Bir vakitler “Altan Tan HDP’den aday olmasın”
kampanyası başlatanlar, bugün “sosyal âlemler”inde Tan’ın sözleriyle coşuyorlar.
Bireyi aşan değerlerin taşıyıcılarını, belirledikleri siyaset alanında görmek
istemiyorlar, bu açık. Bunu da küçük burjuva bir eşitlikçilik adına yapıyorlar.
“Cascavlak, dımdızlak bireyler olarak eşitlenelim” istiyorlar. Ama bu
eşitlikçilik, eşitleyici pratikleri ezmek için ifa ediliyor. Eşitlikçi vurgu,
bir çizginin arkasında, koşu parkurunda yan yana durabilmek için yapılıyor.
Yani bu vurgu, örtük bir özgürlük kurgusuna dair. Sorulmayan soru şu:
gürleşmesi istenen öz, neyin özüdür?
Burdur’da düzenlenen bir Yörük kültürü gecesinde
konuşmacı şunları söylüyor: “Yavuz Sultan Selim’in sözüdür: ‘bu Yörükleri
savaşçı yapın, devletin hiçbir noktasına getirmeyin.’ Artık biz Yörükler,
savaşta ön saflara sürülmek değil, doktor, mühendis, bürokrat olmak istiyoruz.”
Yeni Yavuz’lar, Yörükleri doktor, mühendis, bürokrat ordusu dâhilinde ön
saflara sürüyorlar artık. Sağ siyaset, Anadolu’nun Yörük ve Türkmen
aşiretlerinin temsilcilerini besleyerek, burjuvazinin ve devletin bekası için
siperlere koşturuyorlar onları.
Bir vakitler TKP, sanırım, 1980 kongresini Konya’da
yaptığını duyuruyor dosta düşmana. Oysa kongre Moskova’da yapılıyor. Bu TKP’nin
üst düzey kadrolarından biri olan Veysi Sarısözen’in şimdiki partisinin genç
üyeleri, bugün Kadıköy Salı Pazarı’nda çektikleri seçim videosunu Burdur’da
çekilmiş gibi gösteriyorlar. Burdur halk pazarında tüm pazarcıların “HDP”
dediklerini iddia ediyorlar. Madunların, mağdurların, mazlumların bu zihniyet
dâhilinde niceliksel bir değer, görsel bir malzeme niteliği taşıdığı ortada.
Genel siyaset alanının sınırlarını burjuvazi tayin
ediyor. Burjuvazi kendi azınlık oluşundan ürktüğü için, öncelikle o azınlık
hâlini gür gösterecek yolları araştırıyor, kendisine düşman kesimleri de birey
ölçüsünde, temsiliyet düzleminde, eşikten içeri sokmak istiyor. Ne
gürleştirilmek isteniyorsa, burjuvaziye hizmet ediyor.
Yörükler, batılı, emperyalist kurgunun ürettiği
Türkçülüğün nesnesi kılınıyorlar. Burjuvazinin belirlediği siyaset alanına
ancak bu surette girebiliyorlar. Bugün toprağı, suyu, geleceği çalınıyor ama
onlar Türk’ten gayrı, Türk’e düşman Türkçülük ideolojisiyle hareket ediyorlar.
Türk, özel insanların özel duygularına kapatılıyor. Burjuva siyasetinin kutsal
bireyinin “Türk”, “Müslüman” ya da “İşçi” olarak kodlanması arasında bir fark
bulunmuyor.
Din, millet ve sınıf meseleleri, özel, bireysel
olgular olarak gösteriliyor. Burjuva siyaset alanında ancak bu kadarına
tahammül edilebiliyor. Örneğin Demirtaş bir konuşmasında yoksulluktan bahsedip
“meselenin sınıfsal tarafı da bu” diyor. Yani belirli bireylerin özel, öznel
hikâyeleri o düzeyde ele alınıyor. Din, millet ve sınıfla ilgili
değerlendirmelerde bu birey vurgusu öne çıkıyor. Tüm hikâyeler, toplam
gidişattan, tarihten ve toplumdan ayrı ele alınıyor. Burjuvazinin tarihten ve
toplumdan kaynaklı her türlü öfke biçimine ve tarzına karşı kendisini savunma
biçimi bu. Din, millet ve sınıf, bireye kapatılarak, tehdit oluşturan yanları
budanıyor.
Liberaller, haber kaynaklarının başını tutuyorlar.
İdeolojik düzeyde HDP dâhil tüm seçim partilerinin zihinsel işlemlerini tayin
ediyorlar. Onların görevi, burjuvazinin savunma hattını örmek. Faşistlerse
saldırı hattını örmekle meşguller. İki kesimde de bu bireyin kutsiyeti temel
rol oynuyor. Her ikisi de burjuvazinin siyasetteki hareket alanını
rahatlatıyor.
AKP nerede “köke, ecdada dönüyoruz” diyorsa, orası
burjuvazinin yüzünü döndüğü yer oluyor. Bu parti, din, millet ve sınıf
bahsinde, gene burjuva siyasetin ihtiyaç duyduğu bir yerden karşılanıyor,
karşıya atılıyor. AKP’nin “kök ve ecdad” dediği şey, burjuva bireyden başka bir
şeyi ifade etmiyor. Esas itiraz edilmesi gereken bu. Erdoğan’ın “Benim sayemde
on kat zengin oldunuz” dediği kesimlerin ideolojik itirazlarından medet
umulmaması gerekiyor.
HDP’liler de dâhil kimi siyasetçilerin AKP’lileri
zekâ, akıl, ilericilik üzerinden eleştirmelerinin sınıfsal bir tarafı var.
Boğaziçi ve ODTÜ çıkartmaları, mevziin nereye kurulduğunu gösteriyor. Cem
Yılmaz kitlesine oynayarak, hazır cevap olmanın, lafı gediğine koymanın, kelâmı
mizahla yoğurmanın prim yapacağı düşünülüyor. Charlie Hebdo’nun Le Pen ve
devletçi zihniyetin çizgisine çekildiğinin söylendiği günlerde, LeMan dergisi,
Fenerbahçeli futbolculara yapılan saldırı sonrası, kendilerinin tabiriyle,
“nefret suçu” işliyor ve tüm Trabzonspor taraftarını aşağılayan, onları bir
kupa için insana kıyacak caniler olarak gösteren bir karikatür çiziyor. Oysa rahmetli
Kazım Koyuncu’nun tabiriyle, “Trabzonspor güçsüzlerin güçlülere meydan okuma
ihtimalini temsil ediyor.” Efendilere yaranmak isteyenler, güçsüzlerin güçlenme
gayretlerini alaya almayı maharet sayıyorlar.
Sapla samanın karıştığı yer de burası. Birilerine “ben
daha zekiyim, akıllıyım hem de komiğim” diyerek kendilerini beğendirmeye
çalışanlar, o birilerini sorgulamalıdırlar. AKP’ye oy veren, ona çalışan halk
kütlelerini din, millet ve sınıf üzerinden ezmeye, parçalamaya, siyaset
alanından kovmaya çalışmak, devrimci bir tutum olmasa gerektir. Yani AKP’yle
güçlü olduğunu sananları aşağılayarak yol almak yerine, aksine, onların AKP'yle
güçsüzleştiklerini ve güç imkânlarını göstermek zorunludur.
AKP bugün güncellenmiş Kemalist devlettir. Yüz yıldır
ne yapılıyorsa, onu yapmaktadır. Onun burjuva siyasetin ilke, kural ve
alışkanlıkları dışında bir şey yapması mümkün değildir. Burjuvazinin
belirlediği alana giriş bileti almak isterken bu bileti AKP tabanına küfrederek
almaya çalışmanın bir anlamı yoktur. O alana Müslüman, Kürd ve işçinin girmesi
yasaktır. Burjuvazi, ancak kendisine benzeyene el etmektedir. Bilet alanlar,
gücü düşürmüş, güçlenme imkânlarına sırtını dönmüş demektir.
O alana Müslüman’ın girmesi, Ermeni’nin, Rum’un
dinleri üzerinden dışlanması ile mümkündür. Girdiği yerde yanına birçok şeyi
almaması gerekmiştir. Kürd’ün girmesi, Türk’ün, Yörük’ün, Türkmen’in kovulması
ile mümkündür. Yanındaki birçok şeyi eşikte bırakmalıdır. İşçinin girmesi ise
ancak şirketleşmiş sendikalar üzerinden olabilir.
Bugün CHP, HDP ve MHP, dinin istismar edilmesine
karşıtlık noktasında birleşmektedir. Şirketleşmiş sendikalar, dağdan inmiş
Kürd, Yörük’ü ancak kendi çıkarlarına hizmet ettiği noktada değerli gören
“Türk”, AKP’de gördükleri “din”e saldırmaktadırlar. Sınırlamak istedikleri,
saldırdıkları şey, kendilerinde kireçleşmiş burjuva kurguyu parçalayacak bir
İslam’ın imkânlarıdır. Saldırı savunma amaçlıdır ve savundukları genel burjuva
siyasetidir.
Bu tantana içerisinde, Diyanet tartışması noktasında,
bugün TKP ile AKP yan yanadır. İkisi de İslam’ın imkânlarını bastırma ve ezme
gayreti için Diyanet’in gerekliliğini dile getirmektedir. Burada cin olmadan
adam çarpma çabası söz konusudur. Masa başında kendisini devlet zannedenler,
devletin nasıl olması gerektiğine ilişkin fikirler saçmaktadırlar ortalığa.
Dolayısıyla, alttakilerin “devlet” olma iradesi, bugünkü devleti eleştirirken
ezilmektedir. Bu amaçla devletin değil, canlı varlıkların olmadığı bir zaman
kesitini merkeze alıp bugüne ölçü ve ölçek sunulmaktadır. Oysa bu ölçü ve
ölçek, bugünün burjuvazisi içindir, onun çıkarınadır. Burjuva siyasetinin
mayasında pazara, kâra, mülkiyete ve rekabete uygun bir “insan” kurgusu vardır.
Yani Hz. Muhammed’in devlet kurmadığını söylemek,
Medine kurgusunu Mekke’nin karşısına çıkartmak, en iyisinden, Medine’nin
dişlerini söküp onu burjuva liberal bir ezbere kurban etmek, hiçbir sonuç
üretmez. Bu anlamda, daha düne kadar “Müslüman’ın dinî değerlerine dokunmamak
lazım. İhsan Hoca yanlış yapıyor” diyen Ayhan Bilgen’in bugün İhsan Eliaçık’la
“demokratik İslam” kurgusu üzerinden yan yana gelmesi, manidardır. Getirene,
hizalanan çizgiyi kimin çizdiğine bakmak gerekir. Bu çizgi, muhtemelen dini,
dindeki devrimci imkânları öte tarafta bırakmak içindir.
Dinin istismar edilmesi bahsinde Sıffin Savaşı’na
atıfta bulunulması da manasızdır. Erdoğan Aydın, “AKP bizi zayıf yerimizden
vurmaya çalışıyor” deyip, bu savaşta mızrakların ucuna Kur’an sayfaları
asılmasından bahsetmektedir. Oysa Muaviye’nin karşısındaki ordunun komutanı
dini zayıf değil, aksine, İslam’a göre, “ilmin kapısı”dır. Yani Muaviye, kendi
İslam’ını üstün kılmak değil, Hz. Ali’nin dine tam bağlılığını kullanmak için o
taktiği uygulamıştır. Tayyip Erdoğan’la yarışı eşit koşullarda yürütmek
isteyenler, esasen bu yarışı kabul etmekle mağlupturlar. Ayak bastıkları, start
çizgisinin arkasına dizildikleri kulvar, asla bizim değildir.
Sabahın beşinde işe gidenlerin yürüdükleri yollar,
gecenin köründe mevzilere inenlerin yürüdükleri patikalar, tırnakları ile
sürülen toprak, yağmalanan ormanlar… Girilen kulvar, buraları kesinlikle
görmeyecektir. Oralar, sadece egzersiz ve antrenman için vardır. Yola revan
olanlar yoldaşlaşıyor, dolayısıyla o kulvar, yoldaşlığa da düşman.
Osmanlı’dan beri “Yâr ile kâr”ı birleştirme becerisini
haiz Nakşibendî tarikatları merkezî bir konumdadırlar. Bugün de AKP buraya
yaslanmaktadır. Bir iddiaya göre, bu tarikatın kollarında şeyhten sonra ikinci
adamlar hep subaydır. Diyanet’e takılanlar, buralara kördürler. Burjuvazi ve
devletinin kendisine tehdit teşkil eden yerleri boş bırakması, doğası gereği
mümkün değildir. “Tehditleri savuşturma işlerini ben hallederim” yarışından
mazlumlara, fukaraya asla hayır gelmeyecektir.
Laik, “din dışı” demektir. Laik olduğunu söyleyen,
doğal olarak, mevcut burjuva kurgunun içerisinde işleyen bir kutsalın
hizmetinde olduğunu da söylemiş olur. Kahire’de Müslüman Kardeşler’e “laik
olun!” emrini veren Erdoğan ile buranın laikleri esasında yan yanadır. Esma’yı
katledenlerle birlikte mazlum Yemen’e yönelik saldırıda ortak olan bu laikler,
bugün Siirt’te elindeki Kur’an’ı sallamaktadırlar rakiplerine. O Kur’an,
zalimin değil mazlumundur; zalime zulüm, mazluma hürriyettir.
Eren Balkır
7 Mayıs 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder