Dünya Sosyal Forumu’nun Çalınmasına Dönük En Son
Gayretler
Dünya Sosyal Forumu (DSF), bir önceki hafta Tunus’taki
Bardo Müzesi’nde yabancıları hedef alan trajik saldırılara ve fırtınalı havaya
karşın, 24-28 Mart tarihleri arasında toplandı. Foruma tüm kıtaları temsilen
125 ülkeden 50.000 insan katıldı.
Küreselleşme karşıtı forum, daha iyi bir dünyaya dönük
hâlâ yanmakta olan umut ateşinin canlı, diri ve dinamik bir delili idi. Forum
Tunus’ta ikinci kez düzenleniyor. Bu da Tunus’un, bölge genelinde ve sonrasında
bölge dışında yaşanan ayaklanmalara ilham veren, ülke çapında dört yıldan fazla
bir süre boyunca gerçekleşen kitlesel hareketliliği ile önem arz ettiğini
gösteriyor.
Dünya Sosyal Forumu, tüm dünyadan on binlerce insanın
“Başka Bir Dünya Mümkün” bayrağı altında, yılda bir toplaşıp örgütlediği,
burada planlar hazırladığı, tartışmalar yürüttüğü, örgütlendiği birkaç yerden
birisi. Her ne kadar katılımcılar, elde etmek istedikleri araçlar bakımından
farklılık arz etse de, amaçlar konusunda genel bir uzlaşma gerçekleşti. Bu
amaç, adaletsizlikten, zulümden, otoriterlikten, emperyalizmden ve çoğunluk
üzerine kendi yönetimini dikte eden azınlık hâkimiyetinden arındırılmış bir
dünyaya ulaşmak. Bir dizi önemli konuyla ilgili olarak binden fazla atölye ve
faaliyet örgütlendi. Bu konular arasında, demokrasinin şirketlerin ele geçmesi,
çevresel ve iklimsel krizler, ırkçılık ve İslamofobi, kadın hakları, göç ve
yeni sömürgecilik gibi başlıklar bulunuyor.
İçeriye Gizlice Sızan İktidar Siyaseti ve STK’laşma
Her ne kadar DSF, radikal düşünme, ağlar kurma ve
örgütlenme yönünde çalışmaların yapıldığı ve gerçekleşme imkânı bulduğu bir
alan sunmaya devam etse de, o, iktidar siyasetinden ve forumu bir statüko
ajandasına dönüştürerek, onu nötralize edip çalma çabalarından asla bağışık
değil.
Bu anlamda direnişin sinsice “STK’laştırılması”
meselesine yönelik geçerli ve meşru bir eleştirinin yapılması gerekiyor.
STK’laşma, neoliberal devletin geleneksel rolünü STK’lara bıraktığı sürecin bir
semptomu. STK’ların önemli bir bölümü, neoliberalizme ait “kalkınma” ve
“yardım” çerçevesi dâhilinde faaliyet yürütüyor ve parayı DSF’nin karşı çıktığı
iktidar yapılarının merkezinde duran aynı Batılı hükümetlerden, uluslararası
finans kurumlarından ve çokuluslu şirketlerden alıyor.
Birçok örnekte bu STK’lar, adaletin ve zulmün yapısal
nedenlerine bakmak yerine, sadece bunlara ait kimi semptomlara işaret etmekle
yetiniyorlar. Bunu yaparak STK’lar, ilk planda sefalet ve ıstırap üreten
sistemin süreklileşmesine katkı sunuyorlar.
Söz konusu STK’laşma olgusu bir dizi platformda analiz
edilip ele alındı. Bu makale ise şu iki hususa odaklanıyor: a) insanları “başka
bir dünya” tahayyül edip kurmaktan alıkoyan kimi hâkim anlatılar, onları olduğu
gibi kabul etmemesi ve yapısöküme uğratıp onlara karşı çıkması gereken bu
türden alternatif forumlara nasıl sızıp yol alabiliyorlar? b) Bölgedeki
otoriter hükümetler, kendi propagandalarını yürütmek ve kendi muhalefetini
susturmak için sivil toplumlarını temsilen büyük delegasyonları göndermek suretiyle,
bu tip forumlarda nasıl varlık imkânı bulabiliyorlar?
DSF Açılış Yürüyüşü ve “Teröre Karşı Savaş”
Tunus’taki Bardo Müzesi’nde yaşanan trajik olaylarla
ilgili bildirisinde örgütleme komitesi, DSF açılış yürüyüşünün “terörizme karşı
birleşen dünya halkları” bayrağı altında yapılması gerektiğini duyurdu. Bu
acemi ve muğlâk slogan, bilerek ya da bilmeyerek, dünyada daha fazla şiddete ve
istikrarsızlığa yol açmış, sayısız ıstıraba neden olmuş o bitmek bilmeyen
“Teröre Karşı Savaş” söyleminin yanında saf tutuyor.
Teröre karşı küresel savaş, doğal kaynakların
yağmalanması, baskıcı rejimlerin desteklenmesi ve zorba neoliberal küresel
düzenin uygulanmasını dayatan batı hegemonyasının sürdürülmesi ve
müdahaleciliğin meşrulaştırılması için kullanılmıştır.
DSF hazırlık komitesinin bu dili benimsemesi,
gerçekten talihsizlik. Ama bu noktada Tunus’taki mevcut yerel bağlamın bu
kararı mümkün kıldığını hatırda tutmamız gerekiyor. Bu bağlam, aralarında
kısmen eski rejimin yeniden bir araya gelen kesimlerini içeren politik elitlere
mensup kilit unsurların sekülerler ile İslamcılar arasındaki sözde
kutuplaşmadan istifade ettikleri bir bağlam. Bilindiği üzere, terörizm genelde
İslamcılarla ilişkilendiriliyor. Bu türden savaşların Tunus toplumunun geniş
kesimlerinin ruh hâlini önemli oranda etkilediği açık.
Eski diktatör Bin Ali’nin politik amaçlar
doğrultusunda “korku politikası” ve “ulusal güvenliği araçsallaştırması
yöntemi”ni kullanışının Tunus’un mevcut politik bağlamı için hâlâ varlığını
muhafaza eden kimi sonuçları var. Bu yöntemler, sıklıkla, dikkatlerin ayaklanma
dâhilinde ifade edilen sosyo-ekonomik endişelerden uzaklaştırılmasına katkı
sunmakla kalmıyor, aynı zamanda alternatif devlet kavramsallaştırmaları ve
devlet-toplum ilişkilerine dair verili tartışmaları bir biçimde
sınırlandırıyor.
Muhtelif yerel ve küresel iktidar yapılarınca
“güvenlik”le ilgili söylemlere dönük eski ve yeni başvuru biçimlerinin kabulü
konusunda bir dizi örgüt ve bireysel eylemci DSF bildirisine itiraz etti ve bu
konuda kimi eleştiriler geliştirdi.
Bu kesim, DSF’nin görev ve hedefleriyle görece daha
tutarlı, yeni bir slogan önerdi: “Özgürlük, eşitlik, sosyal adalet ve barış
için birleşmiş dünya halkı”. Ayrıca ilgili örgüt ve kişiler, tüm zulüm
biçimlerine karşı, Tunus halkı ve terörizm mağdurları ile dayanışma içerisinde
olduklarını bildirdiler.
DSF örgütleme komitesine gönderilen bir bildiride
imzacı örgütler şunu ifade ettiler: “Küresel adalet hareketi, kendisinin,
nihayetinde güvenlikçi/askerî-endüstriyel kompleksten istifade eden bir yoldan,
toplumların ileride maruz kalacakları askerîleşmeyi meşrulaştırmak ve halktaki
duyguları maniple etmek için tasarlanmış yerel ve jeopolitik ajandalar
doğrultusunda kullanılmasına asla izin veremez.”
Bildirinin yol açtığı tartışmaların bir kısmını takip
etmek amacıyla muhtelif atölyeler özel olarak bu meseleyi ele aldılar: “Din ve
Özgürleşme Süreci Arasındaki Yakınlaşma Toplantısı”, “Yeni Sömürgeci Militarizm
ve Devlet Şiddeti” ve “Ferguson’dan Filistin’e: Nefes Alamıyoruz.”
Burada amaç, bildirideki “suçu işleyen ister devlet
olsun ister devlet dışı aktörler” ifadesinden bağımsız olarak, ister politik
şiddet Tunus’ta isterse dünyanın başka bir yerinde gerçekleşsin, onun gerçek
etkilerini küçümsemek asla değil. Aksine burada mesele, “Teröre Karşı Savaş”ın
kullanılma yöntemlerinin eskiden beri dikkatleri kapitalist ve emperyalist
iktidarın işlediği yoldan ve ilk planda ayaklanmalara yol açmış olan korkunç
sosyo-ekonomik ve baskıcı politik koşullardan başka yöne çekmeye yaradığına
işaret etmektedir.
Tunus’un seksenlik cumhurbaşkanı Béji Caid Essebsi’nin
Tunus’un NATO’nun örgüt dışı önemli bir müttefiki olacağına dair ifadesi,
gelişmekte olan “güvenlikçi-askerî-endüstriyel kompleks”in istifade edeceği bir
yoldan, bölgenin ileriki süreçte askerîleştirilmesine nihayetinde katkı sunan
“Teröre Karşı Savaş”a katkı yaptığına dair bildiri destekçilerinin endişelerini
doğrular nitelikte. Dahası, Charlie Hebdo katliamı ardından Paris’te örgütlenen
“cumhuriyetçi” yürüyüşe benzer biçimde, 29 Mart’taki “Hepimiz Bardo’yuz”
yürüyüşünü örgütleyenler, yerel ve jeopolitik amaçlar için “ulusal güvenliğin”
nasıl araçsallaştırılmaya devam ettiği gerçeğini cümlemize hatırlatmaktadır.
Otoriter Rejimlere Karşı DSF
Bölgedeki otoriter rejimlerin birçoğunun kendilerine
sadık sivil toplum örgütlerinden temsilcileri DSF’ye gönderip gerçekten
bağımsız ve halka dayanan sivil toplum örgütlerinin kafasını karıştırmak,
onlara el koymak ve yoldan çıkartmak istemesi asla yeni veya şaşırtıcı bir
durum değil. En dikkat çeken örnek, 2013’teki DSF’nin Beşşar Esad yanlıları ile
karşıtları arasında çatışmalara tanık olunması idi. Ne yazık ki bu yıl da
DSF’de Suriyeli katılımcılar arasında benzer bir dizi çatışma yaşandı.
Bir çatışmada, Esad yanlısı baltacılar grubu, Suriye
Devrimi ile Küresel Dayanışma Kampanyası’nın örgütlendiği bir toplantıyı basmak
istedi. Benzer olaylara, Batı Sahra meselesi ile ilgili olarak kimi Cezayirli
ve Faslı katılımcılar arasında da tanık olundu. Söz konusu olay sonrası DSF
örgütleme komitesi forum esnasında bir basın konferansı ile tepki geliştirmek
zorunda kaldı.
Bu yılın daha da çarpıcı olayı, Cezayir delegasyonunun
yüksek sayılarla katılması idi. Delegasyondaki üyeler 650 dernekten gelmekteydi
ve bu üyelerin sayısı 1.500 civarındaydı. Ancak bu delegasyonun önemli bir
bölümü hiçbir faaliyetin veya atölyenin örgütlenme çalışmasına katılmadı. Bu
da, 2013’te, herhangi bir gerekçe öne sürmeksizin, 96 Cezayirli sivil toplum
eylemcisinin Tunus’a gitmesini yasaklayan Cezayir rejiminin DSF’ye yönelik
yaklaşımından radikal manada uzaklaştığını gösteriyor. Kimi Cezayirli DSF
katılımcılarına göre, hükümet yetkilileri bu yıl farklı bir strateji
benimsemişler.
Belki de Suriyeli muadillerinin elindeki kanunnameden
bir sayfa ödünç almış olan Cezayir hükümeti, görünüşe göre, bu yıl forumu çok
sayıda müşterisi ve baltacıları ile basmaya karar vermiş. Örneğin kaya gazı
çıkarma sürecinin desteklenmesi amacıyla bir etkinlik organize edildi ve burada
açıktan, söz konusu prosedürlerin zararlı çevresel ve sosyo-ekonomik etkilerine
karşı çıkan ve giderek büyüyen halk hareketinin altının oyulması amaçlandı.
Ünlü ve saygın Cezayirli sivil toplum örgütlerince
imza edilen bir dilekçeye göre, Cezayir devleti delegasyonunun görevi, samimi
toplantıları bozmak, muhaliflerin ve eylemcilerin gözünü korkutmak, aynı
zamanda kargaşa yaratmaktı. Otoriter rejimlerin ve onların yardımcılarının,
amacı, “başka bir dünya”yı hayal etmek, bu konuda tartışmalar yürütmek ve onu
yaratmak olan DSF gibi forumlarda oynayacak herhangi bir rolleri yok.
Dolayısıyla, bu gidişata nasıl izin verildiğini ve DSF’nin çalınmasına dönük bu
türden çabaların ileride nasıl durdurulacağını sorgulamak, Forum’un radikal
potansiyeline hâlâ inanan eylemcilerin görevidir.
Tüm dünyadaki ilericiler DSF’yi, var olma sebebi
iktidara hakikati söylemek olan alternatif bir alan olarak görüyorlar. Bu
sebeple devlete, kapitalist ve emperyalist iktidara ait hâkim anlatıların
ayrıca otoriter rejimlerin geliştirdikleri manevraların bizleri bu asil gayeden
uzaklaştırmasına izin verilmemelidir.
Hamza Hamuşinî
Tunus
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder