Pages

16 Nisan 2015

Batı'nın İşbirlikçileri

Batı’nın faşist hükümetlere, sağcı ordulara, dinci bağnazlara, feodal ailelere ve iktidar yapılarına doğrudan sunduğu destek, görmek ve anlamak isteyen için, bugün artık aşikâr ve kolayca tespit edilebilen bir gerçek.

Batı, faaliyetlerini gizli yürütüyor, bir yandan da kendisine bağımlı tüm devletlerdeki işbirlikçilerden oluşan muazzam ve karmaşık bir grup (siz buna “ordu” deyin) yaratıp varlığını sürdürmek için çalışıyor, aynı zamanda söz konusu grubu bu ülkelerde istikrarsızlık ve yıkım yönünde kullanıyor.

Bu iş, öncelikle “sanatın ve kültürün desteklenmesi” üzerinden yapılıyor, boş pop kültür pompalayan, biçimi özün üzerine çıkartan, ülkenin toplumsal ve politik sorunlarını ele almayı ve bunları kitlelere taşımayı reddeden sanatçılar besleniyor.

Burada BM ve sayısız uluslararası STK, devreye giriyor. Kenya türünden birçok sadık ve köleleştirilmiş ülkede yereldeki kadrolara maaş bağlanıyor, yardımlar yapılıyor. Bu sayede yeni elitlerin üretilmesine ve yaşatılmasına katkı sunuluyor. Cukkası sağlam, dolayısıyla sadık olmayı bilen bu elitler, kendi halkına hizmet etmek yerine, kendileriyle fakirler, açlıktan ölen kitleler arasındaki derin uçurumun keyfini çıkartıyorlar.

Batı, işlerini Londra, New York, Paris veya Tokyo’ya yozlaşmış gazetecileri masrafları karşılanmış “eğitimler” için göndermek suretiyle yürütüyor.

Bu işler, “batılı demokratik değerler”i kabul etme arzusunda olan ve kendi ülkelerindeki devrimci mücadeleyi tümüyle terk etmek isteyen özel seçilmiş genç gruplarına verilen “eğitimler” ve burslar aracılığıyla ifa ediliyor. Bu insanlar, “yurt”larına döndükten sonra “beşinci kol” faaliyetlerine katılıyorlar. Hükümet görevlerine, akademyaya ve kitle iletişim araçlarına sızıyorlar. Özel veya kamu sektöründe bu gençler, kendi milletleri yerine yabancı efendilerine ve onların ceplerine hizmet ediyorlar.

Batı, işlerini doğrudan rüşvetçilik üzerinden hallediyor, zira John Perkins’in Bir Ekonomi Tetikçisinin İtirafları isimli kitabında tarif ettiği biçimiyle, rüşvet, batı emperyalizminin istifade ettiği temel araçlardan biri. Bir insan ne denli yozlaşıp rüşvetin kölesi hâline gelmişse ve ne kadar çok pohpohlanıyorsa, bir bağımlı ülkede o kadar çok güvenilir hâle geliyor.

Batı sömürgeciliğinin müesses nizamı, Ortadoğu, Afrika, Hindistan ve Güneydoğu Asya’daki seçkinlerin kibrini nasıl okşayacağını, “yereldeki insanlarla nasıl iş tutacağını” çok iyi biliyor. Onların kendilerini nasıl “istisnai”, “aydınlanmış” ve “sofistike” hissettireceğini bildiğinden, bu isimlerin “zorba ve cahil” çoğunluğun tepesine çöreklenmesi için gerekli hamleleri yapabiliyor. Derin yarıklar açılıyor, bu sayede Batı, dış düşmanlara karşı milletlerin birleşmesine mani oluyor.

Seçkinler lattelerini yudumlayarak New York Times’ın en çok satanlar listesine girmiş kitapları okuyorlar. İşret âlemlerinde kafayı çekiyorlar, CNN, BBC veya El-Cezire izliyorlar, bir yandan da batıdan ithal edilmiş ticarî filmlerde gördüklerini taklit edip “normal bir hayat” yaşamak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Tuhaf olan, bu işbirlikçi elitlerin, tüm fukara dünya genelinde “topluca üretilmiş”, ümitsiz biçimde silik, aynı seviyede insanlar olmaları. Aynı şeyi düşünüyorlar, muhakemeleri aynı şekilde işliyor ve benzer yollardan boş bir varoluşu tecrübe ediyorlar. Bunun nedeni, yaşadıkları kıtadan bağımsız olarak, imparatorluğun kendilerine aynı öğretileri enjekte etmesi ve onların aynı şeyleri arzular hâle getirmesi. Bu elitlerin düşleri de toplu üretime tabi, öyle ki bunların aşkları, hatta ihanetleri bile aynı kalıptan çıkmış gibi. Onlar, aynı markaları aynı AVM’lerden satın alıyorlar, aynı restoran zincirlerinde yemek yiyorlar, aynı aptal filmleri izliyorlar ve aynı rezil müziği dinliyorlar. Bunlar, aynı sosyal medyayı kullanıyorlar; aynı telefonlara sahip olup, aynı aşırı bireyciliğin kulu kölesi oluyorlar. Çünkü içinde yaşadığımız çağ “ben çağı”, “ben-ben-ben her şeyden önce gelir” çağı, öte yandan milyonlarca yurttaşı sefalet koşullarında yaşıyor ve bu, onların hiç umurunda değil.

İşbirlikçilerin önemli bir bölümü aynı politik fikirleri destekliyor. Neredeyse tamamı sağcı, batı yanlısı ve neoliberal. Neredeyse hepsi milliyetçi, ama onlar için milliyetçilik, batı tarzı politik doğruculuğun öğrettiği biçimiyle, emperyalizmin ve neoliberalizmin korkunç biçimde başarısız bir duruma soktuğu sömürülen ülkelerine dönük kibirli bir hayranlık anlamına geliyor. Onlar için milliyetçilik, kesinlikle, dış güçlerin dayatmalarına karşı kavgayı, gerçek özgürlük ve toplumsal adalet için verilecek kararlı bir mücadeleyi ifade etmiyor!

İmparatorluğun birçok bağımlı devletinde çalışıp yaşadıktan sonra ben, artık şunun net olarak farkına vardım: taşradaki en “eğitimsiz” çiftçi bile bu işbirlikçi kentli “elitler”den daha yaratıcıdır, onlardan daha fazla haysiyete ve dünya konusunda daha derin bir anlayışa sahiptir. Basit insanlarda bireysel kimi görüşler mevcuttur ve bunlar, en azından merhamet ve şefkat gibi temel kimi insanî güdülere sahiptirler.

İmparatorluk, boşluk ve nihilizm üretiyor. Bu, aşırı derece iç karartıcı bir imparatorluk. Ona hizmet edenler ya da daha açık ifadeyle, kendisini ona satanlar, bugün daha kederli, hatta acınılası bireylerdir, bu kişiler, karakterden, dürüstlükten ve farklılıktan mahrumdurlar.

Aynı zamanda bu insanlar, aşırı derece zorba ve bencildirler, onlar, kendi ülkelerini yağmalamakta, kendi halkına zulmetmektedirler. Ama öte yandan, eldeki güç imkânları bile onlara keyif vermemektedir.

Onlar, korku içerisindedirler. Bunun nedenini bilmiyorlar, ama yaptıkları bir şeyin yanlış olduğunu hissediyorlar. Daha çok korktukça daha fazla güce ve servete ihtiyaç duyduklarını düşünüyorlar. Ülkede bir şeyler patlak verirse, “korunmak” için, evlerinin etrafına tel örgüler çekip bekçiler tutuyorlar, nihayetinde de yurtdışındaki malikânelerine ve apartman dairelerine gidip ortadan kaybolmayı planlıyorlar.

* * *

Hindistan’da, Endonezya’da, tüm Afrika’da sömürgeci imparatorluklar, ülkedeki kimi insanları kitleleri kontrol ve terörize etmek için kullana geldi. Bu, daha etkili ve daha pratik bir yol zira. Yereldeki isimler yerel halkı daha iyi tanıyorlar. Aynı dili konuşuyorlar ve “nerenin acıyacağını” daha iyi biliyorlar.

Değişen hiçbir şey yok. İmparatorluk, hâlâ hizmetkârlarına, bağımlı devletlerin içindeki elitlere emirler yağdırıp duruyor. O, ancak ülke içerisindeki kadrolar “güvenilmez” hâle geldiği noktada ve Irak, Libya veya Suriye’de yaşandığı üzere, kendi halkına zulmetme becerisi gösteremediğinde müdahale ediyor.

IMF ve Dünya Bankası gibi örgütler, Hindistan, Afrika ve Güneydoğu Asya’dan çok sayıda elit kesime mensup insanı görevlendiriyor, zira bu görevlendirme, onlar imparatorluk adına her şeyi kendi halkından söküp alma noktasında gereğinden fazla etkili ve zorba olabildikleri için yapılıyor. Bu elitler, söz konusu işleri efendilerini etkilemek ya da basit manada kendi halkının garezinden korktuğundan yapıyorlar.

Bu düzen ebediyete dek sürmeyecek. Güneydoğu Asya’dan Ortadoğu’ya, oradan Afrika’ya uzanan kuşak, tüm dünya genelinde herkesçe kötü anılan bir itibara kavuşuyor. Yürekli olan herkes, onun örnekliğini gönüllü olarak takip etmek istiyor.

Daha iyi bir dünya düzeni için dövüşen çok sayıda ülke var artık. Neredeyse tüm Latin Amerika, Rusya, Çin, Güney Afrika, Eritre ve İran imparatorluğa kul köle olmaya karşı çıkıyor. Bunlara başkaları da katılıyor.

Korku senaryolarının o efendilerinin ne denli parlak isimler olduğunun bir önemi yok, düdüklerini ne kadar iyi öttürdükleri de kıymetsiz, çizmelerini yalayan milyonlarca hizmetkârları varmış, ne gâm! Ama bugün şurası kesin: onların şiddet konusundaki hünerlerinin dünya sahnesine hâkim olmasına artık izin verilmeyecek.

Andre Vltchek
10 Nisan 2015
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder