Kasım 2011’de, Mısırlı blogcu Alya Mehdi kendisine ait
çıplak resimleri internete yükledikten sonra Ortadoğu halkları arasında ciddi
bir şok dalgasına yol açmıştı. Mehdi’nin iddiasına göre kendisi, genel anlamda
Mısır’daki ataerkil yapılara, özelde ise kadınlarla ilgili olan ve onları basit
birer seks objesine indirgeyen görüşlere meydan okuyordu.
Tuhaf olan şu ki Alya’ya ve yayınladığı fotoğrafa
karşı çıkanların en başında, Mısır’da kendilerini liberal ve seküler
aktivistler olarak tanımlayan kişiler geliyordu, bu kişiler fotoğrafı Müslüman
Kardeşler gibi görece daha muhafazakâr çevrelerden bile önce kınadılar. Bu
kesimlerin iddialarına göre fotoğraf manasızdı ve Mısır’daki liberal/seküler
davaya, özellikle yaklaşan parlamento seçimlerine muazzam bir zarar veriyordu.
Tartışmanın önemli bir kısmı, aynı zamanda feminizm meselesi ve kadın hakları üzerinden
dönüyordu. Genel iddiaya göre, çırılçıplak soyunmak akla hayale gelmeyecek bir
feminist taktikti ve esasında temelde kadın imgesini erkeklerin zevk
dünyalarında tüketilmek için sunulan bir seks objesi olarak somutluyordu. Bu
yaklaşımlara katılmayanlar ise fotoğrafın Mısır toplumunda kadınlarla ilgili,
özellikle cinsellik ve çıplaklık üzerinden, bir tartışmanın alevlenmesini
sağladığı düşüncesindeydiler.
Ölüm tehditleri alması ardından Mehdi ve erkek
arkadaşı Kerim Emir, Mısır’ı terk etmek zorunda kaldı.
20 Aralık 2012’de bu sefer Mehdi, Ukrayna merkezli bir
feminist hareket olan Femen’in üyeleriyle birlikte çıplak poz veriyor, ilgili
fotoğraflar internet âleminde dolaşıyordu. Söz konusu eyleme “Muhammed’in
Vahyi” ismi verilmişti. Bu fotoğraflardan birinde Mehdi, elinde Mısır bayrağı,
yanında iki çıplak Femen üyesi ile birlikte ayakta duruyor ve vücudunda “siyah
boyayla “şeriat anayasa değildir” yazıyordu. Bir diğer fotoğrafta ise Mehdi,
üzerinde “Kur’an” yazan bir kartonu apışının önünde tutuyordu. Fotoğrafların
Facebook ve Twitter’da yaygın biçimde paylaşılması üzerinden eyleme anında
tepki gösterildi.
Femen’le işbirliği yaparak Mehdi’nin, Mısırlı
kadınlarla ilgili belirli sorunlu söylemleri esasta normalleştirdiği açıktır.
Kendisinin çıplak fotoğraflarını internete yükleme eylemi, toplumdaki ataerkil
normlara meydan okumak olarak görülebilir, ancak mesele şu ki sömürgeci bir
feminist hareket olarak tanımlanabilecek bir grupla işbirliğine gitmenin
kendisi sorunsallaştırılmak zorundadır.
Femen, ülkede artan seks endüstrisini protesto etmek
amacıyla Ukrayna’da 2008 yılında kurulmuş bir harekettir. Hareket, kısa süre
içinde şubeleşmiş ve dinî kurumlar elinde zulme uğradıklarını düşündükleri
kadınları da kapsayacak şekilde, diğer cinsiyet meselelerine yönelik de
eylemler yapmaya başlamıştır.
Web sitelerine göre:
“FEMEN
– yeni kadının adıdır.
FEMEN
– ataerkil dünyanın temellerini zekâları, cinsiyetleri, çeviklikleri,
erkeklerin dünyasında kargaşa çıkartıp nevroz ve paniğe yol açan eylemleri ile
oyma becerisine sahip yeni Amazonlardır.
FEMEN
– dünyanın sorunlarını hissetme becerisi ve o dünyaya çıplak gerçek ve saf
örtüsüz bir cesaretle vurma becerisidir.
FEMEN
– ateşli memeler, sakin bir kafa ve temiz ellerdir.
FEMEN
olmak – kadınların yüzlerce yıldır süren köleliğine karşı sürdürülen acımasız
mücadelede bedeninin her hücresini seferber etmek demektir!
FEMEN
– bir SEKSTREMİZM ideolojisidir.
FEMEN
– uçlarda gezen, üstsüz doğrudan eylem kampanyaları ile temsil olunan,
kadınların cinsel protestosuna ait yeni bir ideolojidir.
FEMEN
– diktatörlük, kilise ve seks endüstrisi gibi tüm biçimleri dâhilinde,
ataerkilliğe saldıran demokrasi takipçileri ve kadın haklarını korumaya hizmet
eden sektremizmdir.
Bedenin
büyüsü sizin ilginizi çekecek, eylemdeki cüret sizin isyan etmeyi istemenizi
sağlayacaktır.
Dışarı
çık, sutyenini çıkar ve kazan!”
İlk
kez Femen’i Paris’te üstlerindeki burkaları çıkartıp çırılçıplak kaldıkları
protesto eyleminde işitmiştim. Bu protestonun hedefi, özelde Müslüman
cemaatiydi. Femen’in iddiasına göre, peçe ve burka tabiatı gereği baskıcı kabul
edilmeliydi. Dertleri, soyunarak Müslüman kadınların “kendilerini
özgürleştirmeleri” konusunda onları yüreklendirmekti. Bu amaç, hem protesto
eylemlerinde hem de “Müslüman kadınlar! Hadi çıplak olalım” gibi sloganlarında
gayet açık bir biçimde görülmekteydi. Femen, ayrıca Araplarla ilgili sorunlu
kimi ifadeler de dillendiriyordu: “Toplum olarak bizim Arapların kadınlara
yönelik zihniyetinin kökünü kurutmamız mümkün olmadı.” Söz konusu slogan ve
ifade, Femen’in aktivizmi ile ideolojisinin bir kısmını teşkil eden, Arap ve
Müslüman kadınlara ilişkin özgül bir görüşe işaret ediyor aslında.
Beni
esasta şaşkına çeviren şeyse, Femen’in üzerinde epey durduğu, kadınların
kıyafetleriyle onların özgürlüğünün doğrudan ilişkili olduğuna dair tespiti. Bu
yeni bir fikir olmamakla birlikte, esasında batı feminizminin önemli bir
bölümünün üzerine bastığı bir fikir. Örneğin geçmişte Fransa devleti de
tesettürlü olmaları sebebiyle Cezayir’i geri kalmış bir ülke kabul ediyordu. Bu
mantık tarzı, otomatik olarak ilerleme adına, tesettürlü kadınların
tesettürlerini atmaları ve dolayısıyla kendilerini “özgürleştirmeleri”
gerektiği sonucuna ulaşıyor.
Bir
feminist olarak bu gizli sömürgeci düşünceler beni epey endişeye sevk ediyor.
Bu noktada tesettürle feminizm arasında süren o bitmek tükenmek bilmeyen
tartışmaya geri dönülüyor; bu tartışmada birçok feminist, “gerçek” bir feminist
olmak için tesettürün reddedilmesi gerektiğini söyleyip duruyor.
Femen
ile ilgili endişelerim El-Cezire English’te yayınlanan “The Stream”
programında aktarılan bir olaydan sonra iyice yoğunlaştı. Femen’in izahına
göre, kadınların bedenleri mütemadiyen erkeklerce kullanılıyordu ve Femen
kadınların bedenlerini geri alarak ataerkillikten onları kurtarıyordu. Bu kurtuluş
eyleminin gerçekleşme yolu ise soyunmaktı.
Hikâyenin
orta yerinde Femen sözcüsü, Femen’in taktiklerini sorgulayan diğer misafirlerin
bir kısmının feminizm ehliyetlerini sorguluyordu. Femen’e göre, kendi feminizmi
özgün ve biricikti. Bir tek onunki feminizmdi. Tesettüre giren kadınların
feminist olarak adlandırılması mümkün değildi, zira onlar Femen’in bağlı olduğu
mantıktan çok uzaklardı.
Feminizmin
çeşitlilik meselesiyle ilk yüzleşmesi değil bu. Örneğin birinci ve ikinci dalga
olarak nitelendirilen dönemlerdeki feministler, kendilerinden hoşlanmayan
kadınları hareketin dışında tutmalarıyla biliniyordu: kendileri beyaz, orta
sınıf ve Amerikalıydı. Bu feminizm alabildiğine yerliydi, ama “evrensel” bir
şey olarak etiketlenip yaygınlaştırılıyordu. Eğer kadınlar bu feminizmi
benimsemiyorlarsa, o vakit onlar esasında antifeministti. El-Cezire’deki
programda konuşan Femen üyesinin geliştirdiği argümanlar da ürkütücü biçimde bu
tarz söylemleri anımsatıyordu. Özellikle Femen sözcüsünün Femen taktiklerini
kabul etmedikleri için diğer katılımcılara feminist olmadıklarını söylediğinde,
benzerlik aşikâr bir hâl alıyordu.
Femen’le
işbirliği yapmak suretiyle Mehdi, esasta Femen’in ülkesindeki feministlere
aykırı olan, feminizme dönük sorunlu yaklaşımlarına da göz yummuş oluyordu.
Oysa Mısır’da birçok feminist Femen’e ve onun feminizm etiketine karşı
çıkmıştı. Bu, Femen’in feminizminin meşru bir feminizm biçimi olarak görüldüğü
anlamına gelmiyordu elbette, ama bu feminizm tek feminizm biçimi de değildi.
Dahası, postkolonyal feminizm perspektifinden bakıldığında, Femen’in kimi
yaklaşımları, özellikle tesettürlü kadınların homojen bir biçimde ezildiklerine
dair iddiaları, cidden ürkütücü yaklaşımlardı.
Feminizm,
ırkçı, homofobik, transfobik ve İslamofobik olmak yerine, ırkçılık, homofobi,
transfobi ve İslamofobi karşıtı retoriği benimsemesiyle, muazzam bir
özgürleştirici potansiyele sahiptir. “İyi” ve “kötü” feminizmin ne olduğuna
ilişkin sınırları açık biçimde tasvir ederek Femen, Arap kadınının kültür ve
dinin baskısı altında ezildiğini söyleyen sömürgeci feminist retoriğe
başvuruyor, ama öte yandan da ağzına kapitalizmi, ırkçılığı ya da küresel
emperyalizmi zerre almıyor. Hareket aktif biçimde Müslüman kadınların
tesettürün ve dinin tüm kadınlar için tabiatı gereği zararlı olduğunu
görememeleri sebebiyle (ki Femen bunu görüyor!) “yanlış bilinç”ten mustarip
olduğunu söyleyip duruyor.
Bir
kez daha Müslüman kadınların hayatlarına ilişkin hüküm gene Avrupalı
feministlerce veriliyor, bu feministler birleşip, İslam’ın ve tesettürün
ataerkilliğin önemli bileşenleri olduğuna bir biçimde karar veriyorlar. Peki bu
yaklaşıma katılmayan kadınlar neye denk düşüyorlar? Nerede o seslerin çoğul
olmasını söyleyen düşünceler? En önemli soru da şu: feminizm, tüm
avrupamerkezci önyargılarından kurtulmadıkça ve tüm kadınların deneyimlerinin
meşru olduğunu kabul etmeye başlamadıkça, onun hayatta kalması mümkün mü?
Sara M. Salim
28 Aralık 2012
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder