Pages

14 Eylül 2015

Ali Şeriati: İran Devrimi’nin İdeologu


Batılılar yaygın biçimde, İran Devrimi’ni ülkenin mevcut liderlerinin de pekiştirdiği bir görüş üzerinden, tüm modern ve Müslüman olmayan şeyleri reddeden bir tür atacılığa [atavizm] ve yabancı düşmanlığına dayalı bir hareket olarak algılıyorlar. Bu kesimlerin iddiasına göre devrimci hareket, İslam’ın dirilişine önayak oluyor ve söz konusu hareket sadece Peygamber’in öğretilerinden ve Şii imamlarından ilham alan, herhangi bir yabancı fikir eliyle yozlaştırılmamış özgün bir olgudur. Ancak bu geleneksel anlayış, Ali Şeriati’nin, İran Devrimi’nin ana ideologunun katkılarını gözardı ediyor. Şeriati’nin ilham kaynağı, hem dışarısı hem de İslam’ın kendisi, hem Batı sosyolojisi, bilhassa Marksist sosyoloji, hem İslamî teoloji hem Franz Fanon gibi Üçüncü Dünya teorisyenleri hem de Şii şehidlerin öğretileridir. Esasında Şeriati, ömrünü modern sosyalizmi geleneksel Şiilikle sentezleme görevine vakfetmiş, Marx, Fanon ve diğer İranlı olmayan düşünürleri o günün İran ortamına uyarlamıştır.[1]

Şeriati okuyan kişiler, okuma esnasında bir dizi güçlükle yüzleşiyorlar. Devrim, onu sadece İran’a has ve ona ait bir isim hâline getiriyor, ama aynı zamanda rakip politik grupların arasındaki rekabette bir hatıraya dönüştürüyor. Ona dair analizler, onunla ilgili methiyelerden daha az sayıdadır, seçici bir üslupla yapılan atıflar yayınlananlardan daha fazladır, ayrıca eserleri, altmışlar ve yetmişler bağlamında değil, verili çatışmalar ışığında ele alınıyor. Ayrıca onun adı altında şüpheli bir dizi çalışma yayımlandığını görmek gerekiyor.

Bu sorunların bir biçimde yoğunlaşmış olması, bir değil üç ayrı Şeriati olduğu gerçeğiyle ilgili bir husustur. İlki, teoriyle pratik, fikirlerle toplumsal güçler ve bilinçle insanî varoluş arasındaki diyalektik ilişkiyle ilgilenen sosyolog Şeriati’dir. Bu Şeriati, kendisini devrimci hareketlerin, bilhassa radikal dinlerin doğumu, gelişimi, bürokratikleşmesi ve sonuçta da kaçınılmaz olarak çürümesi meselesine vakfetmektedir. İkinci Şeriati, devrimci Şiiliğin tüm diğer radikal ideolojilerin aksine, bürokratik çürümenin demir yasasına teslim olmadığını imanın şartı olarak gören mütedeyyin bir mümindir. Üçüncüsü ise, halkın önüne çıkıp sözlerini dikkatle tartmak zorunda kalan, bunu kendisini “İslamî Marksist” olarak suçlamaya hevesli, kendisini sürekli izleyen gizli polise ama aynı zamanda eski öğretileri yeniden yorumlayan ve her türden dinî kurum dışı alanda at koşturan aydınlara doğalında güvenmeyen üst düzey ulemaya karşı bir önlem olarak yapan bir isimdir. Şeriati’nin de dinleyicilerine sıklıkla ifade ettiği üzere, İran, Reform Avrupa’sına benzer bir gelişme aşamasındadır, sonuçta politik reformcuların Luther ve Calvin’den bir şeyleri öğrenmeleri, kendi ortamlarına uygun olan görevleri üstlenmeleri ve her daim Ortaçağ’daki Avrupalı ruhban sınıfından farklı olarak, Şii ulemanın hem kent burjuvazisinin hem de kentli ve köylü kitleler üzerinde muazzam bir nüfuza sahip olduğunu görmeleri gerekmektedir.[2]

Hayatı

Ali Şeriati, 1933 yılında Meşhed yakınındaki bir köyde dünyaya geldi. Babası Muhammed Taki Şeriati molla kıyafetini üzerinden çıkartmış, reformcu bir din adamıydı ve geçimini dinî vaaz merkezinde dersler vererek, bir lisede Kur’an öğreterek sağlıyordu. Açıktan reform savunusu yaptığı için muhafazakâr ulema onu Sünni, Bahai hatta Vehhabi olarak etiketlemişti. Sonraki yıllarda Ali Şeriati’nin de gururla ifade ettiği üzere, babası onun entelektüel gelişiminde herkesten fazla etkiye sahip olan bir kişiydi. Öğrenci iken genç Şeriati, babasının organize ettiği tartışma gruplarına katılır, kırkların sonunda ise baba ve oğul Hüdaperver Sosyalistler Hareketi isimli küçük bir gruba iştirak ederdi. Bu grup politik değil, entelektüel açıdan önem arz ediyordu. Şiilikle Avrupa sosyalizmini İran’da sentezleme konusunda ilk çabayı bu grup ortaya koydu.

Babasının mesleğini devam ettiren Şeriati, Meşhed öğretmen okuluna girdi, babasından Arapça ve Kur’an öğrendi. 1953’te okuldan mezun olduktan sonra dört yıl boyunca memleketi olan kentteki ilkokullarda öğretmenlik yaptı. Bu süre zarfında, biraz da liberal bir üslupla, Ebu Zerr: Hüdaperver Sosyalist isimli Arapça eseri çevirdi. Radikal bir Mısırlı romancı olan Abdülhamid Cevdet Seher’in kaleme aldığı bu roman, Hz. Muhammed’in ilk müritlerinden birinin hayatını aktarmaktaydı. Ebu Zerr, Peygamber’in vefatı sonrası halifeleri yozlaşmış olmakla suçlamış, basit bir hayat yaşamak için çöle çekilmiş ve burada açgözlü zenginlere karşı açlar ve yoksullar adına konuşmalar yapmıştı. Seher ve Şeriati’ye, ayrıca Ortadoğu’daki birçok başka radikale göre, Ebu Zerr ilk Müslüman sosyalistti. Baba Şeriati’nin de yazdığı üzere, oğlu, Ebu Zerr’i dünya tarihindeki en önemli isimlerden biri olarak değerlendiriyordu.[3]

1958’de Şeriati, yabancı diller alanında mastır yapmak üzere Meşhed Üniversitesi’ne girdi. Burada Arapça ve Fransızca üzerine çalışma yaptı. Mastır programını 1960 yılında tamamlayan Şeriati, Sorbonne Üniversitesi’nden sosyoloji ve İslam tarihi alanında doktora yapabilmesine imkân verecek bir burs kazandı. Paris’te, Cezayir ve Küba devrimlerinin zirveye ulaştığı bir dönemde radikal politik felsefe ile devrimci öğrenci örgütlerinin içine daldı. İran Öğrenci Konfederasyonu’na ve 1961-62’de Mussadık’ı destekleyen dinî kurum dışı dindar isimlerin kurdukları İran Kurtuluş Hareketi’ne girdi. Cezayirli milliyetçiler için öğrenci gösterileri tertipledi, böylesi bir gösterinin ardından başına aldığı darbelerden ötürü üç gün hastanede kaldı. Ayrıca iki derginin yayın yönetmenliğini yaptı: ilki, Avrupa’da Mussadık’ın Millî Cephe’sinin yayın organı olan İran Azad, diğeri de, Fransa’da İran Öğrenci Konfederasyonu’nun aylık dergisi Nameyi Pers’ti.

Şeriati, Massignon gibi ünlü kimi oryantalistlerden dersler aldı ve Marksist profesörlerin derslerine katıldı. Bilhassa Jean-Paul Sartre, Franz Fanon, Che Guevara, Giap ve (ünlü bir Hristiyan Marksist aydın olan) Roger Garaudy gibi o dönemi kimi radikallerinin eserlerini büyük bir iştahla okudu. Şeriati, Guevara’nın Gerilla Savaşı isimli çalışmasını ve Sartre’ın Şiir Nedir? eserini çevirdi, Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri’ni ve (İngiliz okurların A Dying Colonialism [“Geberen Sömürgecilik”] olarak bildiği) Cezayir Savaşı’nın Beşinci Yılı kitaplarının çevirisine başladı.[4]

Bahsedilen son kitabı çevirirken Fanon’a üç mektup yazdı. Mektuplarda Fanon’un din ve devrim meselesine ilişkin görüşlerine itiraz etti. Fanon’a göre Üçüncü Dünya halkları, Batı emperyalizmine karşı başarılı bir mücadele verebilmek için geleneksel dinlerini terk etmelilerdi. Ama Şeriati’ye göre Üçüncü Dünya halkları, kendi kültürel kimliklerini yeniden kazanmadıkları sürece emperyalizme karşı mücadele edemezlerdi. Birçok ülkede söz konusu mücadele, halkların dinî gelenekleriyle iç içe geçmişti. Bu nedenle, Üçüncü Dünya ülkeleri Batı’ya meydan okuma imkânı bulmadan önce kendi dinî köklerini yeniden keşfetmek zorundaydılar.[5]

Şeriati 1965’te İran’a döndü. Altı ay hapiste kaldıktan sonra Tahran Üniversitesi’ne başvuruda bulundu ama başvurusu reddedildi, bunun üzerine Horasan’daki evine döndü. Önce bir köy okulunda, ardından da Meşhed Üniversitesi’nde öğretmenlik yaptı. Ancak 1967’de Tahran’a gitme imkânı buldu, burada Kurtuluş Hareketi’nin eski liderlerinden ve zengin tüccarlardan oluşan bir grubun finanse ettiği dinî enstitü, Hüseyniye-i İrşad’ta dersler vermeye başladı. Takip eden beş yıllık dönem ömrünün en verimli kısmıydı. Hüseyniye’de düzenli olarak dersler verdi. Bu derslerin önemli bir kısmı elli adet broşür ve kitapçık hâlinde yazıya döküldü. Derslerin kayıtlarını içeren kasetler elden ele dolaştı, ciddi bir övgüyle karşılandı, bu kayıtlara bilhassa lise ve üniversite öğrencileri ilgi gösterdiler. Şeriati’nin mesajı, memnuniyetsizliğini her fırsatta dile getiren genç aydın kuşağı içinde coşkulu bir ilgiyle karşılandı.

Şeriati’nin üretken olduğu bu dönem pek uzun sürmedi, zira 1972 yılında Hüseyniye faaliyetlerine son verdi. Ensitütü, bir dizi sebepten ötürü kapatıldı. Şeriati’nin popülaritesi gizli polisi endişelendirdi, Halkın Mücahidleri’nin enstitüye girdiği düşünüldü. Devletin borazanı olan aydınlar, Şeriati’yi “molla karşıtı propagandası ile gençleri yoldan saptırmak”la suçladılar.[6] Ayetullah Mutahari gibi reformcu mollalar bile Şeriati’nin ilahiyattan çok sosyolojiye vurgu yaptığını ve Batılı politik felsefeden fütursuzca fikir aldığını söyledi.[7]

Hüseyniye-i İrşad’ın kapatılmasından kısa bir süre sonra Şeriati, “İslamî Marksizm”i savunma suçlamasıyla tutuklanıp hapse atıldı. Parisli aydınların ve Cezayir hükümetinin serbest bırakılmasına dönük ricalarının iyice yoğunlaştığı 1975’e dek hapishanede kaldı. Şeriati’nin gardiyanlarla ve hapishane görevlileriyle işbirliği yaptığına dair yanlış bir izlenim yaratmak amacıyla devlet, henüz bitmemiş olan makalelerinden birisine müdahalede bulundu ve makaleye Marksizm aleyhine bir dizi cahilce eleştiri ekleyip İnsan-Marksizm-İslam başlığı altında yayımladı.[8] Hapisten çıktıktan sonra Şeriati, ev hapsine alındı. Mayıs 1977’ye dek evden çıkmasına izin verilmedi. Bu tarihte Londra’ya gitti. Bir ay sonra aniden öldü. Doğal olarak Şeriati’yi sevenler suikasttan şüphelendiler. İngiliz adli tabip, Şeriati’nin 43 yaşında kalp krizinden vefat ettiği sonucuna ulaştı.

Siyaset Teorisi

Şeriati’nin birçok eserinde merkezî tema, İran gibi Üçüncü Dünya ülkelerinin birbiriyle bağlantılı, eşzamanlı gerçekleşmesi gereken devrimlere ihtiyaç duyduğu hususudur: bu devrimlerin ilki, her türden emperyalist hâkimiyete son verecek ve kültürü, tarihsel mirası ve millî kimliği diriltecek millî bir devrim; ikincisi ise her türden sömürüye son verecek, sefaleti ve kapitalizmi söküp atacak, ekonomiyi modernize edecek ve her şeyden önemlisi, “adil”, “dinamik” ve “sınıfsız bir toplum” kuracak olan toplumsal devrimdir.

Şeriati’ye göre, bu iki devrimi gerçekleştirme görevi aydınlara [ruşenfikren] aittir. Zira aydınlar, toplumun iç çelişkilerini, bilhassa sınıfsal çelişkileri kavrama, halkı bu çelişkilere işaret etmek suretiyle bilinçlendirme ve Avrupa ile Üçüncü Dünya ülkelerindeki tecrübelerden öğrenme imkânına sahiptirler. Ayrıca aydınlar, geleceğe uzanan yolu döşeyerek, kitlelere ikili devrim üzerinden rehberlik edecek güçtürler.[9]

Şeriati bu tespitlere şu eklemeyi yapar: İranlı aydınlar şanslıdır, çünkü Şiilik gibi radikal bir dinî kültüre sahip olan, ikili devrimin amaçlarına uygun olarak radikal bir çalışma yürütme imkânı sunan bir toplumda yaşamaktadırlar. Şeriati’nin ifadesiyle, Şiilik diğer dinler gibi afyon değil, siyaset dâhil hayatın tüm yüzeylerine nüfuz eden devrimci bir ideolojidir ve hakiki müminlere sömürünün, zulmün ve sosyal adaletsizliğin her biçimine karşı mücadele etme konusunda gerekli ilhamı vermektedir. Şeriati’nin sık sık vurguladığı üzere, Hz. Muhammed sadece dinî bir toplum değil, aynı zamanda ilerleme ve sosyal adalete doğru sürekli bir hareket içerisinde olan bir ümmet kurmuştur.[10] Peygamber’in niyeti, sadece tevhidî bir din kurmak değil, halkın faziletine, “üretim araçlarında kamu mülkiyeti”, “insanî kardeşlik”, “adalet” ve “eşitlik” için müşterek mücadeleye, her şeyden önemlisi, budünyada “sınıfsız bir toplum” oluşturmaya dönük yakıcı arzuya bağlı olan tevhidî bir nizamı meydana getirmektir.[11]

Şeriati’ye göre, Peygamber’in hakiki varisleri olan Hz. Hüseyin ve diğer Şii imamları isyan bayrağını “yozlaşmış” halifeler”e, “saray elitleri”ne ve dönemin yöneticilerine karşı, bunların ümmetin ve tevhidî nizamın hedeflerine ihanet etmelerinden ötürü çekmişlerdir.[12] Şeriati, Muharrem törenlerinin, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehid olmasının tasvir edilmesinin güçlü ve net bir mesajı içerdiğini düşünmektedir: tüm Şiiler, zamandan ve mekândan bağımsız olarak, günümüzde mevcut olan hastalıklara karşı itiraz etme, direnme ve başkaldırmayla ilgili o kutsal görevi üstlenmişlerdir.[13] Şeriati bu hastalıkları şu şekilde listelemektedir: “dünya emperyalizmi, çok milletli şirketler, kültür emperyalizmi, ırkçılık, sınıfsal sömürü, sınıfsal zulüm, sınıfsal eşitsizlik ve garbzedegi’dir (Batı tarafından zehirlenmişlik).[14]

Şeriati, ayrıca emperyalizmi ve sınıfsal eşitsizlikleri toplumun temel, uzun vadeli düşmanları olarak niteler, öte yandan da birçok polemiğinde yakın düşman olarak iki unsuru hedefe koyar. İlki, bilhassa önceki İranlı aydın kuşağının kabul ettiği “Stalinist türev”iyle birlikte “kaba Marksizm”in kendisidir. İkincisi de mollaların temsil ettiği muhafazakâr İslam’dır. Bu kesim, sömürülen sınıfları uyuşturmak için on iki yüz yıldır yönetici sınıf eliyle semirtilmiş bir güçtür. Bu nedenle Şeriati’nin nispeten daha ilginç ve ihtilaflı birçok eseri esasında Marksizm’in belirli biçimleriyle, bilhassa Şiiliği muhafazakâr bir tarzda yanlış yorumlayan mollaları ele almaktadır.

Şeriati ve Marksizm

İlk bakışta Şeriati’nin Marksizm’e yönelik tavrının ihtilaflı olduğu görülmektedir. Bazen Marksizmi şiddetle eleştirir, ama başka yerlerde onu edinmekten çekinmez. Bu aleni çelişki, Şeriati okurlarını onun militan bir anti-Marksist olduğu sonucuna götürmüştür. Bazı okurlar ise onun İslam kılıfı ardında gerçek görüşlerini saklayan gizli bir Marksist olduğundan şüphelenmişlerdir. Bazıları da onu kafası karışık, her türlü fikri bulamaç eden üçüncü sınıf bir aydın olarak kenara atmışlardır.

Bu söz konusu aleni çelişkiler Şeriati’ye göre bir değil, üç ayrı Marx, üç ayrı Marksizm türü olduğunu anladıklarında ortadan kaybolur.[15] Genç Marx, büyük ölçüde ateist olan, diyalektik materyalizmi savunan, Tanrı’nın varlığını, ruhu ve ahireti inkâr eden bir felsefecidir. Şeriati’ye göre, bu Marx, dinin tüm biçimlerini otomatikman reddeden, kendi gerici kiliseleriyle savaşan Avrupalı sosyalistler ve komünistlerce sahiplenilmiştir. İkinci Marx ise olgun Marx’tır ve bu Marx, ağırlıklı olarak yöneticilerin yönetilenleri nasıl sömürdüğünü ve “ekonomik determinizm”in değil ama “tarihsel determinizm”in kanunlarını ortaya koyan, her ülkenin üstyapısının, hâkim ideolojisi ile politik kurumlarının sosyoekonomik altyapısıyla nasıl etkileşim içerisinde olduğunu izah eden bir kişidir. Üçüncü Marx ise, devrimci bir parti kuran, politik açıdan avantajlı olan ama Marx’a ait sosyal bilimsel yöntemine hiç adil yaklaşmayan kimi tahminlerde bulunan bir politikacıdır. Şeriati’ye göre, “kaba” Marksizm “bilimsel” Marksizmi gölgede bırakmaktadır. Onun tespitiyle, Engels merkezî temaları bir biçimde çarpıtmıştır. İşçi sınıfı partileri büyüdükçe “kurumsallaşmış” ve “bürokratikleşmiştir”. Stalin, genç ve olgun Marx’ın kimi yönlerini yanlış kullanmış, olgun Marx’ı kenara iterek, Marksizmi dar görüşlü ekonomik materyalizmi kabullenen kaba bir öğretiye indirgemiştir.

Söz konusu üç Marksizm türü içerisinde Şeriati, birinci ve üçüncüyü reddedip ikincisini benimseme arzusundadır. Onun da ısrarla belirttiği üzere, bir insanın Marksizm’i bilmeden tarihi ve toplumu anlaması mümkün değildir. Şeriati, Marx’a atıfla, toplumu sosyoekonomik temel ve politik-ideolojik üstyapı olarak ikiye ayıran paradigmaya bağlı bir isimdir. Ona göre, birçok din altyapıya yerleştilmelidir, zira yöneticiler sonraki ötedünyada alacakları ödüller vaadiyle kitleleri “uyuşturmaktadırlar.” Şeriati, Habil ve Kabil’in yaşadığı günlerden beri insanlığın iki karşıt kampa bölündüğünü düşünür: bir kampta mazlumlar, diğer kampta da zalimler vardır. Şeriati, ayrıca Marx’ın insanlığı toplumsal faydaya inanmayan, çıkarcı, hiçbir ülküyle ilgilenmeyen bir hayvan olarak gören bir kaba materyalist olduğuna dair anlayışı da reddeder. Üstelik Şeriati, Marx’ı birçok “sözde ülkücü ve dindar mümin”e kıyasla çok daha az “materyalist” olduğu için över.

Ancak Şeriati, kitaba bağlı komünist partilerin “kurumsallaşmış” Marksizm’ini de reddeder. Onun iddiasına göre, söz konusu partiler, devrimci coşkularını yitirmiş ve bürokrasinin demir kanununa teslim olmuşlardır. Şeriati, bu partileri modern çağda ana mücadelelerin kapitalistlerle işçiler arasındaki kavgadan çıkıp emperyalistlerle Üçüncü Dünya arasındaki kavgaya doğru evrildiği gerçeğini kabul etmedikleri için eleştirir. Ayrıca Avrupa’daki komünist ve sosyalist partileri Cezayir, Tunus ve Vietnam gibi yerlerdeki millî kurtuluş hareketlerine yardım etmemekle suçlar.

Komünist hareketi eleştiriye tabi tutan Şeriati, İran’daki ana Marksist örgüt olan Tude Partisi’yle ilgili olarak bir dizi hususu gündeme getirir. İddiasına göre, Tude, Marksizmi mekanik bir tarzda tatbik etmiş, İran’ın Avrupa’dan farklı olarak Rönesans, Reform, Sanayi Devrimi ve kapitalizme yönelik o önemli geçiş süreçlerini yaşamadığı ve “Asya tipi üretim tarzı”nın hüküm sürdüğü bir ülke olduğu gerçeğini dikkate almamıştır. Ayrıca Şeriati, partinin halka gerçek Marksizmi öğretemediğini, Kapital gibi klasikleri bile Farsçaya çevirmediğini söyler. Aksine Tude, “Materyalist İnsanlık Anlayışı”, “Tarihsel Materyalizm” ve “Maddenin Unsurları” gibi ateizme çalan yayınlar çıkartarak ülkenin dinî hassasiyetlerini rencide etmiştir.

Şeriati’nin Tude ve Marksizm’e yönelik ana itirazı, onun Fanon’la yaptığı yazışmalarda da karşılığını bulmaktadır. Klasik Marksistlere göre, milliyetçilik, yönetici sınıfın kitleleri sosyalizm ve enternasyonalizmden uzaklaştırmak için kullandıkları bir araçtan ibarettir. Oysa Şeriati’ye göre, Üçüncü Dünya halkları, emperyalizmi millî mirasını yeniden keşfedip halk kültürünü tekrar kucaklamadıkları sürece toplumsal yabancılaşmayı alt edemezler ve onurlarını yitirmeksizin Batı’nın teknolojisini ödünç alacak bir noktaya doğru gelişme kaydedemezler. Öze Dönüş başlığı altında toplanan derslerinde de ifade ettiği üzere, İranlı aydınların millî köklerini yeniden keşfetmesi gerekmektedir. Bu kökler Aryan mitolojisinde bulunamaz, zira bu mitoloji kitleleri duygusuz ve hareketsiz kılmaktadır. Oysa Şiilik halk kültürünün birçok yüzeyine nüfuz eden bir ideolojidir.[16]

Bu polemiklerinde Şeriati’nin mollaların hepsinin sola karşı kullanıldığı, Marksistlerin ateist ve kâfir olduğu, kâfirlerin de tabiatı gereği ahlâksız, yozlaşmış, günahkâr ve kötü olduğuna dair argümanlara başvurmaz. Aksine Marksizmi tartışırken Şeriati hakiki bir Müslüman’ı Allah’a, ruha ve ahirete “öznel” bir imanın hâkimiyeti altında olmayan, aksine hakikat için “somut” eylem içerisine girmek isteyen bir kişi olarak tarif etmektedir:

“Kur’an’ın kâfir kelimesini nasıl kullandığını dikkatle inceleyin. Bu kelime sadece eyleme geçmeyi reddedenleri tarif etmek için kullanılmaktadır. Allah’ın, ruhun ve kıyametin varlığına veya metafiziğe karşı çıkanları tarif etmemektedir.”[17]

Şeriati ve Mollalar

İslam’a ve Şiiliğe dönüşü savunan Şeriati, muhafazakâr mollaların İslam’ından kendisini ayırmak için geleneksel ulemayı sık sık eleştirir.[18]

“[…] ‘İslam’a dönmeliyiz’ demek yeterli değildir. Döneceğimiz İslam’ın Ebu Zerr’in mi yoksa Mervan’ın mı İslam’ı olduğunu belirlemek gerekir. Her ikisi de İslamî olduğunu söylemektedir ama ikisi arasında muazzam bir farklılık vardır. Biri hilâfetin, sarayın ve yöneticilerin İslam’ıdır. Diğeri de sömürülenlerin ve yoksulların İslam’ıdır. Dahası, bizim yoksullarla ‘ilgilendiğimizi’ söylememiz de yeterli değildir. Yozlaşmış halifeler de aynı iddiadadırlar. Hakiki İslam ‘ilgilenme’nin de ötesindedir. O, adalet, eşitlik ve sefaletin sökülüp atılması için verilecek mücadelede müminlere yol gösterir.”[19]

Şeriati, ulemayı yönetici sınıfın ve “kurumsallaşmış” devrimci Şiiliğin mütemmim cüzü olmakla, ayrıca ilk özgün hedeflerine ihanet etmekle suçlar. Ayrıca Cemaleddin Efgani gibi on dokuzuncu yüzyıl reformcularının eserlerinin devamını getirememekle eleştirir. Mollaların Batı’da formüle edilmiş ilerici fikirlere ve 1905-1911 dönemindeki anayasa devrimcilerince savunulan radikal anlayışlara karşı çıkışına eleştiri yöneltir. Mollaların cemaatlerinden kendilerine “körü körüne itaat” etmelerini istemesine, onların dinî metinleri kendi “tekel”lerine almalarına ve halkın hakiki İslam’a ulaşmasına mani olmasına itiraz eder. Onun iddiasına göre mollalar ileriye bakmaya karşı çıkmakta, bunun yerine efsanevî “şanlı” çağa geri dönmeyi arzulamakta ve kutsal metinleri dinamik bir devrimci dünya görüşü için gerekli ilham kaynağı değil, fosillemiş, skolastik parşömenler olarak görmektedirler. Onun görüşüne göre, mollalar, ümmet gibi kimi hayatî kavramların gerçek anlamlarını kavramamış, Müslüman aydınları hakikati Avrupalı oryantalistlerin eserlerinde aramaya zorlamışlardır.

Şeriati’nin de sık sık vurguladığı biçimiyle, hakiki İslam’a dönüş, ulemanın değil, ilerici ruşenfikren (aydınlar) önderliğinde gerçekleşecektir. Öze Dönüş’te de ifade ettiği üzere, İslamî “Rönesans”, “Reform” ve “Aydınlanma” geleneksel mollalar değil, aydınlar eliyle gerçekleşecektir. Dine Karşı Din başlıklı bir konuşmasında da dile getirdiği biçimiyle, modern çağda aydınlar dinin hakiki müfessirleri, yorumcularıdır. Ne Yapmalı? isimli çalışmasında da ısrarla, ilerici aydınların dinamik İslam’ın gerçek savunucuları olduğunu söyler. Aynı şekilde, İntizar [“Bekleyiş”] başlıklı broşüründe skolastik irfanın ilahiyatçıların elinde kalabileceğini ama hakiki İslam’ın Ebu Zerr’e, mücahidlere ve devrimci aydınlara ait olduğunu ifade eder.

Şeriati’nin argümanlarındaki ana mantık, mollaların tüm meşruiyetini açık biçimde tehdit etmektedir. Eğer devrimci İslam tek hâkiki İslam ise, o vakit skolastik İslam sahte İslam’dır. Eğer gerçek bir müminin alameti dindarlık değil amel ise, o vakit eğitim görmemiş bile olsa, devrimciler bilgi sahibi ama muhafazakâr olan ulemaya kıyasla daha iyi birer Müslüman’dır. Eğer irfandan ziyade iman gerçek bir anlayış kazandırıyorsa, o vakit mütedeyyin ama molla olmayan savaşçılar skolastik mollalara nazaran daha iyi bir İslam anlayışına sahiptirler. Eğer sosyal bilim, millî ve toplumsal devrimi anlama noktasında kilit bir husus ise, o vakit ülkesinin derdiyle dertlenen İranlıların ilahiyat yerine sosyoloji ve politik ekonomi çalışmaları gerekmektedir.

Şeriati ve Bugünkü İran

İslam Devrimi esnasında Şeriati, modern İran’ın en popüler yazarı olarak rakipsiz bir isimdir. Derslerini içeren kayıtlar okuryazar insanlar arasında elden ele dolaştırılır. Eserleri birçok kez yayınlanır. Sloganları sokak gösterilerinde çıkar karşımıza. Fikirleri devrimcilerce, bilhassa radikal liselilerce özgürce tartışılır. Esasında onun fikirleri Ayetullah Humeyni’nin fikirlerine kıyasla daha fazla bilinmektedir. Bu nedenle Şeriati’yi İslam Devrimi’nin ideologu olarak nitelemek mümkündür.

Bu eşi benzeri görülmeyen popülaritesi sayesinde Şeriati’nin ismi bugün hasım politik grupların uğrunda mücadele ettikleri büyük bir ganimet hâline gelmiştir. İslamî Cumhuriyet Partisi onu methetmekte, hayatı ile ilgili vaazlar kaleme alınmakta, Şiiliğin kökleri, kültür devrimleri, komünist hareketlerin kusurları ve yabancı emperyalizme karşı mücadele ihtiyacı ile ilgili eserlerinden sıklıkla alıntılar yapılmaktadır. Mollaların Şeriati’nin kendileri aleyhine olan görüşlerini çoğunlukla sansürlüyor olmaları ve onun Batı’dan etkilendiği gerçeğini inkâr etmeleri şaşırtıcı değildir. Diğer yandan Halkın Mücahidleri, onun toplumsal devrim çağrısına vurgu yapmakta ama öte yandan, bilhassa örgütün lideri Mesud Recavi’nin Paris’e kaçması ardından, mevcut emperyalist tehlikeye karşı millî birliğe dönük vurgusu üzerinde hiç durmamaktadır. Eğer hayatta olsaydı Şeriati’nin bugün hangi safta olacağını elbette bilemeyiz. Onu sevenlerin önemli bir kısmı Mücahidler’e katılmış, diğerleri ise belirli şerhler koyarak, İslam Cumhuriyeti’ni desteklemeyi sürdürmüşlerdir. Rejime yönelik bu desteği motive eden bir dizi önemli faktör mevcuttur: anti-emperyalist devrimin tahkim edilmesi ihtiyacı; askerî bir karşı-devrim korkusu; komşu ülke Irak’ın saldırısı ve son olarak da halkın büyük bir kesimini etkisi altına alan, Humeyni’nin etrafında oluşmuş dinî hale.

Ervand Abrahamyan

[Kaynak: Middle East Report, Sayı 102 (Ocak-Şubat 1982).]

Dipnotlar:
[1] Şeriati’nin İngilizcede yayınlanmış eserleri için bkz.: Shahrough Akhavi, Religion and Politics in Contemporary Iran (Albany: State University of New York Press, 1980), s. 143-58; Nikki Keddie, Roots of Revolution (New Haven, CT: Yale University Press, 1981), s. 215-30; M. Bayat-Philipp, “Shi‘ism in Contemporary Iranian Politics,” Yayına Hz.: Elie Kedourie ve Sylvia Haim, Toward A Modern Iran içinde (Londra, 1980); ve M. Bayat-Philipp, “Tradition and Change in Iranian Socio-Religious Thought,” Yayına Hz.: Nikki Keddie ve Michael Bonine, Continuity and Change in Modern Iran (Albany: State University of New York Press, 1981), s. 35-56.

[2] ‘Ali Shari‘ati, The Intelligentsia’s Task in the Construction of Society (Solon, OH, 1979), s. 6. Şeriati’nin tüm eserleri özgün Farsçasından alıntılanmıştır.

[3] ‘Ali Shari‘ati, Abu Zarr (Aachen, 1978), s. v.

[4] Şeriati’nin takipçilerinden ve İslam Cumhuriyeti’nin eski cumhurbaşkanı Ebu’l Hasan Beni Sadr sonrasında Yeryüzünün Lanetlileri’nin çevirisini tamamlayıp yayınlamıştır.

[5] ‘Ali Shari‘ati, Islamology (n.p., 1972), Ders 13, s. 15-17.

[6] M. Muqimi, Chaotic Ideas (Tahran, 1972), s. 13-14.

[7] Ettilaat, 21 Aralık 1980.

[8] Büyük bir kısmı şüpheli olan bu kitap ABD’de Marxism and Other Western Fallacies [“Marksizm ve Diğer Batılı Mügâlatalar” –Çev.: R. Campbell) adıyla yayınlanmıştır (Berkeley, CA: Mizan Press, 1980). Bu çalışma birçok Batılıda Şeriati’nin bağnaz bir anti-Marksist olduğuna dair yanlış bir anlayışın oluşmasına neden olmuştur.

[9] ‘Ali Shari‘ati, The Intelligentsia’s Task, s. 19-20.

[10] ‘Ali Shari‘ati, The Shi‘is: A Complete Party (n.p., 1976), s. 27.

[11] ‘Ali Shari‘ati, Islamology, Ders 2, s. 101.

[12] ‘Ali Shari‘ati, ‘Ali Is Alone (n.p., 1978), s. 1-35.

[13] A.g.e.

[14] ‘Ali Shari‘ati, The Shi‘is: A Complete Party, s. 55.

[15] Marksizme yönelik bu tavrıyla ilgili olarak bkz.: ‘Ali Shari‘ati, Historical Determinism (n.p., 1972), s. 1-72; Islamology, Dersler 10-15; What Is To Be Done? (n.p., 1973), s. 70-75; Return (n.p., 1977) s. 161-70.

[16] ‘Ali Shari‘ati, Return, s. 49.

[17] ‘Ali Shari‘ati, Islamology, Ders 13, s. 7-8.

[18] Mollalara yönelik bu tavrı ile ilgili olarak bkz.: ‘Ali Shari‘ati, Islamology, Dersler 2-7; What Is To Be Done?, s. 1-157, Expectations (n.p., 1972), s. 36-37; ve Religion Against Religion (n.p., 1978), s. 1-19.

[19] ‘Ali Shari‘ati, Islamology, Dersler 13, s. 14-15.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder