“Maruz kaldıkları zulme
rağmen Türk komünistlerine şunu söylüyoruz: ‘Devrim için hayli önemli olan
Türkiye’nin bağımsızlığını müdafaa göreviniz henüz bitmedi. Zulmü protesto edin
ancak şunu da unutmayın ki burjuva devrimcileri ile işbirliği içinde kat edeceğiniz
daha çok uzun bir yolunuz vardır.”
[Karl
Radek, 1922)][1]
28
Ocak 1921’de Mustafa Suphi ve önde gelen on dört Türk komünisti, Türkiye’ye
varışlarından sadece bir ay sonra, Sovyetler Birliği’ne dönmeye mecbur
edildikleri 28 Ocak 1921’de, Trabzon açıklarında katledildiler. Bu trajedi,
Ankara’da kısa süre önce kurulmuş bulunan Türk millî hükümeti ile genç Sovyet
devleti arasında tesis edilmiş olan yakın ilişkiye güvenen Türk komünistlerinin
ilk dönem umutlarını kırdı. İyimserlik iklimi, Anadolu’da legal bir komünist
hareket örgütleme hususunda TKP liderlerini yüreklendirdi, ancak Ocak 1921’de,
daha rüşeym hâlindeyken sözkonusu proje, Karadeniz’in soğuk ve karanlık
sularında boğuldu. İlgili vak’a, uzun süre Türkiye’deki sol hareketleri
etkileyecek olan sürecin başlangıç noktasına işaret ediyordu: sol hareket,
doksanlara dek kesintisiz devam eden bir baskı ve zulüm dönemine tanık oldu.
Diğer
yandan Sovyet devleti ile Ankara’daki Mustafa Kemal hükümeti arasında vücut
bulan yakın ilişki, iki ülke tarihinin ana niteliğini uzun süre belirledi ve bu
ilişki, Moskova destekli Türk komünistlerin katlinden ciddî ölçüde etkilenmedi.
Moskova’nın millî Türk hükümetine tedarik ettiği maddî ve diplomatik yardım,
Karadeniz’de komünistlerin katliamı sebebiyle, hiç kesintiye uğramadı.
Genç
Bolşevik devleti nasıl olur da burjuva-milliyetçi bir hükümet destekler ve
hükümetin dost komünistlere yönelik kanlı bastırma eylemini görmezden gelirdi?
O nasıl olur da Karadeniz vak’asını Ankara ile kurduğu ilişkiler dâhilinde göz
ardı ederdi? Bu hususların izahatı, tarihsel momentin özgül etmenleri
dâhilinde, savaş sonrası uluslararası konjonktürün hayli hassas ve karmaşık
olan istikrarsız hakikatinde aranmalıdır.
Bakû
Kurultayı ve Suphi grubunun Anadolu’ya ilişkin artan faaliyetleri Ankara
nezdinde ciddi endişelere yol açıyordu. Moskova’daki yavaş seyreden görüşmeler
Türk komünistlerin artan faaliyetleri ile inkıtaa uğruyordu. 14 Eylül 1920’de
Ali Fuat’a yazdığı mektubunda Mustafa Kemal, Türkiye’de “sosyalist devrim”
hedefleyen bir Türkiye Komünist Partisi örgütleme niyetlerinden kendisine acı
veren duygularla bahsediyordu.
Aynı
mektupta Kemal bu yaklaşımına, Türkiye’deki komünistlerde en ufak bir başarı
ihtimali gördüğü takdirde Sovyetler’in Ankara hükümetine maddî yardıma
başlayacağına ilişkin tespitini de ekliyordu. Sovyetler Ankara hükümeti ile TKP
aracılığıyla temas edeceğini ilân ettiği takdirde neler olurdu? Kemal’in de
işaret ettiği üzere, “Türkiye’deki komünist örgütlenmeler bu sebeple Türk millî
hareketinin çıkarlarının aleyhinedir ve dolayısıyla bunlar durdurulmalı ve
maliyeti ne olursa olsun uzak tutulmalıdırlar.”[2] Aslında Kemal, Türkiye’de
Bolşevik tarzda bir devrim potansiyelinin asla mevcut olmadığına ve böylesi bir
devrimin gelecekte de gerçekleşmeyeceğine kesin olarak inanıyordu. Ancak,
Ankara’nın Moskova’dan önemli miktarda maddî destek bekliyor olduğu söz konusu
özel dönemde yüzleşilen temel sorun, Sovyet hükümeti ile iyi tesis edilmiş
ilişkilerin zarar görüp görmeyeceği ve Sovyet yardımının riske girip
girmeyeceği idi.
Dönemin
resmî Türk belgeleri hâlâ sırda olduğundan ve Türk millî hareketine önderlik
eden şahısların değerlendirmelerinde Türk-Sovyet ilişkileri dipnot düzeyinde
ele alındığından, Türk milliyetçileri arasındaki iç tartışmalarla ilgili
elimizde fazla bir bilgi bulunmuyor. Bilinen, sadece Mustafa Kemal’in kurnaz ve
şeytanî bir teşebbüse girişmiş olduğudur.
M.
Kemal, 18 Ekim 1920’de yakınlarına Ankara’da resmî bir KP kurmaları talimatı
verir. Parti’nin Komintern’e üyelik için başvuru yapmasını da ister. Amacı, pek
de alışılmadık bir yol olmasına karşın, kukla bir parti ile Bolşevik yardımını
güvence altına almaktır.[3] Resmî parti Bolşevizmi tümüyle Rus bir tecrübe
olarak tanımlar; bu sebeple kendisinin Bolşevik olmadığını ilân eder. Diğer
yandan kendisini komünist olarak ilân eden parti, komünistliğini sınıf
mücadelesine dayanmayan ancak yabancı zalimlerle dövüşmek için zengini ve
fakiri örgütleyecek, “özgül bir Anadolu rejimi”ni hedefleyen, kendine has bir
komünizm tipi olarak tarif eder.[4]
Bu
noktada Sovyet devletine dönük duygusal yakınlığı artırmak amacıyla “komünizm”
etiketi popülist bir jargon dâhilinde ifade edilir.
31
Ekim tarihli bir telgrafında Ali Fuat, Kemal’e, Türkiye için komünizm
seçeneğinin uygun olmadığına ilişkin inancını aktarır. Devamında Ali Fuat,
neden resmî komünist parti kurmak gerektiğini şu şekilde izah eder:
“Bu hareket (komünizm) iç
ve dış kaynaklardan ülkemizin içine doğru yayılıyor ve muhtelif hedefler
güdüyor, gerekli tedbirler alınmadığı takdirde Türk halkının birlik ve huzuru
tehlikeye girecektir. Dolayısıyla hükümetin rehberliğinde bazı makul arkadaşlarımıza
bir komünist parti kurdurmak en akıllı adım olacaktır.”[5]
Bu
tespitte her türden şüpheli politik faaliyeti kontrol altında tutmak için resmî
bir parti kurmanın en uygun yol olarak görüldüğü gayet açık bir biçimde
anlaşılmaktadır. Aynı zamanda Sovyet devletine yönelik halk arasındaki muhtemel
sempatiden istifade edilmek istenmektedir. Bu tedbiri alarak Kemal önemli bir
başarı elde eder. Yeşil Ordu Cemiyeti kendisini fesheder ve Çerkes Ethem
Kemal’in resmî partisine girmeye ikna edilir. Ethem’in gazetesi Yeni Dünya
bu resmî KP’nin yayın organı olur. Ancak bu anlaşma fazla uzun sürmez.[6]
Yılın
sonuna doğru Ethem’e sadık olan köylü gerilla güçlerini düzenli ordu altında
yeniden organize etmeye dönük Ankara hükümetinin gayretlerine yönelik bir tepki
olarak Ethem Kemal’e başkaldırır.[7] Bu esnada Yeni Dünya hükümetin
Ethem’e karşı başlattığı kampanyayı açıktan eleştirmeye başlar ve Ethem’in asi
güçlerini bastırmak için, Ethem komutasındaki birliklerin aktarılmasına mani
olmak amacıyla, demiryolu işçilerine grev çağrısı yapılır. 1920’nin sonunda ve
1921’in başında gazetenin sahibi ve Ethem’in birçok dostu onunla bağlantılı
olmakla suçlanıp tutuklanır.[8]
Anadolu’da
tüm bunlar olup biterken Bakû’de bulunan, Moskova destekli komünist partinin
lideri Mustafa Suphi ve partinin diğer kimi önde gelen isimleri, parti
faaliyetlerini Anadolu’ya taşıma kararını uygulamak amacıyla, yola
çıkmışlardır. Bu tam anlamıyla kötü bir zamanlamadır. Grup, Türkiye’ye Aralık
sonunda giriş yapar ancak Ankara’yı hedefleyen güzergâhlarında Trabzon’un
ötesine geçemezler. 28 Ocak’ta Mustafa Suphi, karısı ve 14 yoldaşı bir kayığa
bindirilip Batum’a gönderilir. Bu esnada arkadan gelen bir kayıkta bulunanların
saldırısına uğrarlar.[9] Bu saldırı sonucu sağ kalan kimse olmaz.[10]
Komintern
teftiş raporuna göre, Giresunlu Osman Ağa Türk komünistlerinin katlinden
sorumlu olan kişidir. “Karadeniz Vak’ası” olarak bilinen bu katliamda aktif rol
oynayan Osman Ağa Karadeniz bölgesinin etkin bir çete reisi ve Kemal’e sadık
bir isimdir. Osman Ağa ve adamlarının Ankara hükümetinin direktifleri
doğrultusunda doğu Karadeniz’deki Ermeni ve Rum köylerine saldırılar
düzenledikleri bilinmektedir.[11]
Ankara
hükümeti bu saldırıya dâhli olduğunu inkâr eder ve bunun bir deniz kazası
olduğunu söyler. Mete Tunçay’a göre, yakın dönemde açığa çıkmış (Türk Tarih
Kurumu Enstitüsü’nde bulunan) kimi telgraflar, katliamı gerçekleştirenlerle
Erzurum’daki Kemalist vali ve Kâzım Karabekir arasındaki doğrudan bağlantıları
açığa çıkartmaktadır.[12] 1921 Ocak’ının ilk günlerinde, Suphi’nin grubu henüz
Kars’ta iken Karabekir (Erzurum valisi) Hamit Bey’e bir dizi telgraf çekmiş ve
grubun Erzurum sonrası sınırdışı edilmesi amacıyla Trabzon’a yönlendirilmesi
talimatını vermiştir. 16 Ocak’ta Hamit Bey bu hususta Kemal’i bilgilendirmiş,
Kemal de 18 Ocak tarihli telgrafı ile bu kararı onaylamıştır.[13]
Eldeki
bir dizi belge, “Karadeniz vak’ası”nda Ankara hükümetinin önemli bir rol
oynadığını açıkça ortaya koymaktadır. Önde gelen milliyetçi komutanlardan biri
olan Karabekir ve Ankara hükümetinin yereldeki önemli bir temsilcisi olan Hamit
Bey, Mustafa Suphi’nin Anadolu’ya girmesine mani olmak için ortaklaşa kumpas
kurmuştur. Suphi ve grubu Trabzon’a yönlendirilmiş ve burada Batum’a
gönderilmeleri için bir kayığa bindirilmiştir.[14] Telgrafların da gösterdiği
üzere, Mustafa Kemal bu tertibatın gayet farkındadır. Ancak Türk komünistlerin
sonunu getiren süreçte Kemal, Karabekir ve Hamit Bey’in rolleri tam anlamıyla
açık değildir. Esas planı kimin yaptığı belirsizdir. Ancak TKP ve partiye yakın
diğer kaynaklar, parti kurucularının katli ile ilgili olarak her zaman Kemal’i
suçlamışlardır.[15]
Katliamın
haberi Moskova’ya ulaştığında RKP(B) parti üyelerine özel olarak resmî bir
bildiri gönderir. Burada temel olarak Türk komünistlerin nasıl öldürüldükleri
izah edilir. Ancak bildiri esasta keyfî, solcu ve maceracı teşebbüslerle
ilgilidir.[16] Bildiri her ne kadar bu suçlamayı doğrudan ilgili konuyla
ilişkilendirmese de yaptığı gönderme gayet açıktır. Moskova, Türk komünistlerin
kendi başlarına hareket edip parti faaliyetlerini Anadolu’ya taşımalarına
ilişkin iyimserliklerini ve kararlarını paylaşmamaktadır.
1921’de
Sultan Galiyev[17], Suphi’nin 1918 ve 1919’da Sovyetler Birliği’nde aykırı kimi
politik koşullar altında çalışmak zorunda kaldığını söyler. “Uzun süre Suphi,
güvensizlik ve şüphe atmosferi içinde çalışmaya mecbur edilmişti. Bu da onun
moralini büyük ölçüde bozmuştu.”[18]
“Karadeniz
vak’ası”nın Türk-Sovyet ilişkileri üzerinde ciddi bir etkisi olmaz. İlgili
vak’a protesto edilmiş ve devlet adamı tarzında her iki taraf eliyle bir kenara
itilmiştir. Ancak bu tecrübe önemli ve zengin kimi derslerle yüklüdür. 1921’in
ilk günlerinde yaşanan bu gelişme, millî kurtuluş hareketlerinin anti-komünist
liderliğini destekleme ve aynı zamanda Komintern üzerinden onları devirmek
amacıyla yereldeki komünist hareketleri destekleyip örgütlemeye ilişkin Doğu’ya
yönelik Sovyetler’e özgü ikilemin ortaya çıkardığı hatanın ilk örneğini temsil
eder. Kemalist liderlik, Türkiye’deki tüm komünist faaliyetlerin kökünü açıktan
kazımaya başladığında Sovyet hükümeti, Moskova’ya sadık yereldeki komünistlerin
kaderine bakmaksızın, Ankara ile resmî işbirliği siyasetini sürdürmeyi tercih
eder.[19]
Türk
komünistlere dönük kumpasın yoğunlaştığı dönemde Moskova Eylül 1920’de açmaza
giren tartışmaların sürdürülmesi için yeni bir Türk delegasyonunu karşılamak
üzeredir. 20 Ocak 1921’de (Suphi’lerin Karadeniz’in karanlık sularında
boğulmasından sadece sekiz gün önce) Türk delegasyonu Moskova’ya gider. Ekonomi
Bakanı Yusuf Kemal’in başkanlığındaki hayli geniş tam yetkili delegasyonda dört
adet de danışman bulunmaktadır. Askerî danışman grubunun başı Saffet
Arıkan’dır. Kafkasya’dan gelen temsilciler politik danışman grubunu teşkil
etmektedirler. Çalışma grubunun başında ise Dr. Tevfik Rüştü Aras vardır.[20]
“Karadeniz
vak’ası”ndan bir aydan daha kısa bir süre sonra, 26 Şubat 1921’de resmî
görüşmeler başlar. Burada iki ayrı başlık ele alınır. İlki politik, diğeri de
askerî yardımlarla ilgilidir. Görüşmeler birkaç hafta içinde başarılı bir
sonuca bağlanır.
Türk-Sovyet
Dostluk ve Kardeşlik Anlaşması Mart 1921’de imzalanır; gerekçesinde her iki
ülkenin emperyalizme karşı mücadelesi ele alınır. Anlaşma, aşağıdaki başlıklar
dâhilinde özetlenebilecek temel 16 maddeden[21] meydana gelir:
*
Anlaşma, Türkiye’ye Kars ve Ardahan’ın verilmesini uygun bulur. Diğer yandan
Türkiye Batum’un Gürcüstan’a verilmesini kabul eder. Devredilen bölgelerdeki
nüfus mübadelesi için karşılıklı olarak bir dizi hüküm belirlenir.
*
Sovyet hükümeti kapitülasyonların iptalini kabul eder ve her iki taraf
birbirlerine zorla anlaşma dayatılmasını reddeder.
*
Moskova, “Misak-ı Millî” dâhilinde iddia ettiği tüm bölgelerle birlikte Ankara
hükümetini tanır.
*
Taraflar, Boğazlar’ın serbestiyetinin garanti altına alınması ve tüm ülkelerin
ticarî amaçlar doğrultusunda serbest geçiş imkânı elde etmesi ile ilgili olarak
Karadeniz ve Boğazlar rejiminin değerlendirilmesi meselesini Karadeniz’e sahili
bulunan diğer devletlerin delegelerinin buluşacağı özel bir konferansa
bırakmayı kararlaştırır.
*
Her iki taraf, diğer tarafın bölgesi üzerindeki yurttaşları için en iyi
muameleyi göstermeyi kabul eder.
*
Sovyet hükümeti mevcut anlaşmanın taraflarla doğrudan bağlantılı kimi
şartlarının, Transkafkasya Cumhuriyetleri tarafından Türkiye ile ayrı olarak
imza edilecek anlaşmalar dâhilinde, onaylatılmasını güvence altına almayı kabul
eder.
*
Anlaşmanın her iki tarafı, Türkiye ve Sovyetler’deki yurttaşların yıkıcı
propagandalarına mani olacak adımlar atmayı kabul eder. Taraflar, diğer tarafın
ülkesindeki hükümetin rolüne ilişkin hak iddiasında bulunan grupların oluşumuna
izin vermez.
Sovyet
tarafının isteği üzerine, Türkiye’ye yapılacak mali ve askerî yardım meselesi
anlaşma metnine sokulmaz. Bu, İngilizlerle yapılacak anlaşmanın altını oymamak
için alınan bir tedbirdir.[22] Görüşmelerde Sovyetler’in yapacağı mali ve
askerî yardımların içeriği ve miktarı gizli mektupların değiş tokuşu üzerinden
netleşecek ve bu mektuplar dostluk anlaşmasının ayrılmaz birer parçası olarak
kabul edilir.[23]
Sovyet
yardımının içeriği ve miktarı genel anlamda gizlidir.[24] Nutuk’unda
Mustafa Kemal, Sovyet yardımlarına hiç atıfta bulunmaz. Ankara hükümetinin
Moskova’daki ilk yarı resmî temsilcisi olan Halil Paşa, Sovyet hükümeti
temsilcileri eliyle kendisine teslim edilen 100.000 Türk lirası değerindeki
altın külçeyi Karaköse’deki (Erzurum yakınlarındaki küçük bir kasaba) tümen
komutanı Cavit Bey’e Mayıs 1920’de verdiğini söylemektedir.[25]
Anılarında
Ali Fuat Cebesoy, Yusuf Kemal’in Bekir Sami başkanlığındaki ilk Moskova misyonu
dönüşünde, Eylül 1920’de, Ankara’ya 1 milyon altın ruble getirdiğini anlatır.
Mart 1921 anlaşması sonrası ise Yusuf Kemal’in Türkiye’ye 400.000 altın ruble
getirdiği, parayı Askerî Ateşe Saffet Arıkan ile birlikte gönderdiği iddia
edilir[26] Selek’e göre ise, Binbaşı Saffet’e Cebesoy’un aktardığı miktarın on
misli, yani 1 milyon altın ruble verilmiştir. Almanya’ya gönderildiği söylenen
bu paranın kaderine ilişkin net bir bilgi mevcut değildir. Selek’in iddiasına
göre, Binbaşı Saffet daha fazla silâh alabilmek için parayı borsada
değerlendirmiş, artırmak isterken hepsini kaybetmiştir.[27]
Şevket
Süreyya Aydemir’in tespitine göre, Ankara hükümeti “Bağımsızlık Savaşı”nın
sürmesi için her yıl Sovyetler’den 10 milyon altın ruble talep etmiş[28], 1920
yılı boyunca yaklaşık 5 milyon altın ruble gönderilmiştir. Aydemir’e göre,
1921’den 1922’ye kadar toplam gönderilen miktar 10 milyondur.[29]
Karal’a
göre, Sovyet kaynakları da Türkiye’ye dönük malî yardıma ilişkin şu bilgileri
vermektedir: Eylül 1920’de 1 milyon altın ruble ve 200,6 kg altın büyükelçi
Upmal Angarski eliyle Erzurum’da teslim edilmiştir. Nisan 1921’deki anlaşma
sonrası Yusuf Kemal 4 milyon altın ruble almıştır. Mayıs ve Haziran 1921
süresince Binbaşı Saffet’e 1,4 milyon altın ruble verilmiştir. Kasım 1921’de
(Ukrayna’daki Sovyet güçlerinin başkomutanı) General Mikhail Frunze Trabzon’a
yaptığı ziyarette beraberinde 1,1. milyon altın ruble getirmiştir. Mayıs
1922’de Sovyet büyükelçisi Aralov’un Ankara’ya gelirken yanında getirdiği
miktar ise 3,5 milyon altın rubledir. Karal’ın tespitine göre, Maliye Bakanı
Hasan Fehmi son taksitin teslimi ardından 10 milyon altın ruble için hazırladığı
makbuzu Aralov’a vermiştir.[30]
21
Kasım 1921 tarihli bir İngiliz istihbarat raporuna göre, Mart 1920-Ekim 1921
arası dönemde Moskova’dan Kemalistlere gelen yardımın miktarı şu şekildedir:
Temmuz 1920’deki 50 milyon altın rublelik ödemenin ilk taksidi olarak 20 pud
altın (yaklaşık 50.000 sterlin), Kasım 1920’de 2 milyon altın ruble ve Nisan
1921’de Almanya’da Türk casuslarına gönderilen 1 milyon altın ruble. Son olarak
Eylül 1921’de teslim edilen 500 okka altın (yaklaşık 90.000 sterlin).[31]
Sovyetler’de
bu ödemelerin tam bir listesi mevcut değildir ve arşivlerdeki belgeler tutarlı
bir değerlendirme imkânı vermemektedir. Bazı belgelere göre, Moskova Anlaşması
Türkiye’ye toplamda 10 milyon altın ruble verilmesini öngörmektedir.[32] Bu
tutarın 5,4 milyon rublesi aynı yılın Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında ülkeye
aktarılmıştır. 1,1 milyon ise 1921’e doğru Türk hükümetine verilmiştir.[33] 29
Aralık 1921 ve 29 Nisan 1922’de Sovyet hükümeti Novorossisk’teki Türk elçisi
üzerinden büyük miktarlarda mayın, ağır silâhlar, tüfekler ve diğer silâhları
teslim etmiştir. 1922’de Türkiye’ye fişek fabrikası için ekipman verilmiştir. 3
Mayıs 1922’de Sovyet hükümeti 10 milyonluk ödemenin son taksiti olarak 3,5
milyon altın ruble verir.[34]
Sovyet
arşivlerinden ve muhtelif Türk kaynaklarından edinilen bilgiler, Sovyetler’den
Türk milliyetçilerine verilen paranın toplamda 10 milyonu asla aşmadığını
göstermektedir.[35] Ancak esas uzlaşmazlık temelde anlaşmanın yapısına
ilişkindir: birçok Türk, Bolşeviklerin her yıl için 10 milyon ruble ödeme
yapmaya söz verdiğini iddia ederken, Sovyet kaynakları, anlaşılan tutarın bu
olduğu hususunda ısrar etmektedir.
Türk-Sovyet
Dostluk Anlaşması birçok ihtilafın ve yorumun konusu olmuştur. Ankara hükümeti
için bu anlaşma, doğu cephesindeki lehte konumunu güvence altına alan
diplomatik bir başarıdır. Anlaşma, ülkenin diplomatik ve askerî konumunu
güçlendirmiştir. Sovyet tarihçileri ise anlaşmanın Kemalistlere daha önce sahip
olmadıkları ölçüde büyük bir uluslararası prestij kazandırdığını iddia
ederler.[36]
Sovyet
Rusya cephesinde ise anlaşma, genel anlamda Türkiye ile arasındaki Kafkas
sınırlarını tayin etmiştir. Ayrıca anlaşma Sovyetler’in doğudaki prestijini de
artırmış, Kafkaslardaki Müslüman halk arasındaki şüpheyi kaldırmıştır.
Anlaşmanın imzalanmasından birkaç gün sonra Moskova’da yaptığı konuşmada Lenin,
“birkaç gün önce Türklerle bizi Kafkaslar’da bitmek bilmeyen savaşlardan
kurtaracak bir anlaşma imzaladık.” der.[37]
Anlaşmanın
genel anlamda sahip olduğu kimi olumlu ifadelere rağmen, onun her iki tarafa da
güven verdiği söylenemez. 15. Madde, Rusya’nın Transkafkasya devletleri ile
anlaşma sağlamasını kolaylaştıracağını söylemesine karşın, Sovyet hükümeti
hiçbir zaman ilgili anlaşmayı bu şekilde genişletme yoluna gitmemiştir.
Tiflis’teki Gürcü Devrimci Komitesi’nin başkanı Mamya Dimitriç Orakileşvili’ye
yazdığı telgrafta Çiçerin, oradaki cumhuriyetlerin Türkiye ile herhangi bir
anlaşma içine girmemesini istemiş ve Moskova’dan gelecek talimatları
beklemesini söylemiştir.[38] Türkiye, Ekim 1921’e dek doğu sınırını tam olarak
belirleyememiştir. Bu dönemde Türkler, Sakarya Nehri yakınında Yunan ordusu ile
önemli bir savaş yürütmektedir. Savaş sonucu, Moskova’nın gözünde hükümetin
otoritesinin kanıtı olarak değerlendirilir. Tarafların kendi propagandacılarını
uyardıkları 8. Madde’de ise her iki ülke arasındaki yakınlaşmanın aşırı
ihtiyatlı içeriği aşikâr bir hâl alır.[39]
Görece
daha genel bir düzeyde 26 Şubat’ta İran ve 28 Şubat’ta Afganistan ile yapılan
benzeri anlaşmalarla[40] birlikte bu anlaşma Bolşeviklerle dış dünya arasındaki
ilişkilerin hükümetler seviyesinde pekiştirilmesi aracılığıyla bir tür
uyumlulaşma sürecinin ileri bir aşamasını teşkil etmiştir. Moskova yakın
komşuları ile ilişkilerini düzene sokmuş, hassas sınır bölgelerindeki kilit
öneme sahip devletlerle kurulan bu sıkı ilişkiler güvenlik sistemi için gerekli
temel taşını teşkil etmiştir.
Bülent Gökay
[Kaynak:
Soviet Eastern Policy and Turkey, 1920-1991, Routledge, 2006, s. 23-30.]
Dipnotlar:
[1] B. Lazitch ve M. M. Drachovitch, Lenin and the Comintern içinde,
cilt. I, California: Hoover Inst. Press, 1972, s. 562.
[2]
Aktaran: R. N. İleri, Atatürk ve Komünizm, İstanbul: Anadolu Yayınları,
1970, s. 155–9.
[3]
Robert G. Wesson, Soviet Foreign Policy in Perspective (Homewood, 1969)
isimli kitap şu yanlış değerlendirmeyi yapmaktadır: “‘O da [Mustafa Kemal] bir
süre sahte TKP aracılığıyla Komintern’e üye olur.” (s. 75).
[4]
A. Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1975, s. 507;
Cerrahoğlu, Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, s. 175–9; G. S.
Harris, Origins of Communism in Turkey, Stanford, CA: Hoover Institute
Press, 1967, s. 82.
[5]
Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, s. 509. Cebesoy’un Kemal’in
teşebbüsündeki aklı paylaşıp paylaşmadığı tam olarak açık değildir.
[6]
A. Novichev, “Antikrest’ianskaia politika Kemalistov v 1919–1922”, Voprosy
Istorii, 9 (1951), s. 70–1.
[7]
Kasım ve Aralık 1920 süresince İstanbul’dan gelen İngiliz istihbarat
raporlarına göre, Ankara ile Yunan hükümetleri arasında kimi gizli görüşmeler
yapılmış, muhtemelen Kemal Ankara tarafının temsilcisi olarak Çerkes Ethem’i
seçmiştir. Dolayısıyla Ethem’in isyanı bu gizli temasları örtbas etmek amacıyla
bir zırh olarak kullanılmıştır. (8 Ocak 1921 tarihli Haftalık Rapor,
Genelkurmay İstihbaratı, Konstantinopol, Londra, PRO; FO 371/6497.) Bu rapor
her ne kadar ikna edici görünse de yukarıda belirtilen gizli görüşmelerin
varlığını destekleyecek herhangi bir başka değerlendirmeye rastlamadım.
[8]
TBMM Zabıt Ceridesi, VIII/ 1/1337, s. 227. Kandemir, Atatürk’ün Kurdurduğu
TKP, s. 134–6. Türk kaynaklarınca temin edilen bu istihbarat bir İngiliz
istihbarat raporunca da teyit ediliyor: Haftalık Rapor Sayı. 97, 4 Aralık 1920.
[9]
GKH Genelkurmay İstihbaratı (Konstantinopol); Londra, PRO; FO 371/ 6497.
[10]
Bir değerlendirmeye göre, bu trajediden bir tek Mustafa Suphi’nin eşi Semiramis
kurtuluyor. Ancak bu tespiti doğrulayacak başka bir kaynağa rastlanmadı. (A. C.
Emre, “1920 Moskova’sında Türk Komünistleri”, Türk Dünyası, Sayı. 1
(Aralık 1964), s. 151.)
[11]
Bu olaya ilişkin bir değerlendirme için bkz. Bülent Gökay, “The Turkish
Communist Party: The Fate of the Founders”, Middle Eastern Studies,
Sayı. 29, 2 (Nisan 1993), s. 220–35.
[12]
Türkiye, Yakın ve Ortadoğu Departmanı Hakkında Özet, Komintern, 10 Mayıs
1922; Moskova, TsPA; Fond: 5, Op. 3, D. 630.
[13]
Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar, s. 235–6.
[14]
A.g.e., s. 236.
[15]
Narkomindel İstihbarat Raporu Ocak 1921’deki ölümle sonuçlanan seyahatin
ayrıntılarını özetlemektedir; Moskova, AVP; Fond: Türkiye hakkında belge, Sayı.
722.
[16]
İnkılap Yolu, Temmuz–Ağustos 1930; Kızıl İstanbul, 7 Şubat 1931; Kızıl
İstanbul, 24 Ocak 1932.
[17]
İç Parti Raporu, RKP(B), 20 Şubat 1921; Moskova, TsPA; Fond: 5, Op. 2, D. 2.
[18]
Mirza Sultan Galiyev 1880’lerde doğar, köken olarak Volga Tatar’ıdır, 1917’den
itibaren önde gelen komünist eylemcilerden birisidir. 1918’in ikinci yarısında
Millet Meseleleri Komiserliği’nde Stalin’in önemli yardımcılarından biri olur.
Aralık’ta Merkezî Müslüman Askerî Okulu Komiserliği’nin başkanlığına getirilir.
Sultan Galiyev, ayrı bir Müslüman Kızıl Ordu’sunun kurulmasını ve Müslüman
komünistlere politik özerklik verilmesini savunmaktadır. Volga-Ural
bölgesindeki büyük bir Sovyetik Müslüman özerk cumhuriyeti kurmak için çalışır.
1923’te Stalin tarafından milliyetçi ve Müslüman sapma içinde olduğu
gerekçesiyle suçlanıp tutuklanır. Komünist partiden ihraç edilir ve 1930’da
ortadan kaybolur.
[19]
B. Lazitch ve M. M. Drachkovitch, Lenin and the Comintern içinde, cilt.
1, Kaliforniya: Hoover Institute Press, s. 375.
[20]
Yereldeki komünistlerin Sovyet dış siyasetinin çıkarlarına trajik bir biçimde
feda edilmesi vak’asına altı yıl sonra, üstelik görece daha geniş bir ölçekte,
Çin’de de tanık olunur. “Çin Vak’ası” ile ilgili değerlendirmeler için bkz.: H.
Isaacs, The Tragedy of the Chinese Revolution (Stanford: Stanford
University Press, 1951) ve L. Trotsky, Problems of the Chinese Revolution
(Londra: New Park, 1969).
[21]
Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 102–3.
[22]
Moskova, AVP; Fond: 132, Ref. Türkiye, Op. 4, D. 11, Pap. 5.
[23]
Narkomindel’den Politbüro’ya, 30 Kasım 1920; Moskova, TsPA; Fond: 5, Op. 2, Ed.
xp. 314.
[24]
Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 144–5.2
[25]
Ankara’nın Sovyet hükümetinden istediği askerî yardım miktarı ile ilgili farklı
değerlendirmeler için bkz.: Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 144–5,
247–8; S. I. Aralov, Vospominaniia Sovetskogo Diplomata, Moskova, 1960,
s. 17–19; ve Harris, The Origins of Communism, s. 59–60.
[26]
Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 137; T. Bıyıklıoğlu, Atatürk
Anadolu’da, Ankara: TTK, 1959, s. 19.
[27]
Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 82.
[28]
S. Selek, Anadolu İhtilali, İstanbul: Burçak, 1966, s. 133.
[29]
Ankara’nın isteği ile ilgili bu bilgi Narkomindel’in Stalin’e 14 Eylül 1921’de
yazdığı mektup tarafından teyit edilmektedir; Moskova, TsPA; Fond: 5, Op. 2, D.
315.
[30]
Aydemir, Tek Adam-II, s. 433.
[31]
I. H. Karal, “Turkish Relations with Soviet Russia”, s. 270–1, 300. Karal
aşağıdaki kaynaklardan istifade etmektedir: DVP, III, s. 675; International
Affairs, Temmuz 1960, s. 120–2; Karabekir, İstiklal Harbimiz, s.
882, 953; Selek, Anadolu İhtilali, I, s. 112–3; Yakın Tarihimiz,
I, s. 100.
[32]
Londra, PRO; FO 371/6537, E 13780/ 143/44.
[33]
Bu aslında Türk delegasyonunun talep ettiği miktarın onda birinden bile azdır.
Delegasyon 150 milyon altın ruble istemiş, Narkomindel ise bunu “Doğulu
zihniyetin saf mübalağası” olarak nitelendirmiştir. (Narkomindel’den Stalin’e,
10 Mart 1921; Moskova, TsPA; Fond: 5, Op. 2, D. 315.) Diğer yandan Cebesoy’a
göre, Yunanistan ile yapılan savaşın devam etmesi hâlinde bir yıl için 10
milyon ruble vermeyi kabul etmiştir. (Moskova Hatıraları, s. 265–70.)
[34]
20 Eylül 1921’de Stalin’e yazdığı mektupta Çiçerin, Türklerin kabul edilen 10
milyona ek olarak toplamda 50 milyon altın ruble daha ödenmesi hususunda ısrar
ettiklerini yazar. Bu talebin kabul edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir
gösterge mevcut değildir. (Moskova, TsPA; Fond: 5, Op. 2, D. 315.)
[35]
Rakamlar şu kaynaktan alındı: B. Ponomaryov, A. A. Gromyko and V. Khvostok, History
of Soviet Foreign Policy, 1917–1945, University Press of the Pacific, 2001,
s. 163–4.
Bir
İngiliz istihbarat raporunda geçen ve bu miktarı aşan tutara ilişkin herhangi
bir kayıt bulunamadı.
[36]
Sovyetler’in Doğu siyaseti ile ilgili önemli çalışmalar kaleme almış olan
Profesör A. Miller, “Pratik bir bakış açısından bakıldığında Moskova Anlaşması
Türklerin kendilerine güvenmelerini ve Beyaz Muhafızlar’ın sayıca giderek
artmasını sağladı.” (A. Miller, Ocherki Noveishei Istorii Turtsii,
Moskova ve Leningrad, 1948, s. 114.)
[37]
Lenin, “RKP(B) Moskova hücreleri ve Moskova Valiliğinin sorumlu temsilcileri
ile sekreterlerinin toplantısında sunulan ayni vergi ile ilgili rapor”, 9 Nisan
1921, Toplu Eserler, Cilt: XXXII, s. 290.
[38]
Çiçerin’den Orakileşvili’ye (Tiflis), 30 Mart 1921; Moskova, AVP; Fond: Türkiye
hakkında belge, Op. 4, D. 10, Pap. 5.
[39]
T. K. Tengirşek, Vatan Hizmetinde, Ankara, 1981, s. 293–9. Moskova
Anlaşması’nın İngilizce çevirisi için bkz.: Eliot G. Mears, Modern Turkey,
New York: Macmillan, 1924, s. 645–8; ve M. S. Anderson, The Great Powers and
the Near East, Edward Arnold, 1970, s. 175–6.
[40]
I. Spector, The Soviet Union and the Muslim World, 1917–1958,
Washington: University of Washington Press, s. 85–103.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder