NATO’nun “insanî müdahale” bahanesi ile Libya’ya
saldırmasını hayretle izlerken, Batı Avrupalıların geçmişte Afrika’ya yönelik
yaptıkları “medenî” hamleleri hatırlıyoruz. 1884-85 tarihlerinde düzenlenen
Berlin Batı Afrika Konferansı’ndan kısa bir süre sonra kutsal kitaplar ve mermilerle
silâhlanmış Britanya, Fransa, Almanya, Belçika ve Portekiz Afrika’yı
kendisinden kurtarmak için bir arayışa girdiler.
Rudyard Kipling’in pek bilinmeyen emperyalist şiirinde
yankılanan entelektüel ve ahlâkî üstünlükleri ile bu Avrupalı güçler yeni
Afrikalı tebaasının topraklarını ve hayatlarını tam anlamıyla kontrol altına
aldılar. Atlantik ötesi ve Sahra ötesi köle ticaretlerinin hasarından tam
olarak kurtulamamış olan Afrika ise, takip eden sürece yönelik iyi bir hazırlık
yapamadan yakalandı.
Liberya ve Etiyopya hariç, Afrika’nın her karış
toprağı Avrupalı emperyalist güçlerin kontrolü altına girdi. Sonuç: yüz yıl
süren bir işgal. İnsansızlaştırma. Afrikalıların köleliğe tabi kılınması ve
doğal kaynakların talan edilmesi. Can kayıpları o denli büyüktü ki bugüne dek
hesaplanamadı bile. Ama eğer kıtanın yüzde yedisini kontrol eden Belçika bu
dönem boyunca on-on beş milyon Kongoluyu katletti ise bu miktara bağlı kalarak,
Britanya, Fransa, Almanya, Portekiz ve sonrasında İtalya’nın kaç kişiyi katlettiği
tahmin edilebilir. NATO’nun Libya’ya yönelik saldırısının korkunç sonuçları ile
derinleşen bu tarih üzerinden NATO’nun “insan hakları müdahalecisi” olarak
tanımlanmasının nasıl mümkün olabileceğini sorgulamak gerekiyor.
19. yüzyılın sonunda Batı Avrupa, kendi sınırları
dâhilindeki kısıtlı kaynaklar ve piyasalarla sürdürülebilmesi mümkün olmayan
bir sanayi devriminin içinden geçiyordu. Bu Avrupalı güçler arasındaki yeni
kaynaklar ve piyasalarla ilgili rekabet giderek yoğunlaştı. 1873-1896'daki uzun
süreli ekonomik depresyon, aşırı nüfus, yüksek sefalet ve işsizlik oranından
kaynaklanan ekonomik güçlükler karşısında Avrupa kendisini bu sıkıntıdan
kurtarmak için ciddi bir cevaba ihtiyaç duyuyordu. Afrika, binlerce kez bu cevabı
sunduğunu bir biçimde ispatladı.
Bugün yanına ABD’yi alan Avrupa’nın, 1800’lerde
yüzleştiği türden, ciddi ekonomik güçlüklerle karşı karşıya olduğunu görüyoruz.
O gün gibi bugün de Avrupa ve ABD, kendi ulusal sınırları dâhilinde
bulamayacağı ekonomik çözümlerin arayışı içinde. Dünyanın diğer kısımlarında
ama özellikle Afrika’da mevcut ekonomilerin sürdürülmesi için gerekli olan tüm
kaynaklar için, bu Batılı ülkeler bir kez daha işgal ve kaynak talanına
başvuruyorlar. Rusya, Hindistan ve Çin’le aynı kaynaklar için rekabet eden bu
güçler, ilgili işgalleri meşrulaştırma gayreti içinde yeni stratejiler
geliştiriyorlar. Peki ama bugünküler ne kadar yeni?
Batı Avrupalı güçlerle ABD’nin meydana getirdiği bir
askerî-güvenlik ittifakı olan NATO 1949’da, II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından
kuruldu. O da Birleşmiş Milletler’i doğuran Atlantik Sözleşmesi’nin bir
ürünüydü. NATO’nun belirlenen amacı, Sovyetler’den gelebilecek yayılma tehdidi
karşısında üye ülkeleri korumaktı. Var olduğu süre boyunca Sovyetler’le hiçbir
zaman doğrudan bir askerî çatışma içine girmedi. Daha çok, önemli bir bölümü
Afrika ve Latin Amerika’da cereyan eden temsili savaşlar dönemin genel düzenini
temsil etti. Sovyetler Birliği, Afrika ve Amerika’daki bir dizi kurtuluş
hareketine (kimi zaman mütevazı bir biçimde) yardım ederken, NATO mensubu
ülkeler bu bölgelerdeki ekonomik etkilerini sürdürme yollarını aradılar.
1991’de Sovyetler’in dağılması ile NATO bir gecede
konu dışına çıkmış basit bir askerî bürokrasiye dönüştü. Birçok askeriye ve dış
siyaset uzmanı NATO’nun tarihin çöplüğüne atılacağını öngörmeye başladı.
Yaklaşmakta olan kaçınılmaz ölümü savuşturmak için NATO dünya meselelerinde
oynayacağı yeni roller aramaya başladı. Sonuçta bir dış siyaset gözlemcisinin
ifadesiyle, “görev tanımında büyük ölçekte ciddi bir kayma” yaşandı.
Batı’nın sınırlarını zorlayan Kızıl Ordu’ya karşı
muhafızlık etmekle artık meşgul olmayan NATO ülkeleri, terörizmle savaş,
çevreyi koruma, kriz yönetimi, insanî müdahale gibi yeni görevler (bahaneler)
edindi. 1.38 milyar dolara Brüksel’de yaklaşık 40 hektarlık bir alana yeni bir
fütüristik bina diken, ilk üye sayısını 16’dan (çoğu eski Sovyetler’den gelen
yeni üye devletlerin katılımı ile) 28’e çıkartan ve üye devletlerin askerî
bütçeleri ile birlikte dünya savunma giderlerinin yüzde yetmişini teşkil eden bu
“yeni” NATO, amacına ilişkin tazelenmiş bir anlayış üzerinden, dünyaya hâlâ
geçerli olduğunu büyük bir endişe ile ispatlamaya çalışıyor. Tam da bu noktada
esas olarak Afrika ve dünyanın endişelenmesi gerekiyor.
Esas olarak bütçenin %75’ini karşılayan ABD tarafından
kontrol edilen NATO’nun başında eski Danimarka başbakanı, küstah ve fırsatçı,
Anders Fogh Rasmussen bulunuyor. İçinde NATO’nun Birleşmiş Milletler’e “küresel
bir barış koruyucu güç” olarak hizmet etmesi gibi önerileri içeren, saldırgan
bir ajandaya sahip Rasmussen, NATO’nun Avrupa dışındaki bir dizi çatışma
sürecini sadece seyretmekle yetindi. En dikkat çeken husus ise NATO’nun ABD ile
birlikte Afganistan’a müdahale etmesiydi. Perişan ve öfkeli olan Afganlar,
bugün masum insanları öldüren bu güçlerin ülkelerini terk etmelerini
istiyorlar.
NATO ayrıca Somali sahillerini temizlemek ve korsan
oldukları iddia edilen kişiler tarafından yabancı gemilere el konulmasına mani
olmak için de çalışıyor. Bu harekât, aralarında Somalililerin, yolcuların ve
mürettebatın olduğu çok sayıda insanın öldürülmesi ile sonuçlandı. Şunu akıldan
çıkarmamak gerekiyor: Somalililer, illegal olarak balıkçılık yapan bu gemilere
on yedi yıl önce çıkmaya başlamıştı. Ama tek bir kişinin bile burnu
kanamamıştı. 2009’da başlayan Obama yönetimi ile birlikte her şey değişti. Aynı
yıl NATO da ABD savaş gemileri ile birlikte Somali sahillerinde devriyeye
çıkmaya başladı.
2009’un Nisan’ında Başkan Obama, keskin nişancılara
Amerikan bayraklı Maersk Alabama isimli gemiye çıkan ve fidye isteyen
Somalilileri öldürmeleri emrini verdi. Fransa, başka bir gemi kaçırma
hadisesinde sekiz Somaliliyi öldürdü. ABD ve Fransa, NATO desteği ile
Somali’deki Şabat isimli milliyetçi gruba karşı çok yönlü bir savaş içine
girdi. Süreç içinde ölü sayısının artması kaçınılmaz. Ayrıca ABD’nin
Somali’deki bu savaşına Kenya, Uganda ve Burundi’den gelen birlikler de dâhil
oldu. Üstelik Uganda ve Burundi Afrika Birliği barışı koruma görevinin
himayesinde sürece müdahale etti. ABD’nin insansız uçak üsleri Etiyopya’da
kuruldu. Özetle emperyalist güçler kendi “kirli işler”ini yaptırtmak için
kalleş Afrikalıları kullanma hilesine bir kez daha başvuruyorlar.
Muammer Kaddafi’nin öldürülmesinden kısa bir süre
sonra, Senato Dış İlişkiler Komitesi Afrika İşleri Alt Komitesi başkanı Chris
Coons şu tespiti yaptı: “Kaddafi’nin ölümü ve yeni bir Libya rejiminin tesis
edilmesine dönük vaat, ABD’nin Orta Afrika’ya dönük hesap kitap edilmiş tepkisi
için gerekli birer argümandır.” Libya’da elde edilen sonuçların verdiği
cesaretle ABD Uganda’ya buradaki Rab’bin Direniş Ordusu üyelerini takip edip
yakalamaları için 100 birlik gönderdi. Kongo, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Güney
Sudan da bu askerî müdahalelerden nasibini aldı.
Şurası açık ki Senatör Coons bu cümleyi sarfederken
aklında AFRICOM vardı. Bush yönetimi süresince Miras Vakfı tarafından
tasarlanmış olan ABD’nin Afrika için oluşturduğu bu yeni askerî komutanlık,
emperyalist NATO ülkeleri için fırsatlarla dolu bir zamanda gündeme geldi.
Libya harekâtı boyunca AFRICOM ile birlikte çalışan ve elde ettiği sözde
başarılar karşısında böbürlenen NATO, bugünlerde “insanlığı kurtarmak” için
yapılan bu savaşta kendisini vazgeçilmez görüyor. Bu iki asker çantasının
biraraya gelişi Afrika için oldukça tehlikeli bir gelişmeyi temsil ediyor.
Obama yönetiminin Libya harekâtını AFRICOM’un “ilk” teşebbüsü olarak kabul
etmesi üzerinden, Afrikalıların AFRICOM’un bundan sonraki çabalarının Kıta’yı
neye benzeteceğini tahmin etmelerine de gerek kalmıyor.
Avrupa “aydınlanma”sının kazançlarını her yere yayma
“yük”ünü sırtlarına almış 19. yüzyıldaki ataları gibi, “Kuzey”den gelen bu yeni
nesil çapulcular Afrika’ya ölümün soğukluğunu, yıkımı ve yersiz yurtsuzluğu bir
kez daha dayatacaklar. Bu gayret eskiden ifa edilmiş, Kıta’nın insanî manada
canlandırılması kampanyalarına ne de çok benziyor.
NATO ve AFRICOM’un Libya saldırısına etkin bir biçimde
karşı koyamayan Afrika, geçmişin derslerini lâyıkıyla öğrendiğini artık
göstermek ve kendisini “beyaz adamın yükü”nü taşımaktan kurtarmak zorunda.
Harold Green
11 Kasım 2011
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder