Gezi İsyanı ile Haziran Kıyamı arasında belirli bir
açı var. Bu açı politika bakımından hayırlı bir anlamda. Kıyamın isyana karşı
gerilimi önemli sonuçlar verecek ama isyanın kentli, orta sınıf niteliği
kıyamcıların ayağına demir gülleler bağlayacak.
Bu nedenle Gezi güzellemelerinden kaçınmak, güzelleme
yapanlardan tiksinmek gerek. Onu milat olarak belirlemek, kendisini başa
yazmanın bir yansıması. Bugün iktidardaki sarsıntının Gezi’ye bağlanması da
dâhil olmak üzere, her türden yüceltme tarihsizdir, toplumsal bağları keser,
toplumsuzdur, tarihsel bağları kopartır.
Bugün “camisinde içki içen”, “başörtülü bacısına
tüküren”, “kucak kucağa oturan”, devletli varlığıyla dalga geçme cüreti
gösteren asi Gezicilere elma şekerleri sunuyorlar. “Züppe gençliğe” övgüler
düzüyorlar. Bunların Tayyip’i devirdiğini söylüyorlar ama devrimcilik konusu
olunca da burunlarından kıl aldırmıyorlar. Satacak yeni şeyler buluyorlar.
Uyanık küçük esnaf, dükkânının çapı kadar düşünüyor, tezgâhının önünü dünya
zannediyor.
Mao, emperyalizm için “kâğıttan kaplan” diyordu. Bu
esnaf-zanaatkârlar, küçük burjuva siyasetleriyle ancak “kâğıttan kurt”
olabiliyorlar, sol siyasetin eski kurtları geçmişin hesabını vermeden,
utanmadan, arlanmadan, sağa sola akıl veriyorlar. Politikada akli müdahaleyi
“rasyonalizm” diyerek eleştirip kenara atıyorlar ki politik alanda tek akıl
kendi akılları olabilsin. Her şeyi bitirmiş kişi, yeni şeylerin olmasına ve
yapılmasına izin vermiyor. Olanı ve yapılanı kendi ölçüsüne vuruyor sadece.
Bu orta sınıf siyaset Gezi’yi yaldızlıyor, onun
eleştirilmesine, dönüştürülmesine, kıyamcıların yürüyüşüne katılmasına,
devrimcileşmesine ve kalıcı, geriye dönüşsüz sonuçlar üretmesine izin vermiyor.
Orta sınıf siyaset, halkın kıyamında ve isyanında yeni rant kapıları aramayı
siyaset zannediyor. Gezi’nin örgütlenip hayatın tüm kılcal damarlarına akmasını
engelliyor özünde.
Ve birden, hiç arlanmadan, Fethullahçı oluyor,
Fethullah’ı yoldaş kabul ediyor. Tüm meseleyi Tayyip’e indirgiyor, kapatıyor,
devrimi bir adamın gitmesine bağlıyor, böyle kolay devrime ve devrimciliğe can
kurban!
Lenin, “akıllı idealizm aptal materyalizme yeğdir”
diyor. Bu orta sınıf siyaset, kendi aptallığını verili, gördüğü maddeye işaret
ederek örtbas edebileceğini zannediyor. Gördüğüne inanıyor, duyduğunu gerçek
zannediyor. Özellikle iktidardakilerin, örneğin Tayyip’in ağzından çıkanların
gerçek olduğu vehmine kapılıyor. Tayyip “2023” diyor, bunlar da korkup-korkutup
anlamsız politik değerlendirmede bulunuyorlar. Tayyip’in ağzından çıkanı not
etmeyi teorisyenlik zannediyorlar. Bu gazeteci kafası, köşe kapmak için
siyasetle ilgileniyor. Akademi ajan yuvası ve gazetelere eleman yetiştiriyor.
“Heyula” şekilsiz madde demek, “hayalet” de imgesel
tasarımlar. Gezi böyle algılanıyor. Bu hâliyle ürkütmüyor. Sadece satılıyor,
imge olarak. Gezi, orta sınıf siyasetin elinde kendi laikliğinin,
modernliğinin, ilericiliğinin bir imajına dönüşüyor. Gösteri toplumunun
hizmetine sunuluyor.
İktidarın kesintisiz ve konsolide olarak 20 yıl bir
toplumun tepesinde olması, devrim davası güdenler değil, devrimci’liği
pazarlayanlar için ağır bir mesele. Yoğunlaşmış, tekleşmiş bir iktidar bloğunun
yıkılmasının, daha kapsamlı, derin, kolektif bir huruca muhtaç olacağı açık.
Esnafların, zanaatkârların ve tüccarların böylesi bir huruca düşman olduğu
kesin. Tam da bu nedenle yıllar hesaplanıyor. Her şey aritmetik ve satranç
zannediliyor.
Tayyip’in gelmesi ve gitmesi devlet mekanizması için
asli değil. “Politika şiddetin bizatihi kendisidir” diyen kafa, “devlet
Tayyip’in bizatihi kendisidir” diyor. İlk cümle, şiddet dışı pratiklerin
politik ve devrimci niteliğini çöpe atıyor, ikinci cümle devlete karşı
mücadeleyi Tayyip’e karşı mücadeleye kapatıyor. Aslında her ikisi de hiçbir şey
yapmamayı, revizyonizmi ve konformizmi güncellemekten başka bir şey yapmıyor.
Gitmekte olanın yelinden beslenmek önemli değil. Mesele, gelmekte olana
hazırlanmak, olanı, bu gerilimde, müdahale konusu kılmak.
Fethullah’ı Tayyip’e orta sınıf niteliklerinden dolayı
tercih ediyorlar. Fethullah’ın ağzındaki sivil demokrasi zokasını kolayca
yutuyorlar. Devlet karşıtlığına indirgenmiş şeklî siyasetleri demokrasinin
nimetlerinden faydalanmaya odaklanıyor. Oysa Fethullah sızıyor her yere,
içimize…
Yalçın Küçük, on yıldır küçük burjuvalara sesleniyor
aslolarak. Onlara, “sizin bir yere gelmenize, bir şey olmanıza,
değersizleşmenize neden olan işte bu iktidar” diyor. Küçük burjuvaları buradan
örgütleyebileceğini zannediyor. Devletin ayağa düştüğünü, kıymetsiz kişilerin
elinde oyuncak olduğunu söyleyenler devletin uşağı, Tayyip’in kelime
dağarcağının “fukara” olduğunu söyleyenler de aynı yerde. “Tayyip Erdoğan
denize düşünce yılanlarına sarılıyor” deniliyor, “bu yılanlarından biri PKK”
diyen başka ne olabilir ki!
Gezi sürecinde palalı şerefsizlerden Gezi
eylemcilerinin korktuğunu söylemenin başka bir izahı yok. Küçük burjuva
siyaset, bu paramiliter güçlerin olmadığını, paralı askerlerden korktuğu için
anlamamış. Üstelik polisin cemaatçi niteliğini de görmemiş. O sadece kendisinin
görülmesini istediğinden, sadece gördüğüne inanıyor. Tayyip’in soyut yüzde
ellilik kitlesinin Gezi’yle ve bu yolsuzluk operasyonuyla kemikleştiğini
görmüyor. Aksine o kitlenin yarıldığını, sarsıldığını zannediyor. Küçük
burjuvanın temel hastalığı: herkesi kendisi gibi zannetmek.
Küçük burjuvanın iki temel özelliği var:
Biri, her şeyin başı ve sonu olmaya çalışmak, her şeyi
kendisinden başlatmak; ikincisi de herkesi ve her şeyi kendisine mecbur kılmak.
Teorisi de politikası da bundan ibaret.
Bu teori ve politikanın kitlelerle, sömürüyle,
zulümle, mücadeleyle, iktidarı ele geçirmeyle hiçbir işi olamaz. O sadece
kendisine çalışır, kendisini işler, kendine yaşar. Kendi birey bütünlüğünü
tarihe ve topluma dayatır. Hepsi bu.
Ezilenlere akıl verir sonra. Onlar adına konuşur
utanmadan, onlar hiç konuşmasın diye. Tek derdi, onların akılsız, ruhsuz,
geleceksiz ve geçmişsiz varlıklarını bugünde cepheye sürmek, kendine dirseğiyle
yer açmaktır. O Tayyip’te düşman değil rakip görür. Onun için Tayyip aynadır.
Kimisi Tayyip’e, kimisi kendisine çekidüzen vermeye çalışır. “Tayyip âlet
olarak devleti iyi yönetemedi” diyorsa, bilin ki, kendisi taliptir o âleti
kullanmaya. Kemalizm vurgusu da Kemalizm karşıtı olarak kurguladığı Marksizmiyle
ilgilidir. Yani Kemalizm yüceltilmeli ki onun Marksizmi de yüce görünsün.
Marksizm devlet ideolojisi olma adayıdır ona göre. “Kemalizm eşittir Tayyip
eşittir devlet” denklemi çok dâhiyane. Çünkü “eşittir”de nelerin olup bittiğini
ustalıkla gizliyor. Bu küçük burjuvalar da Tayyip gibi ustalık dönemine geçmiş
anlaşılan. Öyle bir ustalık ki, Tayyip’in bugün Suriye’de kullandığı çeteleri
ileride devrim için kullanabileceğini bile düşünebiliyor.
Gezi’yi geriye çekenlerin meramı bugün daha net.
CHP’yle önlerinin açık olduğunu düşünüyorlar. Bu partiye çalışıyorlar. Oysa AKP
ile CHP arasında fark yok. Tayyip’in Kemalist kulvardan çıktığını ama Gezi ve
Fethullah saldırıları sonrası Kurumsal Kemalizm sınırlarına çekildiğini kripto
Kemalistler söylüyor.
Bilimcilik adına onca yıl koşturanların, her türlü
ideolojik yükten genç militanları kurtarmayı vaat edenlerin bugün “ideoloji,
meşakkate katlanmayı göze alan özneler yaratır” demesi nafile. Tayyip de
böyleydi zira, o da devletin verili ideolojisi dışında her ideolojiye savaş
açıyordu. Hakiki Marksizm de Marksizmi şu veya bu şekilde kuşanmış kadroları
ideolojilerden arındırma operasyonuydu, Allah’tan tutmadı. Bazı örgütleri
tasfiye etmeyi denedi, bazılarına güller, boncuklar dağıttı, olmadı. Meşakkati
göze almış bir hareketin bu tip ajanlara vereceği cevap her zaman kesin ve
kati.
Tayyip Erdoğan’ın kişi olarak bu denli önemsenmesi,
yüceltilmesi, merkeze konulması, analizi körleştiriyor. Bu çaba, esasında küçük
burjuvanın siyasetin merkezine bireyi koymasıyla ilişkili. Ne kadar “Marksistim”
dese de biraz kazındığında liberalliği sırıtıyor. Liberal bir hamle ile
Fethullah hocasının eteğine yapışıyor bu birey.
Söz konusu bireyin varoluşu, siyaseti, zihniyeti şu
cümlelerinde geçen “devlet” sözcüğünün aslında kendisini imlediği
düşünüldüğünde tam olarak anlaşılır: “Bir kurumun devlet diye
adlandırılabilmesi için, hükümran olduğu toplumun güç ve kesimleri karşısında
“şeklen” (eşdeyişle, hukuken) göreli bir özerkliğinin olması gerekir.
Cümlesini, bütün nüfusu kapsayacak tarzda kurması beklenir devletten.” Üstelik
devlete akıl veren, onun nasıl olmasına ilişkin beklentisini dillendiren bu
birey, arlanmadan, bir kadro, bir militan, bir halk ve bir tarih olarak şehit
düşmüş Ethem’i ağzına dolayabiliyor. Devlete ideoloji ihdas edeceğinden söz
edebiliyor. Bu işmar kime ve neye, gayet açık.
Tayyip birey düzleminde analiz edilince, saçmalamak
işten değil. Tayyip’in Müslüman olduğu vehmi bu saçmalamanın ürünü. Kişi olarak
saralı ya da yaralı olmasının bir hükmü yok. O Mısır’a ve birçok yere görevli
gitti. Ezilenleri kendi bireyliğine ram etmek, mecbur kılmak için ezenleri
birey derekesinde görmek kaçınılmaz. Bu zihniyet için kitlelerin, hareketlerin,
dinamiklerin bir hükmü yok. Bireyi boğan her şeyden kurtulmak, tek teori, tek
politika bu. Rabia bunların elinde hamse…
Ama bu hamse bir anda yumruk oluyor, havaya kalkıyor
ve diyor ki, “İslamiyet bu ülkede devlet düzlemine geçemez, iktidar olamaz,
ülkenin nesnel karakteri buna uygun değil. Gelin en iyisi gizli Kemalist
olalım, açıktan liberallik yapalım.”
Bu liberalizm Fethullah’a örgütlendiğini görmüyor,
Fethullah’ı örgütlediğini zannediyor. Fethullah devletin bir kolu oysa. Bu
liberalizm kendi para düşkünlüğünü örtbas etmek için Tayyip’in rantçılığıyla,
gizli kasalarıyla uğraşıyor. “Politika gerçek kudret işi” diyerek, herkesi
varolan kudrete tabi kılmaya çalışıyor. Fethullah, PKK, devrimciler, kimi zaman
Seattle anarşistleri, kimi zaman da popüler yazarlar, bu kalemden. Aralarında
hiçbir fark yok. Gerçekçi olup imkânsızı istemek bunlar için küfür. Sadece “olana
bak, kim güçlüyse arkasına dizil, güçlü olan sana yolu gösterecektir” diyorlar.
Gerçekçilik, aptal materyalizm, sadece bu bireylerin gerçeğini ve maddesini
anlatıyor. Varoluş mücadelesinin yıkıcı-kurucu bir mücadeleye dönüşmesini
istemiyorlar. Çünkü o durumda kendilerinin de küçük kumdan kalelerinin
yıkılacağını biliyorlar.
Devleti birey zanneden zihniyetin arksizm ve
devrimcilik dışı olduğunu söylemeye bile gerek yok. Birey gibi hayaller kuran
devletin hayallerinin bozulmasını ümitvar bir şey zannetmek, ciddi yanılsama.
Bu bireyin tabii ki “ezilenlere gösterecek somut bir alternatifi” olamaz. Kendi
rahatlığı için devlete küsen, kızan bir bireyin geleceğe ve ezilenlere
söyleyebileceği ne olabilir ki? Böylesi bir liberalizm, Gezi’yi doğalında seçim
sürecine kilitliyor. Ruh çağırır gibi, Gezi ruhuna sesleniyor. Cevap alamıyor.
Gezi’nin Tayyip imgesini gerçek zannedip saldıran bir tarafı vardı, bu piyasada
cari olan da bu saldırı edebiyatı. Küçük burjuvalar son süreci analiz ederken,
gene bu piyasaya sesleniyorlar. Tayyip’in gitmesini işin sonu olarak
belirliyorlar. Küçük burjuva, gene işin başı ve sonu olmakta diretiyor. Bunun
için herkesi ve her şeyi kendisine mecbur kılmaya çalışıyor. Bu hamleler, Gezi
sürecinde Tayyip’e “yüzde elliyi zor tutuyorum” dedirtti ve aslında o yüzde
elliyi Geziciler kurdu, inşa etti. Dağılma, şaşkınlık ve savrulma arifesinde o
kitle tekrar führerinin gölgesine sığındı. Haziran Kıyamı bu kitleyle
buluşamadı. Aslolarak bugün de orta sınıflarla “g.tünün kılı” diye horlanan
mazlum fukara halk kitleleri arasında bir ayrışma ve kavga var. Küçük burjuva
siyaset de esas olarak ikincisiyle korkutup ya da onu hor görerek birinci ata
oynuyor.
Siyasetin kâğıttan kurtları, bugün “Fethullah, CHP ve
TSK ile uzlaşalım” diyorlar, “bakın, güçsüzüz, güçlünün yanında olalım ki
güçlenelim” öğüdünü veriyorlar. Kürd hareketinden uzaklaşmayı öneriyorlar.
Teoriyi olduğu gibi politikayı da krizi, kaosu, belirsizliği, ucu açıklığı,
kontrolsüzlüğü yok etmek için ifa ediyorlar. Mazlumların umudu ise onların yok
etmek istedikleri yerde.
Eren Balkır
10 Ocak 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder