Pages

05 Kasım 2013

Femen’in Neokolonyal Feminizmi: Çıplaklık Bir Üniforma Olunca



Kasım 2011’de, Mısırlı blogcu Alya Mehdi kendisine ait çıplak resimleri internete yükledikten sonra Ortadoğu halkları arasında ciddi bir şok dalgasına yol açmıştı. Mehdi’nin iddiasına göre kendisi, genel anlamda Mısır’daki ataerkil yapılara, özelde ise kadınlarla ilgili olan ve onları basit birer seks objesine indirgeyen görüşlere meydan okuyordu.

Tuhaf olan şu ki Alya’ya ve yayınladığı fotoğrafa karşı çıkanların en başında, Mısır’da kendilerini liberal ve seküler aktivistler olarak tanımlayan kişiler geliyordu, bu kişiler fotoğrafı Müslüman Kardeşler gibi görece daha muhafazakâr çevrelerden bile önce kınadılar. Bu kesimlerin iddialarına göre fotoğraf manasızdı ve Mısır’daki liberal/seküler davaya, özellikle yaklaşan parlamento seçimlerine muazzam bir zarar veriyordu. Tartışmanın önemli bir kısmı, aynı zamanda feminizm meselesi ve kadın hakları üzerinden dönüyordu. Genel iddiaya göre, çırılçıplak soyunmak akla hayale gelmeyecek bir feminist taktikti ve esasında temelde kadın imgesini erkeklerin zevk dünyalarında tüketilmek için sunulan bir seks objesi olarak somutluyordu. Bu yaklaşımlara katılmayanlar ise fotoğrafın Mısır toplumunda kadınlarla ilgili, özellikle cinsellik ve çıplaklık üzerinden, bir tartışmanın alevlenmesini sağladığı düşüncesindeydiler.

Ölüm tehditleri alması ardından Mehdi ve erkek arkadaşı Kerim Emir, Mısır’ı terk etmek zorunda kaldı.

20 Aralık 2012’de bu sefer Mehdi, Ukrayna merkezli bir feminist hareket olan Femen’in üyeleriyle birlikte çıplak poz veriyor, ilgili fotoğraflar internet âleminde dolaşıyordu. Söz konusu eyleme “Muhammed’in Vahyi” ismi verilmişti. Bu fotoğraflardan birinde Mehdi, elinde Mısır bayrağı, yanında iki çıplak Femen üyesi ile birlikte ayakta duruyor ve vücudunda “siyah boyayla “şeriat anayasa değildir” yazıyordu. Bir diğer fotoğrafta ise Mehdi, üzerinde “Kur’an” yazan bir kartonu apışının önünde tutuyordu. Fotoğrafların Facebook ve Twitter’da yaygın biçimde paylaşılması üzerinden eyleme anında tepki gösterildi.

Femen’le işbirliği yaparak Mehdi’nin, Mısırlı kadınlarla ilgili belirli sorunlu söylemleri esasta normalleştirdiği açıktır. Kendisinin çıplak fotoğraflarını internete yükleme eylemi, toplumdaki ataerkil normlara meydan okumak olarak görülebilir, ancak mesele şu ki sömürgeci bir feminist hareket olarak tanımlanabilecek bir grupla işbirliğine gitmenin kendisi sorunsallaştırılmak zorundadır.

Femen, ülkede artan seks endüstrisini protesto etmek amacıyla Ukrayna’da 2008 yılında kurulmuş bir harekettir. Hareket, kısa süre içinde şubeleşmiş ve dinî kurumlar elinde zulme uğradıklarını düşündükleri kadınları da kapsayacak şekilde, diğer cinsiyet meselelerine yönelik de eylemler yapmaya başlamıştır.

Web sitelerine göre:

“FEMEN – yeni kadının adıdır.

FEMEN – ataerkil dünyanın temellerini zekâları, cinsiyetleri, çeviklikleri, erkeklerin dünyasında kargaşa çıkartıp nevroz ve paniğe yol açan eylemleri ile oyma becerisine sahip yeni Amazonlardır.

FEMEN – dünyanın sorunlarını hissetme becerisi ve o dünyaya çıplak gerçek ve saf örtüsüz bir cesaretle vurma becerisidir.

FEMEN – ateşli memeler, sakin bir kafa ve temiz ellerdir.

FEMEN olmak – kadınların yüzlerce yıldır süren köleliğine karşı sürdürülen acımasız mücadelede bedeninin her hücresini seferber etmek demektir!

FEMEN – bir SEKSTREMİZM ideolojisidir.

FEMEN – uçlarda gezen, üstsüz doğrudan eylem kampanyaları ile temsil olunan, kadınların cinsel protestosuna ait yeni bir ideolojidir.

FEMEN – diktatörlük, kilise ve seks endüstrisi gibi tüm biçimleri dâhilinde, ataerkilliğe saldıran demokrasi takipçileri ve kadın haklarını korumaya hizmet eden sektremizmdir.

Bedenin büyüsü sizin ilginizi çekecek, eylemdeki cüret sizin isyan etmeyi istemenizi sağlayacaktır.

Dışarı çık, sutyenini çıkar ve kazan!”

İlk kez Femen’i Paris’te üstlerindeki burkaları çıkartıp çırılçıplak kaldıkları protesto eyleminde işitmiştim. Bu protestonun hedefi, özelde Müslüman cemaatiydi. Femen’in iddiasına göre, peçe ve burka tabiatı gereği baskıcı kabul edilmeliydi. Dertleri, soyunarak Müslüman kadınların “kendilerini özgürleştirmeleri” konusunda onları yüreklendirmekti. Bu amaç, hem protesto eylemlerinde hem de “Müslüman kadınlar! Hadi çıplak olalım” gibi sloganlarında gayet açık bir biçimde görülmekteydi. Femen, ayrıca Araplarla ilgili sorunlu kimi ifadeler de dillendiriyordu: “Toplum olarak bizim Arapların kadınlara yönelik zihniyetinin kökünü kurutmamız mümkün olmadı.” Söz konusu slogan ve ifade, Femen’in aktivizmi ile ideolojisinin bir kısmını teşkil eden, Arap ve Müslüman kadınlara ilişkin özgül bir görüşe işaret ediyor aslında.

Beni esasta şaşkına çeviren şeyse, Femen’in üzerinde epey durduğu, kadınların kıyafetleriyle onların özgürlüğünün doğrudan ilişkili olduğuna dair tespiti. Bu yeni bir fikir olmamakla birlikte, esasında batı feminizminin önemli bir bölümünün üzerine bastığı bir fikir. Örneğin geçmişte Fransa devleti de tesettürlü olmaları sebebiyle Cezayir’i geri kalmış bir ülke kabul ediyordu. Bu mantık tarzı, otomatik olarak ilerleme adına, tesettürlü kadınların tesettürlerini atmaları ve dolayısıyla kendilerini “özgürleştirmeleri” gerektiği sonucuna ulaşıyor.

Bir feminist olarak bu gizli sömürgeci düşünceler beni epey endişeye sevk ediyor. Bu noktada tesettürle feminizm arasında süren o bitmek tükenmek bilmeyen tartışmaya geri dönülüyor; bu tartışmada birçok feminist, “gerçek” bir feminist olmak için tesettürün reddedilmesi gerektiğini söyleyip duruyor.

Femen ile ilgili endişelerim El-Cezire English’te yayınlanan “The Stream” programında aktarılan bir olaydan sonra iyice yoğunlaştı. Femen’in izahına göre, kadınların bedenleri mütemadiyen erkeklerce kullanılıyordu ve Femen kadınların bedenlerini geri alarak ataerkillikten onları kurtarıyordu. Bu kurtuluş eyleminin gerçekleşme yolu ise soyunmaktı.

Hikâyenin orta yerinde Femen sözcüsü, Femen’in taktiklerini sorgulayan diğer misafirlerin bir kısmının feminizm ehliyetlerini sorguluyordu. Femen’e göre, kendi feminizmi özgün ve biricikti. Bir tek onunki feminizmdi. Tesettüre giren kadınların feminist olarak adlandırılması mümkün değildi, zira onlar Femen’in bağlı olduğu mantıktan çok uzaklardı.

Feminizmin çeşitlilik meselesiyle ilk yüzleşmesi değil bu. Örneğin birinci ve ikinci dalga olarak nitelendirilen dönemlerdeki feministler, kendilerinden hoşlanmayan kadınları hareketin dışında tutmalarıyla biliniyordu: kendileri beyaz, orta sınıf ve Amerikalıydı. Bu feminizm alabildiğine yerliydi, ama “evrensel” bir şey olarak etiketlenip yaygınlaştırılıyordu. Eğer kadınlar bu feminizmi benimsemiyorlarsa, o vakit onlar esasında antifeministti. El-Cezire’deki programda konuşan Femen üyesinin geliştirdiği argümanlar da ürkütücü biçimde bu tarz söylemleri anımsatıyordu. Özellikle Femen sözcüsünün Femen taktiklerini kabul etmedikleri için diğer katılımcılara feminist olmadıklarını söylediğinde, benzerlik aşikâr bir hâl alıyordu.

Femen’le işbirliği yapmak suretiyle Mehdi, esasta Femen’in ülkesindeki feministlere aykırı olan, feminizme dönük sorunlu yaklaşımlarına da göz yummuş oluyordu. Oysa Mısır’da birçok feminist Femen’e ve onun feminizm etiketine karşı çıkmıştı. Bu, Femen’in feminizminin meşru bir feminizm biçimi olarak görüldüğü anlamına gelmiyordu elbette, ama bu feminizm tek feminizm biçimi de değildi. Dahası, postkolonyal feminizm perspektifinden bakıldığında, Femen’in kimi yaklaşımları, özellikle tesettürlü kadınların homojen bir biçimde ezildiklerine dair iddiaları, cidden ürkütücü yaklaşımlardı.

Feminizm, ırkçı, homofobik, transfobik ve İslamofobik olmak yerine, ırkçılık, homofobi, transfobi ve İslamofobi karşıtı retoriği benimsemesiyle, muazzam bir özgürleştirici potansiyele sahiptir. “İyi” ve “kötü” feminizmin ne olduğuna ilişkin sınırları açık biçimde tasvir ederek Femen, Arap kadınının kültür ve dinin baskısı altında ezildiğini söyleyen sömürgeci feminist retoriğe başvuruyor, ama öte yandan da ağzına kapitalizmi, ırkçılığı ya da küresel emperyalizmi zerre almıyor. Hareket aktif biçimde Müslüman kadınların tesettürün ve dinin tüm kadınlar için tabiatı gereği zararlı olduğunu görememeleri sebebiyle (ki Femen bunu görüyor!) “yanlış bilinç”ten mustarip olduğunu söyleyip duruyor.

Bir kez daha Müslüman kadınların hayatlarına ilişkin hüküm gene Avrupalı feministlerce veriliyor, bu feministler birleşip, İslam’ın ve tesettürün ataerkilliğin önemli bileşenleri olduğuna bir biçimde karar veriyorlar. Peki bu yaklaşıma katılmayan kadınlar neye denk düşüyorlar? Nerede o seslerin çoğul olmasını söyleyen düşünceler? En önemli soru da şu: feminizm, tüm avrupamerkezci önyargılarından kurtulmadıkça ve tüm kadınların deneyimlerinin meşru olduğunu kabul etmeye başlamadıkça, onun hayatta kalması mümkün mü?

Sara M. Salim
28 Aralık 2012
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder