Yirmi iki yaşında lisans eğitimini almak için sürünen
Ian Harris’in kaderi, görünüşe göre, o kendini beğenmiş ve yüklü miktarda maaş
alanların safına katılmak yönündeydi. Planları Washington’da düzenlenen İlerici
Öğrenci Ağı konferansına tesadüfen katıldığı noktada, ansızın değişti.
Toplantının teması, yarımkürede ortaya çıkan halk hareketleriydi. Ian’e göre,
toplantıdaki eylemcilerin iyi niyeti, bir Rage Against the Machine albümüne
sahip olmanın ötesine geçmiyordu, görünüşe göre, Ian’de belirli bir tarih anlayışı
mevcuttu. Ortada sömürülenlerin adil ve asil kıpırtıları söz konusuydu ve o,
sömürülenlerin safındaydı. Takvim yaprakları 1994 yılını gösteriyordu; o
günlerde Larry Hunter Cumhuriyetçiler adına, seçimler öncesi Amerika ile
Sözleşme’nin taslağını hazırlıyor, Vanilla Ice rasta saçlarıyla spor
yapıyor, Ian ise Chiapas’a doğru yola çıkıyordu.
“Zapatista Turizmi”, Meksika’nın güney eyaletine akan
binlerce eylemciye tanık oldu. Tierra Adentro gibi yerlerdeki tüccarlar,
uluslararası maceracılara süs eşyaları ve el sanatı ürünleri satıyor,
okullarından mezun olmuş öğrenciler, ülkelerine dönüp “geçiş koşullarında
seferberlik çerçeveleri” veya karşı hareket sinerjisi” gibi konularla ilgili
mastır tezlerini satıyorlardı. Küresel iklim ve yerel koşullar aslında
eskisinden farksızdı ama Meksika’ya gitmiş olanlar, esas olarak Venceremos
Tugayı ve Kuzey Yıldızı Ağı geleneğine mensuplardı. Pasif birer gözlemci
olmayan bu eylemciler yardım getirdiler, insan hakları gözlem faaliyetleri
içerisine girdiler, sulama tesisleri kurdular ve altyapıyı tamir ettiler ve
genel manada enternasyonalizmin asli modeli olarak çalıştılar. Bugün bile hâlâ
Ian’in cepheyle ilgili anlattığı hikâyeler, çoğunlukla kronik ishal ve
sivrisineklerle ilgili. Bugün bir hukuk şirketinin ortağı olan Ian, kendisinin
de itiraf ettiği biçimiyle, kendini beğenmiş ve yüklü miktarda maaş alan birisi.
Bağlam
Soğuk Savaş dönemi süresince, Sovyetler Birliği’ne
eleştiriler yönelten birçok solcu için bile, periferideki toplumları sefalet ve
azgelişmişlik batağından çekip çıkartma yönündeki gayretler romantik duygular
çağrıştırıyordu. Evrensel bir sınıf olan proletaryanın tarihsel potansiyeli
kenara itilmişti. Maoistler köylülüğü yüceltiyor, Fanoncular da lümpen
proletaryayı övüyorlardı. Fotojenik Latin Amerikalı gerillalar, Çinli köylüler
ve Üçüncü Dünyalı orta düzey subaylar, modernite ve ilerlemeye kısa devre yapan
unsurlar olarak takdim edildiler. Sosyalist ülkelerin kapitalizmle, onun
dışından rekabet etmesi, nihayetinde onu aşması gerekiyordu.
Üçüncü Dünya milliyetçiliğinin feri, daha Doğu
Bloğu’nun çökmesinden çok önce sönmüştü. Julius Nyerere’nin köy
kooperatiflerine dayalı merkezsizleştirilmiş “Afrika sosyalizmi”, Tanzanya’yı
kıtadaki önde gelen tarım ürünleri ihracatçısından en büyük ithalatçısı
durumuna getirdi. Bölgede, Angola, Mozambik ve Etiyopya gibi ülkelerde
uygulamaya sokulan, klasik manada Stalinist kalkınma programları vahim sonuçlar
doğurdular. Vietnam ve Küba’da övgüyle karşılanan devrimciler de zamanla
gizemlerini yitirdiler. Vietnam’da ABD’ye karşı kazanılan zafer, esasında bir
Pirus zaferi olduğunu ispatladı. Geride zehirlenmiş bir manzara ve milyonlarca
ölü bırakan ulusal kurtuluş güçleri, hem uluslararası sermaye hem de eski
düşmanları ile uzlaşma yoluna gittiler. Küba’da devrimin ilk dönemlerindeki
coşku ve karizma, yerini Brejnef Rusya’sının baskılanması ve durulması
sürecinden farksız bir döneme bıraktı.
Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve Tarih’in sona erdiğinin
kabulü ile birlikte, solun mevcut sahası dâhilinde başka bir yanılsamaya dair
şenlik ateşleri yakılmaya başlandı. Avrokomünistler tüm maskelerini indirdiler
ve liberalizmi benimsediler. Sömürgecilikten kurtulmuş devletler, ithal ikameci
rejimi terk edip yabancı yatırımlara kucak açtılar. Eski sosyal demokrat
partiler, Üçüncü Yol modernleştiricilerinin etkisi altına girdiler. Hepsi de
pişmanlıkla ya da bile isteye, serbest piyasa kapitalizmiyle rekabet edebilecek
sistematik başka bir dünya görüşünün bulunmadığı sonucuna ulaştı. Perry
Anderson’ın da açık bir dille ifade ettiği hâliyle, “Uygulamada hangi
sınırlamalara maruz kalırsa kalsın, bir ilkeler kümesi olarak neoliberalizm,
herhangi bir ayrışmaya mahal vermeksizin tüm dünyaya hükmetmektedir.
Dolayısıyla o, dünya tarihindeki en başarılı ideolojidir.”
Antikapitalizme sadık kalanlar ise bu uzlaşma hâlini
parçalayacak toplumsal güçler aramaya başladılar. Bu kesim, ilham kaynağını
gene ülke dışında buldular. Yeni bir batılı eylemci dalgası için stalinizmi
reddetmek, Marksist analizden ve “Eski Sol”a ait örgütlenme şablonlarından
vazgeçip işçicilik (operaismo) sonrası dönemin ve anarşizmin modellerini
benimsemeyi gerekli kılıyordu. Bu aşamada John Holloway’in İktidarı Almadan
Dünyayı Değiştirmek isimli çalışması Lenin’in Devlet ve Devrim’inin
yerini aldı. Bu kesime göre, Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun (EZLN)
1994’te Meksika’nın güney eyaleti Chiapas’ta gerçekleştirdiği isyan, fiilî
ithal pratiğine orantısız biçimde, önceki kuşaklar için Petrograd’ın sahip
olduğu öneme denk bir öneme sahipti.
Chiapas tarihi acılarla yüklü bir hikâyedir. On
altıncı yüzyıl İspanyol fethi, Maya halkını ikiye bölmüştür. Kurbanlar pasif
kalmamış, yerli halk sürece mücadeleyle cevap vermiş, bu direnişin en önemli
yansıması da 1712’deki isyan olmuştur. Ancak yerli halk hastalıkların çilesini
çekmiş, şiddetli bir bastırma harekâtıyla yüzleşmiştir. O dönemde kuzeydeki
seçkinler bölgeye gelmiş, dünya pazarıyla sınırlı bağlantılara sahip, kendine
yeterli malikâneler kurmuşlardır. Yirminci yüzyıla girerken bir kayma yaşanmış,
Porfirio Diaz’ın diktatör olduğu dönemde Meksika ihracat güdümlü bir büyüme
modelini benimsemiştir. Avrupa’daki endüstrileşme, periferide yiyecek
maddelerine ve hammaddelere dönük talebi artırmıştır. İthal mamullerin tadına
varan modern seçkinler görece daha merkezî bir devlete sahip olmuş, ortaya yeni
ticaret sektörleri ve gelişkin toplumsal sınıflar çıkmıştır.
Bu sürecin ardından gerçekleşen Meksika Devrimi’nin
gerçekleştirdiği toprak reformu bölgeyi epey etkilemiş ama otuzlar boyunca
popülist Lazaro Cardenas’ın cumhurbaşkanlığı döneminde yerli halk Kurumsal
Devrimci Parti [Partido Revolucionario Institucional –PRI] içerisinde
örgütlenmiş, parti sendikalara ve köylü örgütlenmelerine hâkim olmuştur. Gene
de büyük toprak sahipleri mülklerini pekiştirmeyi sürdürmüş, yereldeki halkın
elindeki topraklar parsel parsel azalmıştır.
Bu dönemde Mexico City 1968 öğrenci ve işçi
başkaldırısının merkezi durumundadır. İlericiler parti-devlete karşı grevler ve
boykotlar örgütlemekte, hükümeti devirme noktasına gelmektedirler. Devlet
yetkilileri kimseye aman vermemekte, bu noktada Yaz Olimpiyatları’nın
açılışından birkaç gün önce gerçekleşen Tlatelolco Katliamı’nda yüzlerce insan
öldürülmektedir. Yeni bir baskı düzeyi ile karşılaşan eylemciler, şehir
gerillası gömleğini üzerlerine giymek için yeraltına çekilirler.
Ülkedeki koşullar, genç devrimcileri yalnız
kalacakları bir yola sokar. Gençlerin karşısında halk desteği olmayan bir
hükümet vardır ama kendilerinin de işçi sınıfı içerisinde bağlantıları yoktur.
Yetmişlerin başındaki yoğun faaliyet süreci sonrası gerçekleşen ayaklanma
bastırılır. Binlerce militan katledilir, birçoğu “kaybolur”. Maoist Ulusal
Kurtuluş Kuvvetleri [Fuerzas de Liberación Nacional –FLN] türünden
önemli gerilla grupları, ortaya çıktıkları gibi gözden kaybolurlar.
Ancak Chiapas’ta militanlık ciddi bir yükselişe
sahiptir. Yetmişlerin ortasında bir “Yerli Kongresi” kurulur, 1979’da ise otuza
yakın köylü örgütü otonomist olduklarını beyan ederler. Bu sürece yönetici
sınıf yeni bir şiddet kampanyası ve devlet terörü ile cevap verir.
Subcomandante Marcos ve FLN’den bir avuç yoldaşı, 1983’te Lacandon Ormanı’na bu
koşullarda gelir. On yıl içerisinde grup, yerli topluluklarla bağlar kurar ve
saflarına yüzlerce silâhlı üye katar.
Doksanların başında Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest
Ticaret Anlaşması’nın [NAFTA] tasdiklenmesi ve devrim dönemi anayasasının
toprak reformunu yürürlükten kaldıracak ve kapsamlı bir özelleştirme furyasına
izin verecek şekilde tadil edilmesiyle Zapatista toplulukları askerî saldırıya
geçerler. 1 Ocak 1994’te, NAFTA’nın uygulamaya konulduğu gün, 3.000 EZLN
kadrosu, eyalet genelinde birçok kasabayı ve çiftliği ele geçirir.
Postmodernist, Postmarksist ve Postmaddî
Kısa süreli bir silâhlı ayaklanmanın ardından
devrimciler, alternatif direniş biçimlerine odaklanırlar. Bu aşamada esas çaba
Batılı eylemcilere ulaşmaktır. İsyancılar bildiriler kaleme alırlar ve ünlü
misafirlere ev sahipliği yaparlar. 1996’daki ilk mitinge binlerce insan
katılır. Siyah kar maskesi, piposu, dizüstü bilgisayarı ve güçlü
aforizmalarıyla grubun gizemli sözcüsü kahramanlara aç olan radikallerin
imgelemini ele geçirir. Bu konuyla ilgili olarak Logoya Hayır isimli
kitabın yazarı, postmodern solun yıldızı Naomi Klein şu tespiti yapmaktadır:
“[Subcomandante]
Marcos, o tam bir lider karşıtı olan isim, siyah maskesinin bir ayna olduğunu,
‘Marcos’un San Fransisko’da bir eşcinsel, Güney Afrika’da bir siyah, Avrupa’da
bir Asyalı, San Ysidro’da bir Chicano, İspanya’da bir anarşist, İsrail’de bir Filistinli,
San Cristobal sokaklarında bir Maya Yerlisi, Almanya’da bir Yahudi, Polonya’da
bir Çingene, Quebec’te bir Mohawk, Bosna’da bir pasifist, saat gece onda tek
başına metroya binen bir kadın, topraksız bir köylü, gecekonduda bir çete
üyesi, işsiz bir işçi, mutsuz bir öğrenci ve elbette dağlarda bir Zapatista’
olduğunu söylüyor. Başka bir ifadeyle o, aslında biziz: Biz, arayıp durduğumuz
o lideriz.”
Zapatistaların o müphem çoğulculuğu ve kimlik
politikasıyla ilgili teklifleri, eski solun “herkese uyan” ideolojilerine ve
tek renkli liderlerine karşıymış gibi görünmektedir.
Bu bağlam dâhilinde düşünüldüğünde, EZLN’nin
taktikleri de mükemmelen anlaşılmaktadır. Fokoculuk itibarsızlaşmıştır.
Kolombiya ve Peru’da gerilla hareketlerinin, en azından söze döktükleri
biçimiyle, hâlâ devlet iktidarı için mücadele ettikleri momentte, mücadele
suçların artışı veya kitlelerin kendisine dönük şiddete doğru yozlaşmıştır.
Zapatistalar, ordunun kendilerine üstün geldiğini ve hareketin en geniş manada
Meksika toplumundan tecrit edildiğini bilmektedirler. O kızıl ve siyah bayrağı
başkentte göndere çekmek gündemlerinde yoktur. Hedefleri konusunda çok
isteklilerdir ama bu hedefler aynı ölçüde basit ve derhal ulaşılması gereken
hedeflerdir. Dolayısıyla Zapatistalar, devlet baskısından ve neoliberal
reformlardan arındırılmış özerk bir bölge yaratmak niyetindedirler. Bu aşamada
da mücadelelerini Kurumsal Devrimci Parti’yi devirmek için politik spektrumdaki
tüm diğer gruplarla ilişkilendirmeyi planlamaktadırlar, onlara göre, hükümetin
devrilmesi kendilerine faaliyetleri noktasında daha fazla alan sağlayacaktır.
Harekete göre, yurtdışının gösterdiği dayanışma ve kendileri lehine işleyen
medya faaliyetleri, ordunun misilleme ihtimalini sıfırlamakta ve kendilerine
vakit kazandırmaktadır.
Yapılan mitinglerin uluslararası sol üzerinde neden bu
denli etki yarattığını anlamak gerçekten güçtür. Şuna şüphe yok ki
Zapatistaların değerler sistemi, hem endüstriyel büyümeye hem de resmî komünizm
kâbusu sonrası, devlet iktidarına dönük giderek artan bir şüphe içerisinde olan
müttefikleriyle uyumludur. Yirminci yüzyıla girerken devrimciler, neolitik
devrimden beri görülen önemli bir toplumsal çatlak olarak mevcut sınıfsal
yarıklardan istifade etmek istemişlerdir. Yüzyıl sonra bu devrimcilerin halefleri,
sadece “direnme” ve oluşturma değil, inkâr etmek için, yoğunlaşmış iktidar
karşısında özgür bir alan temin etme arzusundadırlar. Artık düşman kapitalizm
değil, neoliberalizmdir. Onun da mezar kazıcısı örgütlü işçi sınıfı değil,
parçalı “çokluk”tur:
“Sahada
birbirine yakınlaşan bu minyatür protestoların sonuçları, ya korkutucu biçimde
kaotik ya ilham verici şekilde şiirsel ya da her ikisi birdendir. Birleşik bir
cephe olmak yerine, küçük eylemci birimleri tüm yönlerden belirli bir hedefe
yönelmektedirler. Karmaşık ulusal ve uluslararası bürokrasiler inşa etmek
yerine geçici yapılar kurmaya yönelinmektedir: boş binalar alelacele ‘yakınlaşma
merkezleri’ne dönüşmekte, bağımsız medya üreticileri doğaçlama hareket eden
eylemci haber merkezlerini bir araya getirmektedir. Bu gösterilerin ardındaki
geçici koalisyonlar, sıklıkla, planlanan olayın tarihi belirlendikten sonra
belirli bir isme kavuşmaktadır: O18, K30, N16, E11, E26. Söz konusu tarih
geçtikten sonra eylemciler fiiliyatta geride, arşivlenmiş bir internet sitesi
dışında, hiçbir iz bırakmamaktadır.”
Klein kazara da olsa gerçeği dile döküyor. “İlham
verici şekilde şiirsel” bir protestonun ardından savunduğu hareket, “fiiliyatta
geride hiçbir iz bırakmıyor.” Ampirik olarak incelenebilecek somut bir
toplumsal dönüşüme karşı olduğu için kendisi mevcut tantananın büyüsüne açıktan
kapılıyor. Aydına ve modernist değerler sistemine karşı olmanın bozduğu bu
ideoloji sonrası yeni sol, hem işçi sınıfı siyaseti hem de kapitalizmin yapısal
eleştirisiyle her türlü bağını kesiyor. O, sadece duyguyla ayakta duruyor.
Duygu ise küresel Güney’deki hareketlerin nasıl
görüldüğünü tayin eden merceği temin ediyor. Chiapas, bu aşamada imgelemin
davet ettiği kurtarılmış cennet olarak algılanırken, bölge, yaklaşık yirmi
yıllık bir devrime karşın, alabildiğine yoksul bir yer olarak varlığını
koruyor. Okuma-yazma bilmeyenlerin oranı bölgede yüzde yirminin üzerinde. Su,
elektrik ve kanalizasyon gibi temel kamu hizmetleri lüks kabul ediliyor, bebek
ölümleri ulusal ortalamanın iki katı. Bu noktada sefaleti tek hamlede yok
edemedikleri için Zapatistaları eleştirmeye kalkmak saçma ama onların dış
destekçilerinin Chiapas’taki maddî koşullara daha fazla dikkat göstermelerini
ve şapkadan “direniş” çıkarmak için dizüstü bilgisayarlarını yaratıcı tarzlarda
daha az kullanmalarını isteyerek çok şey mi istemiş oluyoruz?
Her şeyden önce direniş maddî bir değişime yol
açmadıkça nafile bir eylemdir ve kesinlikle semboliktir. Kara bloğun sık sık
ortaya çıkışı, eylemcilerin siyah maskeler takıp törensel bir üslupla mülkiyete
hasar vermesi ve süreç içerisinde geniş bir gösterici kitlesini
uzaklaştırmaktadır. Söz konusu taktik yeni ruhu özetler niteliktedir. Komik
olan şu ki, ne tür hatalar işlemiş olursa olsun, kentlerden Lacandon Ormanı’na
giden FLN kadroları, içinde bulundukları ortamı ve yerel halkı anlamak
konusunda belirli bir gayret sarf etmişlerdir. Oysa onlardan ilham alanların
önemli bir bölümü ise seçkinci klikler oluşturmuşlar, paramiliter nihilizme
gömülmüşler, polisle fizikî çatışmayı fetişleştirmişler ve bilinçli sınıf
hareketini örgütlemek denilen o sıradan işin karşısında, burada ve şimdi
gerçekleşen kişisel isyan pratiklerini tercih etmişlerdir. “Eğit, Kışkırt,
Örgütle” “Kışkırt, Kışkırt, Kışkırt!”a dönüşmüştür.
Marksizmin terk edilişinin, akademik alan dışında da
önemli sonuçları olmuştur. Marksizmin terk edilmesiyle birlikte kapitalizm
sonrasına dair vizyonumuzu yitirdik ve dünyayı belirli bir zaman-mekân boşluğu
içerisinde görmeye başladık. Böylece onun geçmiş kuşakları kurmaya ittiği o
örgütleri kaybettik. Artık işçi sınıfından geçmiş zaman kipinde ya da belirli
bir küçümseyici dille bahseder olduk. Soylu bir mücadele geleneğini miras aldık
ve onu eylem için gerekli bir modele dönüştürdük.
Zapatistaları sevdik, çünkü onlar Tarih’in sonu
ardından tarih yapacak kadar cesurlardı. Zapatistaları sevdik, çünkü politik
iktidardan ve politik kararlardan korkuyorduk. Zapatistaları sevdik, çünkü
elimizdeki yüz elli yıllık bagajla bir iş yapamayacağımızı düşünüyorduk. Ama
hepimize prangalar takan bu sisteme, neoliberalizme karşı daha iyi bir itiraz
geliştirmiş olsaydık, Zapatistalar için çok daha fazlasını yapmış olurduk.
Neoliberalizm derken kastım, kapitalizm tabii.
Bhaskar Sunkara
1 Ocak 2011
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Naomi Klein, “Farewell to the End of History: Organization and Vision in
Anti-Corporate Movements,” The Socialist Register, Cilt. 38 (2002): s.
3.
[2] Klein, A.g.e., s. 5-6.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder