Pages

22 Ağustos 2014

IŞİD'in Durdurulmasının Yolu


IŞİD’in Durdurulmasının Yolu, Bugün ABD’nin İstemediği, Birleşik, Özgür Kürdistan’dan Geçmektedir

Kürd ulusal kurtuluş mücadelesi, Ortadoğu’nun en uzun süreli ulusal kurtuluş mücadelesidir. 30 milyon Kürd, dünyada devleti olmayan en büyük etnik gruptur. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda büyük güçler, Kürd bölgelerini dört ulus arasında pay etmişlerdir: Kürdlerin büyük bölümünün yaşadığı Türkiye, Suriye, Irak ve İran.

ABD Başkanı Woodrow Wilson, dört yıl içerisinde bağımsız bir Kürd devletinin kurulacağı sözünü verir. Ancak diğer ülkeler yanında, Türkiye, Suriye ve Irak devletlerinin oluşmasını koşullayan, Milletler Cemiyeti’nin aracılık ettiği Lozan Anlaşması (1923) Irak ve Irak petrolünün kontrolünü İngilizlere verir. Bu da tarihsel Kürd coğrafyasının Türkiye, Suriye, Irak ve (öncesinde Pers İmparatorluğu olan ve savaş esnasında İngilizlerce işgal edilmiş bulunan) İran arasında pay edilmesine yol açar. Kürdler, ABD ve diğer büyük güçler tarafından yüz üstü bırakılırlar.

Bu, boşa düşen birçok vaatten birisidir. Ama Kürdler, halkının parçalara ayrıldığı tüm bu devletlerde, zulme karşı mücadele ederler.

Büyük güçlerin ikiyüzlülüğü, Birinci Dünya Savaşı sonrasında görüldüğü üzere, bugünün de bir gerçeğidir. ABD ve Avrupa Birliği, Irak’ta Kürdleri silâhlandırmış, aynı ABD, Avrupa Birliği ve NATO güçleri, Kürdistan İşçi Partisi’ni (PKK) “terörist örgüt” ilân etmiştir. PKK, Birleşik Krallık’ta da terörist örgüt olduğu tespitiyle yasaklanmıştır. PKK’nin Türk devletine karşı sürdürdüğü uzun soluklu silâhlı mücadelede binlerce üyesi katledilmiş, hapse atılmış ve işkence görmüştür. Bugüne dek, mevcut ateşkese rağmen, PKK lideri Abdullah Öcalan hâlâ Türk hapishanesindedir.

Ana güçlerin yirminci yüzyılın önemli bir kısmında takip ettiği temel strateji, Kürdleri yaşadıkları dört ulus arasında parçalanmış hâlde tutmak ve bu devletlerin Kürdleri ezmesine izin vermek olmuştur. İster ordu ister Erdoğan idaresi altında olsun, Türkiye’nin politikası zulüm üzerine kuruludur. Aynı durum, hem baba hem de oğul Esad dönemi Suriye’si ve Şah ile İslam Devleti idaresi altındaki İran için de geçerlidir.

Saddam idaresindeki Irak, Kürdlere yönelik yoğun bir baskı politikası uygulamıştır. ABD 2003’te Irak’ı işgal ettiğinde, Kürdlerin Saddam’a yönelik muhalefetini kendi amaçları için kullanmayı bir şans olarak görmüştür. İlkin ABD, Kürdleri ideolojik anlamda kullanmış, maruz kaldıkları zulmü, özelde 1988’deki Halepçe Katliamı’nı öne çıkartmıştır. Oysa ABD, katliam esnasında Saddam’ın saldırı konusunda İran’ı suçlama politikasını desteklemiştir.

Ardından ABD, Kürd bölgelerini işgal için üs olarak kullanmıştır. Sonrasında Kürdlere etkin bir özerklik bahşederek, onları, doğrudan işgal altındaki Irak devletinin mezhepsel yapısına yöneltilen böl-yönet stratejisinin parçası kılmıştır. Bu da, ABD’nin inşa ettiği Irak Devleti’nde Sünni Müslümanların yoğunlaşan dışlanma sürecine karşı İslam Devleti’ne (eski IŞİD) büyük için gerekli alanı açmıştır.

Esasında bugün İD’in somutladığı somut tehdit, Irak’taki ABD politikasının doğrudan bir ürünüdür.

Bugün ABD özerk Kürd Irak bölgesini tercih etmektedir, çünkü o bu bölgeyi İD tehdidine karşı kullanmak istemektedir. Ama ayrıca ABD, zayıf ve bölünmüş bir Kürd ulusunu birleşik ve özgür bir Kürdistan’a tercih etmektedir.

Irak Kürdistanı, ABD petrol şirketlerinin hâkimiyetinde olan, petrol açısından zengin bir bölgedir. Bu bölge, ayrıca (Kürd kardeşlerine zulmeden) Türkiye’ye ve İsrail’e petrol temin etmektedir. ABD iş dünyası dergisi Forbes, sinsice gülümseyerek seyrettiği süreci şu şekilde özetlemektedir:

“Kürdlerin İsrail ile ilişki kurmak istiyor olmaları, onların İsrail’e ham petrol satışlarını boykot etmeyi sürdüren Arap komşularından görece daha yüce gönüllü bir dış politika gütmeyi amaçladıklarını göstermektedir.”

İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Irak Kürdlerinin bağımsızlığını desteklemesinin ama bir bütün olarak Kürdistan’ın tam bağımsızlığına kesin biçimde karşı çıkmasının nedeni budur. İsrail’in arzusu, bölünmüş ve zayıflamış bir Irak’tır, ama bu ülke, eğer Kürd bağımsızlığı sınırı aşan bir momentuma sahip olursa, aynı şeyin İran’da da gerçekleşmesini isteyecektir.

ABD, Türkiye ve İsrail’in Kürdlerle kendi oyunlarını oynuyor olması gerçeği, Kürdlerin bağımsızlık mücadelesini bir an olsun kesintiye uğratmamaktadır. Ama bu da, mücadele, kuzey Irak’ta artıklarla idare eden, emperyalizm yanlısı küçük bir devlete doğru saptırıldığı (ve böylesi bir devletin oluşumuyla sınırlandırıldığı) takdirde, birleşik ve bağımsız Kürdistan talebinin Kürdlerin tatbik ettikleri ajitasyon dâhilinde ön planda olacağı anlamına gelmemektedir

Irak Kürd liderliği, gerici güçlerle birçok anlaşma yapmış, onlara güvenmeyi sürdürmüştür. Geçmişte bu liderlik, PKK’ye karşı Türk ordusunun yürüttüğü operasyonlara bile destek vermiştir. Bugün bile, İD tehdidiyle yüzleşen Kürdler arasında belirli bir birlik söz konusu iken, silâh tedarikiyle ilgili konuşan bir analizcinin şu tespiti önemlidir: “Belki de bir şeyler PKK’yle ilişkiye son verecek ama Irak Kürdlerinin lideri Barzani bunu ister mi? Sanmıyorum.”

Irak Kürd güçleri, İD’e karşı yoğun bir mücadele vermemekte, Sincar Dağları’ndan Ezidîlerin kurtarılmasında etkin bir rol oynamamaktadır. Bu işler, Türkiye’den gelen PKK güçleri ile Suriye’den gelen müttefiklerince üstlenilmektedir. Bir Kürd kaynağının tespitiyle:

“Barzani ve güvenlik aygıtı, İD güçlerinin seksenlerin sonunda önemli bir bölümü kadın ve çocuk olan, 182.000 Kürd köylüsünün katledildiği Enfal’deki katliama katılan insanlarla aynı soykırımcı köklere sahip olduğunu anlayamadı. ABD’li yetkililerin bildirdiğine göre, Sincar’daki savunma çok zayıftı ve peşmerge savaşmadan geri çekildi. Ezidî Kürdleri, bu tarihsel hata konusunda KDP liderlerini asla bağışlamayacaklardır ve bu derin yaraları iyileştirmeleri yılları bulacaktır.”

Büyük güçlerin bu türden kesimleri kendi yanlarına çekmeleri yeni bir şey değildir. Marx ve Engels, on dokuzuncu yüzyılda, emperyalistlerin vekilliğine soyunan küçük milliyetçi hareketleri şiddetle eleştirmiştir. Aynı şey, yirmilerde ve yetmişlerde İrlanda cumhuriyet hareketinin kimi kesimlerinin de başına gelmiştir. Benzer bir duruma düşen Kosova Kurtuluş Ordusu da Balkan Savaşı’nda NATO’nun kara kuvvetlerine dönüşmüştür. Aynı tespit, 2011’de NATO’nun gerçekleştirdiği hava saldırısının yardımıyla ilerleyen Libya muhalefet güçleri ve her iki tarafta felâkete yol açan girişimleriyle, Özgür Suriye Ordusu için de yapılabilir. Neokonların uzun süredir açıktan uyguladıkları strateji, Batı’nın hoşlanmadığı rejimlerin ortadan kaldırılması için halk hareketine ait kimi unsurları kullanmak üzerine kuruludur. Ama sosyalizm güçlerinin ve halk tabanına sahip ulusal kurtuluş mücadelelerinin bir kuşak öncesine göre zayıf oldukları dünyada bile, bu, kaçınılmaz biçimde yaşanacak bir süreç değildir.

Tüm coğrafya genelinde kurulacak bağımsız bir Kürdistan, İD’in ilerleyişini durduracak ve Irak Kürd liderliğini marjinalleştirecek yegâne gelişme olabilir.

Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşan kurgu dağılmakta ama bu dağılma, gerici güçler lehine gerçekleşmektedir. Birleşik ve özgür bir Kürdistan, halkçı ve ilerici bir ürün ortaya koyan ulusal kurtuluş mücadelesinin bir işaret fişeği olabilir. Bu bağımsızlık, Ortadoğu’nun mevcut durumunda, Güney Afrika’da ırk ayrımcılığına karşı ANC’nin (Afrika Ulusal Konseyi’nin) zaferinin yol açtığı etkiye sahip olabilir. Politik çekim merkezi hâline gelerek, İD’in sızamadığı ve emperyalistlerin yanına çekip istismar edemediği bir alan olabilir. Emperyalistlerin onu istememelerinin nedeni bu.

Tam bağımsız ve birleşik bir Kürdistan talebi, Suudîlerin, Katarlıların ve Türklerin İD’e para ve başka türden yardımlarını kesmesi talebi ile birleştiğinde, olayların seyrini değiştirebilir.

Kürdlerin uzun ve kahramanlıklarla dolu bir anti-emperyalizm sicili mevcuttur. Kimi Iraklı Kürd liderler, bu mirası çok ucuza satmaktadırlar. Ama Kürdler, diğer Kürdlerin ya da Filistinlilerin zararına olacak şekilde bir kâr elde etme gayreti içine giremezler. İD’e karşı gerçekleştirilecek en iyi savunma aracı, kesinlikle ABD silâhları ya da Batı yanlısı petrol politikası değildir.

Bazı Kürdler, “iyi ama bugün İD’in saldırıları karşısında ne yapmamız gerekiyor?” diye sorabilirler. Bugün savaş şahinleri, “durum şimdi farklı, Kürdlerin tek başına savaşmalarına izin veremeyiz” laflarıyla, önceki felâketlere yol açan müdahalelerinin tarihini silmek istemektedirler.

Biz bugün geçmiş deneyimlerimizden, “bir şeyler yapılmalı, zira bundan daha kötüsü olamaz” diye panikle yapılan çağrıların uzun vadede yenilgilere yol açacağını geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz. Bize hiçbir şeyin Saddam’dan daha kötü olamayacağı söylendi ama o kendi halkını katletti. Savaş ve işgal, ölümü ve çekilen çileleri perçinledi. Bize Libya’da, “Bingazi düşecek, hiçbir şey daha kötü olmayacak” dendi. Ama olup biten, geçmişten daha kötüydü: 30.000 insan öldü ve ülke, silâhların tüm bölgeyi kuşattığı bir afet bölgesine dönüştü.

Bizim cevabımız şu olmalı: “Evet, elbette Kürdler kendilerini silâhlarıyla savunmalıdırlar ama ABD’nin bombardımanı anlamına gelecek, ABD ile yapılacak bir anlaşma ölü sayısını çoğaltacak, yıkım sürecini daha da yoğunlaştıracaktır. Bu, Kürdler arasındaki gerici güçlerin ağırlığını da artıracaktır. En iyi savunma, birleşik Kürdistan çağrısını yükseltmek ve NATO güçleri arasındaki ayrımlardan istifade etmektir. Bu, aynı zamanda İD’i uzun vadede durdurmak için de en iyi yoldur.

John Rees
17 Ağustos 2014
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder