Pages

11 Kasım 2015

Komünistler ve Polisler


Komünistler ve Polisler:

Henning Mankell’in Suç Romancılığının Radikal Kökleri

 

Kurt Wallander isimli dedektif romanları ile tanınan radikal İsveçli yazar Henning Mankell 5 Ekim 2015’te vefat etti.

Mankell, Ejderha Dövmeli Kız romanının yazarı Stieg Larsson ile birlikte “İskandinavya’ya özgü suç romancılığı” türüyle meşgul olmuş bir yazardı.

“Köprü” [The Bridge] ve “Cinayet” [The Killing] gibi polisiye romanları yanında, kitapları üzerinden çekilen televizyon dizileri bu türün popüler hâle gelmesini sağladı. Bu tür dâhilinde polisler yozlaşmış bir sistemle çatışma içine sokulmakta ve toplumun “karanlıkta kalmış yüreğini” söküp çıkartmaktadır.

İskandinavya’da her sahne sanki suç romanları için kurulmuş gibidir. Eleştirmenler, uzun karanlık gecelerin başı belâdan kurtulmak bilmeyen roman kahramanlarını temsil ettiğine dair görüşler bildirmeye bayılırlar.

Kurt Wallander bunun somut bir örneğidir. O, zorunlu bir ayrılığın ardından karısından boşanmış bir alkoliktir. Ayrıca kızıyla ilişkileri de sorunludur.

Romandaki karakterlerin birçoğu kuralları kabul edemediklerinden, hakikati su yüzüne çıkartan bir tür sosyopat kişiliktir.

Ama esasında bizi yakalayan, romandaki karamsar hava değil, sunduğu toplum eleştirisidir. Sahneler karanlıktır ve işlenen suçlar seyirciye yönelik bir tür psikolojik saldırı gibidir.

Mankell’in ilk Wallender romanı “Meçhul Katiller”de [Faceless Killers], çiftçi Johannes Lovgren işkenceye maruz kalır, ailesine ait köyden uzak çiftliğinde ölür. Karısı Maria ise dövülür ve boynundaki ilmikle ölü bulunur.

Kitap, seksenlerde ve doksanlarda “liberal” ve “açık” olduğu varsayılan bir toplumda giderek yükselen ırkçılığa odaklanmaktadır. Birçok kişi cinayetlerden mülteci kampında kalan “yabancılar”ı suçlar. Sonrasında kamp ateşe verilir.

Wallander ne liberal ne de sağcıdır. O, ülkeye gelen mültecilerin sayısından şikâyet edip durmaktadır.

Yan hikâyede ise genç bir mülteci tarlada kendisini ateşe verip intihar eder.

Wallander’in sorgusu kadının korkunç ölümü ile papaz cinayeti ve İsveç yönetici sınıfının üst kesiminde dönen kaçakçılık işleri arasında bağ kurar.

“İskandinavya’ya özgü suç romancılığı” esas olarak şu soru üzerine kuruludur: “İsveç toplumunda yanlış giden nedir?”

Dünyanın önemli bir kısmı için İsveç, II. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda ütopik bir topluma kavuşmuş görünmektedir.

Ülkedeki solcu “sosyal demokrat” yönetimler halka liberal sosyalizmin faydalarını ve güçlü bir refah devleti takdim etmektedir.

Yürüyüş

Ama sonrasında yazarlık yapmaya başlamış olan Marksist gazeteciler Maj Sjowall ve Per Wahloo’ya göre, İsveç sosyalizme doğru ilerlememektedir.

Aksine ülke kapitalizm kâbusunun içine gömülmektedir, sıradan insanlar yozlaşmış sosyal demokratik bütüncül yapının içinde unutulup gitmişlerdir.

Sjowall ve Wahloo, ABD’li yazar Ed McBain’in polisin uyguladığı adli işlem tarzı üzerine kurulu “87’inci Bölge” [87th Precinct] isimli romanlarını Marksizmle birleştirir. Böylelikle Stockholm polis müfettişi Martin Beck ve ekibinin hikâyesini kurgular.

On kitaplık seri, sömürü ve zulümle yüklü bir toplumu kendi karmaşık yapısı dâhilinde ifşa etmektedir.

İlk kitap Roseanna’da bir adam, ABD’li turist Roseanna McGraw’u taciz edip öldürür.

Suçlu bir operasyonda yakalanır, ama süreç dâhilinde bir kadın polis memuru saldırıya uğrar. Beck taktikler konusunda şüphelidir.

Sekizinci roman, “Kilitli Oda” [The Locked Room] toplumla ilgili sert yorumlarla doludur.

“Gerçek şu ki refah devleti denilen bu devlet eriyip gidene ve o fare deliği kadar evlerde ölene dek zerre ilgi görmeyen, en iyi hâliyle ancak eroinle hayatta kalabilen, hasta, fakir ve yalnız insanlarla doludur.”

Sonraki kitaplarda gerçek suçluların sosyal demokratlar olduğu daha net görülmektedir.

Seksenlerde sosyal demokrasinin ışığının sönmesiyle birlikte mültecilere karşı yükselen ırkçılık liberal İsveç balonunu patlatmıştır.

Mankell de Wallender’i ilkin bu dönemde kaleme alır. Roman ilkin 1991’de yayınlanır.

Kendisi de politik eylemci olan Mankell’e göre, ırkçılık “suç teşkil eden gerçek bir fiil”dir.

“İskandinavya’ya özgü suç romancılığı”na ait romanların kahramanları olan dedektifler sevimli kişilikler gibi görünürler. Ama çoğunlukla bu kişiler gerçekçidir ve üst düzey bir polisten beklenecek tüm yobazlıklara da sahiptirler.

O suçlu, eşitsizlik ve zulüm toplumunun üzerindeki örtüyü kaldırmak için başvurduğu yenilikçi yöntemiyle bu roman türü bizim ilgimizi çekmeye devam edecek.

Tomáš Tengely-Evans
13 Ekim 2015
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder