Kuyunun dibinde olup kuyunun ağzı kadar gördüğü
yıldızlı semayı dünya zanneden kurbağa gibi ülkeye, bölgeye ve dünyaya bakan
küçük sol örgütlere ne demeli?
Bu örgütlerin şefleri Tayyip’e ne içün kızarlar,
anlaşılır değil. Onlar da dar dünyalarında küçük, çekirdek bir yandaş ekip
kuruyorlar. Havuz medyası teşkil ediyorlar. Hasımlarını, rakiplerini ekarte
etmek için hamleler yapıyorlar. Teoriyle tüm hakikat kendilerini işaretlesin
diye meşgul oluyorlar. Örgüt paralarını kendi önlerine yığıyorlar. İçi
konsolide etmek için dışa karşı muhtarlarını ajanlaştırıyorlar, ajanlarını köy
kahvelerine yolluyorlar. Tek olmak için hamleler yapıyorlar. Meydana çıkıp,
eskiden küfürle andıkları geçmişe ait isimleri yücelterek, “gördünüz mü ey
ahali, en ileri benim, gelin benim etrafımda birleşin” diye bağırıyorlar.
Bugünse ağızlarından çıkan tek çığlık, “katil ve
hırsız Tayyip!” Bizim o çığlığı attırana bakmamız gerekiyor.
Solun son iki yıllık programı bu. Halk ozanı Dertli
Divanî’nin “Cahil insan kendini aklar, kâmil insan özünü yoklar” sözü doğru
ise, bu solun tek derdi, kendi özüne yüz değil, sırt çevirmek. Zira Tayyip,
yüzyıllık kadîm devlet geleneğinin basit, sıradan bir tezahürü. Bugünde olmanın
biricikliğini, mutlaklığını kendilerinde ve kendilerince abartanlar, dolayısı
ile bu tezahürü, biçimi öz yerine ikame ediyorlar. Yani mazrufu zarf olarak
görüp gösteriyorlar.
Bu işlem de kendi özlerini görünmez kılmak için
yapılıyor. Devletin biçimi öz olarak gösterilince sol, kendisinin verili hâlini
gerçek öz şeklinde takdim etme imkânı buluyor. Bu işlemde öze dair tartışma,
ister istemez askıya alınıyor. Tartışmayı kışkırtanlar, kışkırtıcı, objektif
ajan, oyun bozucu, bölücü kabul ediliyorlar. Oysa düşmanla mücadele, özün
görünürlüğünü, sorgulanırlığını emrediyor. Hesap veren, hesap soruyor; had
bilen, had bildiriyor.
* * *
Son iki yıllık süreç, katilin ve hırsızın bir benliğe
kapatılması ile geçti. Ak Parti, daha doğrusu, Erdoğan, geçmişin tüm
katillerini ve hırsızlarını aklamak için vardı ve hâlâ bu işe yarıyor. Zira
belirli sol örgütler Erdoğan’sız AKP’ye tavlar.
Bugün Tayyip’e bakarken, ensemizdeki namlunun;
cebimizdeki elin sahibini unuttuk. Rakip namlular ve ellerle ittifak yolları
aradık. Bu hengâmede ne su kökü buldu, ne de kök suya erişti.
O sol şefler, kendi özlerini gizlemek için bundan daha
iyi fırsat bulamazlardı. Her küçük burjuva, Tayyip’teki küçük burjuva
sınıfsallıkta rakip bir yön buldu. Onlar, bu ülkeyi Tayyip’ten daha iyi
yönetirlerdi. Düzeyin ve ölçünün basit manada yönetme ölçütüne çekilmesi
suretiyle, hepimiz doğrudan yönetim ve özyönetim gibi meselelere odaklanır
olduk. Tek sunabildiğimiz seçenek buydu. Devrimci durum ve devrimci özne
olmayınca, her şey kitlelerin yönetilmek istememesi, yönetenlerin yönetememesi
ihtimaline indirgendi. Bari tarih o noktada güleydi!
* * *
Geçenlerde kendi TV kanalında Mustafa Yalçıner,
sorulan soruya cevap verirken konuşmasına, “buradan Devlet Bahçeli’ye
sesleniyorum” diyerek başlıyor. Nurhak Dağı’ndan Bahçeli’yle konuşacağı,
burjuva siyasete tavsiyeler sunacağı siyaset masasına ne vakit geldi, onun asıl
bunu sorgulaması gerekiyor.
Tayyip, her türden ideolojiden azade bir küçük burjuva
olarak hareket ediyor. Fırsatını bulmuşken Tayyip üzerinden İslam’a karşı
yürüttükleri savaşı güncelleyenlerin bir daha düşünmesi gerekiyor. Devlette
yönetici olmakla siyaseti hükmü altına alacağını zanneden Yalçın Küçük gibi
şefler, solculuğu kendi çıkarları uğruna istismar ediyorlar. Küçük, “AKP bizi
Kemalist yaptı” derken, AKP’yi fırsat bilip Kemalistliğini açık etme imkânı
bulduğu gerçeğini gizlemeye çalışıyor. Yalan söylüyor.
Bir öğrencisi de “bazıları bu ülkede liberal yok ben
liberal olayım, sol Müslüman yok ben namaza durayım bari diye düşünüyor”
türünden laflar ediyor. Böylelikle kendisinin “bu ülkede sosyalist yok, bari
ben olayım” diyen bir liberal olduğunu ifşa etmiş oluyor. Zira bu isimler, bu
topraklarda sosyalizmin ve imkânlarının varlığına hiç iman etmemiş kişiler
arasından çıkıyor.
“Kürt yok” diyerek, mesele çözme konusunda kendince
bir işlem yapan Tayyip gibi Yalçın Küçük de “İbrahim diye biri yok, hiç olmadı”
diyerek, tüm dinleri tarihten silebileceklerini zannediyor. Bunlar her ismi,
olguyu laf düzeyinde ele aldıkları için o kelimeleri lügatten çıkarttıklarında
sorunlardan kurtulabileceklerini, böylelikle kendi isimlerini başa
yazabileceklerini düşünüyorlar. Varsayalım ki “İbrahim” diye biri hiç olmadı.
Olmayan birinin Y. Küçük gibi olan birine kıyasla daha etkili ve kalıcı olduğunu
tarih bize kanıtlıyor. Küçük, işte esasen o ihtimalle, kitlelerin bir fikre,
değere, duruşa örgütlenmesi ihtimaliyle dövüşüyor.
* * *
Siyaset denilen şeyi, ismi başa yazmaya indirgemek,
temel meselemiz bu değil mi? Marksizmin veya Leninizmin Marx ve Lenin’in
düşmanlarınca konulmuş isimler olduğu biliniyor. Marksizmin veya Leninizmin
kerhen ona dâhil olmuş, içteki düşmanları ise, ismi başa yazmanın, her şeyin ve
herkesin o isim etrafında dönmesini sağlamaya çalışmanın Marksizm-Leninizm
olduğunu düşünüyorlar. Onun koşulladığı ortaklaşmayı düşmanca ele alıp, taklit
ederek yinelemeye gayret ediyorlar. Bunca hizbin ve tarikatın mevcudiyetinin
sebebi burada.
Tayyip için devletin bekası varsa, bu şefler için
örgütünün bekası var. Dün Suriye ile dost iken bugün düşman olunması gibi, dün
birlikte halay çekenler, bugün birbirine silâh sıkıyorlar. Dün eleştiri
yağdırdıkları örgütleri bugün kapmak için birbirleriyle yarışıyorlar. Dün
mesafe koymaya çalıştıkları liberallerin Tayyip limanından ayrıldıklarını
görenler, bugün onları kendi ticaret limanlarına çekmek için uğraşıyorlar.
* * *
İslam’dan önce Hicaz’daki müşrik kabile şefleri, Mekke
pazarının cazibesini artırmak için Kâbe içine diğer ana ve alt dinlerin
putlarını yerleştiriyorlar. Bu açıdan fetih, esnasında o yetim ve ümmi önderin
kılıç salladığı putlar, pazarın kölelerinin iradesinin tecellisi olarak vücud
buluyor.
Ama batılı oryantalistlerin İslam araştırmaları,
İslam’ın o ana ve alt dinlere mensup kabilelerin dağınıklığını gidermek için
geldiğini iddia ediyorlar. Bu nedenle, o dönemin yoksul, mazlum kesimlerinin
birleşmesini yüksek siyaset ve yüksek ideoloji düzeyinde ele alıp ilgili
bilgiyi kendi yüksek teorilerine ram etmeye çalışıyorlar. Bordolu bir Katolik,
Teksaslı bir evanjelist kadar İslam konusunda cahil olan kimi aydınlar, bu
batılıların yüksek teorisini gerçekten yüce bir şey zannedip içselleştiriyorlar.
Bu nedenle, bugün pazarın emrini yerine getiren AKP’nin o putları kıran irade
olarak İslam’a yönelik bir saldırı olduğunu asla anlamıyorlar.
Güneysu’da fukara halka Tayyip “bizim arkamızda Allah
var” diyerek, arkasındaki o küfür düzenini, devleti gizlemeye çalışıyorsa,
bizim sol şeflerimiz de “arkamızda yüce bir ideoloji var” deyip mevcut kişisel
çıkarlarını örtbas ediyorlar.
Mevcut devlet, kitlelerin kurduğu bir yapı değil;
aksine kitleler, devletin söz-yetki-karar sahibi olduğu bir inşa süreci.
Dolayısıyla meseleyi sadece o kitlelerin yönetilmesine indirgeyenler, inşa
sürecinin müteahhidi veya “dayı”sı olmak derdindeler. Bu açıdan yönetme
meselesi kadar, hatta ondan daha çok, geçmişten geleceğe uzanan süreçte oluşan
ama devrimci durumda uç verecek devrimci özneye odaklanmak gerek. Bunca
yönetici adayının sahada olduğu koşullarda sol, birbirinden insan, malzeme ve
birikim çalmayı siyaset zannetmeyi sürdürecek. Yüzlerini sürekli kendi fokolarına
çevirecekler. Bugünse, müşterek bir kıbleye ihtiyaç duyulduğu açık.
Bu manada politik kıblemiz, ne kandan-terden
arındırılmış muhayyel bir toprak ne de halkın inkârı manasında, yönetici
bireydir. Bu topraklara kanını-terini dökmüş, dökmekte olan mazlum-sömürülen
halk kitleleridir. Kavga onlarladır, onlara dairdir, onlar içindir.
Eren Balkır
14 Ağustos 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder