Radva Aşur ölümle giriştiği mücadeleyi kaybetti.
Mısırlı romancı, tüm cephelerde savaşmış bir isimdi. O direnişe, mücadeleye ve
Filistin’e her daim sadık kalmış bir kişiydi. Tüm eseri bu ilkelere bağlıydı.
Cenaze töreni, 1 Aralık günü Kahire’de gerçekleştirildi. Törene eşi Filistinli
yazar Murid Barguti ve oğlu şair Tamim Barguti de katıldı. Granada Üçlemesi’nin
yazarı, bu dünyayı Radva’dan Daha Ağır ismiyle, bu yıl içerisinde yayımlanan
hatıratını tamamladıktan sonra terk etti.
Mısırlı aydınlar, Kahire Üniversitesi’ne çıkan
köprünün yakınındaki Manyal mahallesindeki Selahaddin Camii’nde kılınan öğle
namazı sonrası romancı Radva Aşur’u [1946-2014] uğurladılar. Merhume romancı,
cenaze töreninin (Babel Luk’taki) Huda Şaravi Caddesi üzerinde bulunan evine
birkaç adım ötedeki, Mısır devriminin kritik olaylarına ilk elden şahidi olduğu
Tahrir Meydanı’nın ortasındaki Ömer Makram Camii’nde yapılmasını istemişti.
Ancak meydanın kapalı oluşu, bunu imkânsızlaştırdı. Dolayısıyla aile, töreni başka
bir camiye taşımak zorunda kaldı ve merhume aydının her daim bağımsızlığı için
kavga verdiği Mısır kültürünün önemli bir sembolü kabul edilen üniversitenin
yakınındaki bir camiyi seçti.
Aşur’a yakın insanlar, son üç yıldır ölümün yakın
olduğunu biliyorlardı. Son kitabı Radva’dan Daha Ağır: Bir Biyografi’den
Alıntılar’da (Darul Şoruk 2014) bile ölümü terbiye etmek ve onun hayata ait
kimi görüntüleri hatırlatmak suretiyle ağırlığını hafifletmek için girişilen
bir pratik gibiydi. Kitap Mısır’daki yenilginin ve değişim aldatmacasının
belgelenmesini ve ABD hastanesinde kaldığı süre zarfında tuttuğu günlükleri
içeriyordu. Her şeyden önce Aşur, Mısır devrimine ilişkin haberleri takip
etmiş, hastalığının oğlu ve dostlarıyla birlikte Tahrir Meydanı’na gitmesine
mani olmasına izin vermemişti. Kitap, aynı zamanda bir ifşaat alanıydı. Kocası
Filistinli şair Murid Barguti ile arasındaki özel ilişki kitabın sayfalarında
kendisine yer buluyordu. Barguti, altmışların ortasında, birlikte geçirdikleri
üniversite günlerinden beri yanında olan bir isimdi.
Kahire’de doğan Aşur’un hayatı “kendini adamış aydın”
olarak görülebilecek bir insan tipinin mükemmel bir örneğini veriyordu. O, vaaz
vermeden, politik bağlılık içerisinde olma fikrini benimsemiş altmışlı yılların
o son yazar kuşağına mensuptu. Radva Aşur, ayrıca Arap toplumlarının kendi
özelliklerinin bilincinde olan bir Arapçılık anlayışına bağlıydı. Öte yandan da
Filistin halkının meşru haklarının yeniden elde edilmesine dönük mücadele ve
direnişe her daim sadık kalmış bir isimdi. Yazıları genelde bu ilkeleri
yansıtıyor, onları kadınsılığa ve yazma sorumluluğuna farklı bir anlam katan
edebî bir hayal oyunu formunda, yaratıcı bir biçimde sunuyordu.
Aşur’un akademik özgeçmişi, “bağlılık fikri”nin
merkezîliğine işaret ediyor, sesi kesik kişilere dönük bir önyargı içeriyordu.
Kahire Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı okuduktan sonra mastırını aynı
üniversitede Karşılaştırmalı Edebiyat alanında yaptı. Ardından ABD’ye giderek
Massachusetts Üniversitesi’nden doktora diplomasını aldı. Tezi Afro-Amerikan
edebiyatı üzerineydi. Profesör olduğunda öğrencilerini Afrika edebiyatının
marjinal isimlerini ve postkolonyal romanları okumaya teşvik etti, 1978’de Camp
David Anlaşması’nın imzalanması sonrası kurucularından biri olduğu Ulusal
Kültürün Savunulması Komitesi’nde mazlumların sesinin müdafisi oldu. O yıllarda
Mısır solunun önemli isimlerinden biri olan Latife Zeyyat ile temas kurdu.
Zeyyat, kökeni eski bir Mısırlı aileye dayanan Aşur üzerinde silinmez bir iz
bıraktı.
1977’de Aşur ilk kitabını yayınladı. Edebiyat
eleştirisi olan Öteki Obaya Uzanan Yol, Filistinli yazar Gassân
Kenefani’nin eserlerini inceliyordu. 1987’de Cibran ve Blake İngilizce
olarak basıldı. Bu eleştiri çalışması onun yüksek lisans teziydi ve Filistin
davasına olan bağlılığının düzeyini gösteriyordu. Aynı zamanda kitap aynı
departmanda Mısırlı romancı Ahdaf Suheyf ile birlikte öğrenci olan Barguti ile
evliliğine olan bağlılığının derinliğini de yansıtıyordu.
Kasım 1979’da cumhurbaşkanı Enver Sedat Filistinli
kocasını Mısır’dan kovdu, ailesi bölündü. Bu olay, onun diasporayla ilgili
belirli bir fikir geliştirmeye itti. Sonraki iki önemli çalışması Granada
Üçlemesi ve Tanturalı Kadın bu konuyla ilgiliydi. Söz konusu
romanlar, süregiden hafızanın işletilmesi için verilen mücadele dâhilinde,
direniş temasına odaklanıyordu.
Aşur, her ne kadar Yolculuk: Mısırlı Bir Öğrencinin
Amerika Hatıraları (1983) isimli, gezi edebiyatı üzerine önemli bir metin
kaleme almışsa da, bu eser, sonraki romanları kadar rağbet görmedi. Müteakip
romanlar, onun altmış kuşağı yazarlar arasındaki konumunu pekiştirdi. Bu
dönemde Sıcak Taş, Hatice ve Savssen ve Sirac isimli üç
roman yazdı. Bir de 1989 yılında Palmiyeleri Gördüm adı altında kısa
hikâyeleri yayınlandı. Ardından 1994 tarihli Granada Üçlemesi geldi. Bu
kitap, aynı yıl Kahire Uluslararası Kitap Fuarı’nda En İyi Kitap Ödülü’nü
kazandı.
Son üç yıl içerisinde bu roman oldukça popüler oldu ve
Mektebatul Usra tarafından yayınlandıktan sonra geniş bir okur kitlesine
ulaştı. Kitap, en popüler Mısır romanlarından biri olmakla kalmadı, ayrıca
korsanı en çok yapılan, yasadışı yollardan en çok çoğaltılan kitap oldu.
Merhume yazar, kitabın büyülediği gençlerin eline geçmesi karşısında büyük bir
sevinç duyduğunu söyledi. 1999-2012 arası dönemde Aşur dört roman yayınladı,
bunların içerisinde en önemlisi Tanturalı Kadın’dı. Yazar, bu dönemde
bir de kısa hikâyelerden oluşan bir toplama eser yayınladı.
Mısır devrimi gerçekleşmezden önce Aşur’un akademik
çalışması, politik müdahaleden üniversitenin kurtarılmasını savunan
akademisyenlerce kurulan 9 Mart Hareketi’ni desteklemeye odaklanmıştı. Bu
deneyimini ayrıntılı bir biçimde Radva’dan Daha Ağır isimli hatıratında
anlattı. Kitap, Mısır devrimindeki olaylar ve hastalığın güçlüklerine rağmen
kaleme alınmıştı. Söz konusu kitap, anlatım yapısı itibarıyla önceki
kitaplardan farklıydı. Kitap, Sadullah Vanus’un ölümünden önceki son günlerde
kaleme aldığı yazılarına benziyordu. Bu dönemde Vanus için yazmak, ölümü
terbiye etmek, onunla yüzleşmek ve hafızaya tutunmak için bir yol gibiydi.
Aşur’a göre yazmak, bir tür direniş mekanizmasıydı. O,
Granada Üçlemesi ile Tanturalı Kadın’da faal benliğin gücünü
azami sınırlarına ulaştırıyordu. İlk roman, Müslüman idaresinin yıkıldığı
Granada’da geçiyordu. Üçleme, Ebu XII. Abdullah Muhammed’in Granada üzerindeki
egemenliğinden feragat ettiği ve onu Castile ile Aragon kralına devrettiği anlaşmanın
imzalandığı 1491’de başlıyordu. Kitap, dede Ebu Cafer’den en küçük torun Ali
ile Meryema’ya kadar uzanan bir hikâyeyi anlatıyordu. Bu romanı ayrıksı kılan,
tarihsel gerçeklere dayanan muhayyel bir anlatı yaratmış olmasıdır. Bu ailenin
gündelik hayatı diğer karakterlerle birlikte kitapta dakikası dakikasına
anlatılır. Hikâye, süreç içerisinde cennet kabul edilen, anlamı kaybolmuş,
yerinin başka bir şey tarafından doldurulamadığı o “kayıp Endülüs”e uzanır.
Yazar, bu aileyi bir bütün olarak Endülüs’ün bir sembolü olarak kullanır,
ondaki çelişkileri ve çeşitliliği ifşa eder. Roman, Emin Maluf’un ifadesini
kullanırsak, korkunun kendisini tüm açıklığı ile ifade ettiği o “ölümcül
kimlikler”le ilgilidir.
Tanturalı Kadın romanında
ise (kitabın adında Filistin’in Hayfa şehrinin güneyindeki sahilde bulunan
Tantura Köyü’ne atıfta bulunulur), Aşur, 1948’de Siyonist çetelerce köyde
gerçekleştirilen katliama odaklanarak, bir Filistinli mülteci kampındaki
hayatın zalimliğini yeniden keşfeder. Ardından romanda aile köylerinden
çıkartılır ve yaklaşık elli yıl Lübnan’da mülteci olarak yaşar. Okur, o köyden
bir kadının, hikâyenin kahramanının hayatını gençliğinden yaşlılığına dek takip
eder. Granada’da olduğu gibi bu roman da tarihsel gerçeklerle edebî
yaratıcılığı birleştirerek, edebiyat eleştirisi üzerine kaleme aldığı o
muhteşem kitaplarından birinde romancının yazarlar için kullandığı “hafıza
avcıları”nın varlığını teyit eder. Aşur, bu hafıza avcılarından biriydi ve her
zaman öyle kalacak.
Seyyid Mahmud
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder