Pages

29 Ekim 2012

Bedenlerin Fethi


Tarihsel inceleme anlamında, tarihin belli bir kesitine özel bir önem gösteren, onu öne çıkartan ve giderek, bu kesitin bilgisine sahip olmayı paraya tahvil etmiş olanların yıldızı, gün geliyor, siyaseten parlıyor. Bu bilgi ister istemez, bahsi geçen kesitin sonrasının bir tür fazlalık, arıza, sapma ya da yanlışlık hâli olarak kodlanmasıyla pekiştiriliyor. Tarih, öznel niyetlerin, arzuların ve iradelerin kılıfı olarak kullanılıyor. Sonuçta ilgili kesitin bilgisi, ancak kesiti takip eden dönemin arızî ve farazî hâle getirilmesi ile mutlaklaşıyor.

Bugün eskiden Osmanlıcı olanlar, “cumhuriyet kaçınılmazdı, güzelliklerinden dem vuralım” diyorlar. Osmanlı’ya ya da İslam tarihinin belli bir dönemine ilişkin bilgi Ak Parti iktidarı ile mutlaklaştı zannedilerek, malumat düzeyine düşürülüyor.

Diğer yandan, solun önemli bir kısmı da, aynı şekilde, seksen ve doksan sonrası Sovyetler’i bu türden bir fazlalık, arıza, sapma ya da yanlışlık hâli olarak görüyor ve buradan ekmek yemeye çalışıyor. Özünde burada, işin başına oturma isteği hüküm sürüyor. İşin başına oturma isteği, aslında suyun başına oturma iradesinin mütemmim cüzü oluyor. Burada işe ve iş pratiğine ortak olma iradesine rastlanmıyor.

Bu eğilimin, bir başlangıç sahibi olması sebebiyle, Sovyetler’i göğe çıkartanlarca desteklendiğini görmek gerekiyor. Başlangıca ipotek koyanlar, sonu da tayin edeceklerini, bir biçimde sonsuzluk imkânının kendi ellerinde olduğunu söylemiş oluyorlar. Yalan söylüyor ve tüm pratikleriyle yalanı örgütlüyorlar.

Bugün suyun başında olan Fettullah’ın Zaman’ı, kurgu olması muhtemel bir röportaja yer veriyor. Röportajda Özgür Suriye Ordusu mensubu bir kişi konuşuyor ve bu kişi, “yakında Kürtleri de yola getireceklerini” söylüyor. Üç gün sonra Halep’te Kürd mahallesine saldırılıyor... Peki bu yol kimin yoludur?

Bugün sosyal medya denilen mecrada birileri “PKK lâneti”nden kurtulmak için Müslümanları hep birlikte “Fetih Suresi” okumaya davet ediyorlar. Bu fetih kimin fethidir?

Bugün başlangıç olarak belirlediği kimi İslamî momentleri Kemalistlerin başlangıç momentleri ile yarıştıranlar, bu yarışı felahın ve salahın anayolu olarak öğütlüyorlar. İşin başına oturma isteği, bir kez daha suyun başına oturmak ya da oturanlara yaltaklık etmek isteyenlerin aslî muradı oluveriyor. Karabekir ya da Enver alternatifleri üzerinde duruluyor ama hepsinin de aynı yolun yolcusu oldukları görülmüyor. Mesele, su değil, suyun başına çökmek.

Şam’a muzaffer ordunun başındaki isimlerden biri olarak giren Ebu Süfyan, “Ben tüccarken bu şehirde beni çok aşağılarlardı” diyor ve iç iktidarını bu şehirde kuruyor. Bu kafa, bugün yeniden o şehre yerleşmek istiyor. Süfyanist İslam, bugün de “bizi hep dışladılar, hor gördüler, oysa biz herkesten daha çok lâyığız bu suyun başına” diyor ve “su Allah’ındır ve ortaktır” diyeni zem ediyor.

Ama öte yandan birileri, batı aklının biricikliği imleyen, tanrılığın tecessüsü olduğu varsayılan bedenini ölümün suyuna yatırıyor. Bir işe ortak, bir işe yoldaş, bir işe nefer olmanın bilinciyle.

Hangisi İslamî peki? Ya da bu hangi İslam? Kendisine “İslam” demese de ol İslam’dan ne kadar ırak?

Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki: ‘Siz yakında çok kuvvetli olan bir kavme karşı savaşmaya çağrılacaksınız. Onlarla savaşırsınız ya da Müslüman olurlar. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Fakat önceden döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi acıklı bir azaba uğratır.” [Fetih:16]

Kürd kavmi mi kuvvetli, Müslüman mı değil? Mükâfata muhtaç olan Kürd mü Türk mü? Azab, hangi azgın kavim üzeredir?

Bedevilerden geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki ‘Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah’tan bizim bağışlanmamızı dile.’ Onlar, kalblerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: ‘Allah, size bir zarar vermek dilemiş yahut size bir fayda vermek istemiş olsa Allah’ın sizin için dilediğine kim engel olabilir? Hayır, hiç kimse engel olamaz, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.’[…]” [Fetih:11]

Mallarını ve ailelerini geride bırakıp öne atılanlar kim? Kim mülkü ve aileyi devlet üzerinden tanrısallaştıran? Kalblerinde olmayanı dile dökenlerin okuduğu Kur’an’ın hayrı ya da anlamı var mı?

* * *

Çakal Carlos’un dediği üzere, “Allah, praksistir”. Aksiyon değil, reaksiyon gereği, kendi mülkünün bekasını korumak adına, devletin ve onun baskı gücünün arkasına sığınan bir İslam olabilir mi?

Olabiliyor, başlangıç noktaları arasında kısa devre yapınca, olabiliyor. “Sorunlarımızın tüm kaynağı cumhuriyet, başlangıcımızı ümmetten, hilafetten, devlet-i aliyyeden ya da imparatorluk masallarından alsaydık, bu işler başımıza gelmezdi” deniliyor.

Cumhuriyeti tarih dışına atma pratiği, Kemalistlerin doksan yıldır uygulaya geldiği, cumhuriyeti tarih dışı hatta tarih üstü görme pratiğiyle örtüşüyor. Sonuçta ümmet de, hilafet de, âli devlet de, imparatorluk da en fazla Kemalist diktatöryanın eksik cüzlerini tamamlamaya indirgeniyor.

Devlet eksikliğinin, tamamlanamamışlığının, zaaflarının, yanlışlarının günahını, hep Kürd’e ödetiyor. Osmanlı’nın batıda ya da doğuda her sıkıştığı vakit, içe dönüp köylü halka zulmetmesi ve oradaki dinî ve millî unsurları ezmesi gibi, bir çizgi dâhilinde, Türkiye Cumhuriyeti de her tökezlediğinde halkın bir kesimini seferber edip Kürd’ün üzerine salıyor. Başlangıca ipotek koyanlar, doğuşu mülk edinenler, kitleleri, tam olma, tamamlanma, sonsuzlaşma konusunda kandırıyorlar. Onları bu pratiğin sırrının, hükmünün kendisinde olduğuna inandırıyorlar.

* * *

Devlet Kürd’de eksiliyor, Kürd’e takılıyor, Kürd ile zaafa uğruyor. Kendi gayretleri, becerileri, ilahi amelleri sonucu muktedir olduğunu zannedenler, esasında bu Kürd yüzünden ve sayesinde muktedir olduğunu çok iyi biliyorlar. O nedenle, Mekke fethi ile Kürdistan fethi arasında analoji/benzerlik kuruluyor. Ama ta İskender’den beri tarih der ki “Kürdistan’a sefer olur zafer olmaz!”

Başlangıç noktaları arasında kısa devre yapmak için önce Ermeni, sonra Zerdüşt ilân edilmiş Kürd’ün şimdilerde Ezidîlikle yaftalanması gerekiyor. AK tolgalı beylerbeyi haykırıyor: “İlerle, ilk hedefiniz Diyarbekir”.

Son seçimlerde İstanbul’a yeni “boğaz” vadeden başbakan, Diyarbekir’e en fazla hapishane sözü verebiliyor. O boğaz için o hapishanenin açılması şart. O boğazdan beslenecekler için birkaç Kürd’ün o hapishanelerde boğazlanması mecburî.

Bu mudur İslam?

Efendilerin kendi boğazından geçmesine izin verdiği iki lokmayı da reddeden, “beni hayatta kalmak üzerinden korkutup teslim alamazsınız” diyen, yaşamak için ölen iradeyi, tek derdi baş ve son olmak olan bir kişinin anlaması mümkün değil.

İşin kendisiyle ve ona ortak olmakla değil, sadece işin başı ve sonuyla ilgilenen kişinin ahlâkı ve hukuku, o iş pratiği ile hemhal olanın ahlâkı ve hukukundan farklı olacaktır. Birinciler, ikincileri kendi başlangıç noktasını önceleyen ne kadar düşman varsa onunla tanımlayacaklardır. Ezeli ve ebedi bir kavganın neferi hiçbir vakit olamayacaklardır. Son-suzluk onlardan sorulduğu için başlangıçtan önceki her şeyi o sonsuzluğun düşmanı olarak takdim edeceklerdir. Hakikati özel bir kavmin ve özel bir tanrı-kişinin elinden alıp âdemoğluna açan Hz. Muhammed, baş ve başlangıç ilân edilip tarihsel bir referans noktası kılınacak ve böylelikle O’na şeklen benzeyen ama özünde O’nu çürüten ve hakikati kendi mevcudiyetine kapatan, özel bir kavme ya da özel bir tanrı-krala dönüşen şahsiyetler türeyecektir.

Oysa ışığın köreldiği, tüm ipliklerin siyah olduğu günlerde, bedenini âdil ve eşit bir dünyanın fethine kapı kılanlar, bu hakikatin özgürleştiği ândır.

Eren Balkır
29 Ekim 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder