IŞİD’in Durdurulmasının Yolu, Bugün ABD’nin
İstemediği, Birleşik, Özgür Kürdistan’dan Geçmektedir
Kürd ulusal kurtuluş mücadelesi, Ortadoğu’nun en uzun
süreli ulusal kurtuluş mücadelesidir. 30 milyon Kürd, dünyada devleti olmayan
en büyük etnik gruptur. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda büyük güçler, Kürd
bölgelerini dört ulus arasında pay etmişlerdir: Kürdlerin büyük bölümünün
yaşadığı Türkiye, Suriye, Irak ve İran.
ABD Başkanı Woodrow Wilson, dört yıl içerisinde
bağımsız bir Kürd devletinin kurulacağı sözünü verir. Ancak diğer ülkeler
yanında, Türkiye, Suriye ve Irak devletlerinin oluşmasını koşullayan, Milletler
Cemiyeti’nin aracılık ettiği Lozan Anlaşması (1923) Irak ve Irak petrolünün
kontrolünü İngilizlere verir. Bu da tarihsel Kürd coğrafyasının Türkiye,
Suriye, Irak ve (öncesinde Pers İmparatorluğu olan ve savaş esnasında
İngilizlerce işgal edilmiş bulunan) İran arasında pay edilmesine yol açar.
Kürdler, ABD ve diğer büyük güçler tarafından yüz üstü bırakılırlar.
Bu, boşa düşen birçok vaatten birisidir. Ama Kürdler,
halkının parçalara ayrıldığı tüm bu devletlerde, zulme karşı mücadele ederler.
Büyük güçlerin ikiyüzlülüğü, Birinci Dünya Savaşı
sonrasında görüldüğü üzere, bugünün de bir gerçeğidir. ABD ve Avrupa Birliği,
Irak’ta Kürdleri silâhlandırmış, aynı ABD, Avrupa Birliği ve NATO güçleri,
Kürdistan İşçi Partisi’ni (PKK) “terörist örgüt” ilân etmiştir. PKK, Birleşik
Krallık’ta da terörist örgüt olduğu tespitiyle yasaklanmıştır. PKK’nin Türk
devletine karşı sürdürdüğü uzun soluklu silâhlı mücadelede binlerce üyesi
katledilmiş, hapse atılmış ve işkence görmüştür. Bugüne dek, mevcut ateşkese rağmen,
PKK lideri Abdullah Öcalan hâlâ Türk hapishanesindedir.
Ana güçlerin yirminci yüzyılın önemli bir kısmında
takip ettiği temel strateji, Kürdleri yaşadıkları dört ulus arasında
parçalanmış hâlde tutmak ve bu devletlerin Kürdleri ezmesine izin vermek
olmuştur. İster ordu ister Erdoğan idaresi altında olsun, Türkiye’nin
politikası zulüm üzerine kuruludur. Aynı durum, hem baba hem de oğul Esad
dönemi Suriye’si ve Şah ile İslam Devleti idaresi altındaki İran için de
geçerlidir.
Saddam idaresindeki Irak, Kürdlere yönelik yoğun bir
baskı politikası uygulamıştır. ABD 2003’te Irak’ı işgal ettiğinde, Kürdlerin
Saddam’a yönelik muhalefetini kendi amaçları için kullanmayı bir şans olarak
görmüştür. İlkin ABD, Kürdleri ideolojik anlamda kullanmış, maruz kaldıkları
zulmü, özelde 1988’deki Halepçe Katliamı’nı öne çıkartmıştır. Oysa ABD, katliam
esnasında Saddam’ın saldırı konusunda İran’ı suçlama politikasını
desteklemiştir.
Ardından ABD, Kürd bölgelerini işgal için üs olarak
kullanmıştır. Sonrasında Kürdlere etkin bir özerklik bahşederek, onları,
doğrudan işgal altındaki Irak devletinin mezhepsel yapısına yöneltilen
böl-yönet stratejisinin parçası kılmıştır. Bu da, ABD’nin inşa ettiği Irak
Devleti’nde Sünni Müslümanların yoğunlaşan dışlanma sürecine karşı İslam
Devleti’ne (eski IŞİD) büyük için gerekli alanı açmıştır.
Esasında bugün İD’in somutladığı somut tehdit,
Irak’taki ABD politikasının doğrudan bir ürünüdür.
Bugün ABD özerk Kürd Irak bölgesini tercih etmektedir,
çünkü o bu bölgeyi İD tehdidine karşı kullanmak istemektedir. Ama ayrıca ABD,
zayıf ve bölünmüş bir Kürd ulusunu birleşik ve özgür bir Kürdistan’a tercih
etmektedir.
Irak Kürdistanı, ABD petrol şirketlerinin
hâkimiyetinde olan, petrol açısından zengin bir bölgedir. Bu bölge, ayrıca
(Kürd kardeşlerine zulmeden) Türkiye’ye ve İsrail’e petrol temin etmektedir.
ABD iş dünyası dergisi Forbes, sinsice gülümseyerek seyrettiği süreci şu
şekilde özetlemektedir:
“Kürdlerin
İsrail ile ilişki kurmak istiyor olmaları, onların İsrail’e ham petrol
satışlarını boykot etmeyi sürdüren Arap komşularından görece daha yüce gönüllü
bir dış politika gütmeyi amaçladıklarını göstermektedir.”
İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Irak
Kürdlerinin bağımsızlığını desteklemesinin ama bir bütün olarak Kürdistan’ın
tam bağımsızlığına kesin biçimde karşı çıkmasının nedeni budur. İsrail’in
arzusu, bölünmüş ve zayıflamış bir Irak’tır, ama bu ülke, eğer Kürd
bağımsızlığı sınırı aşan bir momentuma sahip olursa, aynı şeyin İran’da da
gerçekleşmesini isteyecektir.
ABD, Türkiye ve İsrail’in Kürdlerle kendi oyunlarını
oynuyor olması gerçeği, Kürdlerin bağımsızlık mücadelesini bir an olsun
kesintiye uğratmamaktadır. Ama bu da, mücadele, kuzey Irak’ta artıklarla idare
eden, emperyalizm yanlısı küçük bir devlete doğru saptırıldığı (ve böylesi bir
devletin oluşumuyla sınırlandırıldığı) takdirde, birleşik ve bağımsız Kürdistan
talebinin Kürdlerin tatbik ettikleri ajitasyon dâhilinde ön planda olacağı
anlamına gelmemektedir
Irak Kürd liderliği, gerici güçlerle birçok anlaşma
yapmış, onlara güvenmeyi sürdürmüştür. Geçmişte bu liderlik, PKK’ye karşı Türk
ordusunun yürüttüğü operasyonlara bile destek vermiştir. Bugün bile, İD
tehdidiyle yüzleşen Kürdler arasında belirli bir birlik söz konusu iken, silâh
tedarikiyle ilgili konuşan bir analizcinin şu tespiti önemlidir: “Belki de bir
şeyler PKK’yle ilişkiye son verecek ama Irak Kürdlerinin lideri Barzani bunu
ister mi? Sanmıyorum.”
Irak Kürd güçleri, İD’e karşı yoğun bir mücadele
vermemekte, Sincar Dağları’ndan Ezidîlerin kurtarılmasında etkin bir rol
oynamamaktadır. Bu işler, Türkiye’den gelen PKK güçleri ile Suriye’den gelen
müttefiklerince üstlenilmektedir. Bir Kürd kaynağının tespitiyle:
“Barzani
ve güvenlik aygıtı, İD güçlerinin seksenlerin sonunda önemli bir bölümü kadın
ve çocuk olan, 182.000 Kürd köylüsünün katledildiği Enfal’deki katliama katılan
insanlarla aynı soykırımcı köklere sahip olduğunu anlayamadı. ABD’li
yetkililerin bildirdiğine göre, Sincar’daki savunma çok zayıftı ve peşmerge
savaşmadan geri çekildi. Ezidî Kürdleri, bu tarihsel hata konusunda KDP
liderlerini asla bağışlamayacaklardır ve bu derin yaraları iyileştirmeleri
yılları bulacaktır.”
Büyük güçlerin bu türden kesimleri kendi yanlarına
çekmeleri yeni bir şey değildir. Marx ve Engels, on dokuzuncu yüzyılda,
emperyalistlerin vekilliğine soyunan küçük milliyetçi hareketleri şiddetle
eleştirmiştir. Aynı şey, yirmilerde ve yetmişlerde İrlanda cumhuriyet
hareketinin kimi kesimlerinin de başına gelmiştir. Benzer bir duruma düşen
Kosova Kurtuluş Ordusu da Balkan Savaşı’nda NATO’nun kara kuvvetlerine
dönüşmüştür. Aynı tespit, 2011’de NATO’nun gerçekleştirdiği hava saldırısının
yardımıyla ilerleyen Libya muhalefet güçleri ve her iki tarafta felâkete yol
açan girişimleriyle, Özgür Suriye Ordusu için de yapılabilir. Neokonların uzun
süredir açıktan uyguladıkları strateji, Batı’nın hoşlanmadığı rejimlerin
ortadan kaldırılması için halk hareketine ait kimi unsurları kullanmak üzerine
kuruludur. Ama sosyalizm güçlerinin ve halk tabanına sahip ulusal kurtuluş
mücadelelerinin bir kuşak öncesine göre zayıf oldukları dünyada bile, bu,
kaçınılmaz biçimde yaşanacak bir süreç değildir.
Tüm coğrafya genelinde kurulacak bağımsız bir
Kürdistan, İD’in ilerleyişini durduracak ve Irak Kürd liderliğini
marjinalleştirecek yegâne gelişme olabilir.
Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşan kurgu dağılmakta
ama bu dağılma, gerici güçler lehine gerçekleşmektedir. Birleşik ve özgür bir
Kürdistan, halkçı ve ilerici bir ürün ortaya koyan ulusal kurtuluş
mücadelesinin bir işaret fişeği olabilir. Bu bağımsızlık, Ortadoğu’nun mevcut
durumunda, Güney Afrika’da ırk ayrımcılığına karşı ANC’nin (Afrika Ulusal
Konseyi’nin) zaferinin yol açtığı etkiye sahip olabilir. Politik çekim merkezi
hâline gelerek, İD’in sızamadığı ve emperyalistlerin yanına çekip istismar edemediği
bir alan olabilir. Emperyalistlerin onu istememelerinin nedeni bu.
Tam bağımsız ve birleşik bir Kürdistan talebi,
Suudîlerin, Katarlıların ve Türklerin İD’e para ve başka türden yardımlarını
kesmesi talebi ile birleştiğinde, olayların seyrini değiştirebilir.
Kürdlerin uzun ve kahramanlıklarla dolu bir
anti-emperyalizm sicili mevcuttur. Kimi Iraklı Kürd liderler, bu mirası çok
ucuza satmaktadırlar. Ama Kürdler, diğer Kürdlerin ya da Filistinlilerin
zararına olacak şekilde bir kâr elde etme gayreti içine giremezler. İD’e karşı
gerçekleştirilecek en iyi savunma aracı, kesinlikle ABD silâhları ya da Batı
yanlısı petrol politikası değildir.
Bazı Kürdler, “iyi ama bugün İD’in saldırıları
karşısında ne yapmamız gerekiyor?” diye sorabilirler. Bugün savaş şahinleri,
“durum şimdi farklı, Kürdlerin tek başına savaşmalarına izin veremeyiz”
laflarıyla, önceki felâketlere yol açan müdahalelerinin tarihini silmek
istemektedirler.
Biz bugün geçmiş deneyimlerimizden, “bir şeyler
yapılmalı, zira bundan daha kötüsü olamaz” diye panikle yapılan çağrıların uzun
vadede yenilgilere yol açacağını geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz. Bize
hiçbir şeyin Saddam’dan daha kötü olamayacağı söylendi ama o kendi halkını
katletti. Savaş ve işgal, ölümü ve çekilen çileleri perçinledi. Bize Libya’da,
“Bingazi düşecek, hiçbir şey daha kötü olmayacak” dendi. Ama olup biten,
geçmişten daha kötüydü: 30.000 insan öldü ve ülke, silâhların tüm bölgeyi kuşattığı
bir afet bölgesine dönüştü.
Bizim cevabımız şu olmalı: “Evet, elbette Kürdler
kendilerini silâhlarıyla savunmalıdırlar ama ABD’nin bombardımanı anlamına
gelecek, ABD ile yapılacak bir anlaşma ölü sayısını çoğaltacak, yıkım sürecini
daha da yoğunlaştıracaktır. Bu, Kürdler arasındaki gerici güçlerin ağırlığını
da artıracaktır. En iyi savunma, birleşik Kürdistan çağrısını yükseltmek ve
NATO güçleri arasındaki ayrımlardan istifade etmektir. Bu, aynı zamanda İD’i
uzun vadede durdurmak için de en iyi yoldur.
John Rees
17 Ağustos 2014
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder