“Direniş de yok müzakere de”
Bu, Katar Emiri’nin Gazze Şeridi’ne yakın dönemde
yaptığı ziyarette ettiği laf. Emir bu lafı Filistinlileri uzlaşmaya teşvik
etmek için sarfetti. Lafın arkasındaki mana ise şuydu: direniş kampınız
direnmiyor ve barış kampınız da müzakere etmiyor, o hâlde neden barış
yapmıyorsunuz?
Katar Emiri neden uzlaşılması gerektiği, uzlaşmanın ne
üzerine kurulacağı meselesini ise izah etmedi. Emir, ayrıca müzakere ya da
barış istemeyen tarafın İsrail olmasına karşın, barış kampının neden müzakere
etmediğine de açıklık getirmedi. Dahası direniş kampının direnişe son verdiğini
Emir’in kulağına üfleyen kim? Bu lafın sebebi, Hamas’ın Müslüman Kardeşler
çizgisinde olması ve bu kardeş örgütün önceliklerinin direniş ihtiva etmemesi
mi? Emir’in kastettiği bu mudur?
Hatalı kimi dayanakları olan bu laf, tam da Arap
devrimlerinin patlak vermesinden hemen sonra dile döküldü. Bu lafın amacı,
Mısır, Tunus ve Libya gibi iktidardaki yöneticilerin devrildiği ülkelerde hâkim
hâle gelen politik güçlerin Arap devrimlerinin batılı ve Arap destekçileri ile
uyumlu politikaları benimsemelerini sağlamak. Bu destekçiler yeni tesis edilen
iktidarların ülke içi meselelerle sınırlı kalmalarını istiyorlar.
“Direniş de yok müzakere de” lafı, Filistinlilerin,
işgalin varlığını muhafaza edeceği ve onların tam da yaşanan devrimler yüzünden
herhangi bir yardım beklememeleri varsayımına göre hareket etmeleri talebine
işaret ediyor. Körfez’deki bir devletin yetkilisi yaşananları şakacı bir
yaklaşımla karşılıyor ve Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Hamas lideri
Halid Meşal’e ne söylemiş olabileceğine ilişkin şu tarz bir tahminde bulunuyor:
“Geç bunları adamım. Mısır sokakları kitlelerce işgal edilirse, bizim buna
gücümüz yetmez. Sen ne istiyorsun ki? Vazgeç artık. Ateşi kes ve efendine
güven.”
Lübnan Dışişleri Bakanı Adnan Mansur, geçen gün Arap
bakanlar toplantısında gayet yakışıksız duruyordu. Boykot ve direniş gibi,
“modası geçmiş” kelimeleri kullanarak, toplantıdakileri bayağı bir
öfkelendirdi. En uygun ve en moda kelimeleri ise Katar dışişleri bakanı
sarfetti ve acziyet ifadesi olarak Filistinlilere şunları söyledi: “Mevcut
yeteneklerimizin sınırlarını biliyoruz ve kesinlikle savaşa girmeme kararı
alıyoruz.” Bu lafın ardından da Gazze Şeridi’nin kararlılığını desteklediğine
ilişkin mecburen bir iki kelam etti.
“Direniş de yok müzakere de”. Bu laf, sadece mevcut
acziyeti meşrulaştırmakla kalmıyor ayrıca iktidar mekanizmalarında belirli bir
değişimi gerçekleştirmek gibi gerçek bir hedefe sahip olan Arap devrimlerinin
sınırlandırılacağına işaret ediyor. Bu düşünce tarzı dâhilinde, örneğin
Mısır’ın yegâne meselesi, Cemal Mübarek’in dinî ibadetleri yerine getirmemesi
ya da sakal bırakmaması oluyor. Mısır’daki kitlesel gösterilerin ilk tehlikeli
sonucu, sakallı da olsa ülkenin eski yöneticilerinin iktidar taklitlerine eşlik
etmek oldu. Bir yandan ekonomi politikaları aynı kalıp İsrail ile ilişkiler ve
ülkenin işgal altındaki Filistin halkı ile düşman arasında kurulu bulunan
arabulucu rolü değişmezken, eski ahbapların yerini başkaları aldı.
“Direniş de yok müzakere de” lafının yandaşları çok
kirli bir oyun oynuyorlar. Bunlar, başka fırsatlardan istifade etmenin aslî
öncelik olduğuna inanıyorlar. Söz konusu kesimlerin pratikte herhangi bir
direnişin mevzubahis olmadığını söylemelerinin nedeni, bu kesimlerin savaştan
kaçmayı, direnişi reddetmeyi ve onu işgalin verili gerçeğine boyun eğdirmeyi
seçmiş olmaları. Kendi duruşlarını müdafaa etmek için bunlar dinî ayrışmaları
teşvik ediyorlar ve direniş güçlerinin kurtuluşu bir hedef olarak belirlemediğini
iddia ederek, onları suçluyorlar.
Ama bu noktada Katar dışişleri bakanının Gazze
konusunda aciz kaldıklarını söylemesini ve diğer yandan da her türlü silâh ve
medya desteği ile diğer Körfez ülkeleri ile birlikte Suriye muhalefetine yardım
etmelerini nasıl okumak gerekiyor?
Peki, bunlar Filistinlilerin de benzer bir desteğe ve
ilgiye muhtaç olmadığına nasıl karar veriyorlar ve bizim gerçekten de bu türden
bir desteğe Filistinlilerin muhtaç olmadığına inanmamızı nasıl
bekleyebiliyorlar?
Suriye muhalefetine desteğe devam eden söz konusu
ülkeleri aynı desteği Filistinlilere vermekten alıkoyan nedir?
Mücadeleye ilişkin köklü bir geçmişi bulunan bir halk
nasıl oluyor da Körfez İşbirliği Konseyi devletleri, ABD ve sömürgeci
Avrupa’nın teşkil ettiği kutsal ittifakla kurulan mevcut bağları
meşrulaştırabiliyor? KİK devletlerinin kontrolünde bulunan akademik, bilimsel,
diplomatik kurumlar ve medyada faal olan Filistinliler bu türden politikaları
içlerine nasıl sindirebiliyorlar?
Filistin’de olup bitenler tek bir şeye şehadet ediyor:
işgal sürüyor ve varlığını muhafaza ediyor, bu, direnişin de sürdüğü ve
varlığını muhafaza ettiği anlamına geliyor. Direniş her gün her saat mevcut
becerilerini ortaya koyuyor ve İsrail üzerinde daha fazla tesirde bulunma
imkânlarını sınıyor.
Tüm bu direnişin tek bir alternatifi var, o da teslim
olmak. “Direniş de yok müzakere de” diyenlerin ortaya koyduğu alternatife meyil
göstermeye gerek yok, zira bu teslimiyetten başka bir anlam taşımıyor.
İbrahim Emin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder