Pages

08 Nisan 2015

Dünya Sosyal Forumu’nda İktidar ve Direniş


Dünya Sosyal Forumu’nun Çalınmasına Dönük En Son Gayretler

Dünya Sosyal Forumu (DSF), bir önceki hafta Tunus’taki Bardo Müzesi’nde yabancıları hedef alan trajik saldırılara ve fırtınalı havaya karşın, 24-28 Mart tarihleri arasında toplandı. Foruma tüm kıtaları temsilen 125 ülkeden 50.000 insan katıldı.

Küreselleşme karşıtı forum, daha iyi bir dünyaya dönük hâlâ yanmakta olan umut ateşinin canlı, diri ve dinamik bir delili idi. Forum Tunus’ta ikinci kez düzenleniyor. Bu da Tunus’un, bölge genelinde ve sonrasında bölge dışında yaşanan ayaklanmalara ilham veren, ülke çapında dört yıldan fazla bir süre boyunca gerçekleşen kitlesel hareketliliği ile önem arz ettiğini gösteriyor.

Dünya Sosyal Forumu, tüm dünyadan on binlerce insanın “Başka Bir Dünya Mümkün” bayrağı altında, yılda bir toplaşıp örgütlediği, burada planlar hazırladığı, tartışmalar yürüttüğü, örgütlendiği birkaç yerden birisi. Her ne kadar katılımcılar, elde etmek istedikleri araçlar bakımından farklılık arz etse de, amaçlar konusunda genel bir uzlaşma gerçekleşti. Bu amaç, adaletsizlikten, zulümden, otoriterlikten, emperyalizmden ve çoğunluk üzerine kendi yönetimini dikte eden azınlık hâkimiyetinden arındırılmış bir dünyaya ulaşmak. Bir dizi önemli konuyla ilgili olarak binden fazla atölye ve faaliyet örgütlendi. Bu konular arasında, demokrasinin şirketlerin ele geçmesi, çevresel ve iklimsel krizler, ırkçılık ve İslamofobi, kadın hakları, göç ve yeni sömürgecilik gibi başlıklar bulunuyor.

İçeriye Gizlice Sızan İktidar Siyaseti ve STK’laşma

Her ne kadar DSF, radikal düşünme, ağlar kurma ve örgütlenme yönünde çalışmaların yapıldığı ve gerçekleşme imkânı bulduğu bir alan sunmaya devam etse de, o, iktidar siyasetinden ve forumu bir statüko ajandasına dönüştürerek, onu nötralize edip çalma çabalarından asla bağışık değil.

Bu anlamda direnişin sinsice “STK’laştırılması” meselesine yönelik geçerli ve meşru bir eleştirinin yapılması gerekiyor. STK’laşma, neoliberal devletin geleneksel rolünü STK’lara bıraktığı sürecin bir semptomu. STK’ların önemli bir bölümü, neoliberalizme ait “kalkınma” ve “yardım” çerçevesi dâhilinde faaliyet yürütüyor ve parayı DSF’nin karşı çıktığı iktidar yapılarının merkezinde duran aynı Batılı hükümetlerden, uluslararası finans kurumlarından ve çokuluslu şirketlerden alıyor.

Birçok örnekte bu STK’lar, adaletin ve zulmün yapısal nedenlerine bakmak yerine, sadece bunlara ait kimi semptomlara işaret etmekle yetiniyorlar. Bunu yaparak STK’lar, ilk planda sefalet ve ıstırap üreten sistemin süreklileşmesine katkı sunuyorlar.

Söz konusu STK’laşma olgusu bir dizi platformda analiz edilip ele alındı. Bu makale ise şu iki hususa odaklanıyor: a) insanları “başka bir dünya” tahayyül edip kurmaktan alıkoyan kimi hâkim anlatılar, onları olduğu gibi kabul etmemesi ve yapısöküme uğratıp onlara karşı çıkması gereken bu türden alternatif forumlara nasıl sızıp yol alabiliyorlar? b) Bölgedeki otoriter hükümetler, kendi propagandalarını yürütmek ve kendi muhalefetini susturmak için sivil toplumlarını temsilen büyük delegasyonları göndermek suretiyle, bu tip forumlarda nasıl varlık imkânı bulabiliyorlar?

DSF Açılış Yürüyüşü ve “Teröre Karşı Savaş”

Tunus’taki Bardo Müzesi’nde yaşanan trajik olaylarla ilgili bildirisinde örgütleme komitesi, DSF açılış yürüyüşünün “terörizme karşı birleşen dünya halkları” bayrağı altında yapılması gerektiğini duyurdu. Bu acemi ve muğlâk slogan, bilerek ya da bilmeyerek, dünyada daha fazla şiddete ve istikrarsızlığa yol açmış, sayısız ıstıraba neden olmuş o bitmek bilmeyen “Teröre Karşı Savaş” söyleminin yanında saf tutuyor.

Teröre karşı küresel savaş, doğal kaynakların yağmalanması, baskıcı rejimlerin desteklenmesi ve zorba neoliberal küresel düzenin uygulanmasını dayatan batı hegemonyasının sürdürülmesi ve müdahaleciliğin meşrulaştırılması için kullanılmıştır.

DSF hazırlık komitesinin bu dili benimsemesi, gerçekten talihsizlik. Ama bu noktada Tunus’taki mevcut yerel bağlamın bu kararı mümkün kıldığını hatırda tutmamız gerekiyor. Bu bağlam, aralarında kısmen eski rejimin yeniden bir araya gelen kesimlerini içeren politik elitlere mensup kilit unsurların sekülerler ile İslamcılar arasındaki sözde kutuplaşmadan istifade ettikleri bir bağlam. Bilindiği üzere, terörizm genelde İslamcılarla ilişkilendiriliyor. Bu türden savaşların Tunus toplumunun geniş kesimlerinin ruh hâlini önemli oranda etkilediği açık.

Eski diktatör Bin Ali’nin politik amaçlar doğrultusunda “korku politikası” ve “ulusal güvenliği araçsallaştırması yöntemi”ni kullanışının Tunus’un mevcut politik bağlamı için hâlâ varlığını muhafaza eden kimi sonuçları var. Bu yöntemler, sıklıkla, dikkatlerin ayaklanma dâhilinde ifade edilen sosyo-ekonomik endişelerden uzaklaştırılmasına katkı sunmakla kalmıyor, aynı zamanda alternatif devlet kavramsallaştırmaları ve devlet-toplum ilişkilerine dair verili tartışmaları bir biçimde sınırlandırıyor.

Muhtelif yerel ve küresel iktidar yapılarınca “güvenlik”le ilgili söylemlere dönük eski ve yeni başvuru biçimlerinin kabulü konusunda bir dizi örgüt ve bireysel eylemci DSF bildirisine itiraz etti ve bu konuda kimi eleştiriler geliştirdi.

Bu kesim, DSF’nin görev ve hedefleriyle görece daha tutarlı, yeni bir slogan önerdi: “Özgürlük, eşitlik, sosyal adalet ve barış için birleşmiş dünya halkı”. Ayrıca ilgili örgüt ve kişiler, tüm zulüm biçimlerine karşı, Tunus halkı ve terörizm mağdurları ile dayanışma içerisinde olduklarını bildirdiler.

DSF örgütleme komitesine gönderilen bir bildiride imzacı örgütler şunu ifade ettiler: “Küresel adalet hareketi, kendisinin, nihayetinde güvenlikçi/askerî-endüstriyel kompleksten istifade eden bir yoldan, toplumların ileride maruz kalacakları askerîleşmeyi meşrulaştırmak ve halktaki duyguları maniple etmek için tasarlanmış yerel ve jeopolitik ajandalar doğrultusunda kullanılmasına asla izin veremez.”

Bildirinin yol açtığı tartışmaların bir kısmını takip etmek amacıyla muhtelif atölyeler özel olarak bu meseleyi ele aldılar: “Din ve Özgürleşme Süreci Arasındaki Yakınlaşma Toplantısı”, “Yeni Sömürgeci Militarizm ve Devlet Şiddeti” ve “Ferguson’dan Filistin’e: Nefes Alamıyoruz.”

Burada amaç, bildirideki “suçu işleyen ister devlet olsun ister devlet dışı aktörler” ifadesinden bağımsız olarak, ister politik şiddet Tunus’ta isterse dünyanın başka bir yerinde gerçekleşsin, onun gerçek etkilerini küçümsemek asla değil. Aksine burada mesele, “Teröre Karşı Savaş”ın kullanılma yöntemlerinin eskiden beri dikkatleri kapitalist ve emperyalist iktidarın işlediği yoldan ve ilk planda ayaklanmalara yol açmış olan korkunç sosyo-ekonomik ve baskıcı politik koşullardan başka yöne çekmeye yaradığına işaret etmektedir.

Tunus’un seksenlik cumhurbaşkanı Béji Caid Essebsi’nin Tunus’un NATO’nun örgüt dışı önemli bir müttefiki olacağına dair ifadesi, gelişmekte olan “güvenlikçi-askerî-endüstriyel kompleks”in istifade edeceği bir yoldan, bölgenin ileriki süreçte askerîleştirilmesine nihayetinde katkı sunan “Teröre Karşı Savaş”a katkı yaptığına dair bildiri destekçilerinin endişelerini doğrular nitelikte. Dahası, Charlie Hebdo katliamı ardından Paris’te örgütlenen “cumhuriyetçi” yürüyüşe benzer biçimde, 29 Mart’taki “Hepimiz Bardo’yuz” yürüyüşünü örgütleyenler, yerel ve jeopolitik amaçlar için “ulusal güvenliğin” nasıl araçsallaştırılmaya devam ettiği gerçeğini cümlemize hatırlatmaktadır.

Otoriter Rejimlere Karşı DSF

Bölgedeki otoriter rejimlerin birçoğunun kendilerine sadık sivil toplum örgütlerinden temsilcileri DSF’ye gönderip gerçekten bağımsız ve halka dayanan sivil toplum örgütlerinin kafasını karıştırmak, onlara el koymak ve yoldan çıkartmak istemesi asla yeni veya şaşırtıcı bir durum değil. En dikkat çeken örnek, 2013’teki DSF’nin Beşşar Esad yanlıları ile karşıtları arasında çatışmalara tanık olunması idi. Ne yazık ki bu yıl da DSF’de Suriyeli katılımcılar arasında benzer bir dizi çatışma yaşandı.

Bir çatışmada, Esad yanlısı baltacılar grubu, Suriye Devrimi ile Küresel Dayanışma Kampanyası’nın örgütlendiği bir toplantıyı basmak istedi. Benzer olaylara, Batı Sahra meselesi ile ilgili olarak kimi Cezayirli ve Faslı katılımcılar arasında da tanık olundu. Söz konusu olay sonrası DSF örgütleme komitesi forum esnasında bir basın konferansı ile tepki geliştirmek zorunda kaldı.

Bu yılın daha da çarpıcı olayı, Cezayir delegasyonunun yüksek sayılarla katılması idi. Delegasyondaki üyeler 650 dernekten gelmekteydi ve bu üyelerin sayısı 1.500 civarındaydı. Ancak bu delegasyonun önemli bir bölümü hiçbir faaliyetin veya atölyenin örgütlenme çalışmasına katılmadı. Bu da, 2013’te, herhangi bir gerekçe öne sürmeksizin, 96 Cezayirli sivil toplum eylemcisinin Tunus’a gitmesini yasaklayan Cezayir rejiminin DSF’ye yönelik yaklaşımından radikal manada uzaklaştığını gösteriyor. Kimi Cezayirli DSF katılımcılarına göre, hükümet yetkilileri bu yıl farklı bir strateji benimsemişler.

Belki de Suriyeli muadillerinin elindeki kanunnameden bir sayfa ödünç almış olan Cezayir hükümeti, görünüşe göre, bu yıl forumu çok sayıda müşterisi ve baltacıları ile basmaya karar vermiş. Örneğin kaya gazı çıkarma sürecinin desteklenmesi amacıyla bir etkinlik organize edildi ve burada açıktan, söz konusu prosedürlerin zararlı çevresel ve sosyo-ekonomik etkilerine karşı çıkan ve giderek büyüyen halk hareketinin altının oyulması amaçlandı.

Ünlü ve saygın Cezayirli sivil toplum örgütlerince imza edilen bir dilekçeye göre, Cezayir devleti delegasyonunun görevi, samimi toplantıları bozmak, muhaliflerin ve eylemcilerin gözünü korkutmak, aynı zamanda kargaşa yaratmaktı. Otoriter rejimlerin ve onların yardımcılarının, amacı, “başka bir dünya”yı hayal etmek, bu konuda tartışmalar yürütmek ve onu yaratmak olan DSF gibi forumlarda oynayacak herhangi bir rolleri yok. Dolayısıyla, bu gidişata nasıl izin verildiğini ve DSF’nin çalınmasına dönük bu türden çabaların ileride nasıl durdurulacağını sorgulamak, Forum’un radikal potansiyeline hâlâ inanan eylemcilerin görevidir.

Tüm dünyadaki ilericiler DSF’yi, var olma sebebi iktidara hakikati söylemek olan alternatif bir alan olarak görüyorlar. Bu sebeple devlete, kapitalist ve emperyalist iktidara ait hâkim anlatıların ayrıca otoriter rejimlerin geliştirdikleri manevraların bizleri bu asil gayeden uzaklaştırmasına izin verilmemelidir.

Hamza Hamuşinî
Tunus

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder