Mazlumlar bizim dediklerimizi yaparlarsa iyi,
yapmazlarsa kötü oluyorlar. Biz, esasında onların bizi bizim istediğimiz
düzeyde anlamalarını sağlayacak koşulların oluşmasını bekliyoruz. Mutlak bir
örtüşme, zamansal kesişme gerçekleştiğinde “devrim” olacak, güneş herkes için
doğacak zannediyoruz. Mazlumlar bizim dediklerimizi yapmazlarsa, onları
karalayacak kelime çıkınımızı çıkartıyoruz hemen. İçinden bıçağı çıkartıp,
mazlumların doğal, verili öfke biçimlerini bir bir doğramaya başlıyoruz. Yekten
“faşist” ilân ediyoruz onları, çünkü öğrendiğimiz şu: faşizm, zafere ulaşmayan
devrimin bir ürünü.
Ama kimse o devrim niye olmamış, işçiler, emekçiler
neden Hitler’in peşine gitmişler, sorgulamıyor. Hitler, kitabında diyor: “bu
komünistler ödlek adamlar, höt dersin susarlar.” Herkese “faşist” etiketi
yapıştırmada işte bu ödlekliğin intikamı var, dolayısıyla cesareti ve şiddeti
örgütleyenin kellesi, hemen faşist kellelerin toplandığı sepete atılıveriyor.
Mazlumların bizim dediğimizi yapmamasının, bizim
iktidar ve devletle kurduğumuz tarihsel ilişkileri lime lime etmiş olmamızla
ilgisi olabilir mi? Onların kudret arayışlarını boşa düşüren, karşılıksız
bırakan bir ideolojiyi kim neylesin? İktidar ve devlet eleştirileriyle geçen
ömrümüz neye merhem olmuş, sorgulamayacak mıyız? Mazlumları sırf vicdanımızı
aklamak, rahatlatmak için mi kullanacağız?
* * *
Müslüman bir İngiliz, İngiltere’den IŞİD’e katılan
gençleri anlatan bir makale[1] kaleme alıyor: Diyor ki, bu gençler romantik,
çölde macera arıyorlar. “Beyinleri yıkanmış demeyelim, çünkü eylemlerindeki
sorumluluktan onları azade kılıyor bu yaklaşım” diye ekliyor polis kafasıyla.
Sonra, “intikam ve iktidar için, batılı değerleri yok etmek adına, sapık,
totaliter İslam versiyonlarını muzaffer kılmak amacıyla eylemlere girişiyorlar”
diyor. Ama yazı boyunca neyin intikamını aldıklarına dair tespit yok. Irak işgali,
İngilizlerin dâhli, gerçekleşen katliamlar, İngiltere’deki Müslüman gençlerin
çektiği çileler yok yazıda. Üstelik yazıyı yazan kişi, IŞİD’e katılan gençlerin
güç sahibi olmaktan zevk alan sapıklar” olduğunu söylerken, bir yandan da
“Londra’da hasbelkader bir perakendecide çalışırken, bugün tetikteki parmağıyla
ölüm ve hayatın kudretine sahip oluyor”, yani bir bakıma, “burada adam
değilken, orada adam olmuş!” diyor. Buradaki alaycılığın, küçümsemenin intikamı
alınmasın istiyor bir yandan.
Devamında yazar, bugün SoL yayıncılığın “Dilovası”
haberlerinde görülen türden, polise, istihbarata kimi hedefler gösteriyor. Akıl
veriyor, “bu gençler yarın burayı kana bularlar” uyarısında bulunuyor, bazı
camilere işaret ediyor, 11 Eylül sonrası Müslümanların terörize edilmesi
işlemini güncellemeye çalışıyor, kendi verili rahat konumunu garantiye alarak.
Bu noktada, İngiliz olan bir IŞİD militanının şu mesajını paylaşıyor: “Duydum
ki, benim burada edindiğim beceriler İngiliz hükümetini endişelendirmiş!”
Diğer bir yazısında[2] ise, Amerikalı gazeteci James
Foley’nin kafasını kesenin İngiliz vatandaşı olduğunu söylüyor ve bunun
üzerine, İngiltere’deki IŞİD yanlısı bir Müslüman’ın paylaştığı şu mesajı
aktarıyor: “Bir İngiliz kardeşimiz kesmiş kafayı! Ne şeref! Amerika’ya ne güzel
mesaj vermiş!” Guantanamolu tutsakların üzerindeki elbise de bu mesaja dâhil.
Devamında, IŞİD’cinin şu mesajını paylaşıyor yazar: “İngiltere halkına
sesleniyoruz, devletinizin eylemlerinin bedelini sizler ödeyeceksiniz.
Devletinizi suçlayın, bizi değil.”
Bir Müslüman yazıyor bunları. “Batılı değerlere
saldırıyor” diyerek, batılı kamuoyunu örgütlemek istiyor. “İslamofaşizm”
terimi, liberallerin ağzından çıkıp kamusallaşıyor. Mesele, bireyselleştirilip
talileştirilmeye çalışılıyor. Arka planındaki toplumsal-tarihsel ilişkiler
karartılıyor. Vice News’in belgeselinde konuşan Belçikalı Müslüman,
neden IŞİD’de olduğunu ağlayarak anlatıyor: “Bize çok zulüm ettiler.” Herkes
zannediyor ki, Müslüman Araplar istedi İngiliz, Amerikan askerlerini, gelsin
kızlarına, analarına tecavüz etsin, babalarını çırılçıplak soyup onlara işkence
etsin, oğullarını gözünü kırpmadan kurşuna dizsin. Yaşanan şaşkınlık hâli biraz
da bundan.
Bu hâlden anlayacak tek gerçek millet, Kürdler; ama
onlar da IŞİD saldırısı altında, bu dili kullanıyor ve kendisini bölgenin laik
ve modern geleceğinin garantisi olarak sunmaya çalışıyor. Düne kadar zalimin
kendisi için kullandığı argümanları IŞİD’e karşı kullanıyor şimdi. Onlar da
herkes gibi, bir Kerbela merasimindeki tiyatro sahnesine ait kadın görüntüsünü
“IŞİD kadınları pazarda satıyor” diyerek sunan yalana ortak oluyor, o da bir
Kur’an okuma yarışmasında 9 yaşındaki ağlayan kız çocuğu ile IŞİD militanını
gösteren görüntüyü, “küçük yaşta zorla evlendirilen kız” diye veriyor. “Baba
beni okula gönder” kampanyalarını, töre üzerinden halkına hakaret edilmesini
unutuyor. Fransa’da Müslüman gençler isyan edip araba yaktıklarında, burada
kimi solcular o gençlere "faşist" diyorlardı. O yüreği yoldaş bilen
ve burada araba yakan Kürdler, bugün araba sahiplerinin akıllarına
sesleniyorlar maalesef, batıya ve Batı’ya verilen mesaj bu. Ama kimse, IŞİD’in
zincirlerinden tam da bu sebeple kurtarıldığını ve ortalığa salındığını
düşünmüyor. Kürdler dâhil herkes, modern, laik ve batılının hizasına çekilsin
diye. İsrail, Suudiler ve Türkiye, kendi bekaları adına, bölge dizaynında
sınırları bu “maşa”yla çizmek istiyor. IŞİD militanları, “bizim sınırlarımız
olacak ama hududumuz olmayacak” diyor. Hududu olmayan İsrail’in karşısına
İslamî bir İsrail çıkartılıyor.
İsrail sevenler derneği Hamas’a karşı IŞİD’i övüyor,
kendisine saldırmayı “küfür” sayıyor diye. İsrail’in teokratik, dikta rejimine
övgüler dizen solcular, birden IŞİD üzerinden kendilerini pazarlama imkânı
buluyorlar. Herkes, ne kadar modern, ne kadar batılı ve ne kadar laik olduğunu
ispatlamak için IŞİD yazıları yazıyor.
Örneğin Ergin Yıldızoğlu[3], herkesin kendisi kadar
apış arasıyla yaşayıp düşündüğünü önvarsayarak, Müslüman gençlerin, özellikle
cinsel konularda, Avrupalı Hristiyan gençler karşısında ezildiklerini ve buna
karşı tepki olarak IŞİD’e katıldıklarını, onlara, "bu dünyayı terk
etmeden, hazlarından vazgeçmeden" mücadele etmeyi öğretmek gerektiğini
söylüyor. Müslüman genç, kendisine küfreden bu Yıldızoğlu’nu ne yapsın? Ancak
İran’a ya da Filistin’e yönelik porno kanalları açmayı düşünebilen bu zihniyeti
Ortadoğu’nun kabulleneceği güne dek bekleyelim mi? İran’ın Amerika, Filistin’in
İsrail tarafından bombalarla yok edileceği gün mü solun zafer günü? Haz
kapıları o zaman mı kırılacak, dünya o zaman mı bizim olacak? “Biz” kimiz?
* * *
Freud’a göre, “id” koordine edilmemiş içgüdüsel
eğilimler kümesi; süper-ego, ahlâkî ve eleştirel mekanizma; ego ise id ile
süper-egonun arzuları arasında arabuluculuk yapan örgütlü ve gerçekçi kısım.
İD, yani İslam Devleti ismini alan IŞİD’in, yüksek siyasetin derininde,
mazlumların kara öfkesini dışavuran kontrolsüz, “içgüdüsel” bir niteliği
olabilir mi? Biz, o sırf steril, makbul ve gelişkin egomuzun dili ve bedeni
olanlar, hangi süper-egonun hizmetinde olduğumuzun farkında mıyız? Egomuzun ak
olduğunu gösterirken, neye ve kime alan açıyoruz, liberalizmin akıncı birliği
olmak, bize kimin ve neyin zaferini getirecek?
Yukarıda bahsi geçen Şiraz Mahir’e ait makalede bir
IŞİD’cinin şu cümlesi geçiyor: “Biz burada Suriye halkı için bulunmuyoruz,
toprak Allah’a aittir, halka değil.” Kendisini savaş şeriatı ile kuran için
olağan cümleler bunlar. Ama şeriat, halksız bir anlam ifade etmiyor. İD’e göre
“mürted” olan Ali Şeriati’nin tespitiyle, “Kur’an’da halk sözcüğü ile Allah
aynı manada.” O hâlde bugün yaşananlara başka bir açıdan bakmak da mümkün.
Ancak mülkiyet üzerinden Allah’la rabıta kurabilene karşı oluşturulacak bir halk
şeriatı, tüm bu kan revan içinde, illaki demleniyor olmalı. Ak egoların, kara
idlerin görmediği, görmek istemediği bu.
Eren Balkır
21 Ağustos 2014
Dipnotlar:
[1] Shiraz Maher, “Why the British Cihadis Fighting in Syria and Iraq Are So
Vicious”, 21 Ağustos 2014, DailyMail.
[2] Shiraz Maher, “The West Should Take Note: There Is
No Avoiding Isis”, 21 Ağustos 2014, Guardian.
[3] Ergin Yıldızoğlu, “Bilmece, Gizem ve Enigma Olarak
IŞİD”, 20 Ağustos 2014, Cumhuriyet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder