Pages

02 Ağustos 2014

Almanya’da Antisemitizm Suçlamaları


Almanya’da antisemitizm suçlamaları ülkedeki savaş karşıtlarını yıldırmak ve kriminalize etmek için kullanılıyor.

Milyonlarca insan, İsrail ordusunun Gazze’yi canavarca bombalaması karşısında derin bir sarsıntı geçirdiği sırada, Almanya’daki siyasetçiler ve medya yorumcuları savaş karşıtlarına saldırdılar. Münferit Yahudi karşıtı sloganlar, gösterileri “antisemitik” olarak etiketleyip kınamak için öne çıkartıldılar.

Geçen hafta savaşa karşı dünya genelinde binlerce insanın gösteri düzenlemesi ardından, İsrail ordusu Gazze’ye yönelik saldırılarını Pazartesi gecesi daha da yoğunlaştırdı. Gelen haberler, o terör gecesinde, bombardımanın ve topçu ateşinin aralıksız sürdüğünü söylüyorlar.

İsrail başbakanı Benyamin Netanyahu, önceki gece, kendi halkını televizyondan uyarıyor ve onlara, Hamas tümüyle silâhsızlandırılana dek, uzun bir askerî operasyona hazırlanmalarını söylüyor.

Gazze’ye yönelik hava, deniz ve karadan süren saldırılar korkunç bir savaş suçu. Üç haftadır İsrail ordusu, nüfus yoğunluğu fazla olan Filistin yerleşimlerini modern teknolojisiyle bombardımana tabi tutuyor. Salı günü itibarıyla ölü sayısı 1.110’a çıktı, bunun önemli bir bölümü çocuk. Bunlar bir de resmî rakamlar; enkaz altında kaç kişinin olduğunu bilen yok. Yaralıların sayısı 6.000’e çıktı, bunların büyük bir kısmı ağır yaralı.

Alman hükümeti, İsrail hükümetinin işlediği korkunç suçların bir savaş karşıtı hareketi kışkırtmasından korkuyor. O da biliyor ki, böylesi bir hareket, sadece Netanyahu hükümetini eleştirmekle kalmayacak, ayrıca Berlin’in İsrail’e verdiği desteği de hedefe koyup yüzünü Alman militarizmine dönecek. Bu nedenle hükümet, tüm savaş karşıtlığını ezmek için antisemitizm tehdidi yalanını sürüyor masaya.

Geçen haftanın ortasında Frankfurter Allgemeine Zeitung şunları yazdı:

“İsrail’in askerî saldırısına karşı yapılan gösterilerdeki antisemitik propaganda günlerce sürdü, bunun üzerine Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck güçlü bir uyarıda bulundu.”

Gauck tüm Almanları, İsrail hükümetine değil de antisemitizme karşı gösteri yapmaya çağırdı.

İçişleri Bakanı Thomas de Maizière (Hristiyan Demokratlar) ise İsrail’in kendisini savunma hakkı bulunduğunu, bu hakkın “hiçbir koşulda” sorgulanmaması gerektiğini söyledi. Savcılar, polis ve yetkili makamlar, tüm gizli ya da açık antisemitizm biçimlerine karşı sert önlemler aldılar.

Adalet Bakanı Heiko Maas (Sosyal Demokratlar, SPD) şunu söyledi:

“Yahudi karşıtı nefret söylemi kesinlikle kabul edilemez ve hiçbir şekilde meşrulaştırılamaz. Antisemitizm Almanya’da asla bir kez daha hoşgörülemez. İfade özgürlüğü, herhangi bir halka karşı nefreti ve şiddeti meşrulaştıramaz.”

Adalet Bakanı’nın yorumuna göre, “Yahudi karşıtı sloganlar cezalandırılmalıdır. Yahudiliğe bu şekilde karşı çıkan herkes, Almanya’daki anayasal nizama da karşı çıkıyor.”

Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier (SPD) de, Fransız ve İtalyan meslektaşlarıyla birlikte, Avrupa’daki Yahudi karşıtı sloganlara karşı uyarıda bulundu. Bakanlar, Gazze’daki çatışma dâhil hiçbir şeyin Yahudilerin şeytanîleştirilmesini meşrulaştıramayacağını söylediler.

Ukrayna’ya bakıldığında bu kampanyanın ne denli samimiyetsiz olduğu görülecektir. Orada Alman hükümeti, antisemitik ve faşist örgütlerle sıkı bir işbirliği içerisindedir. Hitler ve Nazi rejimini öven bir parti olan Svoboda bu yılın başında Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’in devrilmesine katkı sunan Meydan gösterilerinde rol oynayan en önemli politik güçtü.

Geçen yıl Dünya Yahudi Kongresi, Svoboda’nın yasaklanmasını talep etmişti. Ama bu, Steinmeier’in, Avrupa Birliği temsilcilerinin ve ABD’nin bu partinin kurucusu Oleh Tyahnybok ile sıkı bir işbirliği kurmasına mani olamadı. Tyahnybok, Ukrayna’yı kontrol ettiğini düşündüğü “Rus-Yahudi Mafyası”nı yok etme kararlılığını birçok kez ifade eden bir isim. 10 yıl önce Svoboda’nın başına geçer geçmez destekçilerine söylediği ilk laf şu olmuştu: “Silâhlarınızı alın, Rus, Alman ve Yahudi domuzlarıyla, tüm insanlık dışı yaratıklarla savaşın.”

Tyahnybok, Sobibor toplama kampındaki 30.000 Yahudi mahkûmu katletmekle suçlanmış John Demjanjuk’a “kahraman” diyor. Yardımcısı Yuri Mihalçisin, Josef Goebbels Politika Araştırma Merkezi isimli bir düşünce kuruluşu kurdu.

Tüm bu gerçekler bilinmesine karşın, önemli bakanlıklar Svoboda’ya tahsis edildi, bunun karşılığında da partiden Ukrayna’daki darbe için hücum kıtaları temin edildi. Bugün bu hücum kıtaları, Doğu Ukrayna’daki halkın terörize edilmesinde aslî rolü oynuyorlar.

Almanya’nın çıkarına olduğunda hükümet, antisemitistler ve faşistlerle işbirliği kurma konusunda, zerre vicdan azabı duymuyor. Bu tip ilişkiler Macaristan’da da kuruluyor. Burada neofaşist parti Jobbik, Nisan ayında yüzde 20 oy almıştı seçimlerde. Avrupa genelinde sağcı partiler, Alman hükümeti ve AB’nin sosyal olana karşıt siyasetlerine doğrudan bir tepki olarak zuhur ediyorlar.

Bu sebeple antisemitizm üzerinden süren mevcut kampanyanın, Yahudi yurttaşlara yönelik muhtemel tehditlerle ilgili gerçek endişeler konusunda yapabileceği herhangi bir şey yok. Aksine bu kampanyanın amacı, savaşa ve emperyalistlerin işledikleri suçlara karşı gerçekleştirilen gösterileri kriminalize etmek ve toplanma hakkını sınırlandırıp polis devletine özgü tedbirleri yoğunlaştırmak.

Aynı alaycı üslupla dile getirilen, “Bir daha Auschwitz asla!” sloganı, doksanlarda Alman ordusunun NATO sahası dışında gerçekleştirdiği askerî müdahaleleri meşrulaştırmak için kullanılıyor, antisemitizme karşı sözde mücadele, demokratik hakların ilgası ve devletin güçlendirilmesi noktasında bir bahane olarak devreye sokuluyordu.

Son günlerde yapılan kimi gösterilerde üniformalı ve sivil binlerce polis iş başındaydı. Geçen hafta sonu Berlin’de her bir göstericiye bir polis düşüyordu. Gösterinin başlamasından önce polis bayraklara ve pankartlara baktı, sonra da sloganların izinli olup olmamasına karar verdi.

Stuttgarter Zeitung’daki bir habere göre, bir savcı ve çevirmen, yanında çok sayıda polisle, Stuttgart’ta düzenlenen son gösteriye geldi, amaçları eyleme anında müdahale etmek ve hukukî tedbirler alabilmekti.

Eğer bu samimiyetsiz antisemitizm kampanyası bir kenara konulacak olursa, siyasetçilerin ve medyanın gerçekleştirdikleri saldırıların hedefinin gösterilerin savaş karşıtı niteliği olduğu tüm çıplaklığıyla görülür. Bu yılın başında Gauck, Steinmeier ve Savunma Bakanı Ursula Von der Leyen şunu söyledi:

“Alman ordusu üzerindeki sınırlandırma politikası devre dışı bırakıldı, gelecekte Almanya, bir kez daha, dünyadaki kriz bölgelerine tek başına ve tüm özgüveniyle müdahale edebilecek.”

Kiev ve Kudüs’teki hükümetlere verilen destek, bunun ne anlama geldiğini gösteriyor. Alman hükümeti, savaş suçları işlemeye hazırlanıyor ve tüm muhalefeti daha ilk aşamada ezmeyi amaçlıyor.

Alman militarizminin geri dönüşü, sadece yurtdışındaki değil, yurtiçindeki hedeflere de yöneliyor, yani bu geri dönüş, demokratik hakların ilgası ile bağlantılı. Yaklaşık yüz yıl önce, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesi, savaş karşıtları hapse atılmışlardı. İkinci Dünya Savaşı’nın hazırlıklarının yapıldığı aşamada ise demokratik kurumlar tümüyle yok edilmiş, sonuçta faşist bir diktatörlük kurulmuştu.

Antisemitizmle ilgili olan ve yalanlar üzerine inşa edilen kampanyadaki ve göstericilere yönelik saldırılardaki kilit rol ise Sol Parti (Die Linke) tarafından oynanıyor.

Gazze’ye yönelik bombardımanın başlamasından hemen sonra Sol Parti’nin üç lideri, Gregor Gysy, Katja Kipping ve Berndt Riexinger, tek taraflı eleştiri konusunda uyarıda bulundu.

“Uluslararası topluma verilecek en iyi öğüt, onun yanlış bir biçimde tek taraflı ve suçlayıcı olan beyanlara dayanmaması ve her iki tarafı kesinlikle yüreklendirmemesidir. Bu, barış yapılmasına yönelik itirazın teşvik edilmesinden başka bir şey değil. Yaşanan savaşta kimse adil bir savaş yürütmüyor.”

Bu çağrı, savunmasız bir halkla ağır silâhlara sahip bir ordu arasındaki çatışmadan uzak durmaya dönük. Oysa Gazze halkı açlıktan ölüyor, elektriği ve suyu kesik, tepesine sürekli bomba yağıyor. Dolayısıyla söz konusu çağrı, savaş suçlarına yönelik bir hoşgörüyü ve desteği ifade ediyor.

Sol Parti’nin Berlin’deki lideri, Klaus Lederer, geçen Cuma bir adım daha ileri gitti. Lederer, Berlin’de gerçekleşen İsrail yanlısı yürüyüşe göstere göstere katıldı. Bu zat, mevcut çatışmada İsrail’in tek taraflı olarak kınanmasına kararlı bir biçimde karşı çıktı. İddiasına göre, “Yaşanan savaşa karşı gösteri yapılmasına dair çağrıların İsrail’in tek taraflı olarak kınanmasına neden olması, her türden İsrail karşıtı ve antisemitik örgütün nefes almasını sağlıyor.” Ona göre, bu eylemlerin örgütleyicileri, ne söylenirse söylensin, sağcı göstericiler.

Berlin’deki Sol Parti liderinin İsrail’in savaş politikasına ve teröre verdiği destek, Sol Parti’nin ne denli sağcı olduğunu açık biçimde ortaya koyuyor.

Pazartesi günü parti yayın organı Neues Deutschland, gösterilerle ilgili olarak, İsrailli siyaset bilimci Rafael Seligmann ile yapılmış bir mülâkata yer verdi. Mülâkatın başlığı şuydu: “Sadece nefret ve küfür var.”

Sol Parti, mevcut durumu hükümete koşulsuz destek sunacağına dair bir işaret vermek için kullanıyor esasında.

Ulrich Rippert
1 Ağustos 2014
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder