Bir
sahne kuruldu, sahnenin bir ucundan diğer ucuna uzanan sokak dekorunda
başroller, bu dünyanın kanını içenlere verilmişti. Arkada kalabalık olsun,
rabarba yapsınlar diye toplaşan figüranlara ise “sol” deniliyordu. En önde bir
pankart, ağızlarda “şarliyim ben” çığlıkları…
Bu resim, son Gazze katliamında annesini kaybetmiş,
her gün ödevlerini gidip annesinin mezarında yapan bir çocuğu gösteriyor.
Şarliciler, işte bu annenin ve binlerce Filistinlinin katilinin arkasında
yürümekten hiç utanmadılar.
Çünkü onlar “insan”, “orta sınıf”, “özgür” değillerdi.
Sol, en fazla, fukaraya sunulmuş sınıf atlama zokasıydı. O, efendilerine,
fukaraya “insan, orta sınıf ve özgür” olmayı öğretme sözü verdiğinden, bu tür
saldırı anlarında hemen başöğretmeninin eteğinin dibine koşmak zorundaydı.
Efendi, sol, “insan, sınıf, özgürlük” dediğinde onun kendisine işaret ettiğini
biliyor, görüyordu. Ona göre sol, babaya öfkelenip evi terk eden ama sonra
tıpış tıpış yuvaya dönecek olan haylaz küçük çocuktu. O evden çıktığında bile
hep o evi yücelten, onu güzel gösteren cümleler kuracaktı.
Türkiye özelinde bu üçü tek bir kelimede ifadesini
bulmuştu: Türk. Türk olmak, insan, orta sınıf ve özgür olmayı hak etmek
demekti. O hâlde “ifade özgürlüğü” ve “mizahın gücü” teranelerine pek kanmamak
gerekliydi. Bu kelimelerin altı kazındığında ortaya gene o yüce Türk çıkıyordu.
Bu kelimeler, onca Kürd’ün ve Müslüman’ın tepesinde sallanan kılıç gibiydi.
İşte Şarliciler, o yüce Türk’ün kuyruğuna tutundular, efendilerine “gözümü
kaparım, vazifemi yaparım” dediler.
Sebep? Sebebi şu: Sol, yıllardır AKP’nin varlığı
üzerinden nüfusunu ve nüfuzunu artırma hesabı yapıyor. En ufak olayı kendi
çıkarına yontuyor, bunu da Türk olmaya göre tarif ediyor. Rahle-i tedrisi
burjuvazi olduğu için en fazla tüccar olabiliyor ve her sinekten yağ çıkartmayı
siyaset zannediyor.
İslamî muadilleri gibi sol da “bu memleket bizim”
diyor; ne “Mülk Allah’ındır” diyebiliyor ne de Pir Sultan gibi, “bu yurt senin
değil, konar göçersin”. Hemen mülkiyetçi refleks giriyor devreye, muadilini mas
etmek için, oyuna alınmayan ama futbol oynanacak bahçenin sahibinin oğlu olan
çocuk gibi, “iyi de bu bahçe bizim, oynatmam sizi, defolun” diyor. Siyaset bu
iradenin kendisi olarak kurgulanıyor.
Sinekten yağ çıkartmak, mevcut sınırlı koşullarda
mecburi oluyor. Fransa’da bir katliam mı oldu, o derhal ülke içi siyasete
tahvil ediliyor, alanı genişletmek için bir araca dönüştürülüyor, 12 kişinin
ölümünün bir hükmü yok aslında, esas olarak iç siyaset malzemesi hâline
getirilen saldırı dolayımıyla AKP’nin alanı daraltılmak isteniyor. En azından
son iki yıldır bu şekilde hareket eden sol, yaptığı tüm hamlelerin AKP’nin
ekmeğine yağ sürdüğünü görmüyor; biraz da “AKP daha da güçlensin ki ben de
güçlenebileyim” diyor sanki. Tayyip ve danışmanları bunu bildiğinden bu oyuna
kendi kurallarını dayatarak dâhil oluyorlar.
Sol, son Şarliciliği ile aslında şunu demiş oluyor:
“Ey Batı, bu AKP’yi başımıza siz musallat ettiniz, bizi ondan gene siz
kurtaracaksınız, bakın gördünüz, İslam nasıl da başa belâ bir şey, gelin bir de
bizim hâlimizi görün, n’olur kurtarın bizi AKP’den!” Bu yemeğe soğuk suyu,
solun bir ara çok sahip çıktığı Amberin Zaman döküyor: “Amerika’daydım, oradan
bakınca AKP’nin gidici olmadığı anlaşılıyor, bilginize.”
Sinekten yağ çıkartan bu yağ tüccarları, İslam’ı
karalayıp AKP’yi köşeye sıkıştırdığında devrim olacağını zannedecek kadar acz
içerisindeler. İslam düşmanı dalgaya binerek iktidara gelme hesabı yapıyorlar.
Sonra da halka “biz anti-emperyalistiz” diyorlar. Hem emperyalistlerden icazet
ve destek bekliyorlar hem de ona karşı olduklarını söylüyorlar.
Yağ
tüccarlarının ağababaları da bu tür ticarette usta olduğunu anında gösteriyor:
Market baskınında rehineleri saklayıp hayatlarını kurtaran Malili Müslüman,
Lassana Bathily’ye Fransız vatandaşlığı veriliyor ödül niyetine. 16 yaşında
Fransa’ya gelmiş, köpek gibi çalışmış, bugün 24 yaşında olan bu gence
vatandaşlık ancak o yüce Fransız yurttaşlarını kurtardığında verilebiliyor,
“köpeğin önüne atılan kemik” niyetine. Sekiz yıl sonra verilen vatandaşlık
ödülünün töreninde sinekten derhal yağ çıkartılıyor ve Bathily “ılımlı İslam”ın
yüzü olarak pazarlanıyor. Efendiler ve öğrencisi sol, hiçbir fırsatı
kaçırmıyor…
Bugün sol, Şarlicilikte ekmek olmadığını düşünmüş
olacak ki şimdi de bir köfteci zincirini gündemine aldı. O Suriyelilere “gidin
AKP’ye dilenin” diyen ya da bu lafı edenlere seslenen sol, bu ülkede yüz
binlerce fukara Suriyeli olduğunu nasıl olduysa anımsadı. Ankara Hacı Bayram’da
berbat koşullarda yaşayan ama oradan da sökülüp atılmak istenen Suriyelileri
görmedi, bir şerefsizin tokadını yiyen ufak çocuğu gördü. O çocuğun çilesini
anladığı, yüreğinde duyduğu yoktu aslında. Tek derdi, bu sinekten kendince yağ
çıkartabilmekti. Şarlicilik yaparak yeterince orta sınıflara seslendiğini
düşünmüş olacak ki bu sefer orta sınıflarda arızi bir durum olarak, kısmen
görülen vicdanî yaklaşıma yöneldi. Anlaşılan sol “ah yazık, çocuğa tokat
atmışlar” diye ahlanan ama bir yandan da “gelmeselerdi canım” diyen bir kesimin
oylarına muhtaçtı. Sol böyle bir fırsatı kaçırmak istemedi ve “yakarız
ortalığı” diye bağırdı, bu laf, yakmayacağının garantisiydi zaten, çünkü
içeride bir sürü “yoldaş”ı vardı. Zira o da biliyordu, Müslüm Baba’nın lafına
atfen, “dünyayı yakarsa gariplerin yakacağını.” İyi de sol garip değil ki
dünyayı yakabilsin!
Eren Balkır
25 Ocak 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder