Mısır devriminde protestoların kış boyu devam
edebilmesi mümkün mü?
“Mısırlılar yeniden iş başında!” diye bağırıyor Tahrir
Meydanı’na yürüyen protestocular.
Yazıyı yazdığım şu âna kadar 36 saat aralıksız
çatışmalarla geçmiş. Tahrir, zaferimizin yadigârı. Son on aydır mücadele
sürüyor. Taşlar atılıyor, sopalar sallanıyor, gazlara maruz kalınıyor, plastik
mermiler yaralıyor vücudumuzu, ara sıra gerçek silâhlar ateşleniyor kafamıza,
boynumuza. On aydır keder, korku, şiddet, kafa karışıklığı ve binlerin içeri
tıkılması ile sonuçlanan kovuşturmalara tanık oluyoruz.
Bugün 19 Kasım ama 25 Ocak’tan farksız.
Dün tüm politik güçlerin çağrısı ile büyük bir
protesto eylemi gerçekleştirildi. Muazzam bir kalabalık toplandı. On aydır her
eylemcinin rüyalarını süsleyecek bir kitleydi bu. Kitle, politik güçlerin
isteklerine karşı çıkarak, Cuma günkü gösterileri Tahrir’de oturma eylemine
dönüştürdü. Tahrir’in birkaç adım ötesinde oluşturulmuş küçük tartışma
gruplarında "Ordunun Mısır’ı değil, Mısır’ın ordusu” diye bağıran
göstericilerle karşılaşılıyordu. “Kahrolsun askerî devlet!” şiarı tüm meydanda
dalga dalga yayılıyordu.
Ertesi gün 19 Kasım’da, öğleden sonra, polis gaz
kullanarak, büyük bir kuvvetle saldırıyor kitleye. Saatlerce sürüyor
çatışmalar. Sonra polis meydanın kontrolünü tümüyle ele geçiriyor.
Son on ayın hikâyesi bu şekil. Tahrir halktan alınıyor
ve halk meydandan uzak tutuluyordu. Ramazan’ın ilk Cuma’sı iftarını meydanda
açmak isteyen iki yüz kişi askerlerin saldırısına uğramıştı meselâ.
Meydan Geri İsteniyor
Ama bu sefer hikâye farklı seyrediyor. Göstericiler
Tahrir’i geri almakta kararlılar. Bu hususta gayet istekliler. Dört saat içinde
polis halkı meydandan atıyor. Sonraki dört saat ise meydanın tüm çıkışlarına
dönük hücumlarla geçiyor.
Tuhaf ama gerçek, “Valla kardeş özlemişim bu gazın
berbat kokusunu” diyorum bir dosta. Mermi vızıltılarını duyuyoruz. Gaz
bombaları sekiyor yanı başımızda. Bu gürültü içinde Tahrir’in batısındaki Nil
Kasrı Köprüsü’ne gidiyoruz. İki yüz kadar eylemci yaralı ama savaş alanına geri
dönüyor ve polisle boğuşuyor. Çatışma sürüyor.
Dört saatimizi gaz bombalarından kaçmakla geçiriyoruz.
Nil’in tüm sahil şeridi savaş meydanına dönüyor. Bir ara bir kız, gaz bulutunun
içinden çıkıp yanıma yanaşıyor ve “Bırakıp eve gitsek artık, yoruldum” diyor.
Serseme dönmüş, bulanık, gaz dolu gözlerle etrafa
bakıyorum. Saatler geçmiş, herkes yorulmuş, yaralı sayısı artmış. Sonra dönüp
kıza “ben burada kalacağım” diyorum.
İçinde asker dolu dört polis aracına el koyuyoruz.
Niyetleri, önden gelen diğer kuvvetlerle bizi kıskaca almak. Tekerleklerini
patlatıp etraflarını kuşatıyoruz. Bir teğmen kafasını çıkartıp yalvarıyor bize,
gideceklerine söz verip duruyor. Gitmelerine izin veriyoruz. “Akıllı olun!”
diye bağırıyoruz arkalarından.
Biri çıkıp “insanlar Talat Harb Caddesinden meydana
girmişler” diye bağırıyor sonra. İşe yaradı” diye devam ediyor, “salaklar
meydandan çıkıp bizi takip ettiler, meydan boş!”.
Hâlihazırda Tahrir’in etrafında, bir yarım daire
içinde çatışmaya devam ediyoruz. Meydanın Abdülmuneyim Riad tarafındayız. Büyük
bir kütleyle meydana hücum ediyoruz. Bağırıyoruz, etrafımızdaki insanları
kucaklıyoruz, dört bir yandan yumruklarımız havada, meydana giriyoruz. Hava
gazdan çok zafer kokuyor. Ve yeniden 25 Ocak yazıyor takvim yapraklarında.
Kuzeyden Güneye, Doğudan Batıya
Şubat’tan beri hiç bu kadar yüksek sesle söylememiştik
şarkılarımızı. “Ordu tarafından yönetilmeyeceğiz!” Fikriyatın özü bu. Tahrir’in
tozlu zeminine göz yaşartıcı gaz sinmiş. Her yandan insanlar doluşmuş meydana,
orta yaştan, sakallı, tıraşlı erkekler, örtülü örtüsüz genç kızlar ve yaşlı
kadınlar. Nikab giymiş bir kadın benimle birlikte polise atmak için taş
kırıyor.
Aynı gün Tahrir’in bilinci yeniden zuhur ediyor. Tüm
farklarımızı bir yana bırakıp birleşiyoruz. Sakallı bir adamın elindeki dövizde
“ben selefiyim ve korkak selefi şeyhleri kınıyorum” yazıyor. Bir kez daha
entelektüel seçkinler yanıltıyorlar bizi, biz de her daim işe yarayan şeyi
yapıyoruz: sokakları geri alıyoruz.
Eylemcilerden biri, "cuntanın başı Tantavi,
Mübarek’in otuz yılda yapamadığını on ayda yaptı. Tüm Mısırlıları hep birlikte
isyan ettirdi” diyor. Her noktada ve her fırsatta karşınıza tek başına hakikati
bağıran, ikaz mesajı veren, ihtarda bulunan, şiir okuyan ve hareketi
mahmuzlayıcı sözler sarf eden birileri ile karşılaşıyorsunuz.
Sanki hepimizden on aydır söyleyemeyip de içimizde
tuttuğumuz sözler fışkırıyor Tahrir’de.
“Konuş! Korkma! Söyle, kahrolsun askerî rejim!”
“Tahrir’dekiler bizden daha insan değiller”…
İskenderiye şehrinde Facebook üzerinden örgütlenen bir eylemci grubun adı bu.
Birkaç gün önce oluşturulan grup, İskenderiyelilere Kahire’ye gidip meydanı
geri alma çağrısında bulundu. Tüm Kahire halkının yaptığı gibi.
Tahrir’de, tüm Mısır şehirlerinde yaşananlarla ilgili
haberlere ulaşmaya devam ettik.
Baştan ayağa tüm Mısır eşzamanlı olarak isyan ediyor.
On bir şehirde göstericiler sokakları ele geçirdi ve polisle şiddetli
çatışmalar içine giriyor. Her zaman en kararlı şehir olagelmiş Süveyş’te öfkeli
eylemcilerin gösterisine asker müdahale etmiş. İskenderiye’de ve diğer
şehirlerde eylemciler emniyet binalarını ve karakolları kuşatmış.
Sürü Gördükleri Kitleyi Gütmek İsteyenler
25 Ocak’taki gibi devlet televizyonu aynı yalan
haberleri kusmaya devam ediyor. “Tahrir’deki insanlar birer eşkıya ve cani.
Polis bir tane bile gaz bombası ya da mermi atmış değil. Ama onlar polise
saldırmayı sürdürüyorlar.” Bunlar en sık yinelenen yalanlar.
Gece Facebook sayfalarında askerî yüksek konseyin başı
olan Tantavi’nin konuşma yapacağına ilişkin söylentiler dolaşmaya başlıyor. Bir
eylemci, sayfasında “bu Tantavi’nin yapacağı üç konuşmanın ilki mi?” diye
soruyor. Zira Mübarek de geri adım atmazdan önce, devrim süresince üç konuşma
yapmıştı.
Tantavi yerine ekranlara bir general çıktı ve üç ayrı
kanalda üç ayrı talk-show’a konuk oldu. Mübarek gibi o da bir milyon kişinin 85
milyon Mısırlıyı temsil edemeyeceğini, bu azınlığın ülkenin istikrarını bozmaya
çalıştığını söyleyip durdu. Bu sözler Tahrir’deki halkın umurunda bile değil
oysa.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmuş Selefi lider,
Hazim Ebu İsmail de Tahrir’e geldi. Bir gece önce eylemcilere “kamp kurmayın”
diyen Hazim, bu gece gelip büyük bir küstahlıkla halka dayanışma içinde
olduğunu söyledi. Eylemciler hakikatin kendi yanlarında olduğunu biliyorlar, bu
nedenle kimin gelip kimin gittiği ile hiç mi hiç ilgilenmiyorlar. Polis de
Tahrir’deki bilince teslim oldu. Tek tek katılımlar yaşandı. Bir dizi
milletvekili adayı, seçimlere dönük kampanyalarını askıya aldıklarını bildirdiler
sonra.
Polisin onlarca kişiyi öldürdüğü ve binlercesini
yaraladığına ilişkin haberler ulaştı. Ordunun saldırısı sonrası bir yığın
cesedin çöp konteynerlerine atıldığını gösteren fotoğraflar çıktı ortaya.
Kültür bakanı, polisin barışçıl gösteri yapanlara karşı şiddet uygulamasını
protesto ederek istifa etti.
Alınan Dersler
Son birkaç ayda zor da olsa bir ders aldık. Devrim
henüz bitmemiş bir iştir.
19 Kasım, Tahrir’in bir kez daha haleti ruhiyemiz
olduğu bir gün. Tahrir, bizim için şimdi bir sonraki düzeye sıçramakta
kullanmamız gereken bir çıkış noktası. Polis de bu gerçeği görüyor ve aralıksız
olarak meydana saldırıyor.
Görünüşe göre polisin amacı bizi yıldırmak, ileri
doğru adım atmamıza mani olmak ve bizi teslim alıp meydanı korumak. Birçok
durumda ordu, polisin kendi kirli işlerini yapmasını tercih ediyormuş gibi
görünüyor. Böylelikle kendi elleri kirlenmiyor. Ancak her birimizin içinde
yeterince Tahrir mevcut ve bu, bizim yılıp teslim olmamıza asla izin vermiyor.
Cuntanın başbakanın istifasını kabul ya da red
ettiğine ilişkin kafa karıştırıcı söylentiler dolaşıyor ortalıkta.
Kitle, Nisan 2012’de cuntanın iktidarı seçilmiş bir
cumhurbaşkanına teslim etmesi ile Tunus modelinde olduğu gibi, bir geçici
konsey lehine, cuntanın geri adım atması yönünde talepte bulunma arasında
salınıp duruyor. Her iki talep konusunda da kitle oldukça inatçı; artık gayet
tecrübeli devrimcilerden oluşan kitle, taviz vermeden ve cuntanın konuşmaları
ile oyunlarına hoşgörü göstermeden ilerliyor.
Bu ayın sonunda yapılması vaat edilen meclis
seçimlerinin bizler için koca bir hiç olduğunu biliyoruz. Zor da olsa şu konuda
dersimizi aldık: devrimin hiçbir yasası askerî idare altında yürürlüğe giremez,
dolayısıyla iktidardaki askeriye ile birlikte daha fazla adım atılamaz.
Cunta nihayetinde dönüp dolaşıp aynı noktaya geldi.
“Bilin bakalım ne oldu, halk rejimin yıkılmasını talep ediyor hâlâ!” yazıyordu
Tahrir’deki bir pankartta. Ama daha da önemlisi şu: “Mısırlılar işlerinin
başına geri döndüler.”
Devriminiz kutlu olsun ey Mısır halkı!
Amor Eletrabi