Almanya’da antisemitizm suçlamaları ülkedeki savaş
karşıtlarını yıldırmak ve kriminalize etmek için kullanılıyor.
Milyonlarca insan, İsrail ordusunun Gazze’yi canavarca
bombalaması karşısında derin bir sarsıntı geçirdiği sırada, Almanya’daki
siyasetçiler ve medya yorumcuları savaş karşıtlarına saldırdılar. Münferit
Yahudi karşıtı sloganlar, gösterileri “antisemitik” olarak etiketleyip kınamak
için öne çıkartıldılar.
Geçen hafta savaşa karşı dünya genelinde binlerce
insanın gösteri düzenlemesi ardından, İsrail ordusu Gazze’ye yönelik
saldırılarını Pazartesi gecesi daha da yoğunlaştırdı. Gelen haberler, o terör
gecesinde, bombardımanın ve topçu ateşinin aralıksız sürdüğünü söylüyorlar.
İsrail başbakanı Benyamin Netanyahu, önceki gece,
kendi halkını televizyondan uyarıyor ve onlara, Hamas tümüyle
silâhsızlandırılana dek, uzun bir askerî operasyona hazırlanmalarını söylüyor.
Gazze’ye yönelik hava, deniz ve karadan süren
saldırılar korkunç bir savaş suçu. Üç haftadır İsrail ordusu, nüfus yoğunluğu
fazla olan Filistin yerleşimlerini modern teknolojisiyle bombardımana tabi
tutuyor. Salı günü itibarıyla ölü sayısı 1.110’a çıktı, bunun önemli bir bölümü
çocuk. Bunlar bir de resmî rakamlar; enkaz altında kaç kişinin olduğunu bilen
yok. Yaralıların sayısı 6.000’e çıktı, bunların büyük bir kısmı ağır yaralı.
Alman hükümeti, İsrail hükümetinin işlediği korkunç
suçların bir savaş karşıtı hareketi kışkırtmasından korkuyor. O da biliyor ki,
böylesi bir hareket, sadece Netanyahu hükümetini eleştirmekle kalmayacak,
ayrıca Berlin’in İsrail’e verdiği desteği de hedefe koyup yüzünü Alman
militarizmine dönecek. Bu nedenle hükümet, tüm savaş karşıtlığını ezmek için
antisemitizm tehdidi yalanını sürüyor masaya.
Geçen haftanın ortasında Frankfurter Allgemeine
Zeitung şunları yazdı:
“İsrail’in
askerî saldırısına karşı yapılan gösterilerdeki antisemitik propaganda günlerce
sürdü, bunun üzerine Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck güçlü bir uyarıda
bulundu.”
Gauck tüm Almanları, İsrail hükümetine değil de
antisemitizme karşı gösteri yapmaya çağırdı.
İçişleri Bakanı Thomas de Maizière (Hristiyan
Demokratlar) ise İsrail’in kendisini savunma hakkı bulunduğunu, bu hakkın
“hiçbir koşulda” sorgulanmaması gerektiğini söyledi. Savcılar, polis ve yetkili
makamlar, tüm gizli ya da açık antisemitizm biçimlerine karşı sert önlemler
aldılar.
Adalet Bakanı Heiko Maas (Sosyal Demokratlar, SPD)
şunu söyledi:
“Yahudi
karşıtı nefret söylemi kesinlikle kabul edilemez ve hiçbir şekilde
meşrulaştırılamaz. Antisemitizm Almanya’da asla bir kez daha hoşgörülemez.
İfade özgürlüğü, herhangi bir halka karşı nefreti ve şiddeti meşrulaştıramaz.”
Adalet Bakanı’nın yorumuna göre, “Yahudi karşıtı
sloganlar cezalandırılmalıdır. Yahudiliğe bu şekilde karşı çıkan herkes,
Almanya’daki anayasal nizama da karşı çıkıyor.”
Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier (SPD) de,
Fransız ve İtalyan meslektaşlarıyla birlikte, Avrupa’daki Yahudi karşıtı
sloganlara karşı uyarıda bulundu. Bakanlar, Gazze’daki çatışma dâhil hiçbir
şeyin Yahudilerin şeytanîleştirilmesini meşrulaştıramayacağını söylediler.
Ukrayna’ya bakıldığında bu kampanyanın ne denli
samimiyetsiz olduğu görülecektir. Orada Alman hükümeti, antisemitik ve faşist
örgütlerle sıkı bir işbirliği içerisindedir. Hitler ve Nazi rejimini öven bir
parti olan Svoboda bu yılın başında Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor
Yanukoviç’in devrilmesine katkı sunan Meydan gösterilerinde rol oynayan en
önemli politik güçtü.
Geçen yıl Dünya Yahudi Kongresi, Svoboda’nın
yasaklanmasını talep etmişti. Ama bu, Steinmeier’in, Avrupa Birliği
temsilcilerinin ve ABD’nin bu partinin kurucusu Oleh Tyahnybok ile sıkı bir
işbirliği kurmasına mani olamadı. Tyahnybok, Ukrayna’yı kontrol ettiğini
düşündüğü “Rus-Yahudi Mafyası”nı yok etme kararlılığını birçok kez ifade eden
bir isim. 10 yıl önce Svoboda’nın başına geçer geçmez destekçilerine
söylediği ilk laf şu olmuştu: “Silâhlarınızı alın, Rus, Alman ve Yahudi
domuzlarıyla, tüm insanlık dışı yaratıklarla savaşın.”
Tyahnybok, Sobibor toplama kampındaki 30.000 Yahudi
mahkûmu katletmekle suçlanmış John Demjanjuk’a “kahraman” diyor. Yardımcısı
Yuri Mihalçisin, Josef Goebbels Politika Araştırma Merkezi isimli bir düşünce
kuruluşu kurdu.
Tüm bu gerçekler bilinmesine karşın, önemli
bakanlıklar Svoboda’ya tahsis edildi, bunun karşılığında da partiden
Ukrayna’daki darbe için hücum kıtaları temin edildi. Bugün bu hücum kıtaları,
Doğu Ukrayna’daki halkın terörize edilmesinde aslî rolü oynuyorlar.
Almanya’nın çıkarına olduğunda hükümet,
antisemitistler ve faşistlerle işbirliği kurma konusunda, zerre vicdan azabı
duymuyor. Bu tip ilişkiler Macaristan’da da kuruluyor. Burada neofaşist parti Jobbik,
Nisan ayında yüzde 20 oy almıştı seçimlerde. Avrupa genelinde sağcı partiler,
Alman hükümeti ve AB’nin sosyal olana karşıt siyasetlerine doğrudan bir tepki
olarak zuhur ediyorlar.
Bu sebeple antisemitizm üzerinden süren mevcut
kampanyanın, Yahudi yurttaşlara yönelik muhtemel tehditlerle ilgili gerçek
endişeler konusunda yapabileceği herhangi bir şey yok. Aksine bu kampanyanın
amacı, savaşa ve emperyalistlerin işledikleri suçlara karşı gerçekleştirilen
gösterileri kriminalize etmek ve toplanma hakkını sınırlandırıp polis devletine
özgü tedbirleri yoğunlaştırmak.
Aynı alaycı üslupla dile getirilen, “Bir daha
Auschwitz asla!” sloganı, doksanlarda Alman ordusunun NATO sahası dışında
gerçekleştirdiği askerî müdahaleleri meşrulaştırmak için kullanılıyor,
antisemitizme karşı sözde mücadele, demokratik hakların ilgası ve devletin
güçlendirilmesi noktasında bir bahane olarak devreye sokuluyordu.
Son günlerde yapılan kimi gösterilerde üniformalı ve
sivil binlerce polis iş başındaydı. Geçen hafta sonu Berlin’de her bir
göstericiye bir polis düşüyordu. Gösterinin başlamasından önce polis bayraklara
ve pankartlara baktı, sonra da sloganların izinli olup olmamasına karar verdi.
Stuttgarter Zeitung’daki
bir habere göre, bir savcı ve çevirmen, yanında çok sayıda polisle,
Stuttgart’ta düzenlenen son gösteriye geldi, amaçları eyleme anında müdahale
etmek ve hukukî tedbirler alabilmekti.
Eğer bu samimiyetsiz antisemitizm kampanyası bir
kenara konulacak olursa, siyasetçilerin ve medyanın gerçekleştirdikleri
saldırıların hedefinin gösterilerin savaş karşıtı niteliği olduğu tüm
çıplaklığıyla görülür. Bu yılın başında Gauck, Steinmeier ve Savunma Bakanı
Ursula Von der Leyen şunu söyledi:
“Alman
ordusu üzerindeki sınırlandırma politikası devre dışı bırakıldı, gelecekte
Almanya, bir kez daha, dünyadaki kriz bölgelerine tek başına ve tüm özgüveniyle
müdahale edebilecek.”
Kiev ve Kudüs’teki hükümetlere verilen destek, bunun
ne anlama geldiğini gösteriyor. Alman hükümeti, savaş suçları işlemeye
hazırlanıyor ve tüm muhalefeti daha ilk aşamada ezmeyi amaçlıyor.
Alman militarizminin geri dönüşü, sadece yurtdışındaki
değil, yurtiçindeki hedeflere de yöneliyor, yani bu geri dönüş, demokratik
hakların ilgası ile bağlantılı. Yaklaşık yüz yıl önce, Birinci Dünya Savaşı’nın
hemen öncesi, savaş karşıtları hapse atılmışlardı. İkinci Dünya Savaşı’nın
hazırlıklarının yapıldığı aşamada ise demokratik kurumlar tümüyle yok edilmiş,
sonuçta faşist bir diktatörlük kurulmuştu.
Antisemitizmle ilgili olan ve yalanlar üzerine inşa
edilen kampanyadaki ve göstericilere yönelik saldırılardaki kilit rol ise Sol
Parti (Die Linke) tarafından oynanıyor.
Gazze’ye yönelik bombardımanın başlamasından hemen
sonra Sol Parti’nin üç lideri, Gregor Gysy, Katja Kipping ve Berndt Riexinger,
tek taraflı eleştiri konusunda uyarıda bulundu.
“Uluslararası
topluma verilecek en iyi öğüt, onun yanlış bir biçimde tek taraflı ve suçlayıcı
olan beyanlara dayanmaması ve her iki tarafı kesinlikle yüreklendirmemesidir.
Bu, barış yapılmasına yönelik itirazın teşvik edilmesinden başka bir şey değil.
Yaşanan savaşta kimse adil bir savaş yürütmüyor.”
Bu çağrı, savunmasız bir halkla ağır silâhlara sahip
bir ordu arasındaki çatışmadan uzak durmaya dönük. Oysa Gazze halkı açlıktan
ölüyor, elektriği ve suyu kesik, tepesine sürekli bomba yağıyor. Dolayısıyla
söz konusu çağrı, savaş suçlarına yönelik bir hoşgörüyü ve desteği ifade
ediyor.
Sol Parti’nin Berlin’deki lideri, Klaus Lederer, geçen
Cuma bir adım daha ileri gitti. Lederer, Berlin’de gerçekleşen İsrail yanlısı
yürüyüşe göstere göstere katıldı. Bu zat, mevcut çatışmada İsrail’in tek
taraflı olarak kınanmasına kararlı bir biçimde karşı çıktı. İddiasına göre,
“Yaşanan savaşa karşı gösteri yapılmasına dair çağrıların İsrail’in tek taraflı
olarak kınanmasına neden olması, her türden İsrail karşıtı ve antisemitik
örgütün nefes almasını sağlıyor.” Ona göre, bu eylemlerin örgütleyicileri, ne
söylenirse söylensin, sağcı göstericiler.
Berlin’deki Sol Parti liderinin İsrail’in savaş
politikasına ve teröre verdiği destek, Sol Parti’nin ne denli sağcı olduğunu
açık biçimde ortaya koyuyor.
Pazartesi günü parti yayın organı Neues Deutschland,
gösterilerle ilgili olarak, İsrailli siyaset bilimci Rafael Seligmann ile
yapılmış bir mülâkata yer verdi. Mülâkatın başlığı şuydu: “Sadece nefret ve
küfür var.”
Sol Parti, mevcut durumu hükümete koşulsuz destek
sunacağına dair bir işaret vermek için kullanıyor esasında.
Ulrich Rippert
1 Ağustos 2014
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder