Arap Ortadoğu’suna yeni bir dil ve yeni bir mücadeleci
politikayı ve devrimler dönemini takdim eden, otoriter düzeni temelinden sarsan
psikolojik ve epistemolojik bir kopuş gerçekleşti. Devrimci politik özgürleşme
ve kendi kaderini tayin hakkı üzerine kurulu moment, geleneksel yöntemlere ve
otokrat yöneticilerin statükonun güvenliğini sağlama becerileri ile
otoriteryanizmin dayanıklılığı ve direnci türünden hususlara dair bölgedeki
hâkim düşüncelere karşı meydan okuyor. Akademik camiada, aşağıdan yukarıya doğru
kurulan siyaset, işçiler, sıradan insanlar, toplumsal hareketler, kamusal alan
ve direniş, hegemonyanın çöküşü, otorite krizi ve en genel manada failliğin
rolüne dönük canlı bir alaka söz konusu; artık yukarıdan aşağıya kurulan
siyaset ve seçkinlere dönük geçmiş saplantılardan, insanı epey zindeleştiren
bir kopuş gerçekleşiyor.[1]
Henüz bitmemiş bir süreç olarak bu devrimci moment,
gözlerimizin önünde hâlâ kendisini geliştiriyor ve önümüzdeki yıllarda sona
erecek olan açık uçlu bir mücadele hâline geliyor. Eğer tarih bir rehber olarak
iş görüyorsa, görece kısa bir süre içinde toplumdaki tüm ekonomik, politik ve
toplumsal yapıyı süratle altüst eden devrimlerin aksine, devrimci momentlerin
devrimci bir çıktı üretmesi belirli bir zamana ve mekâna ihtiyaç duyacaktır.
Süreç dâhilinde bu türden devrimci momentlerin yarıda kesilmesi, düşmanları
tarafından gasp edilmesi, başkalarının eline geçmesi, kurumsallaştırılması veya
yenilgilerle yüzleşmesi muhtemeldir. Bu nedenle iki süreç arasında ayrım yapmak
epey önemlidir: (1) Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali ve Mısır’da da Hüsnü Mübarek
rejiminin devrilişine yol açan koşulların ve ayarların yeniden
yapılandırılması; ve (2) muhtelif ülkelerdeki politik otoriterlikten çıkış
süreci ile mücadele yüzünü, iktidarın pay edilmesi üzerine kurulu yeni bir
sistem ve bir yönetsel koalisyon inşa etmeye döndükçe, gösteriler yapan
kitlelerin sahip olduğu birliğin ve bağlılığın sürdürülmesine dair
beklentilerin incelenmesi.
Devrimci momentten anayasa momentine geçiş,
belirsizlikler, gerilimler ve politik olana dair farklılaşan anlayışlarla
yüklüdür. Tunus, Mısır, muhtemelen Libya’da ve hatta belki de nihayetinde
Suriye’de insan, otoriter rejimlerden demokrasiye geçişe tanıklık etmeye dönük
umut besleme cüretinde bulunabiliyor; başka bir deyişle, yetmişlerde Güney
Avrupalı akademisyenlerin, seksenlerde Latin Amerika ve Asya’nın belirli
kısımlarında ve doksanlarla iki binlerde Asya ve Afrika’nın diğer kısımlarında
başlı başına devrim olmaktan çok, bir “rejim değişikliği” öngörüsünde
bulunuyor.
Demokratik değişime dair eldeki belirsizlikler ve
rizikolara karşın, Arap dünyasında meydana gelen, seksenlerde ve doksanlarda
Doğu Avrupa ile Endonezya’da, görece daha dar bir kapsam dâhilinde, Latin
Amerika’da yaşanan ayaklanmalarla ve Fransız Devrimi gibi dönüştürücü tarihsel
gelişmelerle kıyaslanabilecek oldukça önemli bir olaydır. Tüm bu vakalarda,
politik ve ekonomik imkânları ihtiva eden ajanda birden genişlemiştir. Modern
Ortadoğu tarihinin bu devrimci faslının önemini kabul etmek ve özelde kentle köydeki
yoksullar arasında yaşanan bu ayaklanmaların halka dair köklerini, genelde de
hâkimiyet üzerine kurulu sistemi paramparça eden direnişin yaratıcı
kavramlarını ve dilini içselleştirmek, oldukça önemli bir husustur. Ne tür bir
sonuç (veya sonuçlar) doğurursa doğursun, bu devrimci moment, tarihin
tekerlerini ilerleme yönünde çevirmiştir. Arap sahnesindeki kurumların
kırılganlığı ve oradaki yapısal sosyo-ekonomik ve politik kriz, Arap
ayaklanması sonrası bölgeyi içine çeken toplumsal ve politik çalkantı doğal bir
gelişmedir ve yeni bir dünyanın ağır doğum sancılarının bir parçası olarak
kabul edilmelidir.
Trafik İşaretleri ve Dünya Görüşleri
Bu devrimci momentin kalp atışlarını yakalamak çok
kıymetli bir iştir. Ekmek, özgürlük, sosyal adalet ve insanın haysiyeti (el-kereme),
Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Bahreyn, Suriye ve diğer yerlerde özgürlük
meydanlarından (meyadin el-tahrir) yankılanan ve yürüyüşlerde atılan
sloganlardır. Milyonlarca Arap, istibdada başkaldırmış, korkunun ve kurşunun
üzerine yürümüş, etkin bir yurttaşlık, daha fazla temsilî ve eşitlikçi politik
ve ekonomik sistemler talep etme cüretinde bulunmuştur. Adaletsizliğe ve
politik otoriteryanizme karşı itirazları dâhilinde Araplar, ulusal sınırları
aşıp birleşme imkânları elde etmişlerdir. Kamusal alanın mülkiyetini, sömürgeci
idareden kurtuluşun sembollerini eline alan, farklı ideolojik kanaatlere,
tahayyüllere ve hassasiyetlere sahip milyonlarca Arap, politik kurtuluş ile
sivil ve ekonomik güç temini arayışında, birleşmiş bir yurttaşlar yığını
hâlinde, tek “millet olarak hareket etmiştir”. Eylem çağrısı noktasında halkın
iradesi ve seçimlerin meşruiyetine işaret edilmesi, Arap devletlerinde önceden
ortaya çıkmış olan toplumsal gösteriler ve hoşnutsuzluk dalgasından belirgin
bir kopuşun emaresi olmuştur.[2] Bu coşkunluğun orta yerinde yeni hikâyeler
anlatılmakta, yeni direniş anlatıları geliştirilmekte, umut ve kararlılık kendi
dilini bulmaktadır. Onlarca yıl hüküm süren, kalkınma sürecindeki
hatalarla katmerlenmiş politik otoriterlik ve baskı dönemi, ne direniş ateşini
söndürebilmiş ne de otoriter yönetimi güçlendirmiştir. Halk, etkin failliği
yeniden ele geçirmiş, seçkinlerce boğulup susturulmuş sesini tekrar
kazanmıştır.
Otoriter düzen, hâkim anlatının söylediğinin aksine,
dayanıklı olmaktan uzaktır. Aksine o, özellikle askerî kurumlar etrafında
kurulmuş yönetici koalisyonlar içerisindeki çatlaklar ve halkın direnişinin
indirdiği darbeler sonucu, tuzla buz olmuştur. Mısır ve Tunus’ta
hareketliliğini mümkün kılan, rejimler içerisindeki ayrışmalar, özellikle
krizler sonrası ardı ardına devam mücadelelerdir ve bu hareketliliklerin
savunuculuğunu yapanlar, olaylar başladığında hareketliliği sevk ve idare
edenler, diğer yerlerdeki geçiş modellerine benzer bir biçimde, kentli orta
sınıf ve iş dünyasına ait unsurlardır. Tunus ve Mısır’da, halk isyanı belirli
bir itki kazandığında, ordunun üst komutasındaki isimler, Bin Ali ve Mübarek’i
kendi kurumsal ve ekonomik çıkarları adına feda etmişler. Libya ve Yemen’de
durum daha da karmaşıktır, zira bu ülkelerde ordular, muhalefet ve rejim
yanlıları olarak bölünmüşlerdir. Tersten Suriye’deki silâhlı kuvvetlerin
çekirdeğini içeren güvenlik aygıtı Cumhurbaşkanı Beşar Esad’a sadık kalmış, muhalefetle
rejim arasındaki şiddetli savaş koşulları varlığını muhafaza etmiştir. Suudi
Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ayaklanmayı bastırıp kraliyet ailesini
kurtarma noktasında yardımcı olmak için komşu ülke Bahreyn’deki ayaklanmaya
askerî müdahale gerçekleştirmiştir.[3]
Muhtelif ayaklanmaların önemli farklılıklara ve
özgüllüklere sahip olmasına karşın, hepsini birleştiren bir bağdan söz etmek
gene de mümkündür: haysiyete, halkın yetkilendirilmesine, politik yurttaşlığa,
sosyal adalete ve ömür boyu cumhurbaşkanı olanlardan ve aynı zamanda
ailelerinden ve onu gasp eden ahbap-çavuş kapitalizminden devletin geri
alınmasına dönük çağrı. Bu, temsilî hükümet ve sosyal eşitlikle adalet için
yapılmış bir çağrıdır. Tunus’tan Mısır’a, Libya’dan Yemen’e, Bahreyn’den
Suriye’ye dek göstericilerin attıkları sloganlar, söyledikleri şarkılar ve icra
ettikleri sokak sanatları, onların kolektif psikolojisine ve dünya görüşlerine
tanıklık etmektedir, hepsinde de esas olan, baskı ve zulümden kurtulma ve
eşitlik arzusudur. “Silmiye (barışçıl), İslamiye değil (İslam
devleti)”, rejimler göstericilerin terörize edilmesi için sokaklara çetelerini
saldıklarında bile ayaklanmaların ortak teması olarak öne çıkmış bir slogandır.
Libya’da Kaddafi’nin, Suriye’de Esad’ın devreye soktuğu güç, büyük ölçüde
barışçıl olan isyanları silâhlı mücadelelere dönüştürmüştür.[4]
Genel olarak göstericiler, haysiyetli bir üslup
dairesinde hareket etmiş, birbirleri arasında dayanışma ilişkileri kurmuş,
ilkeli bir eylem ile amaçların birliğini ve safların sıklaştırılmasını taahhüt
etmişlerdir. Otoriter yöneticiler, muhtelif toplulukların arasını açmaya ve
halkı bölmeye çalışmışsa da, göstericilerin önemli bir bölümü tek millet olarak
hareket etmiş ve ayrışma ve yaygın klişelerden uzak duran bir olgunluk ve geniş
görüşlülük sergilemiştir. Mısır’da ve daha az ölçüde Tunus’ta, erkekler ve
kadınlar, Müslümanlar ve Hristiyanlar, genç devrimciler, yoksullar, güç
durumdaki alt ve orta sınıflar, İslamcılar, solcular, milliyetçiler ve laikler,
belirli bir gökkuşağı koalisyonu içerisinde buluşmuş, bu koalisyonun dâhil
olduğu gösteriler, uzun süredir yerleri sağlam olan otoriter yöneticileri
iktidardan uzaklaştırmıştır.[5]
Mısır’da Müslümanlar ve Hristiyanlar kardeşleşmişler
ve dua ederken ya da namaz kılarken birbirlerini korumuşlardır. Bu, rejimin
zekice imal ettiği “böl ve yönet” şeytanlığının boşa düşürülmesi ve hoşgörünün
bir sembolüdür.[6] Batılı güçlerden, bilhassa ABD’den aldıkları destekleri
muhafaza etmek için Arap yöneticiler, kendilerini kadınların ve Hristiyanların
koruyucuları olarak sunmuşlardır; onlara göre, eğer İslamcılar ve aşırıcılardan
müteşekkil olan muhalefet galip gelirse ayrımcılığa ve zulme maruz kalacaktır. Oysa
Mübarek’in iktidarda olduğu dönemin son yıllarında Müslümanlarla Hristiyan
Kıptîler arasında cereyan eden dinî gerilimlerin ve aynı zamanda kimi
çatışmaların yoğunlaştığına tanık olunmuştur. Birçok Mısırlının kanaatine göre,
bu olaylar, insanların Mübarek’in otorite krizine ve cumhurbaşkanlığını
babasından miras alacak olan Cemal’in hazırlanmasına dönük dikkatlerini başka
yöne çevirmek amacıyla, bizzat iç güvenlik hizmetlerince tertiplenmiştir. Son
on yılda tüm politik renklere mensup Mısırlılarla yapılan sohbetler üzerinden
söylenebilir ki, Mübarek rejiminin imal ettiği böl ve yönet taktiğinin, ayrıca
rejimin ülke içinde icra ettiği önemli işlevlerinden birini süper güç olan
hamisinin aklına sokma gayretinin bir parçası olarak, “din kartı”nın kullanımına
ve istismar edilmesine dair bir uzlaşma hep var olagelmiştir.[7]
Azınlık meselelerini zekice, kendi çıkarına olacak
biçimde yönlendiren otokratik yöneticilerin saldırılarının geri
püskürtülmesinde kadınlar tüm ayaklanmalarda önemli bir rol oynamış, bu rol,
halkın mevcut düzeni yıkma dürtüsüyle kendisini nasıl kurduğunun bir göstergesi
olmuştur.[8] Kadınların ortaya koydukları direniş, rejimin ülke içinde,
batılıların da yurtdışında ilericilere ve solculara yönelik saldırılarının
önemli bir yönünü boşa düşürmüştür. Örneğin hem Bin Ali hem de Mübarek,
kendilerine ait “açık fikirli” yönetimleriyle gerici-İslamcı hasımlarını karşı
karşıya getirmek için, kadınlara güç ve yetki veren ilerici yasalar
çıkartmışlardır. Yemen’de gösteriler belirli bir itki kazandıkça, Cumhurbaşkanı
Ali Abdullah Salih, kadın ve erkeklerin toplum içerisinde iç içe olmalarının (ihtilât)
İslamî olmadığını söyleyerek, göstericileri bölmeye ve itibarsızlaştırmaya
çalışmıştır. Buna tepki olarak göstericiler de Salih’in ayrımcılık ve böl-yönet
taktiğine karşı koymak için kadın ve erkeklerin birlikte iştirak ettikleri bir
yürüyüş gerçekleştirmişlerdir.[9]
Her ne kadar sonrasında Mısır’da iktidarda olan
generaller kadın göstericilerin üzerine çeteleri yollamışlarsa da, kadınların
aşağılanması ve muhaliflerin bölünmeye çalışılmasına dönük gayretler ters
sonuçlar üretmiştir; bu gayretler, nihayetinde eski rejime mensup unsurlara ve
suç işleyenlere karşı tepki geliştirilmesine ve halkın yeniden dayanışma içine
girmesine sebep olmuştur.[10]
Yeni teşkil edilmiş halk, eski rejimin alevlendirip
teşvik ettiği düşmanlığa yaslanan İslamcılar, solcular ve milliyetçileri ihtiva
etmektedir. Bilhassa otoriter yöneticiler, Arap solunun önemli bir bölümünü
kendi safına katıp, onu İslamcı can düşmanlarına karşı etkin bir silâh olarak
devreye sokmuşlardır. 2011 ayaklanmaları öncesi Arap solcular, daha az bir
ölçüde, milliyetçiler, İslamcılara dönük sık sık düşmanca bir tavır
sergilemişlerdir; bu noktada düşmanlığa maruz kalan İslamcılar arasında öne
çıkan unsur, Müslüman Kardeşler gibi din temelli, önde gelen örgütlerdir.
Solcular, bu aşamada otokratik yöneticilerle kurdukları işbirliğini onların iki
kötü içinde daha az kötüsü oldukları gerekçesine dayandırmışlardır.[11] Gene de
her iki kamp, kısa süreliğine aralarındaki farkları askıya alıp, otokratik
yöneticileri devirmek için saflara katılmıştır.
Geçmişte tanık olunan küçük ölçekli gösterilerden
2011’de yaşanan büyük ölçekli halk ayaklanmalarını ayıran asli özellik,
ikincisine kent ve kır işçilerinin, genelde yoksulların bu ayaklanmalara
katılmış olmasıdır. Eski rejimlerin ve onlara bağlı güvenlik aygıtının göz ardı
ettikleri, hatta halkı harekete geçirmek için uzun süre ajitasyon faaliyeti
yürütmüş genç devrimcileri bile şaşırtan, işte bu taşma noktasıdır. Kırsal
alandaki yoğun sefalet, kentlerdeki yoksul bölgelerde yaşanan ihmal ve
ayrımcılık, Tunus, Mısır, Yemen ve Suriye’de görülen hoşnutsuzluğun aslî
kaynaklarıdır. Kır ve kent yoksulları, büyük kitleler hâlinde ilk kez sokaklara
dökülmüş, Bin Ali, Mübarek ve Salih’in yıkılış sürecini pekiştiren gelişme
dâhilinde önemli bir rol oynamışlardır.[12]
Politikaya dönük ilgisizlik ve parçalanma ile geçen
onlarca yılın ardından halkın muhtelif kesimleri bir araya gelmiş ve
birbirlerini keşfetmiştir. Bu süreçte köylüler ve kolej öğrencileri kentli
işçiler, insan hakları eylemcileri, meslek sahipleri ve işsizlerin arasına
karışmıştır. Anneler, babalar ve çocuklar meydanları doldurmuş, buralarda
sanatçıların canlı icra ettikleri müzik ve şiirle yüklü bir festival havası
yaratmış, kendi ailelerine bile güç belâ bakabilen insanlar meydanların gıda
ihtiyaçlarını karşılamışlardır.[13] Ayaklanmaların cereyan ettiği tüm
milletler, şerefleri, çeşitliliği, umutları ve çektikleri sefaletleriyle
sahnedeki yerlerini almışlardır. Bu, halkların yaratıcı zindeliğinin ve korku,
güvensizlik ve ilgisizlik koşullarını aşma cüretine dair bir tanıklıktır. Elli
yıllık politik otoriteryanizm ne sivil toplumu yutabilmiş ne de onun direnme
iradesini kırabilmiştir.
Ayaklanmaların hepsinin birleşik ve uyumlu bir nitelik
arz ettiği söylenemez. Gösteriler dâhilinde, meydanlarda aynı zamanda bir
hâkimiyet mücadelesi sürmüş, bu mücadele bilhassa dindar muhafazakârlarla
liberalizme yaslanan gruplar arasında cereyan etmiştir. Yemen’de bağımsız
göstericiler, Islah Partisi’ne mensup, İslam’dan taviz vermeyen kesimlerce ve
onların yönetici seçkinlerle kabile bağları bulunan, iş konusunda ortak
çıkarları bulunan müttefiklerince dövülüp hapse atılmışlardır. Cumhurbaşkanı
Salih’e karşı ayaklanmanın patlak vermesinden birkaç ay sonra göstericiler
arasında belirli bir hiyerarşi oluşmuş, bu oluşum, genç eylemcilerin
öfkelenmesine sebep olmuştur. Bu nedenle protesto hareketi, Salih’e zarar
vermek ve ondan intikam almak için fırsat kollayıp duran güçlü oyunculara
avantajlar sunmuş, bu oyuncuların yönlendirmesine girmiştir. Bu bağlamda
eylemci ve Nobel Barış Ödülü sahibi Tevekkül Keriman’ın kısa süre önce kabul
ettiği üzere, Islah’ın genel sekreteri Abdulvahab Enisi kendisine ayaklanmanın
ilk günlerinde “halk rejimin yıkılmasını istiyor” sloganını atmaması
gerektiğini söylemiş, oysa herkesin esas olarak herkesin odaklandığı isim
sadece Salih olmuştur. Islah ve müttefikleri devrimi şahsîleştirmişlerdir.
Onlar, otoriter rejime karşı çıkmamış, aksine Salih’ten kurtulup iktidarı
almayı istemişlerdir.[14]
Tunus’ta ise Selefîler, laik eylemcileri tehdit etmiş
ve onlara saldırmışlardır. Aynı şekilde Mısır’da, kadınlar ve genç devrimciler,
eski rejime mensup unsurlarla aşırıcı Selefî kesimlerin tehdit ve saldırılarına
maruz kalmışlardır.[15]
Cumhurbaşkanları Bin Ali, Mübarek, Kaddafi ve Salih’in
gidişiyle içteki mücadele yoğunlaşmıştır. Yeni ortaya çıkan düzene karşı halk
farklı bir tepki geliştirmiş, iktidarın bölüştürülmesi için belirli bir
mücadele yürütmüştür. Daha da önemlisi, laiklerle dindar eylemciler arasında,
devletin kimliği üzerine şiddetli bir çatışma yaşanmış, bu çatışma ayrışmayı
derinleştirmiş, toplumsal gerilimler ve çelişkileri körüklemiştir. Mısır ve
Tunus bu noktada uygun birer örnektir. Geçmişte yaşananlara benzer biçimde, bu
Arap isyanlarında da uykuda olan iktidar mücadeleleri su yüzüne çıkmış ve
çıkarcı kimi hizipler süreci baltalayan failler olarak iş görmüşlerdir.
Oysa iktidar mücadelesi şaşırtıcı değildir, zira
çeşitliliğin kurumsallaşıp siyasetin “parlamenterleşmesi” devam edecek bir
süreçtir. Politik aktörler arasındaki güven zayıftır, üstelik eski rejimler
politik gruplar arasındaki ayrışmayı ve güvensizliği derinleştirme noktasında
epey yol almışlardır. Göstericilerin bir millet olarak hareket ettiği süreç,
politik ve sosyal konularda farklı fikirlere ve anlayışlara sahip insanları
içermiş, bu epey renkli koalisyonun üyeleri de birbirlerine karşı derin bir güvensizlik
içerisinde olmuşlardır. Çeşitlilik, kurtulmak istenen bir şey olamaz. Otoriter
rejimlerin ardından tesis edilen düzenin yüzleştiği güçlük, çeşitliliği
kurumsallaştırmak, geniş bir seçim koalisyonu teşkil etmek ve politik güveni
yeniden kurmaktır ki bu, rizikolarla yüklü, uzun erimli ve karmaşık bir
görevdir. Bu esnada isyanların sona ermesiyle patlak veren politik çalkantının
kaldırdığı toz gözlerimizi kör etmemelidir. Bizim bu noktada devrimci momenti
yeni ortaya çıkan sonuçlar ve şiddetli toplumsal ve politik mücadelelerle
karıştırmamamız gerekmektedir. “Arap Baharı” olarak nitelendirilen sürecin sona
erdiğini iddia etmek yerine, araştırmacıların birbirinden farklı Arap
toplumlarındaki geçiş sürecinin yüzleştiği zayıf noktaların kaynaklarına ve
hâkim gruplar arasındaki politik-ideolojik mücadelelerin arkasındaki etmenlere
dönük bir anlayışa odaklanmaları zorunludur. Güney Avrupa, Doğu Avrupa, Latin
Amerika ve Endonezya’daki gelişmelerin aksine, Arap dünyasındaki mücadeleci
politikaya, toz duman dağılana ve kurumsal inşa süreci pekiştirilene dek,
politik fırtınalar, istikrarsız koalisyonlar ve sokak gösterileri eşlik
edecektir. Bu aşamada diktatörlerin devrilmesi sonrası yaşanan etnik gruplar ve
dinî cemaatler arası çalkantı süreci bizi asla şaşırtmamalıdır, zira bu
diktatörler, sırtlarını böl ve yönet taktiğine ve önemli halk kesimlerini
siyasî süreçlerin dışında tutma politikasına dayandırmışlardır.
Etmenler
Arap politik sistemini temellerinden sarsmış olan
toplumsal patlamaları izah eden tek bir sebep yoktur. Sosyal bilimlerde, ne
kadar cazip olsalar da, düzgün bir biçimde tasvir edilmiş tekil sebepler,
topluma ait nüansların ve karmaşıklıkların kavranmasına nadiren katkı sunarlar.
Araştırmacılar, ayaklanmaların arkasındaki etmenleri tespit etme noktasında, ya
politik değişkenlere ya da ekonomik alandaki zayıf noktalara
odaklanmaktadırlar. Diğerleri olmaksızın, sadece tek bir etmene odaklanmak,
görece daha karmaşık olan bir gerçekliğin basitleştirilmesinden başka bir şey
değildir. Göstericilerin tekrar tekrar attıkları bir slogan olarak, özgürlük,
ekmek ve sosyal adalet, Arap ayaklanmaları arkasındaki sosyo-politik ve
sosyo-ekonomik etmenleri özetler niteliktedir. Göstericilerin yürüyüşlerde
attıkları bir slogan olarak El-Kereme (haysiyet ve izzetinefis), birçok
yurttaşın ekonomik ve politik haklardan mahrum kaldıklarını ve baskıcı polis
ile muhaberat üzerine kurulu rejimlerin elinde halkın aşağılanmasını ifade
etmektedir.
Tunuslular, Mısırlılar, Yemenliler, Libyalılar,
Bahreynliler ve Suriyeliler, sıkıntılı ekonomik koşullar ve yaşam standartları,
yoğun sefalet, umutsuzluk ayrıca yeni bir kanla kendisini yenileyemeyen,
doğmakta olan, yeni toplumsal grupları, özellikle gençliği sürece katamayan
politik sistemdeki tıkanıklık yüzünden isyan etmişlerdir. Aynı ölçüde önemli
olan diğer bir husus da, isyanları tahrik edenin, otokratik yöneticiler ve
ailelerinin ve şürekâsının devleti onun artık halka değil, ahbap-çavuş kapitalistlerinin
ve onların yabancı müttefiklerinin malı olduğu aile temelli bir uzbaya
(derebeyliğe) dönüştürmüş olmasıdır. Küçük bir sınıf olan yeni zenginler,
servetlerini ve halkın içine girdiği çöküş sürecini insanların gözüne sokarken,
halkın yarısı sefil ve perişan bir hayata mahkûm edilmiştir.
Genel manada Arap ülkelerindeki toplumsal krizin ve
ekonomik gelişmedeki hatanın vahametini yansıtmasalar da, birkaç istatistikten
bahsetmek gene de mümkündür. Batı’da hâkim olan, Araplara dair tahayyülün tam
aksine, halkın yüzde ellisi sefalet içerisindedir, günlük iki doların altında
bir gelirle hayatta kalmaya çalışmakta, temel gıda ihtiyaçları için
gelirlerinin yarısından fazlasını harcamaktadır.[16] Her ne kadar Arap
dünyasında, özellikle yönetici seçkinler ve ahbap-çavuş ilişkilerine dayalı
özel sektörde zengin kişiler varsa da, çalışan Arapların ekseriyeti yoksuldur.
Teksas Gelir Eşitsizliği Veri Tabanı’na göre, Arap dünyası dünyadaki tüm
bölgeler içerisinde en yüksek gelir eşitsizliğinin olduğu, son otuz yıl
içerisinde tüm bölgeler dâhilinde kişi başına en düşük ve en zayıf büyüme
rakamlarına rastlanıldığı yerdir.[17]
Halklara, esas olarak petrolle bağlantılı gerçekleşen,
1985’ten beri yıllık ortalama yüzde iki düzeyinde seyreden ihracat
gelirlerindeki istikrarlı artış da Arap dünyası genelinde makro ekonomik
göstergelerdeki ve dış hesap bakiyelerindeki iyileşme de zerre yansımamıştır.
Esasında servet eşitsizliklerini ölçen GINI katsayıları sabit kalmış, hatta
hafif kötüleşmiş, nüfusun yüzde onluk üst kesiminin elinde bulundurduğu millî
servet oranları önemli oranda artmıştır.[18]
Seksenlerden beri hâkim ekonomik yaklaşım olan
(ekonomileri uluslararası rekabete ve yatırıma açmayı öngören) Washington
Konsensüsü koşullarında ekonomik yeniden yapılanmanın arzulanan sonuçlara ters
sonuçlar üretmiş olduğuna dair elde giderek artan sayıda delil mevcuttur.
Görünüşe göre, seksenlerden beri benimsenen neoliberal reform politikaları,
nüfusun küçük bir kesiminin zenginleşmesine, çoğunluğunsa giderek
yoksullaşmasına yol açmıştır. Ekonomistlerin tespit ettikleri kadarıyla,
bölgenin gerçek GSMH’si yetmişlerde hatırı sayılır oranda (ortalama yüzde beş
oranında) artmış, seksenlerde yıllık oran yüzde 3,43’e gerilemiş, doksanlarda
ise yüzlük 0,34’lük küçük bir artışa tanık olmuştur. 2000’lerin başında yaşanan
büyümenin aldatıcı ve adaletsiz bir büyüme olduğunu tespit etmek gerekir.
Yanlış yönetilmiş makroekonomik politikalar, özellikle üretim sektörlerindeki
azalan yatırım oranları, servetin dağıtılmasındaki adaletsiz düzenlemelerle
katmerlenmiş, bu da kalkınmadaki genele yayılan hata ile çift rakamlara ulaşan
oldukça yüksek işsizlik oranlarına yol açmıştır.[19]
Son on yıl içinde Arap devletlerinin toplumsal
işlevlerinin azalması ile daha da derinleşen yaşam standartları, kentteki ve
kırsaldaki yoksul halkın, çalışan ailelerin ve gençlerin omuzlarına daha da
ağır bir yük bindirmiştir. Halkın yüzde altmışı otuz yaşın altındadır.
Özellikle gençler arasındaki işsizlik sarsıcı bir biçimde artarak, ortalama
yüzde kırklık bir orana ulaşmıştır. Bu noktada genç nüfus, ilâç, eğitim ve
istihdam dâhil, tüm toplumsal altyapıya dönük kapsamlı bir yatırımın
yapılmasına ihtiyaç duymakta, Arap dünyasındaki devletlerin giderek derinleşip
genişleyen toplumsal krizle başa çıkabilmesini talep etmektedir. Öte yandan
petrol üretmeyen Arap ülkelerinde hüküm süren sosyo-ekonomik koşulların
ölçeğini ve ağırlığını, onların nüfusun dünya görüşünü ve kolektif
psikolojisini nasıl etkilediklerini resmetmek güç bir iştir. En yoksul Arap
devleti olan Yemen örneğinde, ülkenin en önemli gelir kaynağı olan petrolün ve
hayatın kaynağı olan suyun tükendiği görülmektedir.[20] Krizin giderek
yoğunlaşması, ayaklanmadan beri ekonomik durumun daha da kötüleşmesi ve birçok
Yemenlinin işten atılması, son süreçte yoksullaşmış olan halkın sırtına ek yük
bindirmiştir. Politik çalkantıyla geçen bir yıl, temel ürünlerdeki kıtlığa,
ağırlaşmış, yüksek yoksulluk ve işsizlik oranlarına sebep olmuş, ekonomik
faaliyeti neredeyse durma noktasına getirmiştir. Bugün Yemen sık sık elektrik
ve su kesintilerine, ayrıca benzin kıtlığına maruz kalmaktadır.[21]
Arap başkentlerindeki yoksul mahallelerde vakit
geçirmiş herkes, milyonlarca yoksullaştırılmış Arap’ın içinde yaşadığı insanlık
dışı ve sefil koşulları gayet iyi bilmektedir. Çöp dağları ve sokaklarda akan
arıtılmamış kirli sular arasında dolaşmak bu konuda belirli bir fikre sahip
olmak için yeterli olacaktır. Her yere yayılmış bu gecekondu mahallerinde
rastgele inşa edilmiş kayıt dışı evler temiz su, yeterli temizlik gibi temel
ihtiyaçlardan mahrumdur, varsa bile, bu bölgelerdeki sağlık kliniklerinin sayısı
çok yetersizdir. Örneğin yaklaşık 16 milyon insanın yaşadığı mega-kent Büyük
Kahire’de dünyanın en büyük gecekondu mahallerinden biri bulunmaktadır.
Köylülerin ve kentlilerin de aralarında bulunduğu şehir sakinlerinin yaklaşık
yarısı (“düzensizce” manasında) eşveiyyat denilen, Manşiyet Nasır
yerleşkesi ve Çöp Kent, Kum Gurab, Darüsselam, İmbaba ve Medinetü’s-Selam gibi
gayri resmî gecekondu mahallelerinde yaşamaktadır. Ne gariptir ki, gecekondu
mahallesinin hemen yanında lüks bir kent (küçük bir seçkin tabakasının
milyonlarca dolarlık evlere sahip olduğu pahalı, etrafı çevrili, güvenlikli
yaşam alanları) yükselmekte, bu da zenginlerle (küçük bir azınlıkla) yoksullar
(büyük çoğunluk) arasında var olan, bariz toplumsal ayrışmayı ortaya koymaktadır.[22]
Arap dünyasında yoksulların önemli bir bölümü
köylülerden oluştuğundan, Arap ayaklanmalarındaki kırsal kökenleri epey önem
arz etmektedir. Politik, ekonomik ve ekolojik marjinalleşme ve sömürünün
mütemadiyen devam edişi, nüfus ve işsizlikteki artış kırsaldaki köylüleri ağır
bir sefalete sürüklemiştir. Eldeki istatistikler oldukça çarpıcıdır: Mısır’da
köyde yaşayan yüzde kırktan fazlası yoksuldur; Suriye’deki yoksul halkın yüzde
altmış ikisi kırsal alanlarda yaşamaktadır, bunun yüzde yetmiş yedisi topraksızdır;
Yemen’de ise köyde yaşayan yoksul halkın yüzde sekseni yoksuldur. Söz konusu
marjinalleşme süreci, aynı zamanda kırsal alandaki yoksulların kendilerini
becerilerini de tehdit etmektedir. Hep birlikte ele alındığında, Arap ülkeleri,
gıda konusunda dünyadaki en güvensiz konumda olan, ayrıca en yüksek toprak
eşitsizliğinin görüldüğü, köylüleri dışlayan ve onların yönetici seçkinlere
düşman olmasını sağlayan yapısal bir krize tanık olunduğu ülkelerdir. Örneğin
Mısır dünyadaki en büyük tahıl ithalatçısı iken Yemen, en önemli temel gıda
maddesi olan buğdayın yüzde doksanını ithal etmektedir. Bereketli Hilâl
üzerindeki (tarihsel açıdan bereketli kabul edilen) ülkeler aynı sorunlardan
mustariptirler.[23]
2010 sonunda gıda ve enerji fiyatlarındaki artış
yoksullar üzerinde yıkıcı etkilere yol açmıştır. Aralık 2010’da gıda fiyatları,
kayıtların tutulmaya başlandığı 1990 yılından beri en yüksek düzeyine
çıkmıştır. Petrolün varil fiyatı yüz dolara çıkmıştır, oysa beş ay öncesinde
yetmiş bir dolar düzeyindedir. Ayrıca akaryakıt sübvansiyonlarının önemli bir
bölümü kaldırılmıştır. Bu ani ve büyük artış milyonları derinlemesine
yaralamış, toplumsal huzursuzluğu tutuşturacak çıranın kurumasına neden
olmuştur. Arap coğrafyasını saracak olan ateş için gerekli kıvılcımı,
meyve-sebze tezgâhına, iddialara göre, gerekli belediye ruhsatına sahip
olmadığı için yereldeki devlet makamlarınca el konulması sonrası yaşadığı
saldırıya tepki olarak Muhammed Buazizi isimli gencin Tunus’taki Sidi Buzid
kasabasında kendisini yakması çakmıştır.[24]
Buazizi’nin ölümü milyonlarca yoksul Arap’ın
çığlıklarında yankı bulmuş, Mısırlılar, Libyalılar, Yemenliler ve Suriyeliler,
onun yaşadığı çaresizlik, aşağılanma karşısında ortaya koyduğu mağrur tavırla
ve mütevazı hayatıyla belirli bir ilişki kurmuşlardır. Mısır’da Kahire,
İskenderiye, Süveyş ve diğer şehirlerde köylüler ve şehirliler, tüm güçleriyle
sokaklara dökülmüş, bu hamle, polisi ve güvenlik kuvvetlerine şaşkına çevirip
onları ezmiştir. Suriye’deki ayaklanma, Esad’ın toplumsal destek bulduğu kırsal
bölge, Darâ’da başlamıştır. Kimi etmenlerin birbirine yakınlaşması sonucu,
Darâ, Deyrizor ve Rastan gibi kırsal bölgeler, Esad rejiminin destekçisi
olmaktan çıkıp ona husumet besleyen yerlere dönüşmüştür. Bu sürece bir de
Esad’ın 2000’den beri uyguladığı, Suriye pazarlarını daha ucuz ithal tarım
ürünlerine açan neoliberal politikalar ve 2005’ten beri köylüleri dış
yardımlara bağımlı kılan kuraklık eklenmiştir. Şam, ilgili bölgeleri merkezî
iktidar yapısı için pek önemli görmediğinden, buralara yönelik altyapı
yatırımlarını durdurmuştur.[25] Aynı şekilde Yemen’de, köyden kente göç
etmiş, aralarında işsiz gençlerin bulunduğu kitle protesto hareketinin
oluşumunda ana unsurdur. Bu kesim ayaklanmanın daimî bileşenidir.[26]
Yeni toplumsal grupların, bilhassa köyden kente göç
edenlerin harekete geçmesi ve sürece dâhil olması iktidara mensup otokratik
görevlileri yerinden eden büyük ölçekli gösterileri tetiklemiştir. Bu değişken,
yoksulların kontrol edilemeyen, kolektif eylemi, otoriter rejimleri gafil
avlamıştır, zira onlar, İslamcı hasımlarının her türden potansiyel direnişe
öncülük edebileceklerini düşünmüşlerdir. “Yoksullardaki patlama”, Bin Ali,
Mübarek, Kaddafi ve Salih’in tahtlarından olmasına yol açan, stratejik bir baskın
türünden bir gelişmedir. Esasında yoksulların aktif katılımı, gösterileri halk
hareketliliğinin tüm milletleri kesen bir dalga hâline getirmiş, bu toplumsal
hareket, rejimler, muhalefet ve dış gözlemciler dâhil, herkesi
şaşırtmıştır.[27]
Her ne kadar otoriter yöneticilere karşı güç dengesini
bozan toplumsal güçlerin ağırlığını tam olarak ölçmek güçse de, köyden kente
göç edenler bu süreçte öncü bir rol oynamış gibi görünmektedir; söz konusu
kesim, Arap toplumlarındaki yoğun sefaletin önemine dair bir tanıklıktır. Son
on yılda Arap toplumlarındaki sosyo-ekonomik koşulların ağırlığı, bilhassa
işsizlik ve umutsuzluk, Avrupa’ya gidip iş bulma gayretleri içerisinde kendi
hayatlarını ve özgürlüklerini riske eden genç Araplarda karşılığını bulmuştur.
Eğitimli genç Arapların yurtdışına çıkışları, genelde söz konusu milletlerin
sağlık durumunu, özelde gençliğin psikolojisini gösteren bir barometre işlevi
görmüştür. Bu gençler, ailelerini geçindirme, kendilerini değerli ve saygın
hissetme konusunda ümitsizdirler.[28]
Köylerdeki ve kentlerdeki yoksulların ve işsizlerin
içinde yaşadıkları zor hayat, ayaklanmanın en önemli sebeplerinden biridir.
Tunus, Mısır, Yemen ve Libya’daki gelişmelerin de açık biçimde gösterdiği
üzere, bu durum, muhtemelen önümüzdeki birkaç yıl boyunca mücadeleci Arap
politikasının değişmeyen etmeni olacaktır. Otoriter rejimlerin yıkılmasından
sonra kurulan hükümetlerin gelip gidişleri, istihdam sağlama, umut verme ve
adaletle eşitlik konusunda gerekli tedbirleri alma becerilerine bağlı olacaktır;
bu hükümetler, kendilerine riske atarak, halkın toplumsal ve ekonomik hayrını
ihmal etmektedirler.
Genç erkekler ve kadınlar, otoriter yöneticilere dönük
itirazlarının ve direnişlerinin sebebinin el-fesad vel istibdad (yozlaşma
ve zorbalık) olduğunu defalarca dile getirmişlerdir. Halk, yoğun bir sefalet
ile, mustarip oldukları sistemsel yozlaşma ve politik baskı arasında yakın bir
bağ kurmaktadırlar. Cumhurbaşkanlarının oğullarının babalarının yerlerini
almaları için hazırlanması, buna ek olarak da polisin uyguladığı şiddet, bir
avuç insanın zenginleşip milyonlarcasının yoksullaşması kadar önemlidir.
Göstericilerin sloganları, onların iç içe geçmiş, birbiriyle bağlantılı
sosyo-ekonomik ve sosyo-politik sıkıntıları yansıtan sloganlardır; iktidar
mensubu otoriter unsurların yerinden edilmesi için gökkuşağı koalisyonlarının
oluşturulmasının nedeni budur.
Koşullar, 2011’de otokratik yöneticilere karşı halk
hareketliliklerinin oluşması için olgundur. Mesele, ayaklanmaların neden
meydana geldiği değil, onların, daha öncesinde, Arap dünyasının sıkıntı içinde
olduğu, Arap rejimlerinin krizinin derinleştiği koşullarda neden
yaşanmadığıdır. Oysa o dönemde otokratik Arap yöneticiler sıfırı tüketmiş,
hegemonyadan yoksun bir hayat sürmektedirler. Doksanlarda ve yirmi birinci
yüzyılın ilk on yılında Arap eylemciler ve gözlemciler, başlarındaki otoriter
yöneticilerin gayri meşru olduğuna inanmaktadırlar; öyleyse mesele, eğer
mümkünse, bu yöneticilerin iktidardan zorla ne zaman ve nasıl
uzaklaştırılacağıdır.
Bir Vaka Çalışması Olarak Mısır
Yirmi birinci yüzyılın ilk on yılı, Mübarek rejimine
dönük, büyük ölçekli 2011 ayaklanmasında zirveye ulaşmış, sistemsel bir direniş
hattına tanıklık etmiştir. “Arap Baharı” olarak adlandırılan isyan süreci, özel
bir gelişmeye dönük acil ve ani bir tepki değildir. Uzun süreli bir dönemin
oluşmasına yol açan birçok sebep mevcuttur. Muhalifler ve eylemciler, Mübarek’e
bağlı devlet kurumlarına karşı deneme-yanılma yoluyla bir tür toplumsal
seferberlik sanatı geliştirmişlerdir. Devrimler, tohumları eken ama karşılıklarını
çoğunlukla toplayamayan eylemcilerin teri, emeği ve kanı üzerine
kurulmaktadırlar. Mısır, 2011’deki devrimci başkaldırının tek bir sebebinin
olmadığını açık biçimde göstermektedir. Yirmi birinci yüzyılın ilk on yılı
boyunca devrimci itki durmadan güç kazanmıştır. 2000’de ünlü Mısırlı hukukçu
Tarık Bişri’nin gözlemlediği üzere, Mübarek, diğer Arap diktatörlerle birlikte,
yaygın olarak varsayılanın aksine, daha zayıftır ve Mısırlılar, diktatörüne
karşı nihayetinde ayaklanacaklardır. Dört yıl sonra epey saygı gören ve
Mısırlılara, Mübarek’in ömür boyu cumhurbaşkanı olma ve oğlu Cemal’i halef
seçmek suretiyle, Mısır devletinin babadan oğula geçen bir yönetim tarzına
dönüştürme planına karşı sivil itaatsizlikle direnme çağrısı yapmıştır.
Cemil Mattar ve Vahid Abdulmecid gibi, sivil toplumun
ve halk aydınlarının diğer saygı duyulan isimleri de, Arap otoriter
yöneticilerden aynı şekilde şikâyet etmişler, onların dayanıklılığının zamanla
kanıksanacağı konusunda uyarıda bulunmuşlardır. Yirmi birinci yüzyılın ilk on
yılının sona ermesine doğru, Emir Musa ve Muhammed Heykel gibi rejime yakın
siyasetçiler bile Mübarek’in oğlunu halefi yapma arzusuna muhalefet
etmişlerdir. Bu isimler, Mısır’ın pusulasını kaybettiği, ülkenin geriye dönüşü
olmayan bir noktaya ulaştığı konusunda Mübarek’in adamlarını uyarmışlardır.
Mısırlı gazetecilerin duayeni olan Heykel, Mısır’ın Mübarek’e karşı öfkeyle
dolu olduğu ve büyük bir patlamanın eşiğine geldiği konusunda tekrar tekrar
uyarıda bulunmuştur.[29] Aynı ölçüde önemli bir diğer husus da, hukukçuların
yargılama sürecinin ve hukuk düzenin rejim tarafından altüst edilmesini kınama
noktasında laflarını hiç esirgememeleridir. Direniş ve muhalefet, süreç
içerisinde, aralarında meslek örgütleri, blogcular, insan hakları eylemcileri,
emek hareketine mensup unsurlar, milliyetçiler ve İslamcıların bulunduğu
toplumsal sınıflara ve gruplara yayılmıştır.[30]
Mübarek rejimi, muhalefetin halk hareketliliğine
yaslanmasına mani olmak ve en etkili muhalefet hareketi olan Müslüman
Kardeşler’i, görevlilerini tutuklayıp faaliyetlerini engellemek suretiyle,
zayıflatmak için korku ve parçalama yöntemlerine başvurmuştur. Rejim, özellikle
İslamcılara yönelik olarak, korkuya başvurmuş, böylece muhalifler arasında
ayrışmalara yol açıp solcuları safına katmıştır. Rejim, aynı zamanda kendisine
hamilik yapan süper gücü de başka bir politik seçenek olmadığına ikna etmiştir.
Hegemonyası yıprandıkça Mübarek’e bağlı güvenlik aygıtı, Cemal’in iktidara
gelmesi için gerekli yolu açmak ve rejimin varlığını süreklileştirmek için
hâkimiyet kurma yöntemlerine ve şiddete daha fazla ağırlık vermiştir. Söz
konusu aygıt, her zaman olduğu gibi, sistematik işkenceye başvurmuş, hatta
muhalifleri terörize etmek için muhalefetin önde gelen (erkek) isimlerine
tecavüz bile etmiştir. Haziran 2010’da İskenderiye’de güvenlik ajanlarının
Halid Muhammed Said’i öldüresiye dövmeleri, her ne kadar nihayetinde polis
devletine karşı daha fazla Mısırlının yürümesi gibi ters bir sonuca yol açmışsa
da, halkı dilsizleştirmek için teşkil edilmiş suçlu zihniyetini yansıtan bir
olay olarak değerlendirilmelidir.[31]
Rejimin korkutma taktikleri, birçok Mısırlının, esas
olarak kentli eylemciler, öğrenciler ve meslek sahiplerinden oluşan Kefiye
(Yeter!) ve 6 Nisan Hareketi gibi küçük protesto hareketlerine katılmaktan
vazgeçirmiştir. Birçok eylemci ve muhalif, gösterilere kitlelerin
katılmamasından yakınmış, hükümeti halkı korkutmakla suçlamıştır. Doksanların
sonundan 2010 yılına kadar bu makalenin yazarı da, Kahire’de avukat ve gazeteci
derneklerinin yaptıkları gösterilerde polis ve güvenlik personeli sayısının
gösterici sayısını aştığına sıklıkla tanıklık etmiştir. El-Ezher Camii’nde
yapılan gösteride, göstericilerin sokaklara dökülmesine mani olmak için çok
sayıda polis otobüsü çıkışı tutmuştur. Güvenlik barikatının üzerinden atlamaya
cüret eden herkes acımasızca dövülmüş, sivil kıyafetler içerisindeki polis
memurları göstericileri yakalayıp çöle götürmüş, burada soruşturdukları ve
hırpaladıkları eylemcileri çöle fırlatıp atmışlardır.
Gösterilerdeki zayıflığın diğer bir nedeni de, liberal
muhaliflerin ajandasının yoksullarda ve İslamcılarda yankı bulamamasıdır. Emek
hareketi ve Müslüman Kardeşler’in eylemlere katılmaması, muhalefetteki
parçalılık, Mübarek rejiminin muhalifleri kolayca kontrol altına almasına imkân
vermiştir. Güvenlik güçleri, iki toplumsal hareketi yakın izlemeye almış, geri
kalanına da baş belâsı olarak yaklaşmıştır. Bin Ali’nin devrilmesi sonrası, 6
Nisan Hareketi, 25 Ocak 2011’de Tahrir Meydanı’nda bir gösteri planlamıştır.
Polis ve güvenlik güçleri o gün gafil avlanmış, çocukça biçimde, bu gösterinin
öncekiler gibi fiyaskoyla sonuçlanacağı düşünmüşlerdir.[32]
Gösteriler istim aldıkça, Mübarek’in adamları da
yükselen muhalefetle ilgili yanlış bir algıya ve anlayışa kapılmış, kendilerini
eylemleri Müslüman Kardeşler’in kışkırttığı konusunda ikna etmiş ve İhvan
tehdidini Mübarek gittiği takdirde ABD’nin neyle karşı karşıya kalacağı
konusunda onu uyarmak için kullanmıştır. Politik kriz Ocak sonunda zirveye
ulaştığında Barack Obama Mübarek’i telefonla aramış ve onun sahneyi nazikçe
terk etmesi için gerekli yolu bulmaya çalışmıştır. Bir Beyaz Saray görevlisi,
Obama’nın aldığı cevabı şu şekilde özetlemektedir: “Müslüman Kardeşler,
Müslüman Kardeşler, Müslüman Kardeşler.” Amerikalılar bu numarayı yememiş ve
Mübarek’in artık kıymetli bir varlık değil, sırttaki borç yükü olduğu sonucuna
ulaşmış, endişelerini Mısırlı generallere iletmiş ve onların göstericilere ateş
edilmemesi gerektiğine dönük kanaatini onlara kabul ettirmişlerdir.[33]
Mübarek rejimi, sadece kendisine karşı harekete geçmiş
olan toplumsal güçlerin ağırlığı hakkında doğru bir bilgiden mahrum olmakla
kalmamış, ayrıca müttefiklerinin, yani politik sistemin muhafızları ve kudret
simsarları olarak iş gören generallerin bağlılığı ve güvenirliğini fazla
abartmıştır. Kriz derinleşip Amerika nihayetinde desteğini çekince, ordu
Mübarek’i koltuğundan uzaklaştırmış ve onu kurumsal, mali çıkarlarının
sunağında kurban etmiştir. Toplumdaki en güçlü kurum olarak ordunun asli
önceliği, imtiyazlarını ve öncelik haklarını muhafaza etmek, yeni düzeni
yapılandırmaktır. Onun temel hedefi ise, devrimci süreci durdurmak ve mevcut
yapıya dokunulmamasını sağlamaktır. Mübarek’e bağlı yönetici seçkinler içindeki
çatlaklar, onun devriliş sürecini hızlandırmıştır.
Fawaz A. Gerges
[Kaynak: The New Middle East: Protest and
Revolution in the Arab World, Yayına Hz.: Fawaz A. Gerges, Cambridge
University Press, 2014, s. 1-18.]
Dipnotlar:
[1] Charles Tripp, The Power and the People: Paths of Resistance in the
Middle East (New York: Cambridge University Press, 2013); Karima Khalil, Messages
from Tahrir (Kahire: American University in Cairo Press, 2011); Salwa
Ismail, ‘The Syrian uprising: Imagining and performing the nation’, Studies
in Ethnicity and Nationalism, 11/3 (2011); Asef Bayat, Life as Politics:
How Ordinary People Change the Middle East (Stanford: Stanford University
Press, 2010); Yayına Hz.: Joel Beinin ve Frédéric Vairel, Social Movements,
Mobilization, and Contestation in the Middle East and North Africa (Stanford:
Stanford University Press, 2011); N. Marzouki, ‘From people to citizens in
Tunisia’, Middle East Report, 259/41 (Yaz 2011); ve John Chalcraft,
‘Horizontalism in the Egyptian revolutionary process’, Middle East Report
262 (Bahar 2012).
[2] Al-Ghad Al-Ordoniya, ‘Slogans of the Arab Spring
Confirmed the Unity of the Arabs’ [Arapça], Al-Ma’had
Al-Arabi, 21 Nisan 2012,; Wa’i Al-Talabah, ‘Youth of Arabic
Spring Spread Slogans of Arab Revolutions in Rap Songs’ [Arapça], Al-Talabah, 15 Şubat 2012; El-Nashra,
‘Hassan Mneimneh: The Civil State is the Arab Spring Slogan’ [Arapça], El-Nashra, 31 Mart 2012. Ayrıca Juan
Cole’un bu kitaba yaptığı katkıya bakınız (3. Bölüm).
[3] Siyaset bilimciler, kimin döneklik ettiğine ve
bunun ne zaman gerçekleştiğine çok az değinmektedirler: Djazairess, ‘The
Egyptian Army Abandons Mubarak and Declares Legitimacy of People’s Demands’
[Arapça], Djazairess.com,
1 Şubat 2011; Dunia Al-Watan, ‘The Hidden Military Coup: The Tunisian Army
Chose between Ben Ali Leaving or to Overthrow and Kill’ [Arapça], Al-Watan Voice, 19 Ocak 2011.
[4] Adil Latifeh, ‘The Arabic Spring between Peaceful
Transition and Decisive Bloody Destruction’, Al-Jazeera, 4 Eylül 2012; Dia’ Al-Issa,
‘The Peacefulness of the Arab Spring Revolutions’ [Arapça], Akhbar al-Yom, 12 Eylül 2012; Jadaliyya,
‘Syria Is Witnessing a Peaceful Popular Revolt for Freedom and Dignity’
[Arapça], Jadaliyya
Reports, 8 Temmuz 2011; Al-Jazeera, ‘Continuing of Peaceful
Demonstrations in Syria’ [Arapça], Al-Jazeera, 14 Eylül 2012.
[5] Wael Ghonim, Revolution 2.0: The power of the
people is greater than the people in power (Londra: Harper Collins, 2012);
Nadia Idle ve Alex Nunns, Tweets from Tahrir (New York: OR Books, 2011).
[6] Atfih Halawan, ‘Mass Demonstrations Warns of Chaos
and Confirms the Extent of Relationship between Muslims and Christians’,
[Arapça], Al-Ahram, 12 Mart 2011.
[7] Yazarın röportajları, 2002’den bugüne.
[8] Bkz.: sırasıyla Charles Tripp ve Sami Zübeyde’nin
kitabın 6. ve 9. bölümlerinde yer verilen makaleleri.
[9] Bkz.: Bu kitabın 13. Bölümünde vom Bruck ve diğer
isimlerin kaleme aldığı makale. Ayrıca Gabriele vom Bruck, ‘When will Yemen’s
night really end? Le Monde Diplomatique, Temmuz 2011.
[10] Bkz.: Sami Zübeyde’nin 9. bölümdeki makalesi ve
vom Bruck vd.’nin 13. bölümündeki makalesi. Ayrıca, ‘Egyptian women protestors
sexually assaulted in Tahrir Square’, The Guardian, 9 Haziran 2012; Masress,
‘Colonel Al-Sisi: “Virginity Tests” were done to protect the army from possible
accusations of rape’, [Arapça], Masress.com,
27 Haziran 2011; Masress, ‘Female Protestors confirm that they were forced to
undergo virginity tests by army soldiers’, [Arapça], Masress.com,
29 Haziran 2011; Yumna Mokhtar, ‘Izza that tried to help the blue bra girl: “I
shall take the soldier to court”’, [Arapça], almasryalyoum.com, 1 Ocak 2012.
[11] Yazarın aralarında o dönem Hizbut’ Tecemmu’nun
(Ulusal İlerici Birlik Partisi) başkanı olan Rıfat Said’in de bulunduğu,
muhtelif ülkelerdeki solcularla yaptığı röportajlar.
[12] Bkz.: Bu kitapta yer verilen, Rami Zureyk ve Anne
Gough (5. Bölüm), Ali Kadri (4. Bölüm), John Chalcraft (7. Bölüm), vom Bruck
vd. (13. Bölüm) ve Roger Owen’ın (11. Bölüm) makaleleri.
[13] Samir Assayyid, Mohamed Hijab ve Abir al-Morsi,
‘Unity of the people and army sees victory in the Second Friday of Anger’,
[Arapça], Al-Ahram, 28 Mayıs 2011.
[14] Mareb Press, ‘Tawakkul Karman: Secretary General
of Reform can reject slogan “People want downfall of regime”’, [Arapça], Mareb Press, 14 Ağustos 2012; Stacey
Philbrick Yadav, ‘Opposition to Yemen’s opposition’, Foreign Policy, 14
Temmuz 2011; Laura Kasinoff, ‘Yemeni Official Puts Uprising’s Toll at “Over
2,000 Martyrs”’, New York Times, 19 Mart 2012.
[15] Turess, ‘The Salafists in Tunisia. What do they
believe in and what do they want?’ [Arapça], Turess.com,
5 Aralık 2011; Turess, ‘The Salafists in Tunisia: A Minority that scares women
and the press’, [Arapça], Turess.com,
6 Aralık 2011; Walid Balhadi, ‘The Salafist Movement in Tunisia: The citizen is
scared … the secularists and modernists reject them and the government has not
been resolved yet’, [Arapça], Turess.com,
27 Şubat 2012.
[16] David Rosenberg, ‘Food and the Arab Spring’, Gloria Center, 27 Ekim 2011; ‘Arab World
Initiative for Financing Food Security’, Region MENA, Report No. AB6559 (21 Nisan 2011);
League of Arab States, Ataqrir al-Arabi Almouwahad, various years.
[17] Ali Kadri,
‘A Depressive Pre-Arab Spring Economic Performance’. According to the Survey of
economic and social development in Western Asia 2005–2006: ‘According to the
University of Texas Inequality Project (UTIP), every ESCWA member country, with
the exception of Yemen, ranks above the fiftieth percentile in the inequality
scale among 140 countries. Some in the GCC, namely, Kuwait, Oman and Qatar,
rank above the ninetieth percentile’.
[18] George Joffe, ‘As Spring Moves Towards Autumn:
The Arab Intifada in Perspective’, POLIS, University of Cambridge (ön makale, 2013);
Joffe, ‘The Arab Spring in North Africa: Origins and Prospects’, POLIS,
University of Cambridge (ön makale, 2011).
[19] Bkz.: Kadri, ‘A Depressive Pre-Arab Spring
Economic Performance’; Joffe, ‘As Spring Moves Towards Autumn: The Arab
Intifada in Perspective’; ILO’s KILM, and in this compilation the Arab world
fares the worst, bkz.:WCMS; Ali Kadri, ‘Unemployment in the
post-revolutionary Arab world’, MEI, National University of Singapore.
Christian Houle’nin şu mükemmel makalesine bakınız: ‘Inequality and Democracy:
Why Inequality Harms Consolidation but Does Not Affect Democratization’, World
Politics, 61/ 4 (2009): s. 589–622.
[20] Sarah Phillips’e göre, “Yemen’in yüzleştiği en
ciddi yapısal tehdit onun en önemli doğal kaynaklarının, suyun ve petrolün
tükenmesidir. Yemen dünyada en çok su kıtlığı çeken ülkelerden biridir ve genel
kanaate göre, başkent Sanâ’nın içilebilir suyu 15 yıl içinde bitecektir. Sarah
Phillips, ‘Yemen and the politics of permanent crisis’, IISS (2011).
[21] International Crisis Group, ‘Yemen: Enduring
Conflicts, Threatened Transition’, Middle East Report 1253 (Temmuz
2012); ‘Friday’s Protest of Imminent Victory in Yemen’, Yemen Post Staff,
9 Eylül 2011.
[22] Sarah Sabry, ‘How poverty is underestimated in
Greater Cairo, Egypt’, Environment and Urbanization 22 (Ekim 2010); Hala
S. Mekawy ve Ahmed M. Yousry, ‘Cairo: The Predicament of a Fragmented
Metropolis’ (ön makale: Faculty of Urban and Regional Planning, Cairo
University, 2011); Yayına Hz.: Diane Singerman, Cairo Contested: Governance,
Urban Space, and Global Modernity (Kahire: The American University in Cairo
Press, 2009); Mike Davis, Planet of Slums (Londra: Verso, 2010).
[23] Bkz.: Bu kitapta Rami Zureyk ve Anne Gough’un 5.
bölümdeki makalesi. Ayrıca, M. Elmeshad, ‘Rural Egyptians Suffer most from
Increasing Poverty’, Egyptian
Independent (28 Eylül 2011); International Fund for
Agricultural Development (IFAD), ‘Rural Poverty Portal: Syria’,
(erişim tarihi: Ocak 2013); World
Bank Indicators, (erişim tarihi: Ocak 2013); WFP, The
State of Food Security and Nutrition in Yemen (2012); World Bank, FAO ve
IFAD, Improving Food Security in Arab Countries (2006). Eleştirel bir
çalışma için bkz.: Habib Ayeb, ‘The marginalization of the small peasantry:
Egypt and Tunisia’, Yayına Hz.: Ray Bush ve Habib Ayeb, Marginality and
Exclusion in Egypt içinde (Londra: Zed Books, 2012). Ayrıca bkz.: Saker el
Nour, ‘National geographical targeting of poverty in Upper Egypt’ in Bush and
Ayeb (Londra: Zed Books, 2012)]. Bkz.: Mohammed Purnik’in makalesi: “Pour une
croissance inclusive dans la r´egion arabe.”
[24] George Joffe, ‘As Spring Moves towards Autumn:
The Arab Intifada in Perspective’, (ön makale: POLIS, University of Cambridge
2012).
[25] Bkz.: Khaled Yacoub Oweis, ‘Assad’s Aleppo focus
allows rebel gains in Syria’s east’, Reuters (14 Ağustos 2012).
[26] Bkz.: vom Bruck vd.’nin bu kitabın 13.
bölümündeki makalesi.
[27] Bkz.: John Chalcraft’in bu kitabın 7. Bölümündeki
makalesi. Ayrıca, Alaa Al Aswany, On the State of Egypt: What Caused the
Revolution, [Arapça], çeviren: Jonathan Wright (New York: Vintage, 2011).
[28] Örneğin Mısır’da cinsel iktidarsızlık
dikkatlerden kaçan yaygın bir olgudur, bu rahatsızlık, milyonlarca Arap’ın
yoksullaştığı derin sosyo-ekonomik krizin doğrudan bir sonucudur. Yazarın
aralarında İslamcıların ve milliyetçilerin de bulunduğu çok sayıda politik
eylemciyle yaptığı röportajlar, Temmuz/Ağustos/Eylül 2007.
[29] Yazarın Muhammed Heykel’le röportajı, Aralık
2007.
[30] Tarek Osman, Egypt on the Brink: From the Rise
of Nasser to the Fall of Mubarak (New Haven: Yale University Press, 2011);
Samer Soliman, Autumn of Dictatorship: Fiscal Crisis and Political Change in
Egypt under Mubarak (Stanford: Stanford University Press, 2011); Salwa
Ismail, Political Life in Cairo’s New Quarters: Encountering the Everyday
State (Minneapolis: University of Minnesota Press, 2006); Nadia Oweidat,
Cheryl Benard, Dale Stahl, Walid Kildani, Edward O’Connel ve Audra K. Grant, The
Kefaya Movement: A Case Study of a Grassroots Reform Initiative (Santa
Monica, CA: Rand Corporation, 2008); Manar Shorbagy, ‘The Egyptian Movement for
Change – Kefaya: Redefining Politics in Egypt’, Public Culture 19/ 1
(Kış 2007); Yayına Hz.: Rabab El-Mahdi ve Phil Marfleet, Egypt: The Moment
of Change (Londra: Zed Books, 2009); Rabab El-Mahdi, ‘Enough! Egypt’s Quest
for Democracy’, Comparative Political Studies 42/ 8 (Ağustos 2009).
[31] Mohammed Zahid, The Muslim Brotherhood and
Egypt’s Succession Crisis: The Politics of Liberalization and Reform in the
Middle East (Londra: I. B. Tauris, 2010); Bruce K. Rutherford, Egypt
After Mubarak: Liberalism, Islam, and Democracy in the Arab World (Princeton,
NJ: Princeton University Press, 2008); Motaz Nadi, ‘“We are all Khalid Saeed”
launches “national agreement document” to achieve the goals of the revolution’,
[Arapça], Al Masry Al Youm (31 Mayıs 2012); Izza Maghazi, Safa Surour ve
Motaz Nadi, ‘Second Anniversary of Khalid Saeed’s Death. Torture continues’,
[Arapça], Al
Masry Al Youm (5 Haziran 2012).
[32] Yayına Hz.: Jeannie Sowers ve Chris Toensing, The
Journey to Tahrir: Revolution, Protest, and Social Change in Egypt (Londra:
Verso, 2012).
[33] Ryan Lizza, ‘The Consequentialist: How the Arab
Spring Remade Obama’s Foreign Policy’, New Yorker (2 Mayıs 2011); Fawaz
A. Gerges, Obama and the Middle East: The End of America’s Moment? (New
York: Palgrave and MacMillan, 2012); Helene Cooper ve Mark Landler, ‘White
House and Egypt Discuss Plan for Mubarak’s Exit’, The New York Times (3
Şubat 2011).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder