Pages

24 Temmuz 2014

Lenin Hakkında Söylediğimiz Yalanlar


1917 Rus Devrimi, uzun zamandır yüceltici bir ahlâk devşirmek için uygun olan nesnel bir ders olagelmiştir. Herkes bu devrime, felâkete yol açan, ahlâkî, politik ve ideolojik mânâda gerçekleşmiş büyük bir yanlışı keşfetmek için bakmaktadır.

Yanlışı keşfetmiş olan bizler, kendimizi bir felâketten uzak durmuş olmakla güvende hissederiz ve henüz yürüdükleri yolların hatasını görememiş olanlardan da üstün olduğumuzu düşünürüz. Devrimin insanî gerçekliği, olayların yol açtığı burgaca yakalanmanın bunaltıcı hissi, dersler çıkartıp parmaklarımızı suçlayıcı mânâda sallama konusunda acele ettikçe, kaybolup gider.

Kimilerine göre devrimin ardındaki yanlış, esasen ahlâkîdir. Örneğin Lenin, Rusya’nın çöküşü konusunda doğrudan sorumlu olan, ahlâksızlığı sınır tanımayan, yeniden dirilmiş bir canavar olarak resmedilir. Biz bu Lenin’e, Frankenstein filmlerinin başrol oyuncusuna atıfla, ellerini canilere özgü biçimde neşeyle ovuşturan “Boris Karloff Lenin” diyebiliriz. Bu kurguya göre Lenin şu tür laflar sarfeder: “Bugün sanırım köylülere zulmedeceğim!” Özellikle Birleşik Devletler’de, halk arasında Rus Devrimi’ne dair yaygın imaj, Boris Karloff Lenin’e çok yakın bir şeydir.

Başkaları da Bolşevizmi hedefe koyarlar ve onu ahlâkî bir hatayı tekrar tekrar yapan bir canlı türü olarak tarif ederler. Bolşevikler, “amaç araçları meşrulaştırır” olarak özetlenen o yoz kodla yaşayan, biz düzgün insanların asla yapmadığı bir şeyi yapan insanlardır. Bizse, asil politik hedefimiz ne olursa olsun, asla sivillere yangın bombaları atmaz, işkenceye başvurmayız, kabul edilmesi mümkün olmayan araçların kullanılmasına kesinlikle yüz vermeyiz. Bu tip şeyleri sadece dağdan inmiş o fanatikler yaparlar.

Bir de Bolşevizmi politik hedeflerin yüceltilmesine ilişkin tehlikelere işaret etmek için kullanan ve hep “doğru düşünen” bir tür liberalizm vardır. İşçilerin cennetini kurmak mı istiyorsun? Dikkat et de hedefindeki o asillik, korkunç suçlar işlemene neden olmasın. Rus İç Savaşı boyunca halk, şu türden, en temel, en kaçınılmaz sorular üzerinde savaştı: Ülkeyi kim yönetecek? Ülkeyi tekrar nasıl toparlarız? Rusya devlet olarak hayatta kalacak mı?

Bizim liberalimizse, tüm bu kargaşaya bakıp, şu vaazı verir: şimdi mükemmel topluma dair düşleri gerçekleştirmeye çalışma! Bizim gibi ol, bizim tehlikesiz, makul ve ölçülü siyasetimizi uygula. Ilımlılık, her şeyde ılımlılık!

Sol, devrimin ölümcül hatalarını araştırmaya alışmış. Sadece ideolojik öğretideki hataları suçlamayı tercih ediyor. Soldaki birçok insan, Bolşevizmin ilk günahının Lenin’in Ne Yapmalı?’da yaptığı revizyon olduğuna dair liberal/muhafazakâr görüşü benimsiyor. Bu görüşe göre, Lenin işçilere güvenmedi, bu yüzden Marx’ı baş aşağı çevirdi ve aydınlara dayanan seçkinci ve komplocu bir parti inşa etti. Tevekkeli zaten Lenin de Rus Devrimi’nin demokratik programını gaspetmişti.

Yapılan hataları tanımlamaya ve kınamaya daha az takıntılı olan bir yaklaşım, Ne Yapmalı?’nın sahip olduğu önemin ideolojik herhangi bir yenilikten kaynaklanmadığını görecektir. Lenin’in 1902 tarihli bu kitabı, yeraltı örgütü mantığının idealize edilmiş bir versiyonunun özetidir; bu mantık, 1890’lar süresince ismi bilinmeyen bir eylemci kuşağınca ortaya konulmuş denemelerin ve yapılmış hataların işlenmesi üzerinden elde edilmiştir. Böylelikle Lenin’in temel modeli, Rusya’daki tüm sosyalist yeraltı tarafından bir kılavuz olarak kabul edilmiştir. 1917’ye gelirken Bolşevizmin ayırt edici özelliği, parti örgütlenmesinden değil, Rusya’daki sınıf güçlerini okumasından kaynaklanmıştır.

Sosyalist yeraltının oluşturulması Lenin’in yaptığı bir şey değildir; daha doğrusu o, bu hususta pek önemli olmayan ama aynı zamanda can alıcı olarak da görülemeyecek bir katkı gerçekleştirmiştir. Rusya devleti 1917’de çöktüğünde, herhangi bir ideoloji tarafından ortaya koyacağı sonuçları öngörülemeyecek olan bu önemli olayda, söz konusu yeraltı, yeni egemen otoritenin ve yeni bir devlet yapısının oluşturulabilmesi noktasında devreye sokulan birkaç güçten birisidir. Çar Rusya’sına ait hukuk kurumları, Çarizmin çöküşüyle ölümcül yaralar almışlardır; buna karşılık yasadışı yeraltı örgütlenmesi sağlam kalmış, ulusal bir kapsama kavuşmuş ve kitle desteği ile meşruiyet konusunda makul bir konuma gelmiştir. Sosyalist yeraltı, ideolojik entrikalardan çok, Rus tarihinin bir ürünüdür.

Devrimin hatalarını izah etmede devreye sokulan hatalara baktığımda, aklıma daha çok Ekim Devrimi’nde sapkın avına çıkmış modern partizanlar geliyor. Bu yaklaşımda olanlara göre, devrimin başarısı, ideolojik hataların reddedilmesi üzerinden izah edilmektedir. Ana akım Troçkist yorum, bu türden bir hikâye etrafında kurulmaktadır.

1905-6 dönemine geri dönersek eğer (ki hikâye devam ediyor), Leon Trotskiy elindeki sürekli devrim teorisiyle çıkar sahneye ve geri Rusya’da sosyalist devrimin mümkün olduğunu ilân eder. Trotskiy’nin teorisi, İkinci Enternasyonal Marksizmi’nin hayal gücünden yoksun dogmalarına saldırır. Trotskiy, evrensel planda hâkim olan bir anlayışsızlıkla karşılanır. Bereket versin ki Lenin ışığı tam vaktinde görür ve Trotskiy’yi Nisan 1917’de yakalar. İki büyük lider, birlikte Bolşevik Parti’yi yeniden silâhlandırır ve böylelikle o görkemli Ekim Devrimi’ni mümkün kılar.

Genel kabul gören bu hikâyede birkaç sorun mevcuttur, ancak burada ben, sadece hikâyenin Ekim öncesiyle ilgili kısmındaki tuhaflığa işaret edeceğim: söz konusu hikâyede Bolşevik karşıtı bir renk mevcuttur. Troçkist gelenek dâhilinde kalem oynatan birçok yazara göre, Eski Bolşevizm öğretisi, devrimci zafer mümkün hâle gelmezden önce terk edilmek zorunda kalınan tehlikeli bir hatadır. Bu gelenekteki yazarlar, bize sürekli Bolşeviklerin bütün olarak, parlak ve hayal güçleri sağlam liderleri önde giderken, dün kendilerine söylenenlere inatla sadık kalan kalın kafalılar olduklarını hatırlatıp dururlar.

Kimi yazarların, hâlâ Bolşevik yeraltı eylemcileriyle ilgili hoş bir kelam ettim diye beni asla bağışlamamalarının nedeni, işte bu Bolşevik karşıtı ruh hâlidir. Bu yazarlar bana, “bu eylemcilerin hantal, eski kafalı komiteler olduklarını, bunların yanlış bir yaklaşımla, yurtdışındaki Lenin ve Trotskiy gibi liderlerin aklına kulak vermeyi reddettiklerini neden anlamıyorsun?” diye sorup duruyor.

Oysa bence tüm bu yaklaşımdaki mesele, ondan belirli devrimci kahramanların “kişilik kültleri”ne dair pis bir kokunun yükseliyor olmasıdır. Ekim öncesinde faaliyet yürüten Troçkistler bile devrimin nihai sonucundan pek mutlu değillerdi ve her zaman yaptıkları gibi elde edilen sonucu izah etmek için öğretideki hatalara bakıyorlardı. Hızır gibi yetişmesi ve Rus devrimini kurtarması beklenen Avrupa devrimi gerçekleşmedi, bunun önemli bir nedeni, genelde Karl Kautsky’nin ve İkinci Enternasyonal’in diğer liderlerinin “kaderci”, mekanik” ve “determinist” olan “diyalektik öncesi” marksizmiydi. Rusya’da devrimin içe doğru yozlaşmasının görünür, dışa dönük alameti ise “tek ülkede sosyalizm” denilen öğretiye dair sapkınlıktı.

Elbette Rus Devrimi’ne dönük en cin fikirli ve esaslı görüşler Troçkist gelenekten geliyor. Ama ben gene de kendimi, bu geleneğe mensup yazarların, Rus Devrimi’ni yaşayanların onu tecrübe ettikleri biçimiyle, ilgili devrimin sahip olduğu insanî gerçeklikle değil de kendi öğretisel soyutlamalarıyla daha çok ilgilendiklerini düşünmekten alamıyorum.

Rus Devrimi konusunda hep şu husus tartışıldı: Rusya sosyalist devrime hazır mıydı, yoksa sadece “burjuva devrimi”ne mi hazırdı? Bolşevikler ilk, Menşevikler ikinci görüşü savundular. Bu tartışmada kim doğru, kim yanlıştı? Eğer Bolşevikler doğru ise, o vakit Menşevizmin karşı devrimci bir hata olarak redde tabi tutulması gerekiyor.

Bu yaklaşım şu hususta doğrudur: Menşevikler ve Bolşevikler, 1917 tarihli polemiklerde görüldüğü üzere, Marksist kavramlara başvurdular. Ama bu türden öğretisel tartışmalar, meselenin özüne uzaktırlar. Esasında ilgili tartışmalar temelde eklentidirler, 1917’de Rusya’nın ampirik okumalarına dayanan konumlara öğretisel meşruiyet kazandırma girişimleridir. Sosyalist partilerin yüzleştikleri gerçek soru ise şudur: Rus toplumunu içine çeken kriz, eğitimli toplumla işbirliği kurarak mı çözülecek, yoksa özellikle işçi ve köylülerden oluşan halka dayanan, yeni bir egemen otoriteye muhtaç olan bir çözüm mü gerekli?

1917’deki tartışmalarda merkezî olan husus Rusça terimlere tercüme edildiğinde, bu soru şu hâli alır: yeni bir vlast, soglashenie’ye dayanabilir mi, dayanmalı mıdır? Vlast “egemen otorite” ya da “sovyet iktidarı”ndaki gibi, “iktidar” demektir; Soglashenie ise sıklıkla “taviz” ya da “uzlaşma” olarak tercüme edilir, ama bu kelime biraz daha güçlü bir anlama sahiptir: bir tür akit ya da anlaşma temelinde birlikte çalışma. 1917’de Menşeviklerle bu türden sorular etrafında dönen aslî çarpışma, öğretisel değil, ampiriktir. Dahası bizim, bir tarafın yanlış, diğerinin doğru olduğunu söylememiz bile mümkün değildir. Her iki taraf da kavrayışlarıyla hüsnü zanlarını birleştirmiştir. Şimdi 1917’deki Menşevik-Bolşevik kavgasına, vlast ve soglashenie terimlerini kullanarak bakalım ve Rusya’nın ampirik gerçeklikleriyle uğraştığımızı hatırlayarak, aynı zamanda öğretisel tartışmanın uygun biçimde tali bir konuma itilmesine çalışalım.

Menşevik: Eğitilmiş toplumla bir tür soglashenie’nin birlikteliği gereklidir, bu nedenle söz konusu soglashenie için uygun bir “burjuva” ortağı bulunabilir (ayrıca Rusya bir “burjuva devrim”le karşı karşıyadır, dolayısıyla bizim “burjuva” Geçici Hükümet’e hoşgörüyle yaklaşmamız zorunludur.).

Bolşevik: Eğitilmiş toplumla bir soglashenie kurmak mümkün değildir, bu nedenle Rus proletaryası, devrimci vlast’ın sorumluluklarını üstlenmeye hazırdır (ayrıca Rusya “sosyalizme doğru gerekli adımlar”ı atmaya hazırdır.).

Her iki durumda biz, öğretisel kavrayış ya da hatadan değil, 1917’de Rus toplumuna dair temelde doğru ve güçlü bir biçimde hissedilen ampirik bir görüşten başlıyoruz işe. Menşevikler, bir yandan modern bir toplumun eğitimli uzmanlar ve profesyoneller olmaksızın bir şey yapamayacağının farkındadır, diğer yandan da Rus proletaryasının örgütlü olmadığını ya da vlast’ın belirli bir tecrit içinde ifa edilmesi noktasında, “kullanışlı” olmadığını görmektedir, ayrıca Rus köylülüğünün de “proletarya diktatörlüğü” için güvenli bir zemin teşkil etmediği kanaatindedir.

Bolşevikler ise, sundukları izlenimin aksine, seçkin ve eğitimli toplumun (açıktan “demokrasi” bağlamında tanımlanmış bile olsa) “devrimin hedefleri”ne asla coşkuyla ulaşamayacağının ve eğitimli toplumun neticede devrim aleyhine dönüp bir tür “burjuva diktatörlüğü” için çalışabileceğinin farkındadır. Yani bu kesimin liberal siyasetçiler ve askerlerle, Rusça ifadesiyle kadetlerle (liberal Anayasacı demokratlarla) ve (1917’de ölü doğan askerî darbeye öncülük eden general) Kornilov ile ittifak yapması muhtemeldir.

Hem Menşeviklere hem de Bolşeviklere göre, doğru bir ampirik görüş, gerçeklerden ziyade hüsnü zanna dayanan olgusal iddialara yol açar. Menşevikler, devrimin hedeflerine ulaşma noktasında, burjuva toplumda uygun bir ortak bulunabileceği konusunda ısrarcıdırlar (ya da en azından eğitimli toplumun “aşağıdan uygulanacak bir basınç”la işbirliğine zorlanmasının mümkün olduğunu düşünmektedirler.). Mevcut durum öylesine korkunçtur ki meselenin bu olup olmadığına dair düşünce geliştirmek bile güçtür.

Bolşevikler, toplumsal dönüşüm ve kriz yönetimine dair karmaşık politikaların ancak proletarya sınıf iktidarını tesis ettiği noktada acısız uygulanabileceği iddialarında ısrar ederler. Mevcut durum öylesine korkunçtur ki meselenin bu olup olmadığına dair bir düşünce geliştirmek bile güçtür.

Her iki durumda da parantez içerisinde belirtilen bir ek söz konusudur: ikisi de Marksist öğretinin meşruiyetini ampirik düzlemde seçilmiş stratejiye kazandırmaya çalışır. Ama fiiliyatta Menşevikler, kendi stratejilerini “burjuva devrimi” türünden öğretisel etiketler yüzünden değil, tam tersi bir nedenle seçmişlerdir: Menşevikler, Rusya’nın bir burjuva devrimiyle karşı karşıya olduğu hususunda ısrar ederler, çünkü onlar, “burjuvazi”den, yani eğitimli, bilgili uzmanlardan (yani Bolşeviklerin sonradan ne kadar ihtiyaç duyduklarını fark ettiklerinde onlar için kullandıkları kelimeyle, spetsy’den) vazgeçmek istememektedirler. Ayrıca Bolşevikler, stratejilerini ilkin kendilerini Rusya’da sosyalist bir devrimin mümkün olduğuna dair öğretisel gerekçelere ikna etmelerinden ötürü değil, tam tersi bir nedenle seçmişlerdir: onların iddialarına göre, “sosyalizme doğru atılacak adımlar”ın derhal atılması mümkündür, çünkü onlar, proletaryanın iktidarı alması gerektiğini düşünmektedirler.

Sonrasında gözlemciler, öğretisel meşruiyete yönelik, retoriğe dayalı işmarları meselenin özüne taşıma eğilimine girmişlerdir. Esasında 1917’de, meselenin özünde, eğitimli toplumla kurulacak bir soglashenie’ye yönelik tavır durmaktadır. Temelde sosyalistlerin önünde iki seçenek vardır: soglashenie’nin lehinde ya da karşısında yer almak. Menşevik ve Bolşevik, bu seçeneklere verilen adlardır sadece. Ama Rusya’nın 1917’deki trajedisi, soglashenie’nin hem gerekli hem de imkânsız olmasıyla alakalıdır. Durum, gerçekten de doğrudan yüzüne bakılamayacak ve üzerinde düşünmeye imkân vermeyecek denli korkunçtur.

Bu okumada Rus Devrimi, hatalar yapma ya da hatalardan kaçınma meselesi değil, kabul edilebilir bir çözüme sahip olmayan bir trajedi olarak sunulmuştur (trajedi de bu anlama gelir zaten.).

Menşeviklerle Bolşevikler arasındaki çatışmaya dair bir şey daha söylemek gerekir. Her iki taraf da hata ve kavrayışın terkibidir. Ama Menşevikler hususunda bu terkip felçle sonuçlanmıştır. Bolşevikler örneğinde ise ilgili terkip, onların faal olmalarını sağlamıştır. Tam da bu sebeple, öyle ya da böyle, gelecek Bolşeviklere aittir.

Lars T. Lih
23 Temmuz 2014
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder