Ferguson Ateş Altında
Birkaç gün önce 18 yaşındaki Michael Brown’un
katledilmesi sonrası başlayan gösteriler, St. Louis’in 20 mil kuzeyindeki bu
küçük kasabayı manşetlere taşıdı. Ayaklanma giderek yoğunlaştı, polisle
çatışmalar daha da yaygınlaştı. Uçuşa yasak bölge ilân edilen kasabayla ilgili
yayın yasağı kararı çıkartıldı, iki muhabir gözaltına alındı, görüntülere
bakılacak olursa, polis mevcut durumu haber yapmaya çalışan diğer gazetecilere
de gaz bombaları atıyor.
Ferguson, Missouri bugün sıkıyönetim altında. Obama
dâhil tüm siyasetçiler, devlet destekli “fikirler”ini dile getirdikçe, ağır
silâhlarla donanmış insanlar öfkeli kalabalığa daha çok saldırıyorlar.
Medya hâlâ gösterilere katılanların niyetlerini
sorguluyor ve esas olarak isyanın kendisine odaklanıyor. Kimileri “ne faydası
var bu şiddetin?” diyor. Arkasından şu soru geliyor: “Bu şiddetten kim istifade
ediyor?” Ferguson’daki kalabalıklar adalet istiyorlar. Bu mazlum halk “yanlış
zamanda yanlış yerde” bulunmak ve siyah olmak sebebiyle, yolda yürürken vurulup
vurulmayacaklarını bilmek istiyor.
Amerika Birleşik Devletleri bu öfkeli taleplere nasıl
cevap veriyor? Gaz bombaları, zırhlı araçlar ve küçük bir ordu ile.
Eğer tarih bize bir şey öğretmişse, o da şudur: ABD,
mazlumları tahkir etmekten başka bir şey yapmaz. Küba’dan Vietnam’a,
Oakland’dan Bronx’a, Ferguson’dan Gazze’ye, halkların kendi kaderlerini tayin
hakkını ve toplumsal devrimi sabote etme noktasında ABD’nin ortaya koyduğu
gayretleri detaylandırmak için saatlerce uğraşabiliriz. ABD, mazlumların
düşmanıdır ve her zaman da öyle olmuştur.
İktidar kolayca feragat edilen bir şey değildir. Eğer
Ferguson’daki göstericiler ve tüm ülke genelindeki mazlum kitleler bu Beyaz
İktidarı’nı gerçekten parçalamak istiyorlarsa, o vakit bizim bunun için
mücadele etmeye hazır olmamız gerekir. Pasif direniş veya statükoya karşı
çıkmak için barışçıl yollara meyletmek cazip gelebilir. Kimse canının yanmasını
istemez. Birçok insan için başkasına zarar verme fikri hafife alınabilecek bir
mesele değildir. Ancak barışçıl direniş yolu mazlumlara asla özgürlük getirmez.
Bu, Mike Brown ya da polis terörizmine kurban gitmiş herhangi bir kişi için
adalet talebinde bulunmak noktasında da geçerlidir. Barışçıl direniş karşı
tarafın bir vicdanı olduğunu varsayar. Masum bir genç olan Mike Brown’u vuran
poliste sizce vicdan var mı? Sizce o polis, sosyal koşulların derinliğini ya da
ahlâkî zorunlulukları hiç aklına getirmiş midir? Polis zalim devletin bükülen
koludur; onlarda vicdan namına bir şey yoktur, eğer olsaydı bile, stratejik
açıdan bu vicdana bel bağlamak mümkün değildir. Barışçıl direniş ayrıca bir
seyirci talep eder. Polis aktif biçimde muhabirleri ve gazetecileri gözaltına
almaktadır. Alınmayanlarsa şüphesiz ki sindirilmiş durumdadırlar ya da kimi
görüntülerin de gösterdiği üzere, saldırıya uğramaktadırlar. Ferguson’ı
seyreden seyirciler ana medya ortamlarında değil, sosyal medyada
toplaşmaktadırlar; Bu seyirci, olayları kitlelerle arasındaki alternatif
iletişim biçimleri üzerinden izlemekte ve o kitlelerle organik bir ilişki
kurmaktadır. Söz konusu seyircinin polisi durdurması mümkün müdür? Kesinlikle
değil.
Ferguson seyircisi, biz ne kadar ona sempati duyarsak
duyalım, onun varlığı bizi ne denli heyecanlandırırsa heyecanlandırsın, hâlâ
liberal eylemsizliğin söz konusu sembolik evrenine mahkûmdur. Çekilen ıstırapla
ilişki kurabiliriz. Yaşanan yıkımla ilişki kurabiliriz. Maruz kalınan zulümle
ilişki kurabiliriz. Ama bu ilişkiyi ifade etme yöntemlerimiz en iyi hâliyle
düşünceye sırtını yaslar ve (en azından yaygın biçimde uygulanan yöntemler
dâhilinde) Ferguson’daki mazlum halka hiçbir somut yardım sunmaz.
Ferguson halkının liberal eylemsizliğe ihtiyacı
yoktur. Ona lazım gelen, pasif bir sempati de değildir. Bu halkın ihtiyaç
duyduğu şey asla barışçıl direniş değildir. Ferguson halkı, tıpkı Gazze halkı
gibi, bir Halk Ordusu’na muhtaçtır.
“Halk Ordusu Olmayan Bir Halk Hiçtir”
Bu söylenenler, halk enerjisini farklı bir biçimde
maddîleştiriyor diye, onun ortaya koyduğu enerjiyi küçümsüyoruz anlamına
gelmez. Aksine bizim bu enerjiyi övmemiz ve polis terörizmine karşı ayağa
kalkan kitlelerin bizatihi belirledikleri tavrı desteklememiz gerekir.
Halk Ordusu, kitlelerin polis terörüne yeterli cevap
üretmesini ve faşist saldırılara karşı kendisini savunmasını sağlar. Halk, bir
halk ordusunu hakketmektedir. Güvende olmak ve polisin misillemesi ya da ölüm
korkusu olmaksızın mücadeleyi sürdürmeleri, halkın hakkıdır. Halk ordusu,
devlet destekli olmayan bir yoldan, Ferguson’ın safında, tüm mazlumların ülke
genelinde mücadele etmesini ve onunla ilişki kurmasını sağlar. Burada mesele,
geçmişte kalmış kimi kavramlara yönelik nostaljik ya da maceracı bir başvuru
yapmak değildir. Bizim meseleye doğal yoldan yaklaşarak, Mao ya da Lenin’e
başvurmamız gerekmemektedir. Mevcut duruma dair tüm cevaplar bugündeki
anlayışımız içinde mevcutturlar. Asıl güçlük, hangi fikirlerin destekleneceği
ve bu fikirlerin, kitleler içindeki en geniş temsiliyet üzerinden, nasıl
aktarılacağıdır.
İşte partinin de devreye girdiği yer burasıdır. Bu
parti ne bir burjuva politik partidir ne de her türden “Marksist”in kullandığı
köhnemiş ve retoriğe dönüşmüş bir aygıttır. Biz en insanî ve en kapsamlı olan
partiyi kastediyoruz. Bu parti, mazlumlardan oluşan, mazlumların politik açıdan
en ileride olan kesiminin oluşturduğu, mevcut ırkçı emperyalist devlete karşı
direnişi örgütlemede liderlik yapan ve belirleyici olan bir partidir. Bu parti,
sömürenlere karşı sömürülenlerin çıkarlarını savunmaya hazır aynı ölçüde
radikal bir halk ordusu ile birleştirilmiş olan bir yapıdır. Ferguson’daki
zulmü sistematize edilmiş, kudretli bir güce dönüştürecek olan da işte bu
partidir.
İktidar bir yanılsamadır. Eğer içinde yaşadığımız
toplumu dönüştürmek, koşullara gerçek manada karşı koymak istiyorsak, birincil
önceliğimiz iktidarın alınması olmalıdır. Burada iktidar derken kastedilen, tüm
amorf biçimleri dâhilinde iktidar ama daha kesin bir ifadeyle, müesses devlet
iktidarıdır; bugün yönetici sınıf tarafından yönetilenlere karşı kullanılan
politik iktidardır. Bu iktidarı ele geçirmek ve onunla bizim hâkim olduğumuz
bir ilişki tesis etmek, sınıfsal açıdan onu parçalayan bir mücadeleye ihtiyaç
duyacaktır.
Mike Brown’un ailesi ve dostlarının talep ettikleri
adalet, mevcut toplumsal düzende mümkün değildir. Para insandan daha önemli
oldukça, insanlar para için bir araç olmaktan başka bir şey olmayacaklardır.
Toplumumuzun ve kapitalizm dâhilinde sahip olduğumuz mevcut varoluşumuzun temel
sorunu, birkaç reform yapmak ya da gösterişli yeni bir hukuk tesis etmek
değildir. Sorun, toplumumuzun tüm işleyişinde mündemiçtir. Doğruyu söylemek
gerekirse, aslında bu bir “sorun” da değildir. Bir insan, bir grubun soykırıma
tabi tutulması ve başkasının köleleştirilmesi üzerine kurulu bir toplumda
yaşıyorsa, süregiden bu sistemsel zulüm ne türden bir “sorun”la yüzleşmektedir?
Henüz mücadele bitmemiş olsa da, Ferguson’dan alınacak
kimi dersler vardır. Bize bir parti gerekmektedir. Bize halk ordusu
gerekmektedir. Bizim ihtiyacımız olan, yeni bir toplumdur. Michael Brown için
adalet temel bir gerekliliktir. Bize hükmeden sistemle anlamlı ve sistematik
bir tarz dâhilinde mücadele etmeye hazır olana dek, adalet sadece kısa süreli
bir umut olarak kalacaktır; o güne dek akşam haberlerinde o âlimler, “temiz” ve
liberal anlayışları ile gülmeye devam edebilirler.
Ferguson halkı için ülke ve dünya genelinde
gerçekleşen tüm gösteri ve yürüyüşlerle dayanışma içinde olalım. Gazze’den
Missouri’ye dek uzanan, halkları kucaklayan mazlum dayanışmasını büyütelim ve
onu tek bir mücadele hâline getirelim. Ferguson ile dayanışma içinde olalım.
Kahrolsun polis! Michael Brown için adalet herkes için adalettir.
Zak Brown
14 Ağustos 2014
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder