Guardian’daki
Nelson Mandela yazısının Abdullah Öcalan
tarafından cevaplanması, yerinde. Çünkü yazı, “kızım sana söylüyorum, gelinim
sen anla” diyen, gizli mesajlar içeriyor. Öcalan’ın yazıdaki bir iki cümleden
alınıp cevap yazdığını söyleyenler, siyaseten körler. Guardian yazarının
yazıyı Öcalan’a yönelik bir mesaj olarak kaleme aldığı açık.
Başyazarın
Mandela için söyledikleri, tümüyle Öcalan’la ilgili. Mandela-Öcalan
kıyaslaması, bu mesajları aşikâr ediyor. Yazar, “Mandela gerilla mücadelesinde
amatördü, şiddetten uzak durdu, hapishaneyi dinlenmek için kullandı, dışarı bir
barış güvercini olarak çıktı ve zafer kazandı” diyor. Bu söz, esasen Öcalan’a
edilmiş gibi görünüyor. Yazar, aynı zamanda Mandela’nın iktidarının herkesi
kucakladığını söylüyor ve PKK’ye “olacaksanız böyle olun” demiş oluyor. Ayrıca,
Öcalan’ın PKK’den, PKK’nin de coğrafyadan tasfiye edilmesinin liberal,
demokratik, ilerici ve çağdaş dünya için şart olduğunu söylüyor. Aba altından
sopa gösteriyor, “olacaksan Mandela gibi ol” demiş oluyor.
Kore’ye
ya da Vietnam’a gönderilen ABD askerleri de “biz özgürlük dünyasını korumak
için geldik” diyorlardı. Aynı yaklaşım, bugün başka bir biçimde, mızrağını
Öcalan’a uzatıyor. O, Soğuk Savaş bağlamına oturtulup iğdiş edilmeye, kenara
itilmeye çalışılıyor. Öcalan da kendisinin mazlum bir milletin ortak dili,
imgesi olduğunu hatırlatıyor, o “kolonyal şapkalar” altındaki boş kafalara.
“Bu
kadar merkeziyetçi, despotik, disiplinli, şiddete meyyal, otoriter, Stalinist,
kaba, eğilmez, yekpare, dik ve güçlü olma” deniliyor Kürd’e. Sömürgeci akıl,
sömürgeleşmeye karşı çıkan kitlelerin elinden tüm silâhları almak istiyor,
yaşanan bu.
Aynı
tespitlerin Sovyetler için yapıldığı, tarihten biliniyor. PKK’nin bugün
Sovyetler’in yerini aldığı görülüyor. Bazı eski PKK düşmanı sol örgüt
mensupları, siyaseten boşa düştüklerinden, kafalarında Sovyetler’in yerine
PKK’yi koyarak iş görme yoluna gidiyorlar. Kimi Maoistler, Enverciler ve
Sovyetçiler içinse PKK bir dolayımdan ibaret. Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük’ün
geçmişte uzattıkları ellerin tasfiye amaçlı olduğu bugünden bakıldığında daha
net.
Guardian yazısından
görüldüğü kadarıyla, batıda da egemenler aynı şekilde yaklaşıyorlar meseleye.
Onlar da PKK’yi eski düşmanlarından artakalan bir yapı olarak
değerlendiriyorlar. Dişleri sökülmüş, rengi beyazlaştırılmış bir “Mandela”
imgesiyle Öcalan’ın dövülmesinin nedeni burada.
1968
Ayaklanması, her şeyden önce antisovyetik bir hareket. Sovyetler’in Macaristan
ve Prag müdahaleleri sonrası öfkelenen/korkan kitleleri eyleme sokuyor.
Geliştirilen tüm argümanlar, ideolojik tezler, Sovyet düşmanı. Tüm eski Sovyet
düşmanları sahaya sürülüyor, Sovyetler’den kaçanlara Beatles, uyuşturucu ve
seks ikram ediliyor, batı kapitalizminin “artıları” göze sokuluyor, işlerini
tamamlayan öğrenci liderleri, teker teker devlet ve şirket görevlerine tayin
ediliyor, bu sarsıntı, yirmi yıl sonra meyvesini veriyor ve Sovyetler
yıkılıyor.
Guardian, bu
1968’in ellilerde fikrî açıdan yuvalandığı İşçi Partisi’nin bir uzantısı.
Oradan kopan gençler, “Yeni Sol” başlığı altında esas olarak ABD’ye ve
kapitalizme vururmuş gibi yapıp Sovyetler’e ve sosyalizme saldırıyorlar.
Buralarda yetişen gençler, Türkiye’ye gelip aynı çizgide, bir mümessillik
açıyorlar, adına da “Birikim” diyorlar. Derginin adı, esasta neyin
tasfiye edilmek istendiğini de gösteriyor. Sol-sosyalist birikimi tasfiye
etmeyi önüne koyan bu çizginin Altuzercilik siperinden attığı tariz okları, tam
da bugün Guardian’ın PKK’de gördüğü şeylerin solda oluşma ihtimallerine
saplanıyor. Solun, devrimci hareketin ideolojik-teorik planda akim ve ceset
kalmasını sağlıyor. Kuşatma akademiden gerçekleşiyor ve militanlar cahil
olduklarına inandırılıp batının liberal solculuğuna kul ediliyorlar. Aynı Altuzerci
siper, ikinci Birikimcilik (Teori ve Politika dergisi), bugün PKK’ye “yılan”
diyor örneğin.
Birikim,
1968’den miras aldığı yekûn ile sosyalist hareketin karşısına “yapmak-olmak”
karşıtlığını çıkartıyor. Eylemin happening’e, eğlenceye dönüştüğü,
eylemcinin, militanın, devrimcinin artık aktivist olduğu, “aktivist” demekle
batının bireyci-liberal kanadına bağlandığı, kolektifin bireyin kadim düşmanı
olarak yıkılması gerektiği düşüncesi 1968’in temel birikimi oluyor. Bu dönemin
birikimi bireylere sosyalist olmayı öğretiyor. Bunu da “kolektiflerden uzak
durun” diyerek yapıyor. Söz konusu sosyalistlik, anti-komünistlik yaparak
mümkün oluyor.
1968,
anti-komünist olarak sol faaliyet içinde olmanın teorisini kuruyor. Yapmanın
kiri pasına işaret ederek, kendi oluşunu öne çıkartıyor, bu oluşun küçük
burjuva niteliğini evrenselleştiriyor. Yapmanın dikey, hiyerarşik, kolektif,
disiplinli, örgütlü ve hedefe giden niteliğini tasfiye edip bireysel, özgür,
serbest, tekil, biricik ve bağımsız oluşun edebiyatını yapıyor. Özünde aynı
hareketin içinde bir isim olan Regis Debray’nin tespitiyle, “1968, Fransa’yı
Amerikan yaşam tarzına ve Amerikalılara özgü tüketimciliğe açıyor.” Yeni
burjuva toplumunun beşiğini sallıyor ve narsistik bir bireyciliği yüceltiyor.
Bu
anlamda, 1968-72 momentini Avrupa açısından 1918-22 momentinin bir devamı
olarak görmek mümkün. 1918-22 döneminde Lenin’in Sol Komünizm: Bir Çocukluk
Hastalığı duruyor. Devrimi tehdit eden ideolojik-politik yönelimi
yargılıyor. Bu kitaba atfen, bugün 1968-72’nin mirasını teorik katta formüle
etmekten başka bir şey yapmayan Badiou ve Deleuze gibi isimleri, Lenin’e
atıfla, “sağ komünizm: bir ergenlik hastalığı” olarak nitelemek mümkün. Bu
damar, günümüzde Marksist olmadan nasıl komünist olunabileceği üzerinde
duruyor; tam da Sartre’ın dediği gibi, “anti-marksist bir argüman Marksizm
öncesi bir fikrin açık biçimde ihya edilmesinden başka bir şey değil”se, bu
isimler önce Lenin, sonra da Marx öncesine dönmekten başka bir şey
anlatmıyorlar. Devrimcilerin, Marksistlerin, komünistlerin yapmasını kendi
bireysel oluşlarıyla, hâlleriyle kırmaya, tasfiye etmeye çalışıyorlar. Marx’tan
bugüne bir şeyler yapmış olan her özne, o oluşun önünde diz çöktürülmek
isteniyor. Bu diz çöküş için her gün allı pullu dualar yazılıyor.
Ahmet İnsel’in Guardian’daki yazıyı
sahiplenmesi, baştaki, esasında bu yazının Öcalan ile ilgili mesajlar taşıdığı
tespitini teyit ediyor. İnsel, Guardian’ın sömürgeci, liberal
zihniyetine eklemli olduğunu ifşa ediyor. Bu ifşaat, Bese Hozat’ın “Ermeni
lobisi” ile ilgili tespitlerinden sonra kopan fırtınada da açığa çıkmış, Öcalan
açıktan, Bese Hozat’a destek vererek, “beni bir tek o anladı” demişti.
Bugüne
kadar liberallerin PKK eleştirilerini AKP basını dolayımıyla okuyorduk, görünen
o ki, saldırı doğrudan gerçekleşecek ileride.
Gezi
Ayaklanması’nı 1968’e sabitlemek, oradan formatlamak isteyenlerin de temel
derdi, Kürd hareketi. Bedenin sömürgeleştirilmesinden dem vuranlar da, Kürd’ü
liberal bir özgürlükçülüğe kapatmak isteyenler de, kimlikçi siyasetinin bir alt
unsuru olarak Kürd’ü ehlileştirmeye niyetlenenler de, kendi kısa erimli siyasî
kariyerine Kürd’ü âlet etmeye çalışanlar da bu tasfiyenin dolaylı ya da
doğrudan bir parçası. İki gün önce Öcalan’ın uyarılarına rağmen Fethullahçılık
yapıp, seçim gündeminde birden Kürdcü olanlar da bu tasfiye sürecine
eklemleniyorlar kaçınılmaz olarak. Üstelik bu kişiler, iki gün önce “PKK
Kürdistan coğrafyasının öznesi, burayla ne alâkası var?” diyorlardı, bugünse
“buranın aslî öznesi odur” diyorlar. Kürd’ün bu hinliği görecek feraseti ve basireti
yok zannediyorlar.
HDP,
bugün, PKK’nin kendisini tasfiye etmek isteyen “1968”e karşı PKK direnci ile
söz konusu 1968 arasında yaşanan bir kavganın sahnesi. Parti içindeki bir kısım
sol özne, “Kürdler bizim sayemizde yüzlerini sosyalizme dönüyorlar” diyor, bir
kısmı da “işçi sınıfının milliyetçi mengenede sıkıştığını” söylüyor ama nedense
çalışma yapmak için Kürd mahallesine gidiyor. Demek ki burada temizlenmesi
gerektiği söylenen milliyetçilik, Kürd’ün milliyetçiliği.
Sovyetler’i
tasfiye eden 1968’in teoride ve pratikte eleştirilmesi şart. Aynı zamanda
Sovyetler’in yıkılması sonrası onun pozitif ya da negatif yerine PKK’yi
koyanların bu işlemi de eleştirilmeli. Ekonomi, siyaset bilimi, uluslararası
ilişkiler ile ilgili malumatlarına Kürd’ü âlet edenler, sorgulanmalı.
Tasfiyeciler tasfiye edilmeli, onlara karşı net bir sınır çekilmeli. Sömürülen
işçilerin, halkların ve mazlumların mücadeleleri şeksiz şüphesiz, aslî, temel
rahlemiz olmalı.
Eren Balkır
26 Ocak 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder