Darren Wilson’ı Serbest Bırakmak Savaş İlânıdır
Bu savaş, ABD’deki her bir siyaha karşı ilân edilmiş
bir savaştır. Savaş, polis şiddetinin her bir kurbanına, devlet baskısının ve
cezai işleme tabi tutulmayan cinayetin hüküm sürdüğü topluluklar dâhilinde
yaşayan tüm fakirlere ve emekçi halka karşıdır.
Bugün Memur Wilson, ulusal televizyona çıkıp “ahlakî
üstünlüğe” sahip olduğu iddiasıyla hava atabilir ve 18 yaşındaki silâhsız
Michael Brown’u “bir kez daha” öldürebileceğini söyleyebilir. Bu polis, kendini
beğenmiş bir tavırla mazlumların karşısına çıkmakta, kendisinin haklı olduğunu
küstah bir dille ifade etmekte, ırkçı destekçilerinin kendisine bağışladığı yüz
binlerce doların keyfini çıkartmaktadır. Onun “masumiyet”ini savunmak ve isyan
eden halkı bastırmak için binlerce polis yürüyüş gerçekleştirmiştir. Onlara
yardım etsinler diye binlerce Ulusal Muhafız konuşlandırılmıştır.
ABD’de bu, yeni bir mevzu mu? Belki de bu zulmü, yeni
bir şeyin doğumundan ziyade, eskinin devamı olarak değerlendirmek daha doğru
olacaktır.
Zira Kuzey Amerika ve dünya tarihinde Beyaz İktidarı
“yeni” bir şey değildir.
İsmen ilerici olduğunu iddia edenler ve beyaz
liberaller, bu durumun “polisin militarize edilmesi”nin bir sonucu oluşmadığını
anlamamaktadırlar. Polis, her daim militarize edilmiş bir kuvvettir. Onlar,
beyaz üstünlükçü kapitalizm için zor kullanan bir güç olmuşlardır. Bu,
“başarısız bir adalet sistemi”nin sonucu değildir.
Sistem kusursuzca işlemektedir.
Bugün Beyaz İktidarı’nın işlevleriyle ile ilgili
hayallerin yaygın planda dağılmasına tanık oluyoruz. “Müdafiler” ve “devlet
memurları” olarak insanları hapse atıp katledenlerin üzerindeki gizemli boya
dökülmüştür. Polis, iktidara hizmet etmekten başka bir şey yapmaz. Bugünkü
sistem, müşterek bir biçimde tecrübe edilen zulmü yeniden üretmek için vardır.
ABD’de adalet asla kör değildir; o dizginlenemeyen sömürünün bilinçli ve
iradeli hizmetkârıdır.
Ferguson halkı bunu gayet iyi bilmektedir, onun tek
istediği, bu gerçeği tüm dünyanın da bilmesidir.
Beyaz İktidarı Direniyor
Beklendiği üzere, medya, direnen herkesin başına gelen
şiddete dayalı devlet baskısına dönük rızanın bir kale misali oluşması için
gayret etmiştir.
Göstericiler, “çeteler” olarak gösterilmişlerdir.
Yapılan gösteriler, “yağma” olarak takdim edilmiştir. Halkın davası, “şiddetin
bahanesi” olarak iş görmüştür. Tüm bunlar, ağır bir ırkçılıkla ve emekçi halkın
çektiği çileye dönük burjuva kayıtsızlıkla gölgelenmiştir. Medya, sadece
dünyanın varoşlarına uygun hikâyeyi anlatabilmek için çalışmıştır. Ona göre,
kafayı yemiş siyahlar çılgına dönmüşlerdir! İsyancılar gördükleri her şeyi imha
etmektedirler! Bunun bir anlamı yoktur! İktidarın tarihinde bunlar, her daim
kullanılan yaygın anlatılardır. Eğer olan biteni size gösterende kendisinin
“aklî” olduğuna dair bir algı varsa, en uygun seçenek, itirazınızı “aklî
olmayan”a, düşünmeyen, fevrî, meselelere akılla yaklaşamayan insan olmayan
varlıklara yöneltirsiniz.
Bu strateji gayet iyi işledi ama bir yere kadar.
Beyaz üstünlükçü kapitalizmi savunma eğiliminde
olanlar, Darren Wilson’ı savunan iktidarın safına katıldılar. Orta sınıf
beyazlar, imtiyazlı büro işçileri, başkentli liberaller, taşra ve kasabaları
dolduran geniş muhafazakâr ve önyargılı Amerikalılar, hep birlikte, Darren
Wilson’u ve “ülkemiz”i savundular.
Bunlar, Amerikan bayrağının yakılmasını kınadılar;
işyerlerinin ve özel mülkiyetin tahrip edilmesine sinirlendiler;
televizyonlarının karşısına doluşup kendilerine verilen ideolojik cinnet
hâliyle beslendiler. Bu insanlar şahsında tüketici topluma ait fetişizm
zirvesine ulaştı. Bayraklar ve maddî nesneler, üç kuruşluk onca şey, insan
hayatından daha değerli kabul edildi.
Ancak gene de kutuplaştırma stratejisi, Beyaz
İktidarı’na karşı mücadele edenlere daha fazla müttefik kazandırdı.
Bugün tüm ülke genelinde ilerici beyazlar, mazlum
siyahların yanında. 37 eyalette, birçok önemli şehirde gösteriler yapıldı,
bunların önemli bir bölümü devletin baskısına maruz kaldı. Filistin, Hong Kong
ve diğer yerlerde halklar, Ferguson’daki mazlum halkla dayanışma içerisinde
olduğunu gösterdiler.
Hatlar belirginleşiyor; düşmanlar ve müttefikler
oluşuyor. Bunun adı sınıf savaşıdır.
İsyan Etmek Fazilettir
İsyanın karşısında duran sözde ilericiler hata
ediyorlar. İsyan etmek, ifadesini anlamsız şiddette bulan bir şey değildir.
Hele ki Ferguson’da olan biten bu şekilde değerlendirilemez. Spor faaliyeti
sonrası yaşanan bir sarhoşluk hâlinden daha fazlası olan gerçek bir isyan,
müesses hukuktan ve “müşterek bilgi”den toplumsal manada kopuşu ifade eder. O
sistemin insanların inanmasını istediği her şeye karşı bir itirazdır. İsyan,
mazlum halk arasındaki umursamanın, saygının ve dayanışmanın bir ifadesidir. O,
temelde sadece para ve iktidarı sevenlere “akıldışı” görünen aşkın bir
tezahürüdür.
Zalimin uyguladığı şiddeti mazlumun direnişiyle
kıyaslamak mümkün müdür?
Özel mülkiyetin tahrip edilmesine ilişkin ahlâkî
kaygıları olanlardır, o özel mülkiyetin tahrip edilmesinin sebebi. Bunu
göstermek amacıyla, her şey söyleyip yapmak, dünyayı dönüştürecek o gerçek gücü
kullanmak, sadece halkın elindedir. Halk kendi gücünü uyguladığında ve
çıkarlarını dayattığında, paranın ve iktidarın dünyası yıkılır.
Şiddetin anlamsız biçimde kullanılması konusunda
dikkatli olmak gerekir mi? Kesinlikle.
Ancak imtiyazın korunması için şiddet uygulamaktan
daha anlamsız bir şey var mıdır? Sadece eldekini muhafaza etmek için tatbik
edilen şiddet, daha fazla şiddet doğurmaz mı? Bizdeki şiddet kültürünü gerçek
manada çözmek istiyorsak, o vakit bizim toplumsal yapılarımızın doğasında olan
şiddete karşı çıkmamız gerekir. Bu şiddet, tüm diğer şiddet sahnelerini mümkün
kılmakta ve meşrulaştırmaktadır. O vakte kadar bizim, tüm diğer şiddet
biçimlerini meşrulaştıran ilk adaletsizlik durumunun kılıfı olarak şiddete yönelik
tekbiçimli itiraz temelinde, her türden ahlâkî itirazı dikkate almamız
gerekecektir.
Şimdi Ne Olacak?
Halk sokaklarda. Savaşıyor, meydan okuyor, ateşe cevap
veriyor. Bunlar iyi gelişmeler fakat direniş, her daim akşam haberlerindeki bir
görüntüden daha fazlasıdır.
Gerçek bir direniş, her zaman bir ifade etme
biçimidir. Bir ifade, dışarıda sunulan içsel bir şeydir. Bu sebeple bize göre
direnmek, ilkin kendimizi dönüştürmek demektir. Yeni anlayışlar geliştirilmeli,
yeni bir kültür oluşturulmalı, herkesin tüm varoluşuna uygun bir toplum inşa
etmede bize rehberlik edecek yeni bir aşk zuhur etmelidir. Tüm bunlar pratikte
yapılmalıdır. Pratikte insanlar, kendi topluluklarının kontrolünü eline almalı,
oralarda yerleşik polisin ve kurumlarının kıçına tekmeyi basmalıdırlar. Öğrenciler,
eğitim kurumlarını ele geçirmeli, Beyaz İktidar’ın elindeki “bilgi”yi insanları
güçlendirecek öğrenme süreçleriyle ikame etmelidirler. İşçiler, işyerlerinin
kontrolünü ele geçirmeli, işlerine sömürüye dayalı kâr değil, kendi çıkarlarına
uygun olarak koyulmalıdırlar.
Tüm bunlar gerçek bir değişimin gerçekleşmesi için
şarttır.
Net bir biçimde gördüğümüz üzere, muhtaç olunan enerji
oradadır. Bizim “her şeyin hizaya geçeceği” o katastrofik momenti beklemeye
artık bir son vermemiz gerekmektedir. Dönüşümler “meydana gelmezler”, inşa
edilirler. Beyaz İktidarı’nı imha etmek, tümüyle farklı bir şeyi kurmak,
insanlara gerçek manada söz-yetki-karar vermek demektir.
Her yerde mazlum halkla dayanışma içerisinde olalım.
Ferguson’la dayanışma içerisinde olalım.
Mike Brown için adalet.
Zak Brown
27 Kasım 2014
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder