“Milletim nev’i beşerdir, vatanım
ruy-u zemin.”[1]
[Tevfik Fikret]
I
Tarih araştırmaları, devrimci tarihsel dinamikleri
kendi ölçü ve ölçeğinde önemseyen komünist hareketin yokluğunda, geçmişin
rasyonalizasyonuna ve geçmişe ait unsurların sınıf dışı, nötr analizlerine yol
açıyor. Komünist hareket, sınıfsal-politik bir ayraç olarak işlemiyor. 27 Mayıs
ve 9 Mart gibi dönemsel ya da durumsal hesaplaşma, saflaşma ya da
cepheleşmeler, kendi özgüllüğünde değer buluyorlar ama tarihsel sürece yayılan
hesaplaşma, saflaşma ve cepheleşmelerin önemi görülmüyor. Komünist hareketin
yokluğu, tersten, bu önemin görülmemesinde de aranmalı.
Sosyalist hareketin Kemalizmden koptuğunu, Kemalizmin
sosyalist hareketle kurduğu teorik, ideolojik ve politik bağlardan memnun
olanlar iddia ediyorlar. Bu bağların önsel olarak mutlak kabul edilmesi
gerektiği söyleniyor. Kopuşun 9 Mart’ta ve 12 Eylül’de yaşandığını iddia
edenler, sosyalist hareketin iki darbeye karşı somut cevaplar üretememiş
olmasının üzerini örtüyorlar ve darbe karşıtlığı ile tanımladıkları kopuş
sayesinde sosyalist hareketi sığ bir demokrasi mücadelesine indirgeme imkânı
bulmuş oluyorlar.
Şu görülmeli: Sol Sosyalistler Kurultayı’nın ve Tüm
Türkiye Komünistleri Kurultayı’nın bir ürünü olan TKP’nin bu oluşum sürecinde
biraraya getirdiği dinamikler, hareketin Kemalizm tarafından ezilmesi ile
birlikte, kendilerini Osmanlı’nın sonlarından itibaren ülkeye girmiş olan
sosyalizan akımların cenderesinde buluyorlar. Bu, bir biçimde, Osmanlı’dan
gelen dinamiklerin yeni fiilî duruma adapte olmak amacıyla Kemalist
diktatörlüğü ve onun Türkiye’sini meşru kabul etmesini beraberinde getiriyor.
Doğunun sert ikliminden gelen komünistlerle, Avrupa’da Spartakistler ve Fransız
sosyalizminden (büyük ölçüde II. Enternasyonalcilikten) beslenen sosyalistler
ayrışıyorlar. Yeni dönemin TKP’si, bu sosyalizmin eşiğinde yeniden doğuyor.
Kürtlere ve Müslüman halk hareketlerine mesafe alınıyor, kendisini Kemalizmin
yedeğine çekiyor, M. Kemal buna bile tahammül etmiyor. Toplumsal genişlemeci,
meşruiyetçi ve ilerlemeci bir perspektif, sosyalist hareketin alâmet-i farikası
olduğundan, sosyalist siyasetin içinde rüşt ispatlama yollarına giriliyor. Bu
ölçüde de Kemalizm içinde ittifaklar ve oydaşmalar bulunması kolay oluyor.
Osmanlı’dan gelen tarihsel-sınıfsal-kitlesel bağlar kesilince TKP özelinde
hareket, sosyalizm yuvasına yerleşiyor ve Mustafa Suphi’nin Komintern’de
önerdiği “devrimci ocaklar” sağa ve Kemalizme yâr oluyor. Tarihsel bağları
simgeleyen ocakların yokluğunda, coğrafyada tarihten hız alan kitlesel-politik
çıkışlarda komünistler (sosyalistler demek daha doğru) seyirci konumunda
kalıyorlar. İkinci Dünya Savaşı’nda Nâzım şahsında barış politikası
yürütülebiliyor, onun dışında parti desantralizasyonun sancılarını çekiyor.
Kemalizmin komünist hareketin tarihsel bağlarını kesmesi, yani onun dişlerini
sökmesi işlerini kolaylaştırıyor. Bu evcilleştirme işleminden Kadro hareketi
doğuyor.
Çeşitli aranışlar göze çarpıyor ama bunlar da Kemalizmin
çizdiği politik-ideolojik ve teorik çerçeveyi aşamıyor. Ulusal kurtuluşçuluk,
BAAS’çılık, üçüncü yolculuk, sol Kemalizm, kalkınmacılık ve millî demokratik
devrim, otuzlarda iktidar ideolojisi olarak belirlenen Kemalizmin altmışlarda
muhalefet ideolojisine dönüştürülmesinin sonucu olarak formüle ediliyor.
Altmışlarda emperyalizmle kurulan ilişkilere karşı geliştirilen doğal tepkiler,
Kemalizmi devrimci politik anlamda parçalamaya götürüyor. Ancak o gün doğru
olan bugüne dek süreklileştirilmişse yanlışa dönüşüyor ve ısrar, hatayı
güncelleştiriyor.
Soğuk Savaş, Türkiye ve Kemalizmin kışkırttığı bir
süreç olarak cereyan ediyor. Bu gelişme, iktidarın faşizan kurumları olan
Halkevleri’nde verilen bir seminerde ifadesini buluyor. “İhtilâl merkezine
-yani SSCB’ye- karşı çıkan iki memleket olarak Türkiye ve ABD”ye işaret edildikten
sonra, şunlar söyleniyor:
“İhtilâl
Merkezi, hiç te beklemediği hâlde, birdenbire, dünyayı kurtaracak bir program
hazırlandı. Bütün Amerika, Truman-Marshal plânı etrafında toplandı ve bütün
dünya, ‘Yurtta sulh, dünyada sulh’ü sağlamak yoluna girdi. Bununla, her
millette ve Birleşmiş Milletler’de esen hava, İhtilâl Merkezine karşı, her gün
biraz daha sertleşmeğe ve onun plânlarına karşı vaziyet almağa başladı.”[2]
Bu dar milliyetçi söyleme karşı, cumhuriyet öncesinde
Arnavutluk’tan Kafkaslar’a kadar geniş bir coğrafyada farklı ulus ve dinlerden
halklarla organik ilişkisi olan komünist hareket çaresiz kalıyor ve bu
çaresizlik, onu Misâk-ı Millî’ye, onun sahiplerine kul ediyor.
Misak-ı Millî, bugün Kemalistler de söylüyor, ikili
karakterdedir: hem müdafaacı hem de yayılma niyetleri taşır. Bu anlamda,
Osmanlı’dan taşınan özellikler bir biçimde dönüştürülmüş ve
süreklileştirilmiştir ama halkların mücadelesini kucaklayacak genişlikte bir
komünist hareket artık kalmamıştır. Ayrıca, hilâfet ve bir biçimde saltanat
TBMM’de mündemiçtir. Buradaki sürekliliğe karşı da bir şey yapılamamıştır.
Osmanlı saltanatına ve hilâfete karşı cisimleşen dinamikler ya farklı
kanallarda boğulmuş ya Kemalizmin içine hapsedilmiş ya da şiddet yoluyla
ezilmiştir. Bunların ihtiyaçlarına ve varlıklarına seslenecek bir komünist
hareket de ortada yoktur.
II
Kemalizm eleştirileri, büyük ölçüde TKP artığı
aydınların Kadro ismiyle Lemalizmi ideolojileştirme işine soyunmalarıyla
ilgilidir. İkinci eleştiri alanı, 27 Mayıs sonrasında solun Kemalizmle flörtü
dönemine yöneliktir. Eleştirilerin bir diğer kısmı da Kemalizmi altmışlarla
birlikte politik ittifaklar dâhilinde düşünen, onu ideolojik ve teorik değil,
salt politik açıdan okuyan kadrolarla ilgilidir (MDD karşıtlığı). İlk dönem Kemalizmi
iktidar, ikinci dönem iktidar karşıtı ideoloji olarak resmeder.
Sol, Kemalizm eleştirisini büyük ölçüde onu sınıfsal
düşman derekesine çıkarmadan ifa etmiştir. Bu açıdan eleştiriler, Kemalizmin
teorik ve pratik eksik ve zaaflarına oynama biçiminde işlev görmüştür. Çok
kültürlülük, burjuva milliyetçiliği, demokrasi, devlet-toplum ilişkileri…
Sosyalistler, bu dinamikleri havada asılı, kendinden menkul olgular olarak
değerlendirmişler, bu açıdan, sınıfsal-politik olanı görmemişler ve bu
kavramlar üzerinden işleyen sınıflar mücadelesine müdahale edememişlerdir.
Ermeni bir ayakkabıcının kendisine ayakkabı üretmesi
önerisine bile şiddetle karşı çıkan M. Kemal, Greko-Romen içerikli bir Türk
milliyetçiliği formüle etmiş, sol ise bu duruma çokkültürcülükle karşılık
vermiştir. Meselelere sınıfsal-politik bakmamış, etnik, ulusal, mezhepsel ya da
dinî yapılanmaları önsel, mutlak birer veri olarak almıştır. Tarihsel hayat
kanallarının kesik olması bunda etkili olmuştur.
Nâzım’ın Kuvvayı Milliye’si ve Şeyh
Bedrettin’i bu açıdan yan yanadır. Şairin şahsında komünistler, halk, ulus,
etnisite ve cemaat oluşumlarının tarihsel kanallarını, kendi köksüzlüğü
sebebiyle, görememişlerdir. Bu da iki eseri, dönemin Kemalist politikalarına
hizmet eden bir niteliğe büründürür.
Eserin Bedrettin’den bugüne gelen, Alevî ya da değil,
dinsel ideolojik yükle hareket eden dinamiklerin politize oluşu ile bir ilgisi
yoktur. Kemal’in İslâmcılara bayrak açtığı dönemde Nâzım, bu mücadeleye ortak
olmak istemiştir.
Kemalizme yönelik eleştiriler, Türkçü ve İslâmcı
kesimlerden yükselmiş, komünistler bu çığlığa ya duyarsız kalmışlar ya da
Kemal’in safını tutmuşlardır. Bunların eleştirileri, organik ilişki düzlemi
hiçbir zaman oluşmadığından, sol-sosyalist kesimlere etki etmemiştir.
Kemalizmden bağımsız ve uzlaşmasız bir hareket oluşturması gereken komünistler,
ne Türkçü-İslamcı kesimleri sınıfsal-politik anlamda bölebilmişler ne de
onların eleştiri ve muhalif mevziilerini içerebilmişlerdir.[3]
Kemalizm eleştirileri, seksen sonrasında önemli ölçüde
Kürt hareketi üzerinden somutlanmıştır. Kemalizm eleştirisi ile ilgili olarak
bütünlüklü bir perspektif devreye sokulmamıştır. Diğer anti-kemalist
dinamikler; sosyalistler ve İslamcılar ile ilişkide -böylesi bir ilişki mevcut
olmadığından- bir Kemalizm eleştirisi geliştirilememiştir. İslâmcıların ve
sosyalistlerin eleştirileri, büyük ölçüde liberalizme yâr olmuştur. Devrimci,
komünist unsurlara ise Kürtlerin anti-kemalizmi kalmıştır. Bu üç önemli faal
dinamik arasında, Kemalizm karşıtlığı düzleminde, bağlantı kanalları
sağlanamamıştır. Kürt hareketi kendi coğrafyasında, kendi ölçüleri dâhilinde bu
kanalları kurmuştur. Türk komünistlerine ise eksikliğini Kürtlerin artıları ile
kapatmak düşmüştür. Kürt hareketinin Kemalizm eleştirilerine karşı, sosyalizme
ya da liberal bir mantıkla, İslamî kültüre dönük katı bir savunu gündeme
gelmiştir.
Kemalizm karşıtı üç dinamik; sosyalistler, İslamcılar
ve Kürtlerdir. Seksen sonrasında sosyalistler Kürt eleştirilerinden beslenmeye
başlamışlardır. Doksanlarda Kürtlerin İslamî temaları kullanması ile birlikte,
kısmî olarak İslamcı eleştiriler içerilmiştir. Onların ve Kürtlerin liberalizme
doğru meyli sosyalistleri kendi sosyalitesine kilitlemiş, kendisine
kapatmıştır. Kürtlere mesafe alınmış, milliyetçilik eleştirileri yurtseverliğe;
din eleştirileri, modernizm ve aydınlanma bağlamında, başka dinsel tematik
(metafizik) algılamalara kapı açmıştır.
Kemalizm eleştirileri, İslamcıların yükselişe geçmesi
ile sosyalizm vurgusu dâhilinde karşılanmıştır. Bu da sosyalist hareketin Kemalist
ideoloji ile harmanlanmış tarihsel-toplumsal sürekliliğinin parçalanmasına izin
vermemiştir. Örneğin Dev-Yol gibi güçlü bir hareketin önemli bir kolu Halkevci
olmuştur. Köy enstitüleri, aydınlanma adına savunulmuştur. Kürt hareketi içinde
komünist bir öznelliğin olmayışı ya da Kürtler içinde işleyen sınıflar
mücadelesinin komünist parti biçiminde bir muhatapsızlığı, eleştirilere karşı
geliştirilen eleştirilerin ya İslamî ama büyük ölçüde sosyalizan söylemler
biçiminde oluşmasına neden olmuştur. Anti-emperyalizmin güncelleştiği
momentlerde ise Kemalizm, tekrardan içselleştirilmiştir. Yurtseverlik (laik
vatanseverlik) biçimi altında Kemalizm, ideoloji olarak sol hareket içinde
kendi yerini tekrar bulmuştur.
Oysa Kemalizm karşıtlığının tek dayanağı Kürt dinamiği
olmamalıdır. Kürtlerin demokrasi içinde yer bulması ile sonuçlanacak politik
süreçte komünistler, böylesi bir demokrasi perspektifini devrime uğratacak yol
ve yöntemi bulamamışlardır, silâhın tasfiye edilmesi zemininde, bulmalarına da
imkân yoktur.
Oligarşi, kapitalizm, bürokrasi, gericilik ya da
feodal yapılara karşı olmak üzerinden kendisini tanımlayan sol hareketler, Kemalizmin
çizdiği genel ideolojik çerçevenin içinde konuşmuş, hareket etmişlerdir.
Sosyalizmin, Kemalizme karşı somut ideolojik-teorik-politik mücadele
verilmeden, Kemalizmden kopartıldığı iddia edilmiştir. Aslında yeni
konumlanılan yer, Kemalizmin tarihsel-ideolojik ve politik eksik ve
zaaflarıdır. Onun ülkeyi iyi yönetmediği iddia edilir ama bu iddia,
sınıfsal-politik mücadele ile temellendirilmez. Bu nedenle, eksiklik ve zafiyet
edebiyatı yeniden Kemalizme bağlanır.
Bugün “Kemalizmin içerilip aşılması” gerektiğinden
bahsedenlere karşı komünistler, üç beş TKP artığının (Kadrocular) ve Batı
solundan esinlenmiş, pozitivist ya da pragmatist aydının söylediklerine göre Kemalizmi
teorik ve politik düzlemde olumlu bir yere koyamazlar. Onda olumlu unsurları
ayıklayıp kendi sistematiğine ekleyemezler. Kemalizmin elinde ve ağzında her
şey, bu ülkede devrim yürüyüşüne karşı bir silâha dönüşür.
Komünistler gerçeklerle uğraşmalıdırlar. Kemalizmi
sınıfsal temelde parçalamanın imkânını yakalamak için uğraşan solun
başarısızlığı, aksine, asimile oluşu, bugün için somut bir gerçektir. Bu açıdan
Kemalizmle hesaplaşmak, bugün için komünistlerin birliği ile ilgili
tartışmalara önemli katkılar sunacaktır.
Bir başka eleştiri kaynağı da Troçkistlerdir. Troçkistler,
kısmî, parçalı, yerel ve özgül olanın devrimciliğini görmezler, gördükleri
yerde ise ezerler. Enternasyonalcilik yaparken, ulus ölçeğindeki çıkışların
devrimci politik etkileşimlerini önemsemezler. Kemalizmi dar milliyetçilik ve
bürokratizm üzerinden eleştirirler. Geniş olanın zengin ufkuna güvenirler ama
dar olanın derinleştirici faaliyetini anlamazlar. Bu nedenle, komünist
hareketin somut bir varlık olabilmesi konusunda bir şey söylemezler.
Troçkistler, mantıksal bir işlemle, Stalin ve Kemal arasında analoji kurarak,
Stalin’e yönelik bürokratizm, anti-demokrasi ve tepeden inmeci askerî nizam
eleştirilerini M. Kemal’e de yöneltirler.[4] Bu konuda Troçkistler içinde,
eleştiriyi “Kemal-Lenin ittifakı” bağlamında, Kemal’i Lenin’e benzeterek
Lenin’i ve Kemal’i aynı potada eleştirenler de çıkmaktadır.
Kemalizm konusunda TKP’ye yöneltilen eleştirilere
sayısız örnek verilebilir. Ama tüm bu örneklerin ortak noktası, TKP’nin
“Kurtuluş Savaşı” dönemindeki fiilî ağırlığının küçümsenmesidir. TKP dışı
siyasetler, genelde onun sonraki ideo-politik eğilimlerini eleştirir,
yanlışları kaynağa kadar uzatır ve bu sayede kendisini tek ‘komünist parti’,
‘ML parti’ ya da ‘işçi sınıfı partisi’ olarak gösterme imkânı bulur. Kendine
yer açmak için teoriyi tarihsel-toplumsal düzlemlerde böler. Kendisini merkeze
alarak yapılan her türlü tarih ve toplum çalışması, tarihi ve toplumu kendine
bölecektir. Ya onları, öznenin fiilî etki alanını ölçü alarak
bölecektir/dilimleyecektir ya da tüm tarihsel-toplumsal süreci kendisine doğru
daraltacaktır. Kendi pratiğinin önsel olarak devrimci kabul eden her özne, bu
iki pratik biçimini de doğru ve hayırlı kabul edecektir. Kendisinin bu kutsal
ve ulvî pratiğine biat etmeyenleri de tarih ve toplum dışına atacaktır. Oysa
TKP’yi küçümsemek, Komintern’i ve Ekim Devrimi’ni küçümsemektir.
III
Toplumun ve tarihin yasalarını, en genel biçimiyle de
olsa, Marksizm üzerinden bilmek-öğrenmek, hiçbir politik öznenin (birey, örgüt
ya da parti) devrimci oluşunu güvence altına almaz.
Kapitalizm devrimci ise, onun bu niteliğinde belli bir
eksikliğin, arızîliğin ve kısmîliğin olduğunu görmek gerekir. O, soyut, durağan
ve mutlak kabul edildiği sürece, havada asılı olduğu ölçüde, onun devrimci
olması mümkün değildir. O devrimci ise, devrimciliğinin tanımlı olduğu belli
bir tarihsel ve toplumsal düzlem olması gerekir. O hâlde, kapitalizmin bir
biçimde yerleşikleştiği bir tarihsel dönem ve toplumsal düzlemde, eldeki tarih
ve toplumun yasalarına dâir bilgi, soyut bir silâh olarak görülmemelidir. Bu,
politik mücadeledeki özne için hayallere ve ütopyalara neden olur. Eldeki tanrının
asası Kızıl Deniz’i ikiye bölecek, âlemi cennet kılacaktır.
Kapitalizm eleştirisi, belli toplumsal ve tarihsel
gelişmelerin sonucunda ortaya çıkan politik tepki biçimlerinin bir ürünüdür.
Tersten, o temel bütünsel bilgiyle ya da tüm o bilgileri kendi içinde
bütünleyen Marksizmle işe başlamak, geçmişten bugüne paylaşılan aslî
yanılsamayı verir. Marksizm tarihine bakıldığında, onun yeniden, Marx’ın
kıyasıya eleştirdiği sosyalizan ve anarşizan eğilimlerin bulunduğu kapitalizme
yönelik tepki biçimlerine bağlandığı görülür.
Kapitalizmin önünü açan bir devrimle, burjuvaların
politik yönetime el koymaları biçiminde cereyan eden devrim farklı olgulardır.
Kemalizmin burjuva devrimi bağlamında incelenmesi bu devrim tespitlerini
anakronik biçimde içerir. Klasiklerden kapitalizmin önünü açan, feodaliteyi
tasfiye eden devrimlere ilişkin sözlere bakarak Kemalizm anlaşılır. O, küçüklü
büyüklü tüm burjuvazinin politik ve ideolojik çerçevesini verir. Bu anlamda,
ikinci devrim tipine de yakındır. Bu açıdan BAAS’çı ideoloji ile paralellik
kuran Avcıoğlu’nun Kemalizmi kutsaması tesadüf değildir.
Türkiye özgülü, 1908’de başlayan burjuva devrim
sürecinde dönemsel bir değişim momenti olarak Kemalizmi üretmiştir. Bu açıdan,
cumhuriyet öncesi komünistler bu gerçeğin farkındadırlar ama sonrakiler bunu
unutmuş gibidirler. Onlar, klasiklerden öğrendikleri ilerlemeci toplumsal
değişim formülleri uyarınca Kemalizme zımnen veya alenen arka çıkmışlardır.
Pratikteki özne için tarihin ve toplumsal sürecin
önüne getirip bıraktıkları birer sonuçtur. O, bu sonuçların ışığında, onların
ilksel malzeme oluşlarıyla ilgilenir ve onlardan devrime giden yolu döşemeye
gayret eder. Bilimsel teorik faaliyet içindeki bir özne için o sonuçların
nedenleri ve geleceğe yönelik etkileri önemlidir. Devrim ilki için özne, ikinci
için nesnedir. Devrimci, geçmiş devrimleri nötr, tarafsız ve objektif anlamaz.
“Burjuva devrimleri ve proleter/halk devrimleri” gibi ayrımlaştırmalar, böylesi
bir nötr, tarafsız ve objektif (bilimsel) bakışın değil, tam aksine, devrimci,
sınıfsal-politik bir bakışın ürünüdür. Bilimsel bakış, kendi teorik düzleminde
meşrulaştırma, rasyonalize etme ve yerli yerine oturtma ile ilgilenir.
Bilimci olmak adına, politik devrimcinin burjuva
devrimlerine yönelik aynı meşruluğu, rasyonaliteyi ve yerindeliği bulması doğru
değildir. İlk bakış açısını ikinciye dayatmak, her burjuva devrimini tarihsel
ve toplumsal süreçte kendince hak ettiği yere oturtur. Onu bir anlamda
meşrulaştırır. Olması gereken ve olanı ikinci lehine bütünler. Bu bakış açısı,
burjuva devrimlerinin yaşandığı dönemde bir proleter ya da halk devriminin
yaşanmayacağını kesin bir biçimde öngörür. Oysa Marx Fransız Üçlemesi olarak
adlandırılan çalışmalarında bunun böyle olmadığını, aksine, burjuva anlamda
yaşanan devrimlerin bir yönüyle dipten derinden yaşanan proleter/halk
devrimlerini ezme ve iktidarı fethetme yönünde iki başlı bir hareketi
yürüttüğünü ispatlamıştır (Jakobenizm ve Bonabartizm ile ilgili tartışmalar).
Toz duman içinde olmakla dışarıdan izlemek, aynı
teorik ve politik sonucu koşullamaz. Dışarıdan bakış, tozun dumanın dağılmasına
ilişkin mevcut dinamiklere odaklanır, o tozun dumanın neden oluştuğuna değil.
Tarihte ve toplumda burjuva-proleter devrimler
ayrımını saptayanlar, bu ayrımın devrimci anlamda takipçiliğini yapmalıdırlar.
1871’in 1789’un inkârı olduğunu düşünmeyen, Marksist olamaz. Marx’ın Paris
Komünü ile ilgili eleştirileri bu minvaldedir. Komün’ün, 1789’un
tarihsel-toplumsal etki alanını devrime uğratmayacaksa bir önemi olmadığı
üzerinde durur.
Bu açıdan Kemalizm nereye yerleştirilmelidir?
Kemalizme dört başı mamur, çerçevesi birkaç asker ve bürokrat tarafından
çizilmiş, havada asılı bir proje olarak bakılamaz. Bu şekilde görmek
isteyenler, yaşanan burjuva devrim momentinde dipten gelen bir sınıf ve halk hareketinin
olduğunu düşünmezler. Bu da onların, bu sınıf ve halk hareketlerinin
takipçiliğini ve savunuculuğunu yapmalarına imkân vermez. Esas olarak belli
kişilerarası gerilimlere ve bu kişilerin hikâyelerine yüce anlamlar yüklenilir.
Kemalizm, 1876 ile başlayan sürecin 1908’deki tepe
noktasında tanımlanmış ideolojik, teorik ve politik gelişmelerin içinde
değerlendirilmelidir. Burjuva devrimi süreci içinde politik bir yönelim olan Kemalizme,
“ulusal kurtuluşçuluk”[5], anti-emperyalistlik ya da birebir “burjuva devrimi”
yakıştırması yapmak, Kemalistlerin kafalara kazıdığı bir yanlıştır. Kemalizme
özgünlük ve özgüllük atfedenler, burjuvalar ve onların borazanlarıdır.
Kemalizme özgünlük ve özgüllük atfetmek, onun ürünlerine ve başta “TC”ye de
özgünlük ve özgüllük atfetmek anlamına gelir. İlk komünistlerin enternasyonal
bağları, Komintern üyesi oluşları ve coğrafyayı kuşatması, bu özgünlüğün ve
özgüllüğün yol açacağı marazlara karşı sigorta niteliğindedir.
Kemalizme Ekim Devrimi’nden esinlenmiş bir politik
hareket olarak bakanlar, sol sahtekârlardır. Ekim’i var eden irade, ideoloji ve
teorik birikimle Kemalizmin hiçbir ilişkisi yoktur. Bunu Kemal de onaylar. Onun
sol tandanslı söylemleri ve eylemleri içeriyor görünüşü, taktik-stratejik bir
meseledir. Bu taktiğin ve stratejinin amacı, dönemin sol-sosyalist dalgasını
kırmaktır. Sol, devrimci, komünist damarın kopartılamayacağını Kemal de bilir,
ancak ona göre o damarda akan kanın, ehlîleştirilen unsurlarının sistem içine
akıtılmasında bir beis yoktur. Onun solculuğu, bir dönem İtalyan Sosyalist
Partisi’nin genel sekreteri olan Mussolini’nin solculuğu kadardır.
IV
M. Kemal, “Sovyet Rusya ve batılı emperyalist güçler
arasındaki politik gerilimleri doğru okumuş ve buna uygun yerinde
taktik-stratejileri uygulamaya sokmuş bir isim” değildir. Onun zaten doğal
sınıfsal-politik karakterinin doğal ürünlerini metafizik boyutta
mitselleştirmek ve onu bir mitolojik kahramana çevirmek, Kemalistlerin işi
olmalıdır. Komünistler, onu gerçekte yerli yerine oturtabilmeli, onun
sınıfsal-politik karakterden bağımsız, kendince yetenekleri haiz ulvî bir
kişilik olarak resmetmeyi reddetmelidirler. Bu da ancak mücadeleyle mümkündür.
Kemal’in bu “başarısı”, altmışların sol kabarışında
aydınlara ve gençlere önemli bir ilham kaynağı olmuştur. Ama bu durum, tarihî
bilgi ve bu bilincin taşıyıcısı olan kadroların eksikliğinden kaynaklanır. MDD,
böylesi bir anakronizmin ürünüdür. Kemal döneminin karşı-devrimciliğinden ve
anti-komünizminden devrimcilik ve komünistlik icad edilmeye çalışılmıştır.
Öznel niyet ve beklentilerden bağımsız olarak MDD,
TİP’te vücut bulan sosyalizm anlayışının özündeki Türkiyeci ve
modernist-ilerlemeci hatta karşı bir isyan bayrağıdır.
Latin Amerika’daki Sandino, Tupac Amaru, Zapata, Jose
Marti ile eşdeğerde bir motif-kimlik olarak değerlendirilecek bir Kemal,
tarihimizde hiç var olmamıştır. Üçüncü dünyadaki sol subaylara ya da
milliyetçilere dayalı hareketlerle benzerliği ise biçimseldir.
Mustafa Suphi’nin Anadolu’ya çıkardığı kolun öz
itibarıyla Kemal’le ittifak kurma amacı taşıdığı söylenemez. Tarihsel
gerçeklikte, bugün ortaya çıkan birçok belgenin ışığında görülür ki
komünistlerin Anadolu’da daha güçlü kitlesel bağları vardır: Çerkes Ethem,
Kemal’den daha popüler bir isimdir. Batı Anadolu’da bağımsız bir devlet kurma
hayali kuran Çerkesleri Ethem mücadeleye katmıştır. Komünistler, Anadolu ve
İstanbul’da önemli bağlara sahiptirler. Çerkes Ethem, anılarında ilk kurşunu
gene kendi insanına sıkmak durumunda kaldığını yazar. İzmir valisi, kendisi
gibi eski ittihatçı olan Rahmi Bey’in oğlunu kaçırıp fidye istemiş, amacının
basit anlamda teçhizat için para temin etmek değil, Rahmi Bey’in hırsızlıktan
kazandığı paraları biraz eksiltmek olduğunu söylemiştir. İşgalcilere destek
olan ağanın ve bir imamın kafasına kurşun sıkmıştır. Bu kurşunda, halk nezdinde
önemli bağlara sahip komünistlerin ideolojik ve politik etkisi vardır. Halk
şûralarının etkisi Kemalist ideologlarca unutturulmuştur. Komünistlerin yasal
zeminde kurduğu Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası’nın bileşenlerinden Halk
Zümresi Meclis’te önemli bir güçtür ve hattâ İçişleri Bakanı’nı belirleyecek
konumdadır. İslamî dinamikler içinde de bağlar mevcuttur. Mayıs 1920’de kurulan
Yeşil Ordu bunun bir ürünüdür.[6]
Altmışlarda devrim cephesi modeli olarak Kemal’in
icraatlarına bakanlara komünistlerin cephesini hatırlatacak, öğretecek
donanımda bir parti ve teorisyen kadrosuna cumhuriyet tarihinde tesadüf
edilmemiştir. Örneğin, önemli teorik ve politik çalışmalara imza atmış Hikmet
Kıvılcımlı, devrimci gençlerin yuvası olan iki TİP binasında seminerler verir
ve “bugün II. Kurtuluş Savaşı gerekli”[7] der. Eski Kuvvayı Milliyeci
Kıvılcımlı, bu özelliğinden kurtulamamış ve bu ölçüde de Kurtuluş Savaşı’nı
mitleştirmiştir.
V
Sınıf mücadelelerini tanımanın Marksist olmak için yeterli
olmadığını, bunun proletarya diktatörlüğüne dek genişletilmesi gerektiğini
söyleyen Lenin’in uyarısı önemsenmelidir.
Kemalizm gibi diğer ideolojik ve politik dinamiklere
yaklaşımda komünist hareket, proletarya diktatörlüğü meselesini, sınıf
mücadelelerini önemsememekle birlikte, sulandırmıştır. Kürt, İslam ve
sosyalizmle ilgili hareketlerin içinde sınıf mücadelelerinin somut biçim ve
işleyişlerini görmeden, oraya koşulsuz girmeden, sınıf mücadelelerini birkaç
işçi hücresi, birkaç sendika ya da birkaç parti bürosuna indirgemiştir. Bunun
sonucunda proletarya diktatörlüğü mefhumu, coğrafya gerçekliğinde somut
tarihsel ve toplumsal zeminini oluşturamamıştır.
Sınıf mücadelelerinin dar anlaşılmış biçimi, TKP
içindeki politik-ideolojik yönelimlerle uyum içinde gelişmiştir. Üst kadrolar,
sınıf mücadelelerinin kızgın doğasından azade kıldıkları konumlarıyla partiyi
somut maddî sınıf mücadeleleri alanından kaçırmıştır. Teori ve ideolojideki
“sınıf mücadeleleri” daraldıkça toplumsal ve tarihsel düzlemde işleyen somut
sınıf mücadeleleri zemini de, özne nezdinde, daralmıştır. Bu daralma,
proletarya diktatörlüğü üzerinde ısrarlı olmak zorunda olan komünist hareketi muğlâk
ittifak arayışlarına ve devrim kurgularına itmiştir. Halk ve sınıf içinde nefes
almayan, bunların kanıyla beslenmeyen, onun toprağında yeşermeyen komünist
hareket, süreci ölçüsüz ve ölçeksiz karşılamış, buradan da devrim kurguları ve
devrimci iktidar anlayışı sulandırılmıştır.
Bu süreçte yaşın yanında kuru da yanmış, emperyalist
kapitalizmin saldırılarına karşı gelişen doğal tepki biçimleri, organik bağlar
olmaması sebebiyle, “gerici, faşist, sağcı ve sınıf düşmanı” olarak
görülmüştür. Emperyalist kapitalizmin ve Kemalizmin politikalarına karşı
verilen kendiliğinden mücadele biçimleri, masa başı kurgular ve boş, soyut
ideolojik inatlaşmalara kurban edilmiştir. Onlara devrimci politik anlamlar
verilememiştir.
Belli bir ideolojik yükle hareket eden kitlesel
dinamiklerin içinde sınıflar mücadelesi bir biçimde işler. Komünistlerin
görevi, o ideolojinin oluşma aşamasında bir yerlerde olabilmektir.
Olamıyorlarsa, içte işleyen sınıf mücadelesinin kızışmasını sağlamalı, safını
kesin bir biçimde belirlemeli ve o kütleyi sınıf hareketiyle ilişkilendirme
yollarını bulmalıdır. Altmışlarda Kıvılcımlı ve belli kayıtlarla, sınıf
mücadelesinden haberdar olan Avcıoğlu, ordu ve Kemalizme bu açıdan
yaklaşmıştır. Ama hiçbir zaman sınıf mücadelesinin seyri ve onun devrimci
mücadele ile ilişkisi üzerinde durmamıştır.
Kemalizm tüm varlığıyla, ülkedeki devrim sürecinin hem
teorik hem de pratik düzlemde uluslararası devrim süreci ile ilişkilenmesini
önlemek adına biçimlendirilmiştir. Sosyalist ya da komünist, sol tüm yapıların
bir biçimde ülke özgülüne yönelirken Kemalizmle temasa girmesi kaçınılmaz
olmuştur. Kemalizm, komünist hareketin ve her türlü düşman unsurun ülke
gerçeğine sirayet etmesinin önlenmesi için eşraf, bürokrat ve orta sınıflar
tarafından organize edilmiş fikir ve pratikler bütünüdür. Onun tarih içindeki
tanım aralığı burasıdır. Onda olmayan değerlerin ona yüklenmesi, solun Kemalizmle
tarih boyunca kurduğu tek taraflı gönül ilişkisinin bir ürünüdür.
Kürtler, İslamcılar ve sosyalistler, Kemalist devlet
ve toplum nizamının karşısına çıkan üç temel dinamiktir. Komünistlerin bu üç
dinamik içinde yuvalanması, sınıf mücadelesini burada fiiliyata dökmesi ve
parçalanmayla birlikte ortak bir anti-kemalist devrimi biçimlendirmesi mümkün
olmamıştır.
VI
Sosyalist, sosyal demokrat eğilimli, Spartakist,
Galiyevci, Bolşevik birçok farklı unsurun biraraya gelmesi, programatik-teorik
düzeyde değilse de, politik açıdan saf ve öz Komintern çizgisi dışında olmanın
bir sonucudur. Komintern çizgisinde keskin bir uzlaşmazlık sözkonusudur. Çok
özel ve katı ölçütlere göre oluşmuş bir birliktelik olan Komintern, diğer iki
enternasyonalden niteliksel olarak farklıdır. İlk enternasyonalde işçilerin,
ikincisinde sosyalist-işçi partilerinin, ikincisinde ise komünist partilerin
biraradalığı söz konusudur. Son enternasyonali diğerlerinden ayıran nesnel
tarihsel ölçü ise Ekim Devrimi’dir. Diğerlerinin bir devrimi yoktur ama
Komintern’in vardır. Bu fark, birçok farklılaşmanın tetikleyicisidir. Bu
anlamda, Türkiyeli komünistlerin biraraya gelmesinde Komintern temel bir ölçüt
olamaz. Buradaki ölçü, coğrafyada süren savaş durumudur. Savaş durumu ile
devrimci durum arasında ciddi farklar vardır. Bu açıdan savaşa doğmuş bir
komünistlerin birliği ile devrimci duruma doğacak komünistlerin birliği, nitel
ve nicel açıdan farklı olacaktır. Marx ve Engels’in Manifesto’su da
Avrupa’daki devrim dalgasına doğar. Bu gerçeğin içinde atılmış ortak bir
çığlıktır.
Komintern politikalarını Avrupa merkezci ve batıcı
bulan, batının proleterlerinden değil, doğunun proleterleri olan Müslümanlardan
medet uman Galiyev çizgisi, TKP’nin oluşum sürecinde görece daha fazla
aktiftir.
Birinci Umumî Türk Komünistleri Kurultayı ya da I.
TTKK, 1919’da Sultan Galiyev’in önerisi ve desteğiyle Mustafa Suphi’ye
yaptırılan Türkiye Sol Sosyalistler Kurultayı’nın bir devamıdır.
“Milletler
Halk Komiserliği’ne bağlı olarak kurulan Müslüman Merkez Komiserliği üyesi
Galiyev ve M. N. Vahitov Mustafa Suphi’yi, Türk, Arap ve İran dillerinde yayın
yapmak; Yeni Dünya isminde gazete çıkartmak; devrimci gruplar
yetiştirmek amacıyla, doğuya gönderilecek Müslüman kışkırtıcılar yetiştirmek
üzere görevlendirir. Galiyev, Temmuz 1918’de Moskova’da “Türk Sosyalistleri
Konferansı”nı toplar ve bundan kısa bir süre sonra da Mustafa Suphi’nin
yardımıyla Türk savaş tutsaklarını biraraya getirerek, Doğu ve Güney Cephesi
savaşlarına katılmak üzere iki gönüllü alayı kurmaya koyulur. Bu kişiler,
ileride Türkiye Komünist Partisi’nin kadrosunu teşkil edeceklerdir.”[8]
Bu tarihsel bağlar, Kemalizmin batıcılığı ve
emperyalizmle ilişkileri daha sıkı tutmasına yol açmıştır. Tersten, Kemal bu
bağları kopartmak için batı kanalını daha fazla öne çıkartmıştır. Chester
projesi ve Lozan görüşmeleri bunun sonucudur.[9] TTKK’nin durduğu zeminin kayması,
bu coğrafya ve ülke gerçekliği ile kurulan somut ilişki biçimlerinin tasfiye
edilmesi, sonraki TKP ve onun içinden çıkan akımların dışa bağımlı-güdümlü
siyaset üretmelerini kolaylaştırmıştır. Ülkedeki komünist hareketin
ideolojik-teorik-politik sigortaları kalmamıştır. SSCB-Çin-Küba-Avrupa merkezli
siyasetler hiçbir kırılma ve dönüşüme tâbi tutulmadan, içerilmiştir.
Millet merkezli siyasetin içinde biçimlenen sosyalist
hareket Ekim Devrimi ile yenilmiştir ama Türkiye’de değil. Öznel niyetleri ne
olursa olsun, “Müslüman-Türkler” vurgusu yapan Galiyev’in millî-devlet
bağlamını dışlaması devrimci sonuçlar doğurmuştur. Herkesin gözü önünde olan
bir coğrafya vardır ve Avrupa’dan beklenen devrimin yaşanmaması Rus
komünistlerinin yüzünü stratejik hesaplar dâhilinde doğuya çevirmiştir. Ama
doğu devrimcileşmemiştir. Galiyev çizgisi burada bir fay hattıdır.
Kemalizmin ölçeğinin soyut bir olgu olan Misâk-ı
Millî’ye doğru daraltılması komünist hareketin güçlü bağlantılarını kesmek
amacını taşır. Soyut olması bir göstergedir. Komünistlerin enternasyonalist
bağlarını kesmek için “dar Anadolu” ölçektir ama içteki Osmanlıcılığın
fiilîleşmesi için de yayılmacılığa açık kapı bırakır. (Bugün hâlâ
Kerkük-Musul’un tartışılması manidardır.)
Kemalizmin fiilî varlığı, komünizmin ülkedeki sol,
devrimci ve komünist dinamiklerin diğer ülkeler ve dünya ile devrimci anlamda
daha verimli ve etkin ilişki biçimleri geliştirmesine engel olmuştur.
Galiyevcilerin ve doğu komünistlerinin ülke ile
ilişkisi, ülke dinamiklerini farklı bir kanala yöneltmiştir. Grek komünistleri,
Anadolu işgalinde işgal karşıtı çalışma yapmışlardır. Göçe zorlanan Ermeni ve
Rum halkları, sosyalizmle ilişkide olma hasebiyle bu acıyı yaşamışlardır.
Çerkesler, Ethem’le birlikte kenara atılmışlardır.
Diğer hareket de Kürtlerdir. Kürtler, Kemal’le
işbirliğine gitmenin cezasını kısa zamanda görmüşlerdir. Batıda Rum, doğuda
Ermeni milliyetçisi hareketlere karşı savaşarak kendi milliyetçiliğini keşfeden
İttihatçılar, Kemalizm şahsında iktidar olmuşlardır.
Belli bir coğrafyanın devrimcileşmesi ile o
coğrafyanın devrimini yaşaması farklı anlaşılmalıdır. 1917 günlerinde Ruslar bu
ayrımı görmeksizin, kendi devrimlerinin Avrupa’daki yaşanacak tek olası devrim
olduğunu anlamamışlardır. Ancak öte yandan, Avrupa’daki politik-iktisadî-askerî
gelişmelerin sömürge coğrafyası olan doğuyu da devrimcileştirdiği
görülmemiştir. Devrim yerleşikleşme imkânı buldukça, doğu ve batı arasında
“uzlaşı köprüsü” olmaya çalışan Rusya, bu biricikliği mutlaklaştırmıştır.
VII
Şu cümleler soldaki genel eğilimi vermektedir:
“Kemalizm
kuşatıcıydı. Modernist, laik, ilerlemeci ve sosyal Darvinist tezleri belli bir
kavşakta buluşturuyordu. Bu ortak hale kalmadı. O hâlde, sözkonusu angajmana
giren teorik-ideolojik öğelerin taşıyıcılığı sola, komünistlere kalıyor.”
Oysa komünistlerin ısrarlı bir biçimde savunmaları
gereken hat, tarihsel düzlemde de aranmalıdır. Adı geçen öğelerin sınıfsal
edinime tâbi tutulması gerekir. Bu öğelerin ideolojik-teorik ve politik
güç-iktidar dolayımları parçalanmalıdır.
I. TTKK, bu parçalanmanın önemli bir adımıdır.
Kendisini burada tarif ediyor. Osmanlı elitinden ve onun toplumsal bağlarından
kopuşu resmediyor. Ama Şefik Hüsnü çizgisi bu hattı, yenilgi sonrasında
güncelleştiriyor. Modernizm bağlamında Kemalizm onaylanıyor. Onun yedeği olma
fikri kabul görüyor. Kökleşiyor.
İttihatçıların 1908’i, Kemal şahsında, belli bir
tarihsel-toplumsal perspektife ve eksene oturtulmuştur. Devrimin dağınık, çoğul
ve heterojen yapısı, Kemalizmde toparlanma, tekilleşme ve homojenleşme imkânı
bulmuştur. Bunun sınıfsal zemini, Ermeni ve Rum mallarını gasp eden Türk
burjuvazisi, ideolojik-politik zemini ise Yahudi eliyle tekleştirilen Türklük
ve Müslümanlıktır.
MDD’ciler, Kemalizme ideolojik ve teorik açıdan
dışsal, politik açıdan içsel yaklaşmışlardır. SD’ciler ise tam tersi, ideolojik
ve teorik düzeyde burjuva devrimleri bağlamında düşündükleri Kemalizmi içsel
kabul etmişler, onu politik düzeyde dışta tutmaya çaba göstermişlerdir.
VIII
“Mustafa
Kemal, Suriye cephesinden başkente 13 Kasım 1918’de döndü; aynı gün İtilaf
donanması da Boğaziçi’ne girmişti. 1918-19 kışını yeni kabinede yer almaya
uğraşarak geçirdi. Bu dönemde onun İngilizlerle bağlantı kurma girişiminde
bulunduğu bildiriliyordu. Mustafa Kemal, Daily Mail’in İstanbul’daki
muhabiri G. Ward Price’la yaptığı bir söyleşide şu ifadeyi kullanıyordu:
‘Eğer
İngilizler, Anadolu’nun sorumluluğunu üstleneceklerse, emirlerinde çalışacak
deneyimli Türk idarecilerinin işbirliğine ihtiyaç duyacaklar. Öğrenmek
istediğim… bu kapsamda hizmet etmeyi teklif edebileceğim uygun makamdır.’
Price,
bu görüşmeyi Selânik Ordusu İstihbarat Bölümü’nün kıdemli genelkurmay subayı
Albay Heywood’a aktardığını söylüyor. Heywood bunu önemsiz görerek ciddiye
almamış, ‘Bu Türk generallerinin birçoğu çok sürmez iş aramaya başlarlar.’
demişti. Mustafa Kemal, anılarının çok ayrıntılı bir şekilde yer aldığı,
liderliği altındaki ulusal mücadelenin kronolojik anlatımı olan Nutuk’ta,
açık nedenlerle, Ward Price’la yaptığı bu görüşmeden söz etmez.”[10]
Kemalizm, emperyalizmin terbiye ettiği ve ayar verdiği
İttihatçılıktır. Bu anlamda, edindiği terbiye ve aldığı ayar üzerinden, Yalçın
Küçük’ün tezi uyarınca, Abdülhamit’e yakınlaşır. Hamit, İttihatçıların üst
kontrol ve disiplin aracıdır.
Kurtuluş savaşı ve Kemal’in rolünün geçen zaman içinde
abartıldığı artık tarihî kayıtlar ışığında nettir. Anti-emperyalizm masalı
etrafında dönen teorilerin ülke gerçeğinin özgüllüğüne vurgu ile birleştiğinde
solu marksizmden uzaklaştırdığı bugün daha açıktır. Rusya ve Avrupa solunun
ülke gerçeğine girememesinin nedeni buradadır. “Ülke özgüllüğü” vurgusu,
dışarıdan gelen sol tasarılara karşı ülke aydınlarını ve pratisyenlerini
şerbetlemiştir.
Seksen sonrasında Kemalizm eleştirisi aydınları belli
bir kanala itmiştir. Bu kanal, yukarıda saydığımız Avrupa Solu tasarılarıdır.
Rus kanalıyla ilişkisini Çin, Latin Amerika ve Arnavutluk üzerinden koparanlar,
belli ölçülerde, Avrupa solu tasarılarına iltihak etmişlerdir. Rus kanalı,
Sovyetler’in yıkılmasıyla kendisini farklı aranışlara yöneltmiştir. Bunun
içinde Rusya solunun Avrupacı yanları ayıklanmış, doğucu yönleri öne
çıkartılmıştır. Milletler meselesi, Bakû Kurultayı ciddiye alınmış ama gerçeğe
değil, meselenin edebî yönüne bakılmıştır.
“Bir
ideolojinin ya da siyasal akımın yenilgisinden söz edilebilir. Oysa tanımdan
kaçan, köşeli bir ideoloji veya siyaset olmamakta direnen Kemalizmi nasıl
yenersiniz? Olsa olsa aşarsınız. Bu çalışmanın iddiası Kemalizmin sosyalist
devrimimizle aşılmasıdır.”[11]
Metin Çulhaoğlu’nun Hegel’den aşırma yöntemi “içerip
aşma” (Aufhebung), tilmizi Güler’de ses vermektedir. Aynı yöntemle Troçkizmi
ve (eski TİP’li olarak) TKP ismini içerip aşma yoluna gidenler, Kemalizme karşı
mücadele edilemeyeceğini 28 Şubat’ın ardından söylemektedir. O tür dönemeçlerde
Kemalizm kuyrukçuluğu yapanlar kendilerini aklamaktadırlar.
“Bütünlüklü bir ideoloji” ve “amorf olmayan bir
siyaset” olabilmesi için Kemalizmin baştan mücadelenin konusu yapılmış olması
gerekirdi. Mücadele, onu somut bir ideolojiye ve belirli bir siyasî hatta doğru
daraltacak ve somutlayacaktı. Ancak bu yapılmamıştır. Bu tür sol tespitler,
bundan sonra da yapılmayacağının delilidir.
Burjuva Kemalist Türkiye’nin bir evladı olan SİP-TKP
başkanı, bu mücadelenin verilmesini yanlış bulmakta, durumdan vazife
çıkartmaktadır. Kemalizm ve gericilikten kurtulabilmek için ülkenin “gelişmiş
kapitalist dünyanın aynı nitelikleri taşıyan ve eşit kabul edilen parçası
hâline gel”mesi gerektiğini söylemektedir.[12] Bir yandan, ideoloji ve siyaset düzleminde
Kemalizmin yenilemeyeceğini iddia etmekte, öte yandan da, yenilmesi için
gerekli olan anti-kemalizm başlığı altındaki ideolojik ve politik mücadelenin
verilmemesi gerektiğini söylemektedir.
MDD karşıtı Güler, yeniden Kemalizm içi ittifaklar
arayışına girmeyi önermektedir. Bunu da, anti-emperyalizm, liberalizm
karşıtlığı ve şeriat düşmanlığında temellendirmektedir. TTKK’yi ve TKP
oluşumunu görmeyen, onun kitle bağlarını anlamayan ve tarihsel sürekliliğini
öne çıkartmayanlar, Kemalizme kapılanmakta, giderek kendilerini emalizmin izin
verdiği ölçü ve ölçek dâhilinde biçimlenmiş sol, sosyalist ideoloji çorbasına
daldırmaktadır. Bu tür kişilerin fason TKP’ler kurması gayet doğaldır!
IX
I. TTKK’nin yenilgisi, Kemalizmin zaferidir; tersten,
II. TTKK’nin, yani komünist devrimci birlik süreci Kemalizmin yenilgisini
öngörmelidir. Bu süreç, devrimci işçi iktidarına uzanan yolu açacaktır.
Kemalizm, kimilerinin iddiasının aksine, savaşımın konusudur. Onu savaşımın
merkezine kaydırmayanlar, Kemalizmin açtığı ideolojik, politik ve teorik rant
kapılarına tenezzül eden rantiyecilerdir. Rantiyecilerin eleştirisi, Kemalizmin
eleştirisini gölgelememelidir. Kemalizmin ideolojik-teorik ve politik
hegemonyası, içerip aşmayla değil, parçalamayla ve mücadeleyle ezilir. Solun
kendi içinden Marksist devrimci, komünist bir hat çıkartabilmesi için bu
şarttır. Solun içindeki Kemalizme ait kaleler topa tutulmalıdır ki sol, nesnel
olarak devrimcileşme ihtiyacı duyabilsin. Tersten bu saldırı, devrimciliğin de
aslî bir göstergesidir.
AB’ci liberal çevrelerin sözde “devrim”lerine karşı
işçi sınıfının devrimini çıkartabilmek için Kemalizmin es geçilmemesi gerekir.
Liberallerle yan yana gelmemek, onlara benzememek için kaçınılan Kemalizm
eleştirisi, en çok da komünistlerin hakkıdır.
Teoride ve pratikte ayrı ayrı ya da birlikte
savaşmadan yapılan Kemalizm eleştirileri Kürt hareketini, İslamcıları ve
sol-sosyalist dinamiklerin önemli bir bölümünü liberalizmin kucağına itmiştir.
Bu durumun eleştirisi, farklı bir düzlemde yapılmalıdır. Önce komünistler,
kendi fiilî, somut varlıklarının bulunmaması sebebiyle yaşanan bu sürecin
hesabını kendi adlarına verebilmelidirler. Komünistler, Kemalizm karşıtı
dinamiklerin içinde işleyen sınıf mücadelelerine kör bakmışlardır, dolayısıyla,
süreç içinde mücadeleler, küçüklü-büyüklü burjuvazinin arzuladığı mecraya
hapsolmuştur.
II. TTKK’nin oluşumu, devrimci durumun ilk işareti
olacaktır. Bu, nesnel bir tespittir. Komünistlerin birlik kurultayı statik bir
kurgu değil, teoride ve pratikte fiilî olan gerilimli bir süreçtir. Bu ülkede Kemalizmin
içine ve bütün olarak kendisine karşı geliştirilecek bir komünist hareket,
ülkedeki politik dinamikleri belli bir mecraya çekecektir. Kurultay, dört
duvarla çevrili bir salon değil, emeğin kavgasının verildiği tüm kolektif
alanlardır.
Devrim, hayallerle, boş edebî üretimlerle ve teorik
lafazanlıkla değil, gerçekliğin hem teoride hem de pratikte devrimci anlamda
dönüştürülmesi ile gelecektir.
II. TTKK, bu ülkede karşı-devrimin önemli
ideolojik-teorik-politik zemini olan Kemalizme karşı bir konumda tarif
edilebilmelidir. Bu konum ve bu konum üzerinden verilecek mücadele, tarihsel
bağlarımızı bize geri verecek, toplumsal kanallarımızı bize yeniden açacaktır.
Derviş Okan
2004
Dipnotlar:
[1] Osmanlı Sosyalist Partisi’ne bağlı İnsaniyet ve Medeniyet gazetelerinin
ortak şiarı. Mustafa Suphi, Komintern konuşmasında bu sözü şu şekilde
dillendiriyor: “Dünya vatanımız insanlık milletimiz” [Kerim Sadi, Türkiye’de
Sosyalizmin Tarihine Katkı, İletişim Yay., 1994, s. 313]. Esas olarak
Tevfik Fikret’in bir dizesi.
[2] Cafer Seydahmet Kırımer, Rus Tarihinin
İnkilâba, Bolşevizme ve Cihan İnkilâbına Sürüklenmesi, İstanbul 1948, s.
97.
[3] Sol, hep faşistlerin Almancı ya da ABD’ci
olmasından yakınır, ama bu fiilî durumun kendi fiilî pratik eksik ve
zaaflarından kaynaklandığını görmez. Güçlü bir komünist hareket ve onun
Türkçü-İslamcı kesimlerdeki bağlarının sağcılaşmayı önleyeceği düşünülmemiştir.
Oysa düşünenler var: “Lenin'in dinî mezheplerin üyeleri için (ki Rusya’da
bunların sayısı 10 milyonun üzerindedir.) özel bir yayın çıkarmayı önermesi,
tüm ezilenleri destekleme anlayışındandır.” [Tony Cliff, Lenin-I, Çev.:
Tarık Kaya, Z Yay., Ekim 1994, s. 94.]
[4] Kemalizm Sol Değildir adlı çalışmasıyla Troçkist
Cem Uzun, eleştirilerini bu düzlemde somutluyor. Demokrasi, çok kültürlülük ve
aşağıdan yukarıya yönetim modelini sınıfsal-politik düzlemde, devrimci anlamda
edinime tabi tutmuyor, Kemalizmi bunların nesnel yokluğunda sağa atıyor. Ama
bir yandan da Kemalizmi anti-emperyalist, bağımsızlıkçı bir politik dinamik
olarak kutsamayı da ihmal etmiyor. (“Bu kesimin -Kemalistlerin- savaş bittiği
ânda emperyalizmle yeni ittifak arayışlarına girmesi, savaşın Britanya
emperyalizmine karşı verilmiş olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.” [Cem Uzun, Kemalizm
Sol Değildir, İde yay., 2004, s. 161.]
[5] “En genel anlamda, Kemalizmi bir ulusal
kurtuluşçuluk ideolojisi olarak tanımlamak mümkündür.” [Metin Çulhaoğlu,
“Kemalizm ve Sosyalizm Yıllar Sonra Aynı Kaderi Paylaşıyor.” R. Çakır, L.
Cinemre, Sol Kemalizme Bakıyor, Metis Yay., 1991, s. 158.]
[6] “Urfa Mebusu Şeyh Servet (Akdağ v. 1962) gibi
İslam’ın komünizmle uyuşabileceğini düşünen bazı milletvekilleri vardı.”
Üstelik Şeyh Servet Nakşibendî’dir. [Hülya Küçük, Kurtuluş Savaşı’nda
Bektaşiler, Kitap Yay., 2003, s. 53.]
[7] Hikmet Kıvılcımlı, Üç Seminer, Derleniş
Yay., 2000, s. 191.
[8] A. Benningsen, C. Quelquejay, Sultan Galiyev ve
Sovyet Müslümanları, Hür Yay., 1981, s. 99-100.
[9] Bkz.: Tolga Ersoy, Lozan, Sorun Yay.
[10] Bülent Gökay, Bolşevizm ile Emperyalizm
Arasında Türkiye, Tarih Vakfı Yurt Yay., 1997, s. 60.
[11] Aydemir Güler, “Restorasyon Kemalizmi”, Gelenek
dergisi, Sayı: 57, s. 4.
[12] A.g.m., s. 26.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder