Gün Zileli, kişisel Perinçek hesaplaşmasını ve günah
çıkartma ayinini gerçekleştirdiği anılarında, hapisten çıktıktan sonra, önceden
çalışma yürüttükleri Maraş’a gittiklerini anlatıyor. Buradaki Alevîlerin dedeye
ve genel olarak yola bağlılıklarını anlatan Zileli, devrimcilerin teması
ardından, özellikle gençlerin dinden, imandan ve yoldan uzaklaştıklarından
bahsediyor.
Babamın Sesi isimli
film de Maraşlı bir Kürd Alevî ailenin hikâyesini aktarıyor. Maraş Katliamı
esnasında baba, korkudan Alevî olduğunu gizliyor, kapısına dayananlara birkaç
dua okuyor ve onlarla birlikte ev basmaya gidiyor. Kepçe operatörü olan baba,
dağa çıkan oğluna küs gidiyor bu dünyadan.
12 Eylül oluyor sonra. Bazı solcular, özellikle
Avrupa’da, Alevî olduklarını hatırlıyorlar. AB ölçütlerinde belirli bir kimlik
edinmek ve bu kanaldan akan parayı avuçlamak için Alevî olunuyor. Özellikle
Almanya’da Alevîliğin başlı başına bir din olduğu üzerinde duruluyor. Almanya,
kendi Protestan geçmişini İslam’a Alevîlik üzerinden gölgelendiriyor.
Hristiyanlıkta mezhepler başlı başına bir din olarak görülüyor zira.
Solcular, örgütlemek için gittikleri Alevîliğin bu
batılı formatına örgütleniyorlar. Cem evlerine akan paralar yağmalanıyor. Sahte
bir yığın dede türüyor. Eskinin Kur’an’ı ve İslam’ı bilen, onca “kâfirsiniz”
lafına inat din içinde kalan dedeleri gidiyor, yerine laik Kemalist sahte
cemaat liderleri geliyor.
Bunlardan biri İzzettin Doğan. Aileden MHP’li olan bu
zat, dedeliğini ilân ediyor. Süleyman Demirel’in yıllar sonra açıkladığı üzere,
Cem Vakfı’nı onun talimatıyla kuruyor. O yıllarda vakfa yapılacak iş
başvurularında bile “asker kökenli olmak” birinci şart kabul ediliyor. Özünde
Cem Vakfı ve Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu Kültür Vakfı, doğuda yükselen savaşta
Kürd Alevîler üzerinden batıdaki Alevîleri kaptırmamak için kuruluyor. Zaman
içinde tarihsel planda esasen kavgalı olan Bektaşîler ve Kızılbaşlar yan yana
düşüyorlar. İkincisi birincisinin tarihsel maddî imkânlarından faydalanmaya
çalışıyor.
Bektaşîlik, Osmanlı ordusunun kurucu ideolojisi olarak
devlet kurumu biçiminde örgütlendiğinden, dağlı Kızılbaşlar onlara her daim diş
biliyorlar. Örneğin Dersim Katliamı’nda Bektaşî ocağına bağlı Çepniler, Topal
Osman’ın efradı, kullanılıyor. Bu Çepniler, uzun dönem Mustafa Kemal’in yakın
korumalığını üstleniyorlar. Kemal Paşa, Niğde’de bir sohbet esnasında şekerli
kahve istediği vakit kendisine gülümseyen çaycıyı dövenler de bu korumalar.
Kemal Paşa, Osmanlı’nın devlet hafızası ile yetişmiş
bir isim. Dolayısıyla, işgal esnasında kendisine yardım etmek isteyen Alevîleri
hatta Bektaşîleri kapı dışarı ediyor. Alevîler de Malatya-Nevşehir hattında
kendi ordularını kuruyorlar. Kemal Paşa, daha çok Osmanlı ile ilişkili olan
ocakla ve kanalla temas kuruyor. Örneğin, Sivas Kongresi’ne gidildiğinde,
bugüne kıyasla çok daha fazla Alevî’nin yaşadığı kentten tek bir Alevî temsilci
kongreye çağrılmıyor. Alevî’yi kapı dışarı etmiş, Dersim’de, Koçgiri’de
katletmiş bir paşayı Allah-Muhammed-Ali silsilesine bağlamaksa gene Alevîlere
düşüyor.
Bugünse Alevîler, sığ bir Kemalizm eleştirisi üreten
AB’cilik ile Kemalizm arasında çekiştiriliyor. Tüm mücadele geçmişlerini
silmeyi maharet sayıyorlar. Kerbela’dan bugüne tüm zulümleri unutmalarının
nedeni, Alevîlerin bugünkü zulme karşı sessiz kalacaklarına dair bir ahit içine
girmiş olmaları. Bu siniklik ve korkaklıkla devletin Türkleştirme ve Arap
düşmanı yapma gayretlerine de çok kolay cevap veriyorlar. Öyle ki “Alevî”
sözcüğünün “Alev”den türediğini iddia ediyorlar. Hz. Ali’nin kılıcı, Hz.
Hüseyin’in mücadelesi silinmişse geriye tabii ki tuhaf bir kültürel gevezelik
kalıyor.
Sivas Katliamı, bu korkunun ve sinikliğin iyice hücrelere yerleştirilmesi için yapılıyor. Allah’tan devrimciler, Gazi’de dik durarak bu havayı biraz olsun dağıtıyorlar. Ama Alevîler, ülkenin ortasından, yani Sivas’tan, orman yangınını bölmek için açılan yollar misali, bölünmesi karşısında hemen teslim oluyorlar ve tam da devletin istediği şey, yani “PKK düşmanı” oluveriyorlar. Şimdi de “nazlı gelin” misali, “bizim ismimiz o mektupta niye geçmiyor” diye feveran ediyorlar. CHP ile kurdukları çıkar ilişkilerinin devam etmesi için türlü tezvirat üretiyorlar. Apo ise son mesajında, “demokratik ittifakın Alevîler olmadan yapılamayacağını, kimsenin ucuz propagandalara kanmaması” gerektiğini söylüyor. Oysa Osmanlı’dan miras hafızadaki Alevîlere bugün pek rastlanmıyor. Şimdi savaşmadan, mücadele etmeden tanınma isteği ve yer bulma arzusu moda. Ama Alevîlerin hafızasında özellikle Şafîlerin düşmanlıklarına ilişkin düşmanlık sürekli ateşleniyor, PKK de Kürd örgütü olmakla, bu düşmanlığa bağlanıyor.
Tarihsel olarak Alevîlik, şehirleşen, şehrin kurgusuna
yedirilen resmî dine karşı bir başkaldırı iken, bugün şehri kuran Kemalizmin
bir alt sancağı olarak istismar ediliyor. Özündeki başkaldırı silinince,
Zülfikar terk edilince, boşluğu egemenlerin teolojisi ve teorisi dolduruyor.
İzzettin Doğan Fethullah ile iş tutabiliyor, Alevî subaylar kurban niyetine
harcanıyorlar, şamanizmle eşitlenip mevcut putların hizmetine sunuluyor, cem
evleri folklorik sergi salonlarına dönüşüyor, kendinden menkul bir “din” olduğu
iddia edilip Avrupaî rant kapılarına bağlanıyor. Kerbela zulmünü nefesine
geçirmiş kavimlerin ve milletlerin ortak başkaldırısı olmayı terk edip, bugünün
zulümlerine kör ve sessiz kalacağı bir yere hapsediliyor. Kurtuluş için çöl
kumuna gömülen Zülfikar, devlete kul, sermaye köle olmamış merdanını bekliyor.
Eren Balkır
4 Nisan 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder