Ülke,
sermayenin bölgesel ve dönemsel çıkarları uyarınca yeniden kuruluyor. Kuruluş,
doğudan gerçekleşiyor. Kuruluşun doğudan gerçekleşmesi, kuruluşta Kürd’ü ve
Müslüman’ı öne çıkartıyor. Hangi Kürd’ün ve hangi Müslüman’ın eleğin altında
kalacağını, mücadele tayin ediyor.
Kürd’ün
belirli bir gücü var ve kendisini oradan teşkil ediyor. Ama Müslüman âlemin
elinde, yıllarca antikomünist hareketin içinde ajanlık ifa etmekten başka bir
iş yapmamış kadrolar mevcut. Gücünü onlar tayin ediyor. Bu unsurlar,
kendilerine geçmişte emirler yağdırmış, DP geleneğinden gelen
ağabeyleriyle-ablalarıyla iktidar koltuğuna yapışmışlar, olan bu.
Dolayısıyla,
kuruluş momentinde eskinin koltuk sahipleri, ön planda. Bu anlamda, ilgili
momentte bir tür İslam’dan söz etmek mümkün değil. İslam’ın biçimi, sadece
kurucu bir devlet ideolojisi olarak yeniden formüle ediliyor, özü ise köpeklerin
önüne atılıyor.
İslam
karşıtlığı ile kendi öznelliğini, failliğini bu momentte kurmak isteyenleri,
demek ki, hüsran bekliyor. Onlar, Demokrat Parti geleneğiyle geçmişte işbirliği
kurmuş ecdadını koruma altına alıyor. Müslüman’ı marjinalleştirdiğinde
kendisini merkeze oturtacağını sanıyor. Sol, kendisini buradan kuruyor. Son
operasyonlar bahanesiyle, İslam ve Kürd karşıtlığı, solda cisimleşiyor. Sol,
kendisini İslam ve Kürd kirinden arınık olduğunu satmayı, efendilerine işmar
etmeyi iş zannediyor.
AKP,
ülkenin yeniden kuruluşuna, doğudan gerçekleşen inşa faaliyetine “parti-devlet”
olarak cevap vermek demek. O, esasında devletin eteğinin dibindeki tarikatları,
grupları ve cemaatleri devlete ram ediyor. Onları dize getirmek gibi bir role,
misyona sahip. Bugün “rol”den ve “misyon”dan bahsedenlerin AKP’ye işaret etmesi
bu yüzden.
Parti,
fukara Müslüman halkı mevcut Kemalist iktidar ilişkilerine kul etmeye
çalışıyor, onun için var. Yani AKP, İslamcılığın tüm tartışmalarının stabilize
edilmesi, tüketilmesi ve ezilmesi demek. Kuruluş sürecinin iktisadî yapısını
tabiî ki neoliberalizm tayin ediyor, ama buradan bir ekonomizm türetmemek
lazım. Zira ekonomizm, üstyapısal unsurları dokunulmaz kılıyor.
“Ekonomi-politik”
formülünde politik özne, iktisadî olan üzerinden tesis ediliyor. Bu da AKP’nin
siyasetine eklemlenmekle sonuçlanıyor. İktisadî özneler, politikaya düşman olan
kısmıyla ele alınıyorlar. Ulus-devlet türünden kurguları ezdiği için iktisadî
öznelerin varlığını alkışlamak, politiklik zannediliyor. Tam da bu nedenle,
“Tayyip Erdoğan’ın 2050 ufku”ndan dem vuruluyor. Müslüman halk, ancak
egemenlerin ideolojisi uyarınca “ümmet” denilen cennete erişebileceklerine
inandırılıyor. Buna, saf politik öznellikle karşı çıkıp, iktisadî olanı nesneleştirerek
cevap vermek bir sonuç üretmiyor.
Faşizan
ya da totaliter, iktidarın ideolojik argümanlarına karşı tam boy cepheden bir
karşıtlık üretmek gerekiyor. Belki de ümmetin bugünün
mazlumlarının-sömürülenlerinin boynunun borcu olduğunu dillendirmek gerekiyor.
Bugün
AKP ile Fethullah arasında cereyan eden kavgada AKP tetikçileri, açıktan Cemaat’e
parmak sallayıp, “CHP’yi desteklerseniz, bu ülkede devrimcilere yol açarsınız”
diyorlar.[1] İşareti buradan almak gerekiyor. İlgili ideolojik balonun
patlayacağı yerin işareti, devrimcilerin bizatihi varlığı oluyor. Zira Cemaat,
ABD-İsrail eliyle edindiği özerklik imkânı sayesinde, alternatif bir hattı
temsil ediyor. O, ancak antikomünistlik yapmak kaydıyla hapisten çıkartılmış
Said-i Nursi’yi takip ederek, devletin girmediği yerlere giriyor, devletin
ajanı olarak. Özal’dan bugüne iktidarın hep bir yerinde var oluyor ve bu
varoluş, emperyalizmin sopası olmaya yazgılı. Dilipak’ın tespitiyle[2], Cemaat köksüz
bir hareket, balon misali şişiriliyor.
Cemaat,
bu tartışmada AKP’ye diyor ki[3], “Sen de doğuya doğru büyürken, içine İran
giriyor, farkında değilsin.” Bu aşamada “İdris-i Bitlisî’nin ülkesi yıkılıyor”
yaygarası kopartılıyor ve özünde “Sizin yüzünüzden İran’a karşı oluşmuş
varlığımız boşa düşüyor” denilmiş oluyor. Batı ajanlığı ve batılı ajanlık, alan
kavgası veriyor. Aslında iki taraf açısından içe giren İran’ı ve içe giren
devrimciyi içeride boğmak. Taktik bu.
İran’a
uzanan el, ona karşı olan kafanın kendisi kadar tehlikeli. Ülkenin doğudan
kurulması, doğunun da yıkılmasını şart koşuyor. “Ümmet” denilen cennet için
buranın cehenneme çevrilmesi gerektiği, millete inandırılmak zorunda. Bunun
için herkesin ekmeğe, suya kul edilmesi gerekiyor. Suyun başına geçip herkesi
yönetmenin yolları aranıyor. Ama tersten, meselenin dolarlara, avrolara
indirgenmesi, kitlelerin paraya kulluğa devam etmesini anlatıyor.
Kavga,
İran hattından kopuyor. İran düşmanlığı, Fethullah çizgisinde esasen İran
Devrimi düşmanlığı ile tanımlı. O, İslamî devrimin önünü almak için
görevlendirilmiş bir dalgakıran. İdris-i Bitlisî türünden tarihsel
referansların bulunması, zarftan ibaret. Cemaat, temelde efendilerine, “bu
topraklarda yeni bir devrim olmasın istiyorsanız, ben size lâzımım” mesajı
vermiş oluyor. AKP de “ben varken sana iş düşmez” diye restleşiyor ve
karşı-devrimci pratiğine alan açmak için uğraşıyor, zira Marx’ın tespitiyle,
“karşı-devrim de sonuçta bir devrim”. Bu “devrim”in ilerlemesi, Fethullah’ın
sinir uçlarına dokunuyor.
Mesele,
suyun başını tutmak ve herkesi susuz bırakıp bu suya mecbur etmek. Bu noktada
mevcut gerilimin ne sebeple açığa çıktığının analiz edilmesi zorunlu. İlk elden
verilerle, gerilim ve çatışmanın devletin parti nezdinde toplaşması ve milletin
“kontrol dışı” unsurlarının törpülenmesinden kaynaklı yaşandığını söylemek
mümkün. Ama verili hâlde Fethullah’a kontrol dışılık tespiti üzerinden,
“solculuk” atfetmek, büyük yanılsama.
Bir
komplo teorisine göre AKP, devlet ideolojisinin bir kanadıyla anlaşıyor. Deniz
Baykal’ın da içinde olduğu bir mekanizma sayesinde Tayyip, başbakan yapılıyor.
Burada bir şey verildiğine göre, bir şey de istenmiş olmalı. Burada istenenin,
“Fethullah’ın kellesi” olduğu iddia ediliyor. Zira Fethullah, yeni
konsolidasyon momentinde ıskartaya çıkartılmış bir isim.
Tayyip,
özünde CHP’nin iç ve dış siyasetinin taşıyıcılığını yapıyor. Dış siyasette
İsmail Cem, iç siyasette Kemal Derviş politikaları İslamî kılıfla sunuluyor. Bu
kurguda Fethullah, Öcalan’ın ifadesiyle, merkeze çekilen polis şefi. Bu noktada
Ergenekon yargılamaları üzerinden Fethullah’a bir alan açılıyor. Ordu, kendi
artıklarından kurtuluyor. Yollar temizleniyor. Süreç içerisinde devlet
mekanizması, muhtaç olduğu parti-devletine kavuşuyor. Bu kurguda artık cemaat
demokrasisinin terbiye ediciliğine ihtiyaç kalmıyor. Disiplin ve terbiye, tek
elde toplaşıyor.
Parti-devlet
olarak AKP, kendi demokrasisini kurmak için kontrol dışı unsurları bertaraf
ediyor ya da onu hizaya sokuyor. “Paralel devlet” terennümlerinin dile
dolanması, buna işaret ediyor. Bu kavramı dillendiren ilk kişinin Öcalan
olduğunu hatırda tutmak gerek. Demek ki doğudan kuruluş batılı ajanlarını
vuruyor, doğunun faillerini öne çıkartıyor.
AKP,
Mısırlı şehide Esma’yı anlatmak için kullanılan “4” işaretini ideolojik bir
müdahale ile tek devlet, tek millet vs. yalanına dönüştürüyor. Müslüman halk,
bu kâfir devletin kulu olmaya zorlanıyor. Onu sorgulama ihtimalleri bir bir
siliniyor. Açık kapılar hızla kapatılıyor. Devletin partisinden parti-devlete
evrilen bir oluşum, kaotik, belirsiz, her türlü unsuru dışarıda bırakıyor.
Nusaybin’de dikilen duvar ne ise, polise ve savcıya getirilen yetki sınırı da
o. Sınırların çekilmesi için önce kılıçların çekilmesi gerekiyor. Bu kılıçlar
ve sınırlar çekilince, AKP’nin kitle kaybedeceğini düşünmek yanılsamalı. Zira
AKP, tam da kitlesine olan güveni için ve bu güven üzerinden ilgili hamleleri
yapıyor.
Eskiden
Fethullah’ın yüzde sekizlik oyundan bahsedilirken, bu kitlenin yüzde bire
gerilediği iddia ediliyor. Tam da bu nedenle Fethullah’a parti kurması
söyleniyor. “Her partiye eşit mesafedeyiz” diyen bir hareketin parti-devlet
için tehlike arz ettiği açık. Kontrol edilmesi gereken bu hareketin verdiği
terbiye, devlet disiplinine sokulmak zorunda. Disiplin, yağma, talan, sömürü ve
zulüm için önşart. İkinci şart olarak terbiyenin de imkânlarının devletin eline
geçmesi mecburi. Yani AKP’yi her şeyden yalıtık, basit bir özne olarak okumak
çıkışsız. Onun ardına, mazrufuna, derûnuna bakmak gerekli.
Konsolidasyon
sürecinin en önemli tehdidi, esasında Kürd hareketi. Kavganın fitilini
ateşleyen de, bir ölçüde, Öcalan’ın hamleleri olsa gerek. Çünkü AKP ile yaşanan
geçici yakınlaşma, Cemaat’in bölgesel planlarda boşa düşmesine neden oluyor.
Karşı-devrimci süreç, Cemaat’i ıskartaya çıkartıyor. Kürdistan’da dershanelerle
gençliği devlete ve sermayeye hizmet eri yapma projesi, Kürdlerin
manevralarıyla değersizleşiyor. Kürd’e uzanan el, diğer el ile Cemaat’in
iteklendiğini anlatıyor.
Doğudan
batıya doğru kuruluş, doğunun stabilize edilmesini, kontrol altına alınmasını
dayatıyor. Doğuya sefer oluyor, zafer olmuyor. Bir yanıyla doğuda zafer
olamadığından, Fethullah’ın “batı ajanı” olduğuna dair sözler işitiliyor.
Doğudan kuruluş, Fethullah’ın mevcudiyetini tehlikeli ya da faydasız kılıyor.
Yaşananı bir “iç” temizlik olarak okumak mümkün bu açıdan.
Fethullah,
“tam da bize hizmet ettiği için Özal öldürüldü” diyerek, esasında “bize hizmet
etmeyen de ölür” demiş oluyor ve bir yerlere işmar ediyor. Onun tasfiyesinin de
belirli yerlere atıfta bulunuyor olması gerek.
“Faşizm,
emperyalizmin içe dönük olan hâlidir” tespiti doğru ise, Türkiye
alt-emperyalist olduğu değil, olamadığı için AKP merkeze çekilmiş olmalı. Biri
içteki, diğeri dıştaki “İsrail”e bağlı. İçteki İsrail’in bugün Ortadoğu’ya kama
niyetine sokulmuş gerçek, dışta olan İsrail’le bir tür rekabet içine girdiği
momentler var. Demokrat Parti’nin ve Menderes’in tam da “ümmetin birliği” gibi
şişirme bir hedefle öne çıktığı durumda tasfiye edildiği biliniyor. İç Siyonizm,
dış Siyonizmi kimi zaman hasım, kimi zaman rakip kimi zaman da düşman olarak
görüyor. Bu durum, kimseyi yanıltmamalı.
Bugün
AKP tetikçileri, açıktan “kurtuluş savaşı” yaşandığını ilân ediyorlar. Bu
savaşın “yerli, güçlü, bu toprakların bağrından çıkmış, özgün ve dik duran bir
halk önderi” şahsında gerçekleştiğine inanıyorlar. İlk kurtuluş savaşı,
savaşlardan yılmış halka rağmen, birkaç Siyonistin, Sabetayistin ve masonun
tetiklediği bir hareket. Bu da öyle olmalı. Aynı jargona başvuruluyorsa, başka
bir seçenek mümkün değil.
Tayyip,
bir imge olarak parti-devlete işaret ediyor. İttihatçıların kurduğu devlet,
yeni Kemal’ini buluyor. Dolayısıyla ülke, efendiler için yeniden koruma altına
alınmış oluyor. Yıkılma ihtimali, zamansal olarak ötelenmiş oluyor. Bu kurtuluş
savaşında kurtulan şeyin işgalciler ve hainler olması gerek.
Bir
ânda Fethullah’ın işgalci ve hain seviyesine çekilmesi bu açıdan manidar.
Mevcut momentte birden Yunan, İtalyan ve İngiliz sermayesiyle ilişkili olan
batı Anadolu toprak ağalarına ve tefecilerine dönüşüveriyor. Eski gerilim, yeni
bir biçim altında, tekrar su yüzüne çıkıyor. Batı Anadolu hattına çekilmek, onu
bugün CHP-MHP hattına doğalında zorluyor. AKP ise alt sınıfsal katmanlara doğru
evrilerek, gücünü oradan konsolide etme imkânı buluyor.
Yolsuzluk
operasyonlarının tersten, halkta aksi bir tepkiye yol açtığı biliniyor. Üç beş
orta sınıf bond çantalı, safları terk ediyor, ama mütedeyyin fukara kesim,
çeşitli gerekçelerle AKP’ye bağlanıyor. Esasında devlet mekanizması, AKP
şahsında, bu kesimlerle kopan ya da esneyen ilişkilerini tamir etme şansına
kavuşuyor. Fethullah, cemaatten camiaya evrilerek, o fukaranın dininin dışına
çıkacağını söylemiş oluyor. Bir fikir etrafında görece daha esnek ve liberal
bir yapıya işaret ediyor. Ama düne kadar hizmet ettiği devlet, onu içerip
aşarak farklı bir kompozisyona evriliyor.
Solda
da bu sürecin benzer bir seyri var: orada da parti-devlet anlayışına karşı
anarşizmden rol çalan tuhaf demokratik cemaat ilişkileri çıkartılıyor. Benzer
bir süreci, cemaat ile AKP arasındaki gerilimde de görmek mümkün. Parti-devlet
anlayışına karşı bir tür cemaat demokrasisi savunusu yapılıyor. Bu noktada,
parti-devletin de cemaat demokrasisinin de efendilerin elindeki kılıcın iki
keskin tarafı olduğunu bilmekte fayda var. Son operasyonla cemaat, vurucu
gücünden, AKP de hegemonik gücünden ödün vermeye zorlanıyor.[4] Aynı operasyon,
sola da çekiliyor esasında.
Camialaşma,
partileşmenin karşısına çıkartılıyor. Bu türden sosyologlar eliyle sol, iktidar
mücadelesinden alıkonulmak isteniyor, yedeğe çekiliyor.
Kıyamet,
İran’la gizli yapılan doğal gaz ithalatı yüzünden kopuyor. Bu kanalda
Fethullahçıların suyun başına geçmeleri mümkün değil. Bugün AKP tetikçileri[5],
tam da bu meseleyle bağlantılı olarak, “İran’ın Türkî cumhuriyetlerdeki
etkisinin kırılmasına mani olmak için Fethullah okullarının desteklendiğini”
ikrar ediyorlar. Türkiye “büyüyorsa” ve bu büyüme, doğudan batıya doğru bir
kuruluş üzerinden gerçekleşiyorsa, esasen İran’ın meselenin merkezine
yerleştirildiği iddia edilebilir. İsrail ve ABD’nin yapılan “operasyon”un
arkasında olması, AKP’lilerin gördüğü biçimiyle, tam da İran’ın ağırlığı ile
ilgili.
Muhtemelen
yeni dönemde Tayyip’ten yerli ve Müslüman bir “Mustafa Kemal” karikatürü
çıkartacaklar. Bu karikatürün eskinin Rıza Şah’ıyla ilişkilendirilmesi daha bir
mümkün.
Mustafa
Kemal’in Bektaşî ya da Mevlevî fetvacıları vardı, bugünkü karikatürse Hayrettin
Karaman[6] türünden hocalara ihtiyaç duyuyor. Her ikisini de mutlak iktidar
sahibi olarak görmek hatalı. Ana ittihatçı gelenek, parti-devlet ve cemaat
demokrasisi arasında belirli bir gerilimde ifadesini buluyor. Biri içi
konsolide etmeye, diğeri dışı düzlemeye mecbur. Dönemin “mazlum halkların
önderi” olarak lanse edilen Mustafa Kemal ve Türkiye’nin yerini Tayyip ve “Yeni
Türkiye”[7] masalları alıyor. Yeni savaş kabinesinde bir Jitemcinin olması,
tesadüf değil.
Demokrasi,
aslında devletin parçaladığı bireylere devletin dolaylı olarak yedirilmesi
anlamına geliyor. Dolayısıyla, cemaat demokrasisinin açtığı kanala girmek, buna
sevinmek, devletin mikro alana nasıl yerleştiğini görmezden geliyor. Emniyet ve
yargı alanındaki tüm çatlakların kapatılması ile bu sürecin kapanacağı açık.
“Amerikan
polisi” eleştirisi, polisin Amerikanlaşmasını gizliyor.[8] Taktiklerin İsrail
askerlerinden aşırma olduğunu örtbas ediyor. Silâhların menşei unutuluyor.
Cemaat
demokrasisinin açtığı yarıktan ilerlemek, sadece huzuru ve rahatı örgütlüyor.
Huzursuzluk ve rahatsızlık terörize ediliyor. Sol, bu kanala girmekle kendi
topuğunu nişanlıyor. “Hükümet istifa” söylemi, Gezi sürecini lime lime etmiş
solun ağzında yalana dönüşüyor. Zira gerekli güç odakları ve ocakları
oluşmadığı için bu slogan, en fazla, erken seçime ve CHP-MHP koalisyonuna
işaret etmiş oluyor.
Kitlelere
“paranızın peşine düşün” demek, onları paraya kul ediyor; kitleleri hükümet
karşıtlığında cisimleştirmekse, kitlelerin politik varlığını soyut kabul
etmekten ileri geliyor. Dolayısıyla somut, elle tutulur güç ilişkileri ya
görülmüyor ya da bu yönde bir ihtiyaç zuhur etmiyor.
Parti-devlet
eleştirisi, devletin partileşmesini; cemaat demokrasisi eleştirisi,
demokrasinin cemaatleşmesini görmüyor. Bir tür “cambaza bak” oyunu oynanıyor.
Bu eleştiriler, esasında birer koruma biçimi. AKP, kendisini devletin partisi
olarak inşa ediyor oluşunu gizliyor. Fethullah ise, demokrasiyi cemaatleştirme
niyetlerini saklıyor.
Eleştiriler,
bu minvalde tek taraflıdır ve suyun başına geçenlerin çıkarları uyarınca
biçimleniyor. Fethullah, devletin partileşmesi sürecinde kadrolarının tasfiye
oluşuna karşı direnç geliştirmiştir. Muhtemelen demokrasinin cemaatleşmesi
karşısında Tayyip, altının oyulduğunu düşünmüştür. Direnen de altının
oyulduğunu düşünen de aynı güçlerdir. Tartışma, yöntemseldir. Özetle AKP
devletleşmiştir. Ama bu süreç, devletin de partileşmesine doğru evrilmiştir,
demokrasi de cemaatleşmiştir.
Fethullah
Gülen, cemaat ve camia[9] arasında ayrım yapıyor ve kendi hareketini “camia”
olarak tarif ediyor. İlki, bitmiş tamamlanmış olana, ikincisi, bir iradeye,
toplama iradesine işaret eder. Demek ki itiraz, “tek parti” ya da “diktatör”
eleştirileri, devletin partileşip demokrasinin cemaatleşmesine izin
verilmemesiyle ilgilidir.
Camia
hareketi, Gezi’den, hatta Hakan Fidan krizinden beri ortaklık teklif ediyor.
Bir tür Selçuklu sultanının yanı başında onu ikaz eden Nizamülmülk olma
hevesindedir. Bu, “bu kadar böbürlenme padişahım, halkın içinde yaptıklarının
bir karşılığının olmasını istiyorsan bana muhtaçsın” demektir. AKP ise yeni
kuruluşta bu türden bir ortaklığa kapalıdır. Bu devletin “serseri” ya da
“alt-emperyalist” olmasından değil, tam aksine, neoliberal hegemonyanın basit
ve aktif bir aktörü olma gayretiyle ilgilidir.
Devletin
serseri ya da alt-emperyalist olma imkânı, şansı yoktur. Yapılanlar, olanlar,
piyasaların, paranın akış hattının, emperyal projelerin, bölgesel tasarımın
dışında asla gerçekleşmez. Sol özneler açısından meseleyi soyut bir kapitalizm
eleştirisine indirgeyenlerin devleti olandan büyük göstermeleri zaruridir.
Böylelikle kitleler, devlete karşı mücadelenin nafileliğine ikna edilmiş
olurlar.
AKP
mülkün, metanın iktidarı, Fethullah paranın demokrasisi peşindedir. AKP
devletin şirket gibi, Fethullah, şirketin devlet gibi yönetilmesidir. Demokrasi
çığırtkanlığı yapmak, kitleleri o mülkün iktidarına bağlamak demektir. İktidar
üzerinden siyaset yapmak, kitlelerin iradesini iğdiş etmektir. Bu çürümeyi
kökünden söküp atacak, it dalaşına son verecek olan, mülksüz, parasız pulsuz
kitlelerdir.
Tayyip
Erdoğan Samsun mitinginde, “biz sistemdeki bozuk çarkları düzeltmek için
geldik” diyor, böylelikle, bir yerlere mesaj veriyor. Halkın kadîm mesajı ve
tokadı ise şudur: “Bozuk düzende sağlam çark olmaz.”
Siyonist-emperyalist
şebekenin tetikçisi olarak Fethullah, milletin birliğine kastetmiştir. Millet,
bu saldırıyı savuşturacaktır.
Siyonist-emperyalist
şebekenin faili olarak AKP, hak-batıl ayrımına küfretmiş, halkın ikiliğine
kastetmiştir. Halk, bu cerahati içinden söküp atacaktır.
Eren Balkır
21
Aralık 2013
Dipnotlar:
[1] “Fatih Tezcan: Asıl Hedef Erdoğan”, 1 Aralık 2013, Yeni Akit.
[2]
“Tetikçileri de Vururlar”, Abdurrahman Dilipak, 19 Aralık 2013, Yeni Akit.
[3]
“Şah Diyen Şah İsmail Olmasın!”, Kerim Balcı, 20 Aralık 2013, Zaman.
[4]
“(…) bu sürecin bu denli ağır geçmesinin temel nedeni, yukarıda bahsedilen üç
sosyalleşme mecrasını tamamlaması gereken bir dördüncü mecranın son otuz yıldır
Türkiye’de baskı altına alınmış olmasıdır. Bu sosyalleşme mecrası, cemaat ya da
cemiyet değil ‘camia’dır.” (“Camia Cemaate Karşı: Halk Meclisleri Neyi
Hedeflemeli?”, Utku Balaban, 23 Haziran 2013, Bianet.)
[5]
İsmail Nacar’dan aktaran: a.g.m., Abdurrahman Dilipak.
[6]
“Türkiye’nin Dostları ve Düşmanları”, Hayrettin Karaman, 19 Aralık 2013, Star.
[7]
“Bu, Çokuluslu Bir Operasyondur”, İbrahim Karagül, 20 Aralık 2013, Yeni Şafak.
[8]
“Affedersiniz, Siz ABD Polisi misiniz?”, Ali Karahasanoğlu, 19 Aralık 2013, Yeni Akit.
[9]
“Cemaat Değil, Camia”, Ekrem Dumanlı, 20 Şubat 2012, Zaman.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder