Sakarya’da bir minibüs şoförünün başına gelenler, hâlâ
mizah konusu. Şoför, o lafı aracın yanma tehlikesi karşısında, panikle ettiğini
söylüyor. Bizim küçük burjuvamız ise, gerçek zincirlerini gizlemek adına,
kimsenin kölesi olmadığını göstermek için bu olayı alay konusu ediyor.
Geçmişte Nokta dergisi yapardı, böylesi
toplumsal tepki deneylerini. Bir duvara yaslanan dergi mensubu, “duvar
devriliyor, el edin” diyordu sokakta gelen geçene. İnsanlardaki “sürü
psikolojisi”ni konu edinen ve alaya alan bu deney sayesinde birileri
bireyciliğini okşuyor, “söz-yetki-karar”ın kendisinde olduğunu söylüyor.
Buradan, siyaset, bireysel hazza, bilişsel-duygusal zevke indirgeniyor. Halktan
ve kitleden kopartılıyor.
* * *
“Müşterekleşelim, yola yeniden başlayalım” diyen ve
aslolarak yüce bireye seslenen bir grup genç, Don Kişot işgal evinden
anarşistlerce nasıl tasfiye edildiklerini, “bireysel liberalizm”in nasıl hâkim
olduğunu anlatıyorlar.[1] Oysa o düsturun gerçek sahipleri hak istemişler,
tahakküm kurmuşlar, hepsi bu. Ama bu değerlendirme, süreç içerisinde Gezi’nin
ve ayaklanmanın nasıl bireysel hazza kapatıldığını örtbas ediyor. Yani hep o
hazza, bu amaçla esas olarak anarşistlere sesleniyorlar, sonra da “bizi kovdular”
diye feveran ediyorlar. Nereden baksak tutarsızlık!
Bu bireyci okumayı yapanlar, batıdan çevirdikleri
kitapları esasen okumuyorlar, o kitapları silkeliyorlar, işine gelen, kendi
bireysel bedenine uyan, afili cümleleri avuçlarına toplayıp sağa sola bunları
savuruyorlar. Jouisssance, en sevdikleri kelime. Bu kelimeyi kullanan
felsefecilerin onu hangi bağlamda kullandıklarının bir önemi yok. Asıl, o terim
etrafında dönen düşüncenin bireyin haz dünyasını yüceltiyor oluşu yüceltiliyor.
“Piston aşağı indi” denilince “hayvan sürüsü” gibi
koşmaya başlayan halka bakmak, onu görmek buradan “gerici” olarak yaftalanıyor.
Örneğin, belirli bir halk kurgusuna yaslanan Cephe hareketinin bugün “gerici,
IŞİD’ci ve faşist” olarak damgalanmasının nedeni de burada. “Kim o bireyin yüce
hazlarına hitap ediyorsa, o siyaseten yol alır” deniliyor. Buradan devrim ve
sosyalizm de bugüne, bugündeki bireyin zevk-haz dünyasına kurban ediliyor.
Geçmiş, bu zevk-haz ölçütüne göre eleştiriliyor, oradan aşılıyor. Ölçü, birey
ve bireysel hazdan çekilince, her şey kir olarak görülmeye başlanıyor. Her şey
nasıl olsa geleceğe temiz çıkmak isteyen birey için.
* * *
Tüm bu teorik, ideolojik, politik kurgu, AKP’ye ve
iktidara karşı mücadeleyi de tayin ediyor. Düşman, belirli şahıslara
indirgeniyor ve o şahısların birey ötesi oluşumların ajanları olduğu söylenip
bugündeki bireyin duyguları okşanmak isteniyor. Allah, ahret, devlet, halk vs.
birey ötesi kurgular olarak paketlenip çöpe atılıyor.
Ülkenin komünist partisi olduğunu iddia eden yapı,
“halk sürüdür” düsturunu seçim afişlerine yansıtıyor. Birleşen Haziran, daha
harekete geçemeden, bu bireysel haz dünyaları ölçüsünde dağılıyor. Kendi
bindiği dalı kesiyor, Haziran’ın birliği değil, bireylerin yan yanalığı
üzerinden düşünüyor çünkü.
AKP de kendi geniş kitle tabanına yönelik her türlü
sızmaya karşı hamle yapıyor. Bu açıdan Fethullah, Sızıntı’nın kendisi. Bir
metafor, im olarak örgütleniyor. “Geziciler” ve “paralelciler” yaftasını sol da
üzerine alıyor. Sol, bireylere seslendiğinden ve sürekli bu kitlenin
birlikteliğe dair tepkilerini küçümsediğinden, o kitle dâhilinde asla temas ve
mevzi oluşturma imkânı bulamıyor. Böyle bir derdi de yok zaten. Örneğin HDP, bu
imkânı sol bireyciliğe yakınlaştıkça elinden kaçırıyor. AKP karşıtlığının onun
elindeki sürüleşmiş kitleye karşı, özgür bireylerden oluşan bir “cemaat”i
üretmesi bekleniyor. “Piston aşağı indi” denilince koşuşturan insanları alaya
alan zihniyet, o insanların araçta bir tehlike olduğunu sezdiğini görmüyor.
Halkın sezgi, algı ve bilgisine asla güvenmiyor.
Demirtaş’ın oyunu HDP oyu olarak görüp,
cumhurbaşkanlığı seçiminde alınan oyu baz almak, sorunlu bu açıdan. Tek bir
şahsa indirgenmiş siyasetin çıkışı yok. Ona bakılırsa, o vakit Erdoğan’ın 7
Haziran sonrası alacağı oyun da yüzde 52 üzerinden tahmin konusu edilmesi
gerek. Ayrıca liberal çevrelerin, eski CHP’lilerin HDP’ye destek açıklamalarına
bel bağlamamak gerekiyor. Bugün bu isimler gaz veriyorlar ama seçimde gene
CHP’ye oy verecekler. Mesele, HDP’nin maniple edilmesi ve sistem içerisinde
kontrol altına alınmak istenmesi.
* * *
Dün çöplükten Mansur Yavaş oyları toplayanların, bugün
gene Fethullahçı çöp bidonlarını eşelemesi anlamsız. SoL, Birgün ve
Evrensel gazeteleri gözümüze bulduklarını sokuyorlar. Çatlaklar büyüyor,
AKP’de piston aşağı iniyor, “ha, şimdi AKP yıkılıyor” yaygarası kopartılıyor.
Ama bunun karşısında nesnel bir mevziden, devrimci bir hattan bahseden yok.
Burjuva siyasetinin tüm gösterisine dâhil olma yarışı içerisindeyiz. Mangalda
kül bırakmayan, devrimci pozlar kesen ama akademiye yapılan maaş zammı sonrası
süt dökmüş kediye dönen, internet âleminde kedi resimleri paylaşan solcu
akademisyenlerin ülkesi burası.
Bu evrede ODTÜ’lü gençler, FKF ağzından, Özgecan’ın
katili ile Müslüman gençleri özdeşleştirerek yol alabileceklerini
zannediyorlar. Geçmişin mirasını, zevk ve haz dünyasına kurban ediyorlar.
Özgecan’ın katili MHP’nin kurt işaretini yapıyordu, aynı ODTÜ’lü gençler
belediye seçimi öncesinde Mansur Yavaş’çıydı, kurt işareti yapana oy verdi,
seçimden bir gün sonra da CHP’yi işgal ederek, sınıfsal tepkisini ortaya koydu.
Bugün kitle içerisinden özel bireylerin hazlarını ve
duygusal korkularını kaşıyınca çoğalacaklarını düşünüyorlar. ODTÜ, stadına
“Devrim” yazılan, emperyalistlerin otomobilini yakan bir mevzi olmaktan
çıkıyor, çimenlerinde özgürce yuvarlanıp, kendisini sermaye dünyasına hazırlayanların
öğrenci evine dönüşüyor.
Bireyci, orta sınıfçı tepki biçimlerinin bir tezahürü
de iç güvenlik yasasının görüşüldüğü günlerde “angaryaya hayır!” eylemi yapan
milletvekilleri. Kendisini beyaz yakalı çalışan zanneden milletvekilleri, gece
çalışıyor olmalarına isyan ediyorlar, oysa orada bir memleketin kaderine ağır
bir pranga vuruluyor, bizim solcularımız ise “beni bu kadar çalıştıramazsın”
diye patronuna kızıyor. Bu siyaset dilinden ve tarzından uzaklaşmak şart.
HDP’lilerin bu eylemi seçimlere kadar dinmiş, sakinleştirilen sokaklarda
karşılığını buluyor.
* * *
AKP’de hükümet-Tayyip, Arınç-Gökçek tartışmalarının
ardında derin bir konsolidasyon girişimi var. Burada sol gazeteler ve internet
siteleri gibi, ellerimizi ovuşturup sol için fırsatın doğduğu yanılsamasına
kapılmamak gerek. Tekil şahısların kavgaları, onların ardında, bloklar hâlinde,
kitlesel hareketlilikler varsa anlamlı. Bu tür iç çekişmeler, içerinin
pekiştirilmesine katkı sunuyor. Yani verilen örnekten ilerlersek, “piston aşağı
inince” aracı ilelebet terk eden bir kitle yok, tahkim ve tamir edilen bir
minibüs var orta yerde.
Solun AKP kitlesiyle dövüşürken, lügatinden kitlesel
olan ne varsa silmesi, AKP kitlesi ve başka katmanlarla organik ilişkiler
kurmaktan çekinmesi sonucu, bu tür iç çekişmelere yüce anlamlar yükleniyor.
Sol, “emperyalistler, ekonomik kriz, ABD, ordu, CHP” gibi odaklardan medet
umdukça, çaresizliğini de haykırmış oluyor. Kendi çaresizliğini dile dökmekten
başka bir şey yapmayan, halka nasıl çare olsun?
Özgecan’ın katli sonrası CHP’liler, en ufak çığlıkta
herkesi karakola koşmaya, “muhbir vatandaş” olmaya çağırıyorlardı. Kadın
cinayetini liberal küçük burjuva tarzda ele almak, devleti tahkim ediyordu. AKP
içerisindeki tartışmaya odun taşıyanlar, buradan nemalanacağını zannedenler de
“Başkan Erdoğan” kurgusuna payanda oluyorlar. Hakan Albayrak Reis’i
eleştiriyor” diye sevinenler, Albayrak’ın Erdoğan’ı yağlayıp balladığını,
allayıp pulladığını görmüyor, görmek istemiyor. Sonuçta Meral Danış Beştaş’ın
ifadesiyle, [kutsal] “sürecin iki mimarından biri Tayyip, diğeri Öcalan.”
* * *
Gökçek’in derdi, oğlunu milletvekili yaptırmak. 17-25
Aralık sonrası gıkı çıkmayan Gökçek’in göbeğinin nerelere bağlı olduğunu, Arınç
ifşa ediyor. Bugün paralel avcılığına soyunmasının nedeni, kendi çıkar
ilişkileri. Arınç ise Gökçek’in arkasında Tayyip’in olduğunu düşünüyor. Bu
kişileri kendisi gibi birer birey zanneden, öyle zannetmek zorunda olan sol,
söz konusu tartışmada kendisine alan açıldığını düşünmek istiyor. Oysa polemik
iç konsolidasyona hizmet ediyor. AKP borazanları, şimdiden Tayyip’i ortak harç
olarak işaret ediyorlar. Bunu başkanlık tartışmaları ile birlikte düşünmek
gerekiyor.
Etyen Mahçupyan’ın yazısı da aynı yere denk
düşüyor.[2] Tartışma içerisinde Tayyip, herkesi kendisine kul etme gayreti
içerisinde. Bu da başkanlık formülüyle bağlantılı gibi görünüyor. Bireysel haz
siyaseti, başkanlık meselesine gene bireysel yaklaşıyor ve “seni başkan
yaptırmayacağız!” diyor. “Başkanlık istemiyoruz, kimseyi başkan yaptırmayacağız!”
demiyor. Mesele gene bireysel, tekil olana mahkûm ediliyor. AKP kendisine karşı
olanları bu haz coğrafyasına sürüyor. Kendisini kitlesine “dava adamı” olarak
takdim etme imkânı buluyor. Sol da bu tahterevallide yükseleceği anı bekliyor.
Anın kurtuluşu için kitlesel, kolektif, nesnel olanın devrimci imkânları heba
ediliyor. Zaafımız budur, buradadır.
Eren Balkır
24 Mart 2015
Dipnotlar:
[1] Erge Sahillioğlu, “Don Kişot’ta Gelinen Nokta”, 16 Mart 2015, Başlangıç.
[2] Etyen Mahçupyan, “Kutuplaşma Kime Yarıyor?”, 24
Mart 2015, İslami Analiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder