“Geçmiş olan ölü değildir henüz;
Hatta geçmiş bile değildir.
Kendimizi kopartıp alırız ondan
Ve yabancıymış gibi davranırız ona.”
[Christa Wolf]
“İktidara karşı mücadele hafızanın
nisyana karşı mücadelesidir.”
[Milan Kundera]
Gerrard Winstanley, İngiliz Devrimi’nin seyrini
değiştirme çabası içinde, kendilik, toplum ve politika ile ilgili muazzam bir
teori geliştirmiştir. 1648-1649 arası dönemde Yeni Ahit’in ruhanîliği ve Eski
Ahit’in dünyalılığının tartışmalı bir sentezi içinde edindiği Püriten mirası
takdim ettiği olağanüstü bir dizi broşür kaleme alır. Püritenlerin iç hayatına
dönük teşhisini mülkiyet vaatleriyle ilgili toplumsal analiziyle birleştirerek
Winstanley, Devrim’in merkezî unsuru olan mülkiyet sahibi Püriten radikalizmini
dönüştürmeye ve böylelikle İngiltere’nin gelişim hattını ilerletmeye çalışır.
Sözlerinin eylemin şehâdetine muhtaç olduğuna inandığından 1649 İlkbahar’ında
“Kazıcılar” ya da “Hakikî Düzleyiciler” olarak bilinen bir koloni kurar. Bu
erkek ve kadınlar, feodal toplumsal ilişkilere seçenek teşkil edecek pazarı ve
Püriten radikalizmini pratikte örneklemeye gayret ederler.
Kendilerine ait teoriyi ihtiva eden bu seçenek,
kişisel özerklik ve kolektif eylem gibi, genelde birbirinden ayrı tutulan
konuları bir araya getirme çabasını, örneğine az rastlanan bir üslupla,
açıklar. Belki de bunlardan daha fazla ilgi gösterdikleri diğer bir husus da
Winstanley’nin kendi köktenciliğinin politik boyutunu geliştirmeye iten “dünya
ve ruh cemaati” kurma teşebbüsüdür. Bir Kazıcı olarak Winstanley, azizlerin
ruhanî ve psikolojik ilgilerini, fukaranın toplumsal çıkarlarını ve
yurttaşların sözcük ve vaatlerini kaynaştıran köktenci bir politikanın
teorisini inşa eder.
1650 İlkbahar’ında bir yıl süren başlangıç aşamasını
takiben Kazıcı cemaati yenilir. Bu yenilgiyle birlikte Winstanley’nin
ilgilendiği, bugün bile muhalif olduğu kurumlar ve söylem için hâlâ muteber
olmayan konular, dil ve seçenekler toprağa gömülürler. Bu nedenle, onun
köktenciliği, tercih edilmemiş bir yönelime ve kullanılmayan bir yola işaret
eder. Moderniteye yönelen hareketin içindeki en önemli dönüm noktalarından
birinde var olduğundan, teorisi bugün dünyamıza hâkim olan kurum ve
düşüncelerin köklerini ifşa eder. Daha da önemlisi, hâlihazırda katedilmemiş
olan bu yol, ses verilmediği ölçüde geçicileşen, müteşekkir olunmadıkça can
sıkıcı birer hayalete dönüşen bir dizi ilgi ve bağ olarak varlığını sürdürür.
Winstanley’ye yoğunlaşmamın ilk nedeni, onun Püriten
köktenciliğini analiz etmiş olmasıdır. Hiçbir eleştirmenin denemediği bir yolu
takip ederek Winstanley Püritenizmin psikolojik, sosyal ve siyasî karakterini
teşhis eder; ruhanî, metinsel ve siyasî dilini açımlar, sahip olduğu fikir ve
pratiklerde tanımladığı trajik kusurları gidermek için yeni bir yol arar. Benim
Winstanley yorumum, onun Püriten köktenciliğin anahtar kavramlarını eleştirip
dönüştürdüğü gelişim sürecini takip etmektedir.
Winstanley’nin 1648’in Güz ve Bahar’ında kaleme aldığı
ilk bildirileri belirli bir psikolojik momenti takdim eder. İçgözlemsel bir
çabayla hamarat bir Püriten olarak yaşadığı ıstırapla mutabık kalmaya çalışan
Winstanley, Püriten dinselliğinde yansıyan ruhanî hayatı çözümler. Püritenizm
için sorunlu olan merkezî yönleri teşhis etmek için Püritenlerin “Cennet’ten
kovulan Âdem”in günah ve kibirle ilgili kavramlarını derinleştirir. Bu
kavramlar şu şekilde başlıklandırılabilir: cezalandırıcı bilinç ve bedene yönelik
çilecilik, pazarda malların birikmesiyle ilgili kaygı, öğretisel ortodoksi,
fakir kadın ve erkeklere dinî hürriyet bahşetmeye dönük gönüllü itiraz.
Winstanley’nin yaptığı tartışmaya göre, tanrı aracılığıyla dindarlığın
özdenetime ve dünyevî gayrete bağlanması çabası, bir tür kendini mağlup edici
ve cezalandırıcı bir özerklikle, seçkinci, hoşgörüsüz bir kültür üretir. Ancak
yeniden doğuş ve dirilişle ilgili Püriten fikirler üzerine yeni bir çalışma
yapmakla aynı zamanda o bir seçenek de üretmiş olur. Teşhis ve tedavi niyetiyle
hareket eden Winstanley’nin ilk teorisi ruhanî hayatla ilgili kapsamlı bir
tartışma ihtiva eder ki bu tartışma, ahlâkî özerkliği biçimlendirme ve kültür
yaratmaya yoğunlaşan bir tartışmadır.
1649 Bahar’ında, beyan ettiği şeyin bir vahiy olduğunu
söylemesinin ardından Winstanley aniden penceresini genişletir ve Püritenlerin
fukarayı Tanrı yerine dünyanın inayetinden mahrum bırakan anlayışını eleştirir.
Bu noktada Winstanley, “ruhanî krallık” analiziyle mülkiyet, ücretli emek ve
devlete ilişkin yeni geliştirdiği görüşlerini dillendirir. Bu “sosyal moment”te
o Püritenlerin sadece ruh değil, emek ve dünyevî iktidar gibi konulara yönelik
geliştirdikleri kendi kaderini tayin etmeyle ilgili görüşlerini eleştirmekle
onların “davet” etmede kullandıkları dili yeniden tarif eder. Kral Charles’ın
idam edildiği dönemde Winstanley, Püriten asilerin sadece psikolojik
çelişkileriyle mülkiyet sahipliğine dayalı sosyal çıkarların tayin ettiği
gizemli kılınmış, lânet bir yol takip ettiğini söyler. Sonuç olarak asilerin,
hürriyeti tesis etmiş ve İsa’nın öğretilerini uygulamaya koymuş bir topluluk
oluşturmakla ilgili vaatlerine ihanet edecek konuma geldiklerini iddia eder. Bu
vaatlere iştirak eden Winstanley, dindarlığın ve hürriyetin ortak mülkiyete,
üretimin paylaşılmasına ve dinî hoşgörüye muhtaç olduğunu da söyler.
Winstanley’nin “içteki krallık”, “dıştaki krallık”
olarak nitelediği ve onun “politik moment”inin temeli olan teorileri üzerinde
durmayı hak etmektedir. 1649 Bahar’ının sonlarında, Parlamento’nun
İngiltere’nin bir cumhuriyet olduğunu ilân etmesinden kısa bir süre önce
Winstanley henüz çitlenmemiş ortak topraklarda ortaklaşa üretim yapmak için
mülksüz, fukara halkla bütünleşir. Ücretlerin çalışmayı reddedip yeryüzünün
“herkese ait hayatî bir hazine” olarak bölüşülmesi fikriyle Winstanley, fukara
halkın “sana ve bana ait mülkiyetin genişlemesi”ni geciktirebileceğini, böylece
tüm ülkede “kamusal hürriyetin ilk tohumları”nı atabileceğini göstermek ister.
Ancak Kazıcılar, kamusal hürriyetin ilk çentiğini
toprağa attıklarında şiddetli bir öfkeye maruz kalırlar. Winstanley, yazdığı
bildirilerle dönemin tüm önemli aktörlerine ve gruplarına seslenir. Eski Ahit’e
ait bir hikâye olan Çıkış (Exodus) ile birlikte, Püritenlerin kilise ve krala
karşı kendi kaderlerini tayin etmek amacıyla verdikleri mücadele, aynı zamanda
bu güçlerin kadınlarla fakirlere hak ve iktidar paylaştırmamalarına yönelik
itirazlarını meşrulaştırmak için başvurdukları İsa’nın İkinci Zuhuru ile ilgili
Yeni Ahit kehanetini de radikal bir üslupla yeniden yorumlayan bir teori
önerir. Winstanley’nin cemaati bu itirazın acılarını vahşi bir biçimde
yaşadıklarından, Püritenlerin mülksüz erkekleri ve tüm kadınları kamu hayatının
dışında tutan aile ve mülkiyete dönük bağlılıklarını da sorgular, ayrıca şiddet
doğuran ve diyalogu imkânsızlaştıran “seçilmişler”in öncü siyasetini de
eleştirir.
Aynı zamanda Eski Ahit’in toprakla ilgili yeryüzü
mirasına dönük vaadini Yeni Ahit’in “içteki krallık”ın yeniden doğuşu vaadiyle
birleştirerek, sadece kiliseyle kralı değil, yeni doğan pazarı, mülk sahibi
Püritenlerin sosyal iktidarı ve onların tarif ettikleri sınırlı demokrasiyi alt
etme yetkisi veren kurtarıcı tarihe fukara halkı da dâhil eder. Kazıcı
cemaatinin parçalanmasıyla Winstanley, yurttaşlık faaliyetleriyle “yeryüzündeki
hürriyet”i bağlantılandıran köktenci bir cumhuriyetçilik dillendirmeye başlar.
Ancak burada Winstanley’nin tekrar
değerlendirilmesinin sebebi, onun teorik düzlemde dillendirdiği ya da pratikte
uyguladığı karşılıklı bağlantılar değildir. Tam da bu başarı, onun
köktenciliğinin ve benim onunla ilgili tartışmamın merkezinde duran karşılıklı
ilişkiye sahip iki vasfın özel önemine denk düşer. İlki, onun yönlendirmeye
çalıştığı Püritenlerden devşirdiği, ancak kendi karakterini biçimlendiren
dindarlıktır. Diğeri ise onun Püriten ortodoksisinin ötesine geçme çabaları
içinde öğrendiği Püriten deyimlerden yarattığı zengin mecazî dildir. Her iki
vasıf da kendi yön tabelasını takip edebilmek için gerekli olan aklı temin eder
ve kendi köktenciliğinde tahammül etmeye değer olanı gösterir.
Winstanley’yi köktenci, köktenciliğini ise özel kılan,
onun insanları, bedensel tecrübeye ait kişisel hayatın ve sosyal beden içindeki
paylaşılan hayatî tecrübenin içine yerleştiren görüşüdür. Bu nedenle söz konusu
düşünce, insanların, tecrübeler, ilişkiler ve içinde olup tanıklık ettikleri,
kendilerini içeren ve taşıyıp götüren tarih tarafından biçimlendirilen ve
temellendirilen birer yaratık hâline nasıl geldiklerine dönük bir izah olarak
geliştirilmiştir. İnsanları belli köklere sahip, muhtaç ve sınırlı yaratıklar,
kendi ifadesiyle “yaratılmış varlıklar” anlayışı içinde köktenci bir üslupla
kavraması sayesinde Winstanley, onların kendi tercih ve değişim kapasitelerini
nasıl kavramaları, hürriyetlerini nasıl ifade etmeleri ve yaratıcı olarak sahip
oldukları potansiyelleri nasıl gerçekleştirmeleri gerektiği meselesini tekrar
kavramsallaştırır.
Yaratıklar ve yaratıcılar olarak insan anlayışının
merkezî unsuru, Winstanley’nin tabiriyle, “iç ve dış esaret”in kökeni olan
kibrin eleştirisi ve onun “iç ve dış hürriyet”in kaynağı olduğuna inandığı ve
bir tür dindarlık savunusu anlamında, hürmettir. Onun köktenciliği ve benim
tartışmam Winstanley’nin kibre ilişkin tespit ettiği kapsamlı psikolojik,
sosyal ve politik anlama, kibrin sebep olduğu esarete ve bu esaretten kurtuluşu
getirecek olan hürmete yönelik süreklilik arz eden tarif çabasına dayanır.
Her bir “moment”inde Winstanley, kendisinin “kibrin
şeytanî ve erkeksi iktidarlar”ına, yani her insanın “arka taraf”na ya da
“içteki bok yığını”na saldırır, dahası, önde gelen Püritenlerin moda kimliklere
sahip olduğunu, dünyevî otoriteye sahip olmak istediklerini ve başkalarını
ezerek kendilerini köleleştirmek pahasına toplumu yeniden biçimlendirmeye
çalıştıklarını söyler. Winstanley bu cinsiyete dayalı dile ve “bok yığını” gibi
ifadelere kibir kavramının analizi üzerinden fantezileri ve itkileri açıklamak
amacıyla başvurur. Ona göre, kibir bedensel sınırlar, ihtiyaç ve bağımlılık
üzerinden oluşan iç çatışmalardan doğar. Kibir koşulsuz ya da iradî eyleme ait
fantezilerden beslenir. O eylemin sınırlarını, varoluşun verili zeminini ya fa
karşılıklı bağımlılığın zincirlerini kabul etmeyen hâkimiyet ve kontrol
arzusunda ifadesini bulur. Kibir bir kişinin içe doğru bölünmesini
sağlayarak onu kontrol düşkünü, bedenine karşı çileci, nesnelere karşı açgözlü
biri hâline getirir, böylelikle kibrin dünyevî amblemlerinin babaların
iktidarı, doğaya karşı saldırganlık, ruhban sınıfının hâkimiyeti ve ideolojik
dili, emeğin mülk edinilmesi ve sömürülmesi ile seçkinci politika ve şiddet
olduğu söylenebilir. Püritenler kibre dönük “iç esaret”i yaratan kişiler
olduğundan, Winstanley’nin kanaatine göre, onların dünyevî gayretleri özgürlük
değil, “dışarıdaki esaret”e işaret eden karşılıklılığa dönük inkârı üretir.
Buna cevap olarak Winstanley “Püritenlerinkinden köklü
biçimde farklı olan bir dindarlık fikrine bağlı olan bir “içte ve dıştaki
özgürlük” teorisi geliştirir. Başlangıçta o insan özgürlüğünün kendisinin tanrı
adını verdiği içteki otoriteyle doğru bir ilişki kurulmasına bağlı olduğunu
söyler. Bu “içteki Baba” her ruha Winstanley’nin “aklın ve aşkın ruhu” olarak
tarif ettiği “samimi bir süt” temin eden “aşkın memeler”ini takdim eder.
Kendi’nin bu şefkâtli parçasına dönük iç hassasiyet ve bağlılık kendi’yi kaygılı
açgözlülükten ve cezalandırıcı bilinçten kurtarır, bunun yerine özsaygıyı, içe
yönelmeyi ve dünyevi bağımsızlığı üretir.
İçteki dindarlık, Winstanley’yi gerisin geri dünyaya
yeni bir yol dâhilinde getirip bırakır. Bu noktada Winstanley, insan
özgürlüğünün aynı zamanda insanların geçinmek için zorunlu olarak muhtaç olduğu
“Ortak Anamız” ile yani yeryüzüyle doğru bir ilişki kurabilmek amacıyla
mülkiyetin ilga edilmesine bağlı olduğunu söyler. “İçteki Baba”ya dönük
saygının her insanı ahlâkî özerklik ve karşılıklı saygı noktasında teşvik
ettiğini tespit eden Winstanley, kendisinin “dost yaratıklar” dediği erkek ve
kadınlar arasında “karşılıklı koruma”ya dayalı toplumsal ilişkiler, bunun
yanında herkesin birbirine bedensel olarak muhtaç olduğunun kabul edilmesi için
fizikî beslenme noktasında gerekli ortak bir kaynak belirler.
Winstanley, Püritenlerin dindarlığın hürriyet için
esas olduğunu söyleyen fikirlerini muhafaza eder ama onların kendi kaderlerini
tayin etme hakkı ile adalete ilişkin vaatlerini ifa edebilmek amacıyla
Püritenlerin dindarlığını yeniden tarif ederek tüm Püriten projesini radikalize
eder. Doğa ve her insanı canlandıranın Tanrı’nın “aşk ve akıl ruhu olduğu
konusunda ısrarcı olan Winstanley, mülkiyetin ve hiyerarşinin ilga edilmesi,
kadın ve erkeklerin toplumsal süreçlere katılımı ve dünyevî ihtiyaçlarla ruhanî
eşitliğe dönük dikkat talep etmesiyle epey radikal bir politika geliştirir. O,
karşılıklı toplumsal bağlara, “deneyimlenen muhabbet”te kökleşmiş dile ve
“deneysel bilgi” temelinde gelişen bireysel tercihe değer atfettiğinden
Winstanley’nin politikası şiddete karşı durur ve hoşgörüyle diyaloga bağlı
kalmayı talep eder.
Bu nedenle Winstanley, özgürlüğü, ruhla beden, tanrı
ile dünya arasındaki ilişkinin tesis edilmesi ve bu ilişkinin başkalarının
ihtiyaçları ile kapasitelerine bağlanması üzerinden tarif eder. Söz konusu
ilişkinin ana niteliğini belirleyen, kibirle bağlantılı olan yabancılaşma,
mesafe ve inkâr değil, hakiki dindarlık veya ihtiramla bağlantılı karşılıklı
bir ilişki ve uzlaşma içinde olmaktır. İhtiram sözcüğünü genelde bizler derin
saygıya işaret etmek amacıyla kullanıyoruz. Bu sözcük daha çok korkuya dair bir
şeyler yankılıyor ama Winstanley ihtiramı ruhanî ve fizikî ihtiyaçlara ilişkin
olarak kullanıyor. Böylelikle ruhanî ve fizikî ihtiyaçların yaratılmış şeylerin
tarifi ve birbirlerine bağlanması için devreye sokuyor. Bu ihtiyaçların
insanların tabi olması gerektiğine inandığı şefkat kaynakları olarak belirliyor
ve “yaratılmış varlıklar”a uygun değer ve gerçeklere, dolayısıyla onların
içindeki tanrısal ruha işaret ediyor.
Winstanley’ye göre, beden, doğa ve tarihin içindeki
yaratıklar özgürlüğe ancak kendilerini canlandıran ve sınırlayan ihtiyaç ve
değerlere ayrıca kendilerine bakıp büyüten, yetiştiren beslenme kaynaklarına
“şehadet” ettikleri takdirde kavuşabilirler. Dolayısıyla ihtiram sözcüğü,
sadece dinsellik bu Winstanley’nin radikalizminin öncülü olduğu için değil,
ayrıca öğrenilmesi gereken çok şeyin olduğu koşullandırılmış ve koşullu
özgürlüğü Winstanley’nin teorize ederken önerdiği yol olduğu için de
Winstanley’nin radikalizminini tarif eden bir kavramdır.
Winstanley’nin ihtiram fikrinde merkezî olan bir diğer
ikinci nitelik, onun köktenciliğini özel kılan bir husus da teorik görüşlerinin
ve gerçekleştirdiği politik yeniliklerin politik düşünce geleneği içinde
nadiren bir çekişme içinde olmuş dille ilgili bir ciddiyete dayanmasıdır.
Winstanley’nin kendisine ait eleştirici ve eleştirel kibir ve dindarlık
okumasını geliştirmesine katkı sunan yegâne şey, onun Püriten deyimlerin anlamı
üzerine yaptığı kapsamlı meditasyondur; Winstanley’nin bedensel, seksüel, ebeveynliğe
ilişkin ve cinsiyetlere dair metaforları, iç hayat ile dünyevî eylem arasındaki
bağlantıları içerir. O bu düzyazı becerisine ancak Püritenlerin metaforik
yazınındaki anlamı ciddiye almak suretiyle ulaşabilmiştir. “İçteki Baba”,
Tanrı’nın “aşk memeleri”, “samimi süt”, “yaratılmışların meme uçları”, “içteki
bok yığını” ve “arka taraf” gibi imajlar aracılığıyla o ihtiramın anlamını ve
kibrin kökenini örneklerle izah etmeye çalışır.
Modern yorumcuların sınıfsal çıkarları ve inançlarla
pratiklerin altını çizen bilinçaltı motifleri ifşa etmek için sıklıkla dilin
maskesini düşürmek ya da dili değersizleştirmek için uğraştıkları bir yerde
Winstanley, ortak deyimlerin anlamını insanlardaki özgür eylem kapasitesini
ifşa etmek ve psikolojik ve toplumsal güçlerde mündemiç olan davranış
nedenlerini tanımlamak için kullanır. Bu nedenle o ayrıca başkalarına hitap
edebilmekte, tüm insanlara tek bir yaşayan varlık ve fail olarak konuşmaktadır.
Küçümsenmesi güç gayet canlı bir sesle o tüm tutkusu ve öfkesiyle yorumcularını
söylediklerindeki anlamı yeniden incelemeye itmektedir. Bu sayede dinleyenler
kendi sözlerine sadık bir biçimde eyleme geçebileceklerdir. Bu anlamda
Winstanley’nin teorisi tüm yönleriyle “politik” olan bir pratik üretmiş, o
iktidarı analiz ederek niyetler ve tercihlerle belirli bir diyaloga girmiştir.
Sonuçta onun kelimeleri insanların kendi hayatları ile ilgili hissettikleri,
gördükleri ve bildiklerine dönük içgüdüsel bir his üretmiştir ve hâlâ üretmeye
devam etmektedir. Esasında Winstanley’nin kendine biçim verme ve kolektif eylem
vizyonu, kendilik, toplumsal hayat ve radikal politikaya ilişkin görece daha
modern anlayışların yeniden incelenmesine davet etmektedir.
Winstanley’nin argümanlarının süregiden öneminin onun
bir mirası ve hasmı olarak Püriten radikalizminin karşısına koymak suretiyle
değerlendirmeye tabi tutulması gerekir. Bir teorisyen olarak onun ulaştığı
başarının tam anlamıyla takdir edilebilmesi ayrıca onun hürmetkâr radikalizmi
ile Thomas Hobbes’un teorisini çatıştırmakla mümkün olacaktır. 1650’de mağlup
edilmesi sonrası Winstanley’nin son kitabını Kasım 1651’de bitirmesi ile aynı
yılın aynı ayında Hobbes’un o ünlü kitabı Leviathan’ı yayınlaması tam
bir tesadüftür. Winstanley değilse bile Hobbes modern tahayyül bağlamında
ilgili dönemin zirvesini teşkil etmektedir. Birçok farklı alanda hâkim bir
söylem geliştirmiş olduğundan, Hobbes Püriten politikasının modern bakış
açısını tanımlamış ve böylelikle Winstanley gibi bu politikaya dönük
eleştiriler geliştirmiştir. Winstanley, Hobbes’un metninin gömdüğü ilgi
alanlarını ve bağlılıkları yeniden incelememize yardım ederken, Hobbes
Winstanley’nin kibir günahından kaçınma gayretine ait sonuçları kavramamıza
katkı sunar.
Hobbes, Winstanley’nin sahip olduğu önemi bir biçimde
keskinleştirir, zira her iki yazar da karşıt ifadelerle ve karşıt amaçlarla
Püriten radikalizmini eleştirmektedir. İkisi de kibir meseleyle ilgilenmekte ve
beden-kendilik, pazar-toplum, devlet-tarih teorilerini sentezleyip püriten
radikalizmine bir alternatif üretmek istemektedir. Ama Winstanley eleştirmekte
olduğu Püritenizme bağlıdır, ondaki merkezî kavramları ciddiye almaktadır,
Hobbes ise Püritenizme düşmandır ve ana niyeti ayaklanmaya yol açan püritenizme
ait tüm yönleri bozmaktır. Bu nedenle Winstanley Püritenlerin pazara ve ebeveyn
iktidarına dönük sadakatlerini sorgulayan bir kullanır, bunu tam da
başlattıkları devrimi yaygınlaştırmak için yapar. Tersten Hobbes ise Püriten
asileri depolitize etmek için politika çalışmasının içine bilimin dilini sokar
ve böylelikle pazar ve ataerkillik için görece daha güvenli bir zemin teşkil
etmek ister. Püritenlerin tanrı anlayışlarını ve başlattıkları isyanı
itibarsızlaştırarak Hobbes Winstanley’nin dönüştürmeye çalıştığı kaygı ve
çıkarları açığa vurur ve toplumsal yapıda kralın iktidarın yeniden tesis
edilmesi için Püriten çabanın altını oyar.
Köklü biçimde farklı bu türden argümanlar temel bir
farklılıktan neşet ederler. Winstanley, doğaya nizamat veren bir akla sahip
tanrıdan, iç otoritesinin dünyevî isyanı tasdikleyen bir güçten, yani “içteki
Baba”dan dem vurur. Onun Püritenleri yeterince radikal olmadıkları için
eleştirmesinin nedeni budur. Aksine Hobbes, doğa ve ruhun bedeni anlayışından
mahrumdur, bu mahrumiyet temelinde sadece krallıktan teslimiyetin keyfini
çıkartan bir devlet egemenliğine geçişin teorisini yapar. Winstanley’de tanrı destekli
isyan ve kültürel heteredoksi, Hobbes’ta kültürel uyumluluk üretip insan
eylemini özel hayatla sınırlandırmak suretiyle politikayı yıkıma uğratan bir
“ölümlü tanrı” vardır.
Bu analizin genel varsayımına göre Hobbes, Winstanley
gibi bir ismin üzerini örten kıymetli bir sırdır zira o ilk belki de en büyük
“modernleştirici”dir. Hobbes yeni ortaya çıkan pazarı meşrulaştırır, ama daha
da önemlisi o bilime dönük yeni bir imanla bağlantılı olarak toplumsal
ilişkilere bakmaksızın devlet inşa sürecinin nasıl olacağını tarif eder. Bu
gayretinde Hobbes ister liberal, ister milliyetçi isterse Leninist olsun,
devlet inşasının ve kolektif eylemin tüm modern biçimlerine hizmet eder görünen,
yabancılaşmanın kavranması konusunda aşırı ölçüde öngörü sahibi olan, insana
has geleneğe bağlılığa dair bir görüş geliştirir.
Püritenler kilise ve monarşiye saldırmak için
kurtarıcı tarih fikrine başvururlar: Kibirli yaratıma “bağlılık”a atfen
Püritenler tanrının amaçlarını bilme ve gerçekleştirme iddiası ile
meşrulaştırılan, tanrıya dönük dinî bağlılık esası üzerine kurulu zıt bir kendi
kaderini tayin hakkı belirleyip tanımlamaya çalışırlar. Mücadelelerindeki
kusurlar ve sınırlılıklar Winstanley’yi onlardaki kitabîliğin ötesine gitmeye
iter. Winstanley bu noktada kibirle kirlenmemiş bir politika peşindedir. Bu
yaklaşım üzerinden isyan eder. Tersten Hobbes ise isyana mani olmak için kibri
öne çıkartır. Kurtarıcı tarih fikrinin Püritenlerdeki kibri ve icatçılığı nasıl
gizlediğini göstermek suretiyle o insanlara birlikte yaşadıkları otoriteye
bağlı birer kibirli yaratıklar olmalarını, olmaları gerektiğini öğretir.
Mütevazı insanlar dinî manada kendilerini kibirli yaratıcılığa teslim
olmalıdırlar. İşte Winstanley’nin Hobbes’un Promete efsanesi ve Leviathan imajı
dâhilinde gölgelediği politika ile karşıt bir politika kurduğu yer tam da burasıdır.
1642’de, İç Savaş’ın başlarında Hobbes De Cive [Yurttaş
Üzerine] isimli eserinde Püritenlerin tüm geleneğe bağlılığı maskeleyen Tanrı
ile ilgili dillerini tartışmak için Promete efsanesine başvurur. Bu dil ona
göre radikal yaratıcılığı da köreltmekte, Püritenlerin kolektif kendini
biçimlendirme gayretlerini zararlı addetmektedir. Bu aşamada Hobbes,
Püritenlerin isyanlarının kaygı ve anarşi ürettikçe baba katilliğinin kardeş
katline yol açacağını öngörerek, onları dindar birer azizden çok destursuz
birer asi olarak tasvir eder.
Ancak Leviathan isimli eseri 1651’de yayımlandığı
sıralarda monarşi küle dönmüştür ve Hobbes pek de şaşırtıcı olmayan bir biçimde
Promete tanımını değiştirmiştir. Kaygı ve anarşi tüm zamanlar için bütün
toplumlara ait doğal bir zemin hâline gelmiştir. Sanki tarihte hiç baba, kral,
tanrı ve asiler olmamış, insanî sorunlar kibirli isyanlardan değil, bağlayıcı
bir otoritenin doğal yokluğundan ve tahayyül ile arzuya doğal bir nitelikten
türemiş gibidir. Bu aşamada asi Promete’nin yerini yeni bir Promete alır, bu
yeni Promete isyan ettiği için değil, tam da sahip olduğu doğası yüzünden
cezalandırıldığından ıstırap içindedir.
Politika açıdan mesele hâlihazırda var olan bir
otoriteye karşı yaşanacak bir isyana mani olmak değil, ileride yaşanacak her
türden isyana mani olan bir otoritenin oluşturulmasıdır. Bu amaçla Hobbes
ilgili alana daha da yoğunlaşır, zira egemenlik, yegâne ama aynı zamanda tercih
edilmesi gereken bir versiyon olarak krallık, daha doğrusu her türden etkin
nizam biçimi için gerekli bir soyutlama ve icat olarak görünmektedir. De
Cive’de Promete küçültücü manada bir icada işaret etmekte iken Hobbes şimdi
“özel insanlar”ın icatlarını hâlâ kınarken, doğru icat biçimini kurtarıcı
gücünü tanır görünmektedir.
Yeni bilimin öğretmeni hâline gelen Hobbes süreç
içinde isyankâr Promete’yi öne çıkartır. Şimdi o insanlık adına ateşi
tanrılardan çalmış, Hobbes’un bilimi böylelikle kendisinin bir zamanlar kibre
ait tehlikeli bir eylem olarak kınadığı yaratım pratiğine sahip “suni insan” ya
da “sivil insan”ı keşfetmeyi öğretebilecektir. Doğaları gereği yetim kalmış
olan yaratıkların sahip oldukları sorun için gerekli çözüm insanlar isyan
ettiklerinde onların üzerine kayaları yuvarlayacak bir tanrı icat etmektir.
Sağduyulu Prometeci insanlar tanımlama, yargılama ve eyleme geçme haklarını
devrettikleri bir egemen yaratmalıdırlar. Onları politik faillerin doğal
arzularının talihsiz biçimde yol açtıkları sonuçlardan koruyabilecek yegâne
itaat biçimi icat edilmiş bir egemen iktidardır. Bu iktidar insanlara ihtiyaç
duydukları mülkiyet güvenliğini, bolluğu, barışı ve ahlâkî kesinliği temin
edecektir.
Hobbes, Püritenlerin kibrini ifşa etmek ve onların
radikalizmlerini toprağa gömmek için isyan tarihini geride bırakıp bir doğa
anlayışına geçiş yapar. Sonrasında da doğadan egemenliğe zıplar. Hobbes kibri
Püriten isyanının mezarını kazmak için kullanır ve bu mezar bugün kontrol dışı
doğanın simgesi olarak sergilenmektedir. Promete’ye farklı bir anlam yükleyerek
Hobbes insanı doğadan kurtarmaz aksine doğayı ve ona “yatkın” bilimi Püriten
radikalizminde temsil olunan politikadan insanları kurtarmak için devreye
sokar. Hobbes’un yeniliği işaret eden Promete’yi kınamayı terk edip sağduyuya
işaret eden Promete’yi kurtaran bir egemen icat etmeye geçmesi modern
politikanın doğumu ile Püriten radikalizminin toprağa gömülmesini ifade eder.
Yaratıcı Promete’nin arkasında mağlup olmuş asi olarak Promete durur.
Püriten asilerin dinle ilişkili iddialarında ifşa
ettiği kibirle ilgili olarak hayli ikircikli olan Hobbes kibirli asileri
dönüştürebilecek bir bilim ve devlet algısına sahiptir. Bu bilim ve devlet
yaratıcının kendi yaratımı bağlamında dindarlığı reddetmektedir. Hobbes
Promete’yi kendi bilimi aracılığıyla temin eidlen geleneğe bağlılığa dönük bir
görüşe işaret etmek için kullanır. Burada Hobbes söz konusu bilimin
faydalarından bahseder ve medeniyet yaratma noktasında her zaman gerekli olduğu
için kibri müdafaa eder. Sadece bir Prometeci bu ismi alabileceğinden, Leviathan
isimli eserinde Hobbes Tanrı’nın Eyüp Peygamber’e dönük itirazını ele alır.
Tanrı “kendi sağ kolundan” büyük bir kibirle insan yapımı bir Leviathan yaratır
ve bunu “kibrin çocuklarının burnunu sürtmek” için kullanır.
İnsanların sadece ibadetler yoluyla icat ettikleri
kibri icatların yabancılaştırıcı gücü ile birleştirmek suretiyle Hobbes
sonrasında birçok teorisyenin sormak zorunda kaldıkları modern politikayla
ilişkili şu soruyu ortaya atar: insanlar tanrılar gibi, ne eyleme geçmeye
ihtiyaç duyarak ne de kendi yarattıklarının itaatkâr birer yaratıcısı olmaya
mecburiyet duyarak kendilerini biçimlendirebilirler mi? Winstanley’nin düşünce
ve eylemindeki her bir “moment”i canlı tutan da işte bu sorudur. O bu amaçla
Püriten radikalizmine bir alternatif üretmeye çalışmıştır.
Buna göre Winstanley, Hobbes’un toprağa gömdüğü
Püritenizm mezarından çıkan bir hayalet gibidir. Zira o yetim Püriten kuşağının
bir evlâdı ama ayrıca Hobbes’ta simgelenen düşünce ve eylem biçimlerine itiraz
eden bir muhalif geleneğin kurucu sesidir.
Winstanley ve Hobbes’un yaşadığı dönemde ne mevzubahis
ise bugün de aynı şeyler mevzubahistir. Bu nedenle Winstanley’nin kendini
anlama meselesine ilişkin psikoanalitik dili, toplumsal ilişkilerle kolektif
eylem hakkındaki Marksist argumanları ve cumhuriyetçi yurttaşlık vizyonunu hâlâ
canlı tutan muammaları nasıl ele aldığını görmek gerekmektedir. Şurası kesin ki
Winstanley’nin dindarlığı seküler gelenekten önemli ölçüde ayrışır. Ama ilgi
alanlarının paralel oluşu bağlamında söylenebilir ki tam da bu farklılıklar
öğreticidir. Bu nedenle ben, her bir momentinde dönüştürmek istediği Püritenizm
içi düşüncelerini ve eyleminin kök bulduğu, Hobbes ile ilişkisi içinde kendi
radikalizmini konumlandırdığı ve kendi perspektifini teorileştirme pratiğinin
görece daha modern geleneklerine doğru yönlendirdiği, Winstanley’nin gelişim
aşamalarına ait izleri sürüyorum.
Winstanley son kitabında ve sonrasında kendi isyanının
mevcut konağına dönük saygısını muhafaza ediyor. Winstanley kibri inkâr ediyor.
Ancak zamanla radikalizmi bozuluyor, son kitabını bu bozulma kirletiyor ve
nihayetinde kendisini dünyevî otoritenin kucağında buluyor.
Hobbes’un Promete’sinin aksine bu hürmetkâr asi İsa’ya
öykünüyor ve kendi bilinciyle tahayyül edip yarattığı ama böylesi kibirli
“yollar ve çalışmalar”ı alt ettiği şey adına hareket etmemek suretiyle, İsa’ya
öykünüyor. Bu nedenle Wistanley yaratıcılar olarak insanlarla ve kibirle
ilişkilendirdiği kendisine ait yönleri hiç sahiplenmiyor. Kendisini tümüyle
masum Tanrı’nın Kuzusu olarak resmetmek suretiyle, kendi ihtiramından
ayrılamayacak olan isyankârlığı inkâr ediyor. Dolayısıyla onun ihtiramla ilgili
iddiası tam da kendisine ait bir kibir biçimidir, o kendisinin
değersizleştirdiği gerçekdışı saflık idealidir. O kendisinin Püritenlerde
bulduğu ama “yaratılmış varlığın” doğal bir parçası olmadığı konusunda ısrar
ettiği öfke ve tahayyül, yenilik ve istekliliği saflaştırmaya çalışıyor.
Winstanley, ihtiramının kendisini “dünyayı altüst
etmeye yetkili kıldığını” ve isyan politikasına dâhil olmaya mecbur kıldığını
iddia ederken bizler de ondaki isyankârlığın isyanının nasıl merkezî bir öncülü
olduğunu görebiliyoruz. Kral Charles’a karşı kazanılan zaferde pay sahibi
olduğunu iddia ediyor, kendi fikirlerindeki geleneğe bağlılığa bel bağlıyor ve
kazıcıların çektiği ıstıraplar için sorumluluk üstleniyor. Politik eylemi onun
dünyayı ve kendisini saflaştırmak derken neyi kastettiğini anlatıyor. Ama
Winstanley iğrendiği günahın kendisinin idealize ettiği ihtiram dâhilinde
merkezî bir unsur olduğunu göremiyor. Bu çarmıhta acı çekerken yüce bir gücün
ellerinde yaşadığı mağlubiyet onun kendini feda etmenin cezasını çekmeye dönük
bir baskıyı yansıtıyor. Hâlâ kibrini inkâr etmenin ve hürmet gösterecek bir
otorite bulmanın yollarını arayan Winstanley bu noktada Özgürlük Kanunu içinde
muhayyel bir kitabîlik yaratıyor ve sonuçta bu çalışmayı bir zamanlar
saldırdığı gerçek otoritelere teslim ediyor.
Winstanley mağlup değildir, zira o kibir denilen
günahtan uzak durmaya çalışmıştır. Hadi diyelim mağlup oldu, onun mağlubiyeti
Hobbes’un hayat ve politika konusunda “haklı” olduğunu asla kanıtlamaz. Kibir
denilen mesele Hobbes’un kendi dönemi içinde politikaya sokuşturduğu bir
yoldur. Kibir Hobbes’un her daim bize hatırlatıp duracağı gerçekliktir, öyleyse
bu noktada temel mesele, Hobbes’un mantığının bir kurbanı olmaksızın, kibirle
yüzleşmek. Dolayısıyla Winstanley, yeniden diriltilecek ya da kelimesi kelimesine
taklit edilecek bir kahraman asla değil. Aksine onun püritenlerle ve devrimle
ilgili anlattığı özel hikâye asi ve yaratıcı hakkında önemli bir kıssa
içeriyor: o kendisinin dramatize ettiği ve başkalarında teşhis ettiği muammalar
ve kibirli yaratıcılığa tabi kıldığı anlatıcı tarafından biçimlendirilen bir
karakter olarak ortaya çıkıyor. Hikâyeyi anlatana değil de hikâyeye bakmak bize
Winstanley’nin ihtiramı ile ilgili olarak neyin sorunlu olduğunu söylüyor:
kendi devrimci projesine rağmen onun kendi kibrini reddetmesi ve kendisini
tanrının itaatkâr oğlu dışında bir şey olarak görmesi. Bu yolla Winstanley,
kendi’nin ve dünyanın hürmetkâr biçimde şekillendirilmesi ile ilgili olarak
öğretmeye çalıştığı şeyle sıkı sıkıya bağlı uyarıcı ve önemli bir hikâyenin
açığa çıkmasını sağlıyor.
Bir yandan Winstanley’nin dili, teorisi ve eylemi ile
diğer yandan hâlâ insanların başlarını derde sokan ihtilâflı konular arasında
köprüler inşa etmek gerek. Bu köprü, zamanları aşacak biçimde, tarih tarafından
mağlup edilen Winstanley’nin modern okura neler önerdiğini açığa çıkartmayı
amaçlayan bir muhabbete muhtaç.
George M. Shulman
[Kaynak: Radicalism and Reverence: The
Political Thought of Gerrard Winstanley, University of California Press,
1989, s. 1-13.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder