerlerine mapus
olmak… kurtuluşumuz burada değil. Sermayenin kaleleri olan üniversiteleri bu
denli sahiplenmek, hiçbir yaraya merhem değil.
Müslüman arkadaşların tepkisi de benzer bir ticarî
algıyla biçimleniyor. “İzzetli Müslümanlar”sa, ülkede ve bölgede İslamî
değerleri ayaklar altına alanları hedef almalılar. Dükkâna biraz daha mal
toplamak için bu tip gerilim durumlarından istifade etme yoluna gitmemeliler.
Geçmişte ülkücüler gibi, devletten birileri kendilerine görev verir diye
beklememeliler. Bilmelidirler ki bu devlet yıkılmadıkça, onlara ait
olmayacaktır.
Sol ve Müslüman iki kesimin karşı karşıya geldiği bu
olayda iki taraf da açıklamalarında polisiye ifadeler kullanıyorlar. Biri
"IŞİD", diğeri “yasadışı, terör” gibi kavramlar kullanarak,
meşruiyetini devletten almaya çalışıyor. Hesap verilmesi gereken yer burası.
Sol, bu toprakların mazlumları ve sömürülenleriyle
kalpten ve bilinçle belirli bir birliktelik kurmayı düşünüyorsa, Cebeci’de
saldırıyı gerçekleştiren ekibini tecrit etmeli, ondan “özeleştiri” istemelidir.
Müslüman hareket, o kalbi ve bilinci tağutun sunağında kurban etmek
istemiyorsa, solla topyekûn çatışmayı gündemine almamalı, fiilî küfre ve
zillete odaklanmalıdır.
Eren Balkır
3 Aralık 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder