Pages

30 Nisan 2015

Aritmetik

Türkiye’de mebzul miktarda örgüt vardır ama komünist parti yoktur.

Komünist parti, verili duruma ve döneme göre, mevcut dinamikleri örgütleyen ve onlara örgütlenen örgütlerin devrimci kolektifidir. Bu gerçeği, “kutsal birey” putuna kurban etmek ve onun kaprisleri önünde diz çöktürmek, hatalıdır. Dolayısıyla komünist parti, üç-beş kişinin fantezisi, kurgusu değil, kolektif mücadelenin sürece dair bir ürünüdür.

Bugün örgütler, belirli özel şahısların hikâyelerine dairdirler. O şahısların fiziği, kimyası ve biyolojisi, esası teşkil etmekte, onun dışındaki gerçek, ona göre eğilip bükülmektedir. 

Örgüt şeflerinin “içimizdeki zararlı unsurları kustuk” demeleri ile Erdoğan’ın ülkeyi kendi bedenine dair bir imge olarak kullanması arasında fark yoktur. Zaten bu örgütlerin muhalefeti, basit bir garez ve haset üzerine kuruludur.

Fizik, kimya ve biyoloji tekil şahıslara kapatılınca, dış dünya ancak aritmetiğin konusu olabilmektedir. Belirli bir fiziği, kimyası, biyolojisi olan, ona tapan özneler, pratikte ancak aritmetikten söz edebilmektedirler.

“Sayma becerisi” olarak aritmetik, bitmiş fizikî, kimyevî ve biyolojik bir varlığın olgun meyveleri dallarından toplamasıyla ilgilidir. Örgütlerin birbirlerinin olgunlaşmış kadrolarına, imkânlarına, araçlarına, yöntemlerine, teorik birikimine göz koymalarının sebebi burada aranmalıdır. Mülkiyetçilik ve rekabetçilik, burayla ilgilidir. Bu hatta girilince, fizik, kimya ve biyoloji, basit rakamlara kapatılmak zorundadır. Sol, bu kapatmanın adıdır.

Bugün esasen sol şefler şahsında hareketin fiziği kilitlenmiş, kimyası çözülmüş, biyolojisi çürümüştür.

Taksim’e çıkmak, ortak fiziğin, kimyanın, biyolojinin emri, ihtiyacı doğrultusunda talep edilmemektedir. Daha fazla kitleye ulaşmak, kilitlenen yerleri açmak, çözülen yerleri bağlamak, çürüyen alanları diriltmek değildir amaç. Kilitlenmeyi, çözülmeyi, çürümeyi isteyenler bellidir.

Bitmiş-tamamlanmış özne, kitlelerin derdine-öfkesine örgütlenmeyi de bilememektedir. Özne, sanki o kitlelerin fiziğinden, kimyasından, biyolojisinden ürktüğü için özne olmuş gibidir.

Engels “İhtiyaç her şeyin anasıdır” demektedir, Avusturya İşçi Marşı ise “Anamız işçi sınıfı.” Demek ki ihtiyacın sınıfsallığı belirlenmeli, sınıfın ihtiyacı gözetilmelidir. Özel şeflerin kendi özel fiziğini, kimyasını, biyolojisini koruma çabası, ihtiyacı ve sınıfı kapı dışarı etmek zorundadır.

Koruma çabası, ona uygun kadro üretmektedir. Kadrolar, ancak o özel kişilerin özel ihtiyaçlarını görebilmektedirler. Bu da kadroların, ezilenlerin-sömürülenlerin fiziğine, kimyasına ve biyolojisine karşı körleşmelerine neden olmaktadır. Hayat, bir süre rakamlarla oyalanarak geçmekte, sonra gerçek rakamlar (maaş, kariyer, basamaklar, arkadaş sayıları vs.) baskın hâle gelmektedir.

Zımnî anlaşma gereği, şefler, herkesin kendisi gibi olmasını istemekte, ama kimsenin kendisi gibi olmasına izin vermemekte, bunu istememekte, sonuçta da kadrolar, kısa sürede hareketi terk etmektedirler.

Ortada devrim gibi ağır bir iş süreci varsa, ağır bir yükü kaldırmak için başkalarına ihtiyaç duyulması gibi, bu iş için de her daim başkaları gözetilmelidir. Ötekicilik, postacılık, bu başka hayatı, başka insanları, başka dinamikleri kendi oldukları yerde boğmaya yazgılıdır. “Bana dokunma, ben de sana dokunmayayım” diyen bir sözleşme yürürlüktedir.

Sınıf derken, bu açıdan, meslekî ideolojilerin kendi dünyalarına benzetmek istedikleri bir yapıdan söz edilmemektedir. Sendikalar ve odalar, politikmiş gibi görünme imkânından başka bir şeye yaramamaktadırlar. Herkes her şeyi kendisine boğduğundan, bu tip mevziler de basit birer mevkie dönüşmektedir. Aritmetik bilinci, buralardaki fizikî, kimyevî ve biyolojik süreçleri örtmek zorundadır.

Devrim denilen iş süreci, ortaklaşmayı zorunlu kılar. Devrim, şiddetini hissettirdiğinde, dip dalgada bir toparlanma söz konusu olur iken, yüzeydeki köpükler olarak sol örgütler sağa sola kaçışırlar. İşten kaçan, kaytaran insanlar başa geçerler. Mahallesindeki bakkalla, otobüsteki insanlarla, yolda, orada burada halkla teması artık devrim değil, kendi bireyselliğini korumak ve yaldızlamak amaçlıdır.

Oysa Taksim, bir imgedir. Tarihselliğiyle devrimcidir. Taksim’e çıkma iradesi, ara sokaklara, o sokaklarda bulunan ve artık örgüt bürolarının yerini almış bar ve kafelere işaret etmekle ilgilidir. Aritmetik bilinci, “dostlar alışverişte görsün” anlayışını anbean güncellemeye mecburdur.

Eylemler, rakama indirgenmiş arkadaşların görüldüğü bir ziyaret yeridir. Bu anlayış, kendi fiziğini, kimyasını ve biyolojisini mutlaklaştırmak, kitlelerin fiziğine, kimyasına ve biyolojisine ise ancak rakamlar üzerinden tahammül edebilmek zorundadır.

Aritmetik anlayışının bir yansıması da, parçası olduğu yapı tarafından içi boşaltılmış, tasfiye edilmiş Antikapitalist Müslümanlar’ın, iş işten geçtikten sonra, ittifak konusu olabileceğini söylemektir. “İttifak” sözü, AKM’nin yerli, kendisini dışsal görmekle ilgilidir muhtemelen. Burada, Soros vakıfları türünden, yerli ortaklar aranmaktadır. Onun sahip değil, ait olduğu fizik, kimya ve biyoloji, asla ciddiye alınmamaktadır. Ya da kendisini yerli kabul etmekte, İslam’ı yabancı unsur kabul eden Kemalistler gibi, onu kandırma yoluna gidilmektedir. AKM, toplum denilen niceliksel toplama ait bir hesap kalemi olmadığına göre, buradaki ittifak arayışı, üst, yönetsel hesaplara dairdir, alta, devrimci olana değil.

Burjuvaziyle sahte, yalan bir eşitlikçi hülya ile ilişkilenen, işine geldiği yerde onun sofrasına oturan küçük burjuvazinin, ezilenlerin-sömürülenlerin fiziğinden, kimyasından ve biyolojisinden korkması, onları rakamlara hapsetmesi kaçınılmazdır. Kurtuluş mücadelesi, bir yönüyle, bu hapisten kurtulmakla da ilgilidir.

Taksim, ya zindan ya da hürriyet kapısıdır. Tercihi belirleyecek olan, gene ihtiyacın sınıfsallığı, sınıfın ihtiyacıdır.

Eren Balkır
30 Nisan 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder