Emperyalizmin kanlı botlarıyla girdiği Ortadoğu’nun üzerinde bugün bir hayalet dolaşıyor: liberalizmin hayaleti.
Bu liberalizm,
İslam’a saldırarak yol almaya çalışıyor. Kendisini bu karşıtlıkla tanımlıyor.
Liberalizmin Tunus kapısından girişine “Bahar”
denildi, Arap artık nihayet hürdü. İslam fazla esaretti, fazla zincirdi, fazla
tutsaklıktı. Parababaları, Arapları kurtarmaya gelmişlerdi. Bugün de bir
kadının bedeninde cisimleşmesine “özgürlük” diyorlar.
Tunus’ta etini liberalizmin afişine çeviren kadının
ismi de özenle seçilmiş: Âmine, Peygamber’in annesinin adı.
Bugün Arap kız camdan bakıyor, batılı kadınlara
öykünmeyi özgürlük zannediyor. Esaretten kurtulmayı kendini inkâr etmekte
tanımlıyor.
Âmine “beden benim” diyor, buradan başka şeylere de
“benim” diyebileceği günlerin hasretini çekiyor. Aslında faşizm, zarar ziyan
olanın üzerine çarpı atıyor, liberalizm de o çarpıyı daire içine alıyor. Tercüme
faaliyeti neticesinde “Beden benim, tercih benim” diyen irade, liberalizme
hizmet ediyor. Bu liberal formül uyarınca, bedenini tercih edilir kılmak için
uğraşıyor. Liberalizm, kadına bugün fahişelikten ve kölelikten başka bir şey öneremiyor.
Patron işçiye, “senin bedenin var, benim teknolojim,
makinelerim, şu güçlerimizi bir birleştirsek, ne müreffeh oluruz” diyor. Kadın
da benzer bir biyopolitika düsturu ile ikna ediliyor.
“Benim bedenim” demek, kadını salt beden olarak pazara
çıkartan kapitalizme katkı sunuyor. Peygamber’in, yanlış bilgi olduğu açık,
dokuz yaşındaki bir kız çocuğu ile evlendiğini sorgulayanlar, safariye çıkar
gibi, Uzakdoğu adalarına gidip oralarda dokuz on yaşındaki kız çocuklarıyla
fuhuş yapan patronlara hizmet ediyorlar, onların adımlarını kolaylaştırıyorlar.
Tunuslu kadının eylemi, salt üretkenlik ve aile
sınırları içinde tutulan kadınla pazara çıkartılan kadının geriliminde
gerçekleşiyor. Femen denilen grup da ikinci tarafa hizmet eden bir ajan örgütü
olarak sağa sola saldırıyor.
Femen, esas itibarıyla geçmişin renkli devrimlerinin
uzantısı olarak iş görüyor. Ama tesadüf ki Avrupa’da çeşitli camilerin önünde
Âmine için eylem koyuyorlar. Bu camilerden biri, Almanya’daki Ahmediye Camii.
Söz konusu cami, iki yıl önce Avrupa’yı Müslümanlardan temizlemeyi aklına
koymuş Geert Wilders gibi faşistlerin saldırısına uğramış. Camiye atılan bomba,
yumrukları sıkılı çıplak kadınlarla yineleniyor. Grup, ellilerde Amerikanlaşan
Türkiye’ye pazarlanan kadın dergilerini bugün canlı olarak güncelliyor.
Emperyalizm için yolu temizliyor.
Solun kadına, “beden benim, kimsenin ahlâkını
tanımıyorum” dedirtmesi, bu açıdan anlaşılır gibi değil. Dışarının hukuku için
içerinin ahlâkı paramparça ediliyor. İşçiyi işçicilikle, kadını kadıncılıkla
ezmek, solun alamet-i farikası oluyor. Parçacılık yaparak parçalama eylemini
gerçekleştirdiğini zannediyor, yanılıyor.
Muhabbet ve aşk insansızlaştırılıyor, pornografi
güncelleniyor. Örneğin İsrail parasıyla Avrupa’da İran’a yönelik bir TV kanalı
kurmuş İranlı bir “komünist” grup, bu kanalda saatlerce porno film yayınlıyor,
bununla övünüyor, pornografiyi ilericilik zannediyor. Bu durum, Irak işgali
sonrası uydu antenlerinde bizzat adı “Arap pornosu” olan kanalların çoğalması
ile tutarlı. Aynı İsrail’in Gazze kuşatması esnasında TV yayınını kesip
Filistinlilere 24 saat porno seyrettirmesi de hatırlanmalı.
Tunuslu kadının teşhirciliğinde desteklenecek bir şey
yok. Bu, kapsamlı bir nitelik ve sadece biçim arz eden İslam’a saldırının basit
bir yansıması. Kadının ya da işçinin kendinden menkul bir hâle zorlanması, onun
başka insanları, kesimleri örgütlemesinin önünü almak için yapılıyor. Demek ki
parçalarken bütünlemeyi, bütünlerken de parçalamayı her zaman gözetmek
gerekiyor.
Kadın erkeğe göre anadır, bacıdır, yardır. Kadın,
sadece beden ve sadece kadın olursa, elbette ki bu ilişki biçimlerini tarihin
çöplüğüne atacak, erkeğin zulmüne ses çıkartamayacak ya da onun da maruz
kaldığı zulme tepki koyamayacak bir yere mahkûm olacaktır. Bu ilişkilerden
kurtulduğunda özgür olacağını zannetmek, ne büyük bir yanılgıdır. “Çalışmazsam,
sömürüden kurtulurum” demek kadar saçma! Asıl, bu özgürlüğü kimler istiyor, ona
bakmak gerekiyor.
Solun ilerlemeciliği liberalizm içindir, içindedir.
Liberalizm, sömürü ve zulme karşı kolektif ve bütünlüklü mücadeleyi parçalamak
için görevlendirilmiştir. AKP döneminde istatistiksel bir veri olarak kadına
yönelik şiddetin artmış olması, ondaki liberalizmin eskiden sızmadığı yerlere
sızmış olmasıdır. Artık mutaassıp mahallelerde evli kadınlar, internetten
tanıştıkları erkeklerle birlikte olabilmek için garsoniyerler açmaktadırlar. Bu
imkân, paranın, emtianın akışı, yoğunlaşması ile ilgilidir. Gazetelerin,
televizyonların görevi, bu akışın kolaylaşması için yolu temizlemekten
ibarettir. Dolayısıyla, tüm üçüncü sayfa haberlerinde kadın kadar erkek de
kurbandır. Onlar, düzenin tetikçisi, bar fedaisi olarak iş görmektedirler.
“Beden benim” demek, en ilkel, en sıfır noktası, en
temel ve en basit olandan bakıp hayatı kirden pastan temizlediğini düşünmektir.
Oysa bu yanılsamadır, patriyarka, kapitalizm ya da emperyalizm, ne uzaydan
gelmiş, bu bedene fazla bir mikrop ne de işleyişteki doğadışı bir sapmadır.
Teorik bir işlemin, soyutlamanın pratik hayatın yerini
almasını bir sorun olarak görmek gerekir. Pratikte fazlayı törpüleme girişimi,
sömürü ve zulme karşı mücadelenin fazla olarak görünmesiyle sonuçlanacaktır.
Teorik işleme göre, anaerkillikten ataerkilliğe geçiş
momentinden bugünde içinde olduğumuz momente düz bir çizgi çekilmektedir.
Aslında ne yirmi bin yıl önceki ana bugünkü anadır, ne de o dönemki kadın
bugünkü kadındır. Arada hiçbir şey yaşanmamış gibi yapmak, pratikte kişileri
biraz olsun rahatlatabilir, onların sorumluluklarını azaltabilir ama bu
rahatlama ve sorumsuzluk, mücadeleyi silikleştirecektir.
“Beden benim” demek yerine, kavgalı sürecin sonucunda
oluşacak “ortak bedene bugünden aitim” demek, mücadele için ön açıcı olacaktır.
Aksi takdirde, memelerimizi teşhir etmek, sol
mememizin altındaki cevahiri söndürecektir.
Eren Balkır
5 Nisan 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder