Bugün en şefkatli ve müşfik insanlar için ekolojik
kriz, en önemli endişe kaynağıdır. Sadece birçok ekoloji eylemcisi, zehirli
atıkları imha etmek, tropikal yağmur ormanlarıyla balta girmemiş kızılçam
ormanlarını korumak ve biyosferdeki yıkımı geriye çevirmek için mücadele
etmekle kalmıyor, ayrıca bir yığın sıradan insan da yaşarken çocuklarının
ileride büyüyecekleri gezegenin doğasını epey dert ediniyor.
ABD’de olduğu gibi Avrupa’da da birçok ekoloji
eylemcisi, kendilerinin toplumsal açıdan ilerici olduklarını düşünüyor. Yani bu
insanlar, mazlum halkların toplumsal adalet taleplerini destekliyorlar ve
sefalet, hastalık, savaş ve kıtlık koşullarında yaşayan insanların
ihtiyaçlarına da dikkat gösterilmesi gerektiğine inanıyorlar.
Bu tip insanlar için ekoloji siyasetinin tarihinin her
daim doğası gereği, zorunlu olarak ilerici ve iyi kalpli olmadığını öğrenmek
bir sürpriz olacaktır. Esasında ekolojik fikirlerin tarihi bozulmuştur ve
alabildiğine geriletici sonuçlara yol açan, faşizme bile hizmet eden bir
tarihtir. Alman “ekolojizm”indeki, kökleri on dokuzuncu yüzyıl doğa
mistisizmine uzanan önemli eğilimler, yirminci yüzyılda Nazizmin doğuşuna katkı
sunmuştur.
Nazi Almanya’sında Nazi “ekolojistler” de organik
çiftçilik, vejetaryenlik, doğa ibadeti gibi konu başlıklarında faaliyet yürüten
insanlardır. Bu insanlar, söz konusu kilit unsurları sadece ideolojilerine
değil, hükümet politikalarıyla da ilişkilendirmişlerdir. Dahası, Nazilerin
“ekolojik” ideolojisi, Avrupa Yahudiliğinin yıkımını meşrulaştırmak için de
kullanılmıştır. Ama bu temaların bir kısmı, bugün ekoloji konusunda endişeli
insanların başvurdukları temalara rahatsız edici ölçüde benzerlik arz etmektedir.
Sosyal ekolojistlerde görüldüğü üzere, bizim
niyetimiz, çevrecilerin ve ekolojistlerin biyosferi yıkımdan kurtarmak için
ortaya koydukları tüm önemli gayretlere itiraz etmek değil. Tam aksine: temel
endişemiz, ciddi ekoloji hareketlerinin kötü ve gerici eğilimlerle
bütünleşmesi. Bu eğilimler, geriletici gündemleri için ekolojik sorunlarla
ilgili halk arasındaki yaygın endişeyi istismar etmeye çalışıyorlar. Ancak biz,
günümüzde mistisizmin ve antihümanizmin giderek ağırlık kazandığı “ekoloji
sahnesi”nin, ekoloji hareketinin içine girdiği hareket yönüyle ilgili ciddi
sorunlara yol açtığı kanaatindeyiz.
Yirminci yüzyılın sonlarında birçok batılı ulusta
ırkçılığa dair ifadeler ve göçmen karşıtı hisler, sadece giderek daha fazla
duyulmakla kalmamakta, artık bu hisler, daha fazla hoşgörüyle karşılanmaktadır.
Aynı ölçüde kaygı veren diğer bir husus da faşist ideologların ve politik
grupların ciddi bir canlanma yaşıyor olmasıdır. İdeolojilerini güncelleyip
ekolojiyle ilgili yeni bir dil konuşan bu hareketler, bir kez daha sosyal
gerilemeye hizmet etmek için ekolojik temalara başvurmaktadırlar. Bazen ilerici
ekolojistlerin ortalama inançlarına benzer şekilde, bu gerici ve sağcı
ekolojistler, Dünya’nın insanlar karşısında üstün olduğuna vurgu
yapmaktadırlar; akıl pahasına sezgi ve “duygular”a seslenmektedirler; kaba
sosyobiyolojist olan bu kesimler, Maltusçu biyolojizmi bile
desteklemektedirler. “Yeni Çağ”a özgü eko-ideoloji ilkeleri, İngiltere ve
ABD’de birçok insana tehlikesiz gelmektedir; özellikle mistik ve akıl karşıtı
akımlar, Almanya’da ekofaşizmde iç içe geçmektedir.
Sahip olduğu tekilliklere karşın Alman deneyimi, bir
zamanlar köhnemiş ve değersiz kabul edilen ideolojilere ve hareketlere daha
fazla hoşgörü gösterildiği bir dünyada, ekolojinin yanlış kullanımına karşı
açık bir uyarı sunmaktadır. Politik ekoloji düşünürleri, hem Almanya’da hem de
İngilizce konuşan dünyada söz konusu fikirlerin politik anlam ve sonuçlarını
tam anlamıyla incelemek zorundadırlar.
Ekoloji siyasetini, ekolojik bir küfe sahip gericilik
veya faşizm üretmekten alıkoyacak olan, ekolojik krizi toplumsal bağlama
yerleştiren ve geniş bir toplum vurgusunu muhafaza eden bir ekoloji hareketi
oluşturmaktır. Sosyal ekolojistler olarak biz, ekolojik krizin köklerini ne
insanların biyolojik fıtratında ne de özel bir dinde, akılda, bilimde veya
teknolojide buluyoruz. Aksine biz aklın, bilimin ve teknolojinin ilerici bir
ekolojik hareket ve ekolojik bir toplum yaratma konusunda sahip olduğu öneme
vurgu yapıyoruz.
Biyosferi bugün imha eden, belirli bir toplumsal
ilişkiler kümesi, her şeyin ötesinde, rekabetçi piyasa ekonomisidir. En iyi
hâliyle, mistisizm ve biyolojizm, bu türden toplumsal meselelerden halkın
dikkatini uzaklaştırmaktadır. Bizim ekolojik siyasetin tüm ileri ve
özgürleştirici anlamlarını muhafaza etmemiz gerekmektedir. Ekoloji konusunda
ortaya konulacak bir vaadin bugün, ekoloji hareketi, günümüzde giderek güçlenen
mistik ve antihümanistik eğilimler içinde yutulmasın diye, geçmişin hatalarını
tekrarlamaktan kaçınması zorunludur.
Janet Biehl
Peter Staudenmaier
22 Aralık 2010
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder