Saddam Hüseyin’in ordusu altı hafta içinde yenildi:
bu, ABD tarihinde en hızlı ulaşılan askerî zaferdi. Şurası açık ki Irak’taki
hükümet ABD’ye tehdit teşkil ediyordu ama Amerikalı “kurtarıcılar”a direnemedi
ve Irak özgürlük, kapitalizm ve beysbol sevdasına düştüğünden, Amerika
tarafından çabucak kuşatıldı. Saddam’ın ordusu Körfez Savaşı sonrası kendisini
toparlayamadı ve yaptırımlarla geçen o yıkıcı on yıl askerleri gıdasız, maaşsız
ve ekipmansız bıraktı. 1 Mayıs’ta Bush (sanki Vietnam’da savaş pilotu olarak
yer almış, babası askerliğini tecil ettirmemiş gibi) savaş pilotu üniforması
giydi ve mağrur bir ifadeyle uçak gemisi üzerinde poz verdi, ardından da
“görevin başarıyla tamamlandığını” iddia etti. Bu tespitin sonrasında yanlış
olduğu görüldü.
Bush, ABD birliklerinin en geç 30 Haziran 2004’te
ülkeyi terk edeceğine söz verdi. Söylediği birçok söz gibi bu da yalandı.
Saddam hükümetinin devrilmesinden hemen sonra ABD işgaline karşı direniş
başladı. Savaşan insanların bir kısmı Baasçıydı ama çoğunluğu yabancı bir ülke
tarafından ülkelerinin işgal edilmesine karşı savaşmak isteyen öfkeli
yurttaşlardı. Bu militanlar hemen “terörist” ilân edildiler, oysa hiçbirisinin
herhangi bir terörist şebekeyle bağlantısı olduğuna dair belirli bir kanıt
mevcut değildi. ABD’nin geride bıraktığı güç boşluğu aşırıcı güçlerin
serpilmesi ve halk desteği kazanması için gerekli zemini sağladı. İran bu
iktidar boşluğundan istifade etti ve güneyde ABD-Britanya hattına ait
emperyalist güçlerle savaşan Şii milislerini silahlandırıp eğitmeye başladı.
Politikayla ya da İslamî köktencilikle hiç ilgilenmeyen insanlar bile ellerine
silâh alıp insanları kaçıran, sivilleri katleden, tarlaları yakan, kendilerini
bombalayan emperyalist ittifaka karşı halklarını korumaya başladılar. 30 Haziran
2004’te ABD birlikleri ülkeyi terk etti ve direniş daha da şiddetlendi.
2005’te ABD Irak’ın demokratik seçimler yapmasına izin
verdi. Seçimler adil bir seyir izlese de ülkede sıradan insanlar için mevcut
güç dengesinde çok az değişikliğin oluşmasına neden oldu; adayların önemli bir
bölümü Batı yanlısı ve gericiydi.
Irak’taki yeni ABD destekli ve onun tarafından dizayn
edilmiş hükümet mezhebe göre ülke meclisini bölmeye karar verdi. Saddam
döneminde tüm insanlar Iraklı kabul ediliyor, Sünnilere açıktan iltimas
geçiliyor, mezhebsel ayrışmalara çok az önem veriliyordu. ABD, bu ayrışmanın
“demokrasi ve istikrar” için en iyi yol olduğunu düşündü. Esasında bu yöntem
felâkete yol açtı. Başından beri ABD Kürdlere destek sundu ve onlara özel
haklar ve imtiyazlar verdi. Irak için, Kürdlere ve Şiilere hükümetin
çoğunluğunu veren, Sünni nüfusu marjinalleştiren yeni bir seçim haritası
çizildi. 2006’da Sünni ve Şii militanlar ABD’ye ve birbirlerine yönelik
bombalama eylemlerine başladılar. Bu, Irak’taki iç savaşın başlangıcını teşkil
etti.
2006’dan beri “terörle mücadele” doktrini, Pakistan,
Yemen, Somali, Libya ve Suriye’ye yayıldı. Amerika Guantanamo’da, bugün
yüzlerce Müslüman’ın yasadışı biçimde ve hiçbir suçlama olmaksızın tutulduğu
yasadışı bir hapishaneye sahip. Tutsaklar işkenceye maruz kalıyor, dövülüyor ve
avukatla görüşmelerine izin verilmiyor. Obama’nın elinde, dünyanın her yerinde,
Amerikalı yurttaşları da dâhil, herkesi öldürme yetkisi var. Polis ordunun
elindeki bir âlete dönüşmüş durumda; protesto gösterilerinin ciddi önlemler
alınmaksızın gerçekleşmesi imkânsızlaşmış. “Terörle Mücadele” dâhilinde ABD
oligarşisi, bugün hukuk dışı biçimde tüm temel hak ve özgürlükleri ihlal
etmekte, dünya genelinde net bir tanımı olmayan bir düşmana karşı yasadışı
savaşlar vermekte, herhangi bir nedenle, herhangi bir yerde insanları terörizm
şüphesiyle tutuklamakta veya öldürmekte özgür. Sisteme karşı kimi kültürel
grupların içine kolayca sızılabiliyor, casusluk faaliyetine kurban ediliyor,
ajanlar eliyle bu gruplar sabote ediliyor ya da parçalanıyor. Birçok cami ve
İslamî cemaat içinde yoğun bir casusluk faaliyeti söz konusu ve bu cemaatler
çeşitli şekilde tuzağa düşürülüyorlar. Terörist olmakla suçlanan kişinin hiçbir
hakkı bulunmuyor, bu kişi hiçbir kanıt, yargılama ya da savunma hakkı olmaksızın,
ülkeden kovuluyor, işkence görüyor, hapse atılıyor.
Sonuç olarak “Terörle Mücadele” doktrini özü
itibarıyla İslam’a, Araplara, solculara ve neoliberal kapitalizme karşı
mücadele eden herkese karşı bir mücadeledir. Neoliberal kapitalizm mevcut
kontrol etme becerisini, herkesin ve tüm toplumların hayatını kontrol altına
alacak şekilde genişletmektedir. Bu rejime karşı direnen herkes ya öldürülür ya
da katledilir. Bu, terörle mücadele değildir. Bu, sadece Batı’ya, özellikle ABD
ve İsrail’e yönelik öfkeyi artıran, birçok “düşman”ın ABD tarafından icat
edildiği, ABD’nin müttefiki olan Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerce
desteklenen, İsraillilere ve Siyonist saldırganlığa karşı terörist faaliyetlere
yol açan bir terör savaşıdır. Terörizmin savaş yoluyla ortadan kaldırılması
mümkün değildir. Savaş, sadece terörizmi artırır ve köktenci
Müslümanlara/milliyetçilere/diğer gruplara yürüttükleri propaganda savaşında
daha fazla cephanelik temin eder ve onların davalarını pekiştirmelerine katkı
sunar. Terörizm sadece diyalog, çatışma çözme teknikleri ve uzlaşma yoluyla çözülür.
Marx Peterson
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder