Sürekli “Amerika’ya ölüm!” sloganlarının atıldığı
İran’da yapılan o büyük yürüyüşler üzerinden bakıldığında, kimi Amerikalıların
Obama yönetiminin İran’la bu ülkenin nükleer kapasitesi konusunda bir anlaşmaya
varma konusunda neden bu denli kararlı olduğunu anlamak gerçekten güç bir
durum. Öte yandan ben de Amerika’nın bir parçası olduğum ve ölme konusunda
güçlü bir itirazım olduğu için, bu sloganlar beni de mutsuz kılıyor.
Ama bizim İran’la yaşadıklarımızın hikâyesini
bilseniz, bu sloganlarının sebebini de anlarsınız. İranlıların bize kızması ve
bizden korkması için anlaşılır kimi sebepleri var. Aynı şeyleri örneğin Norveç
bize yapmış olsa, biz de sokaklara dökülüp “Norveç’e ölüm!” diye bağırırdık. Ne
yazık ki ABD ve müttefikleri İran’a korkunç şeyler yaptılar ve bizim de bu
yapılanları anımsayarak gerekli nazik tutumu geliştirdiğimiz söylenemez.
Bu tarihi kendimize anımsatmak, İran’ın nükleer
başlıklı kıtalararası balistik füzelere sahip olmasını onayladığımız anlamına
elbette gelmiyor. Bu anımsama, önerilen anlaşmayı eleştirenlerin ABD’nin zayıf
taraf olduğunu söylemesindeki saçmalığı ya da Cumhuriyetçi Senatör Lindsey
Graham’ın, “İran Obama’dan yeterince korkmuyor, bu sebeple biz kötü bir anlaşma
imzaladık” türünden sözlerindeki zırvalığı anlamamızı sağlıyor. Oysa bu
tespitin tersi geçerli: Bu, ABD’nin yapabileceği en iyi anlaşma, zira 35 yıl
içinde ilk kez ABD-İran ilişkilerinin ana dürtüsü, korku değil.
1. Reuters’in sahibi 1872’de İran’ı satın aldı
1848-1896 arasında İran şahı olan Nasreddin Şah,
İran’ın tüm demiryollarını ve kanallarını, madenlerinin önemli bir bölümünü,
devletin elindeki tüm ormanları ve endüstrileri Baron Julius de Reuter’e sattı.
Ünlü İngiliz devlet adamı Lord Curzon’un ifadesiyle, “bu, bir krallığın tüm
endüstriyel kaynaklarının bütünüyle ve olağanüstü bir biçimde yabancı ellere
teslimini ifade ediyor. Söz konusu teslimiyet, kimsenin düşleyemeyeceği
büyüklüktedir.” Bu gelişme üzerine İranlılar öylesine öfkelenmişlerdir ki bir
yıl sonra Şah satışı iptal etmek zorunda kalmıştır.
2. BBC CIA’in 1953’te İran Başbakanı Muhammed
Musaddık’ı devirmesine yardım etti.
Reuters İranlıları Batı medyasına yönelik olarak
yeterince öfkelendirmemiş olacak ki süreç içerisinde devreye BBC girer ve bu
kuruluş, Musaddık’a karşı Amerikan ve İngiliz eliyle yapılan darbe için gerekli
zemini teşkil etmesi amacıyla Kermit Roosevelt’e (Teddy’nin torunu) gizli bir
kod aktarır. (BBC Farsça da İngiliz hükümetinin talimatları üzerine darbe
yanlısı propaganda yayınları yapar.) Kısa bir süre sonra ABD, İranlıların nasıl
soruşturulacağı konusunda rejimin gizli polisini eğitir. Bir CIA analizcisine
göre, “bu eğitim, II. Dünya Savaşı’nda Almanların kullandıkları işkence
tekniklerine dayanmaktadır.”
3. İran’da nükleer silâhlar kullanma konusunda
kapsamlı planlara sahiptik.
1980’de ABD ordusu Sovyetler Birliği’nin İran’ı işgal
etme ve İran Körfezi’ndeki Hürmüz Boğazı’nı ele geçirme konusunda İran
Devrimi’ni fırsata çevirmesinden korkar. Bu nedenle Pentagon bir plan yapar:
eğer Sovyetler birliklerini yığmaya başlarsa, ABD de Sovyetler’in birliklerini
ülke içlerine sokmak için kullanacakları Kuzey İran’daki dağları yok etmek
amacıyla ufak çaplı nükleer silâhlara başvuracaktır.
Sonuçta ABD İran’da nükleer silâh kullanmadı. Pentagon
tarihçisi David Crist’in tespitiyle, “İranlıların bu türden bir senaryoyu nasıl
görecekleri hususunda kimsenin bir fikri bile yoktu.” Muhtemelen İranlıların
böylesi bir saldırıdan memnun olacakları düşünülmüştür, öyle ya, misal, eğer
İranlılar Minnesota’ya nükleer bomba atıp Kanada’nın Meksika Körfezi’ni kontrol
altına almasına mani olması hâlinde biz de gayet mutlu olur, “sorun değil”
derdik. “Nuestra casa es su casa.” [Ev bizim evimiz]
4. Suudi Arabistan’ın İran-Irak Savaşı esnasında
nükleer silâh yapması için Saddam’a beş milyar dolar vermesini hiç sorun
etmedik.
Muhtemelen biliyorsunuzdur, Saddam Hüseyin 1980’de
İran’ı işgal ettiğinde, Irak (bizim yardımımızla) İranlı askerlere kimyasal
silâhlarla saldırdı, biyolojik, kimyasal ve nükleer silâhlar yapmaya çalıştı.
Bilmediğiniz şey ise şu: Suudi Arabistan, Saddam’ın milyarlarca dolar tutan
nükleer programı için gerekli parayı temin etti, Reagan yönetimi de tüm bu olup
bitenlerden haberdardı ve hiç ses etmedi.
Tüm yaşananların İran’da nasıl karşılandığını anlamak
için İran’ın toplam nüfusunun en az %0,75’inin sekiz yıllık savaş esnasında
öldüğünü hatırlamak yeterli. Bu oran ABD’ye vurulduğunda 2,4 milyon insan
ediyor. Kıyaslamaya devam edersek eğer; 70 yıl sonra bile hâlâ lafını edip
durduğumuz II. Dünya Savaşı’nda savaşta toplam 400.000 Amerikalı ölmüştü ki bu
rakam nüfusun %0,3’ü idi.
5. ABD liderleri İran’ı sürekli yok etmekle tehdit
ettiler.
“İran’ı bombala, bombala, bombala!” diye şarkı
söyleyen, sadece John
McCain değil. 2008’de CENTCOM’un [ABD Merkezî Komutanlığı]
başında iken emekliye ayrılan Amiral William Fallon da İran ile ilgili şunları
söylemişti: “Bu herifler karınca gibidir. Vakti geldiğinde ezip geçmek gerekir.
1980’lerde ABD Pasifik Filosu komutanı Amiral James Lyons Jr. “onları dördüncü
yüzyıla fırlatıp atmak için hazırız” diyordu. O dönemde savunma bakanı
yardımcısı olan Richard Armitage, “İran’ı bütünüyle yok edip etmemeyi
düşünmemiz gerek.” tespitini yapıyordu. Milyarder ve Cumhuriyetçi Partisi’nde
önemli bir nüfuza sahip olan Sheldon Adelson da nedensiz yere İran’a nükleer
saldırı gerçekleştirilmesi fikrini savunuyordu. Bu saldırı önce çölün ortasına
yapılmalı, ardından nüfusu görece daha yoğun yerlere kaydırılmalıydı.
Daha ciddi bir tehdit de şuydu: Obama yönetiminin 2010
tarihli Nükleer Konusunda Genel Tavır Değerlendirmesi’nde “nükleer silâhları
olmayan, Nükleer Silâhların Yaygınlaşmasını Önleme Anlaşması'nın tarafı olan ve
nükleer silâhların yaygınlaşmasını önlemeye dair yükümlülüklerini yerine
getiren devletlere karşı nükleer silâha başvurmayacağız” diyordu. Bu kategoriye
sadece bir tek ülke giriyordu. Bu tespitle, biz İran dışında hiçbir ülkeye
nükleer silâh kullanmayacağımızı söylemiş oluyorduk. Böylece İran nükleer
konusundaki çalışmaları ile bu kategoriye giriyordu.
6. İran’a ait sivil bir yolcu uçağını vurduk, 66’sı
çocuk 290 insanı öldürdük.
3 Temmuz 1988’de İran Körfezi’nde devriye gezen USS
Vincennes isimli kruvazör ateş açıp İran’a ait 655 sayılı uçağını havaya
uçurdu. New York Times “Havada Cinayet” başlıklı haberini naklederken
kendi yorumunu ekleyerek, Sovyetler’in 1983’te yanlışlıkla Güney Kore’ye ait
bir uçağı vurmasını anımsattı ve “zararsız bir uçağı vurmak için hiçbir ülkenin
makul bir bahanesi olamaz.” dedi. Vincennes’ten yapılan füze saldırısına
ilişkin olarak bir Times editörü de 655 sayılı uçağın başına gelenlerin
“İran’la ilgili kimi soruları gündeme getirdiği”ni söyledi. Aynen öyle, editöre
göre sorun İran’daydı. İki yıl sonra ABD Donanması Vincennes’in komutanına
oldukça prestijli bir “liyakat madalyası” verdi.
7. İran’ın nükleer silâhları bizi endişelendiriyor
çünkü bu silâhların bizim askerî saldırılarımızı engellemesi muhtemel.
İran ile ilgili kullandığımız retorik abuk sabuk.
Saldırı hâlinde, gelişkin nükleer güce sahip ülkelerden ani ve yıkıcı bir
misilleme yapılacağı düşünülürse, ABD’li liderler, bugün İran’ın ilkin İsrail’e
ya da ABD’ye nükleer saldırı gerçekleştireceğine mi inanıyorlar?
ABD’nin muhafazakâr dış politika uzmanları bile
biliyorlar ki bu tip bir saldırı neredeyse imkânsız. Onların temel endişesi,
İran’ın nükleer silâhlara sahip olması değil, onlar esas olarak nükleer silâha
sahip İran’ın bizi bu tip saldırılardan caydıracağı konusunda endişeleniyorlar.
Amerikan Müteşebbisler Enstitüsü’nde üst düzey analizci olan Thomas
Donnelly’nin 2004’te ifade ettiği biçimiyle, “İran’ın nükleer silâhlara sahip
olma ihtimali bizim için tam bir kâbus. […] ABD’nin geliştirdiği büyük Ortadoğu
stratejisi için nükleer silâhlara sahip olma imkânını sınırlayıcı bir etkiye
sahip. Amerika’nın faaliyetlerini engelleyecek en emin yol nükleer cephaneliğin
işlevli kılınmasıdır.”
Başka ülkelerin bizim savaş başlatma ihtimalimizi
engelleme becerisinin ortadan kaldırılmasına dayanan böylesi bir bakış açısı,
ABD’deki müesses nizamın temel inancıdır ve gerçekte Irak’ın işgal edilmesi
için ana sebep olarak gösterilmiştir.
Jon Schwarz
7 Nisan 2015
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder