“İran, Suriye ve Kuzey Kore Irak’tan ders
çıkartmalıdır.” Bu cümle, eski devlet silâh kontrolü müsteşarı John Bolton’a
ait. Bolton, Bağdat’ın Irak’ı işgal eden Birleşik Devletler ve müttefiklerinin
eline düşmesinden bir gün sonra tehditkâr bir dille kaleme aldığı 10 Nisan 2003
tarihli demecindeki bu cümle ile ABD liderlerinin duygularını yankılıyordu.
O dönemde Irak’taki Baas rejimini başarılı bir hamle
ile devirmenin sevincini yaşayan ABD’li siyasetçiler, “Ortadoğu haritasının
yeniden çizilmesi” hedefi için yeni bir aşamaya geçtiler. Bölgede ve dünyada
Washington ve Wall Street’in emirlerine uymayıp belli bir düzeyde bağımsız
hareket eden tüm ülkeler hedefe yerleştirildi.
Harita tabii ki istenildiği şekilde çizilemedi. İşgal
karşıtı direniş üzerinden Irak halkı, emperyalistleri işgali hedefleyen
saldırgan planlarını rafa kaldırmaya mecbur etti. Ama gene de Irak direnişi,
ABD savaş makinesini durduramadı ve Suriye bir sonraki hedef hâline geldi.
Kısa Suriye Tarihi
Suriye, yüzlerce yıl Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı
bir eyalet olarak yaşadı. Birinci Dünya Savaşı sonrası imparatorluğun dağılması
ile muzaffer emperyalist güçler, Ortadoğu’yu kendi aralarında bölüştüler.
İngilizler Filistin, Ürdün ve Irak’ı; Fransızlar Lübnan ve Suriye’yi aldı.
1917 Rus Devrimi sonrası Bolşevikler, Çarlık
Rusyası’nın sömürgeci arzularına karşı çıktılar ve Ortadoğu’nun
bölüştürülmesine ilişkin Britanya, Fransa ve Rusya arasında yapılan görüşmeleri
içeren gizli Sykes-Picot Anlaşması’nı ifşa ettiler.
1940’ta Fransa’nın Almanlara hızla teslim olması
ardından İngilizler, Lübnan ve Suriye’yi işgal ettiler. 1946’da Suriye bağımsız
oldu. Fransız emperyalizmi, İkinci Dünya Savaşı sonrası, özellikle Lübnan’da
büyük bir güç kazandı. Ancak ABD zamanla onun yerini aldı. İngilizler hâlen
daha bölgedeki en önemli güçtü.
1963’te Arap Sosyalist Baas Partisi Suriye’de iktidara
geldi. Baas Partisi aynı yıl Irak’ta da iktidarı aldı. 1947’de Suriye’de
kurulmuş olan parti, farklı Arap ülkelerinde kollara sahipti. “Birlik,
Hürriyet, Sosyalizm” şiarı altında Baasçılık, Arap milliyetçi hareketine ait
sol bir eğilimi temsil ediyordu.
1960’ların ortalarında Salah Cedid liderliğindeki
Baas’ın sol kanadı partideki sağcı eğilimi mağlup etti. Cedid, sanayiyi ve
tarımı millîleştirdi, işçiler ve köylüler lehine kapsamlı toplumsal programlar
geliştirdi.
Emperyalizmin himayesinde hareket eden İsrail, giderek
büyük bir askerî devlet hâline geldi. 1967’te Arap komşularına saldırdı. Altı
günde Mısır, Suriye ve Ürdün’ü yendi. Batı Şeria, Gazze, Sina Yarımadası ve
Suriye’deki Golan Tepeleri’ni işgal etti. İşgal bugüne dek varlığını korudu.
Askerî yenilgi, Suriye ve Mısır’daki milliyetçi
liderlere karşı ağır bir saldırıyı koşulladı. Solcu ve radikal güçler giderek
zayıfladılar. Mısır’da 1970’te Nasır’ın ölümü ardından emperyalizm yanlısı bir
rejim tesis edildi. Suriye’de Cedid, 1971’de Hafız Esad karşısında mağlup oldu.
Mısır’daki Enver Sedat’ın aksine Esad, emperyalizm yanlısı bir lider değildi.
İktidarda kaldığı süre boyunca bir tür sosyalist bir program tatbik etti.
Eskiye nazaran görece merkezci ve burjuva milliyetçi bir programdı bu. 2000’de
ölmesinin ardından yerine Beşar Esad geldi.
Suriye Rejiminin Karakteri
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması ve Ortadoğu’nun
emperyalist güçler arasında bölüşülmesi sonrası buradaki devletler biçim olarak
otoriter ve gayri demokratiktiler. Emperyalistler sağcı, gerici feodal
unsurları desteklediler. Sınırlar emperyalist çıkarlar uyarınca çizildi. Bu,
gelişen burjuva demokratik haklar için uygun ve ideal koşulları temin
etmiyordu.
Suriye, Libya ve 1979 devrimi sonrası İran gibi,
emperyalist hâkimiyetten kurtulmuş ülkelerde bile işgal ve iktidarın devrilmesi
tehdidi demokratik hakların genişlemesi için uygun bir zemin sunmuyordu. Sonuç
olarak bağımlı ya da bağımsız bölgedeki birçok rejim hükümet, meclis ve
seçimler hususunda burjuva demokratik bir biçim arz etmiyordu. Devletin şiddete
dayalı baskıcı niteliği istisnai değil, kuraldı.
Esasında ABD’nin demokrasi ve insan haklarını teşvik
ettiğine dair propagandasının aksine, en gerici ve baskıcı devletler bağımsız
olanlar değil, ABD’ye bağımlı olanlardı. Bu gerçek üzerinden, kraliyet
ailelerinin hükmettiği Suudi Arabistan, Kuveyt ve Bahreyn’e bakmak mümkün.
Buralarda yalandan da olsa, bir meclise ya da seçime bile rastlanmıyor.
Marksist bir bakış açısı üzerinden bakıldığında,
devletin temel işlevinin sınıfsal baskı olduğu görülecektir. Lenin’in tespiti
ile, “Devlet özel bir güç örgütlenmesidir: o, bazı sınıfların bastırılması için
kullanılan şiddet örgütüdür.” Bu tespit, devlet idaresinin tehdit altında
olmadığı ve baskının yumuşak biçimlerle uygulandığı, ayrıca devletin ölümcül
bir tehdit karşısında ayakta durmaya çalışıp sert ve şiddetli bir biçimde baskı
uyguladığı örnekler için de geçerlidir. Kilit soru, bu noktada güçlerin sınıfsal
niteliğinin devlet lehine mi yoksa aleyhine mi olduğudur.
Suriye rejimi, ülkenin bağımsız olmasından yana ama
öte yandan kapitalist hatta ilerleyen burjuva milliyetçi bir niteliğe sahiptir.
Tarihsel açıdan mazlum ülkelerdeki azgelişmişliğin ana
sebebi, bu ülkelerdeki kaynakların sömürgeciler eliyle yağmalanmasıdır. Ülkenin
bağımsızlığından yana saf tutup emperyalistlerin ülke kaynaklarına el koymasına
mani olmak suretiyle millî burjuvazinin kalkınmayı hızlandırması mümkündür. Bu
kalkınmanın mevcut kaynakların emperyalist sermayenin elinde olduğu sürece
gerçekleşmesi mümkün değildir. Ancak burjuva milliyetçi güçler aynı zamanda
işçi sınıfının politik bir güç kazanmasına da karşıdırlar. Belli ölçüde
milliyetçilik, farklı etnik yapılardan oluşan bir birlik hâlinde inşa edilir ve
tüm diğer devletler gibi içteki azınlıklara karşı şovenist bir tutum sergiler.
Suriye devletinin aslî işlevi, yönetici sınıfa dönük
politik ve iktisadî itirazları bastırmaktır. Polis güçleri, zorbalıkları ile
Suriye halkının farklı kesimlerinde hayli şöhret sahibidir.
Bağımsız Ama Çelişkili Dış Siyaset
Dış siyasette Esad ailesi, anti-emperyalist bir konum
alma hususunda her daim tutarsız bir çizgi izledi. Bu, özellikle uzun süredir
iktidarda olan tüm burjuva milliyetçi rejimlerin ortak özelliğidir.
Yetmişlerde, Büyük Suriye’nin tarihsel parçası ve
ülkenin komşusu olan Lübnan’da kanlı bir iç savaş yaşandı. Uzun mücadeleler
ardından Millî Lübnan Hareketi liderliğindeki ilerici güçler zaferin eşiğine
geldi. Nisan 1976’da Suriye ordusu ABD desteği ile Lübnan’a girip ilerici
güçlerin zaferine mani oldu. İsrail’e ve emperyalist hâkimiyete karşı çıkan
Suriye millî burjuvazisi bölgeye sıçrayabilecek bir devrimci zaferden korktu.
Suriye 1991’deki ilk emperyalist işgale de katıldı. Baas Partisi birkaç yıl öncesinden
bölünmüş, Irak rejimi ile Suriye arasında husumet ortaya çıkmıştı.
Lübnan’daki karşı devrime ve Irak’taki emperyalizme
destek veren Suriye, genel anlamda bağımsız bir devlet olarak varlığını
sürdürdü. Ülke, Sovyetler Birliği ile savunma anlaşması imzaladı. Uzun süre
batılı kapitalistlerin nüfuzundan uzak durdu. Sovyetler’in dağılması sonrası,
ABD hükümeti kendisine uşaklık edecek hükümetlerin tesis edilmesi için
çalışmaya başladı. Son dönemde Suriye rejiminin değiştirilmeye çalışılmasının
nedeni bu.
İsrail’in ABD desteği ile 1982’de Lübnan’ı işgal
etmesi sonrası ABD güçleri Lübnan’daki yükselen direniş hareketine karşı
savaştı. Suriye direniş hareketini destekledi. 1983’te bomba yüklü bir kamyonun
patlaması sonucu 241 ABD askerinin ölümü ardından ABD Lübnan’daki askerî
faaliyetlerine son verdi. Suriye destekli direniş hareketi İsrail işgaline
karşı mücadele etme imkânı buldu. 2000’de, 18 yıllık mücadeleyi takiben Lübnan
direnişi İsrail’i neredeyse ülkenin tümünden kovmayı başardı. Suriye’nin bu hususta
verdiği destek, Lübnan direnişinin başarısı için hayatî bir rol oynadı.
Sonrasında Suriye, 2000’de İsrail’i ülkeden kovan
Hizbullah’ı desteklemeye başladı. Hizbullah, 2006’daki İsrail bombardımanına ve
işgal hareketine direnen ana güçtü. Sonuçta İsrail çok sayıda ölü vererek
ülkeden geri çekildi.
Suriye, Hamas ve diğer Filistinli direniş güçlerini de
destekledi. Solcu Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi birçok Filistinli örgüt
karargâhlarını Suriye’de kurdu.
2003 Irak işgali ardından Suriye emperyalist güçlerin
hedefinde olan İran’la sıkı ilişkiler kurdu. Obama, ülkede çıkan ayaklanmalar
öncesi bu ilişkiyi bozmak için uğraştı. 22 Nisan’da Obama, Suriye’yi “Suriyeli
yurttaşlarını bastırmak için Iran’dan yardım almak”la suçladı.
2006’da eski Lübnan başbakanı Refik Hariri’nin suikast
sonucu öldürülmesi ardından emperyalistler Suriye’yi suçlayan kapsamlı bir
kampanya yürüttüler. 1559 sayılı BM kararının kabulü ile Suriye Lübnan’dan
tümüyle çekilmeye mecbur edildi. Suriye karşıtı kampanyanın amacı, Suriye’yi
ülkeden çıkartmak ve Lübnan’daki politik arenada emperyalizm yanlısı güçlere
yol açmaktı. İşler istenildiği gibi gitmedi. Hizbullah 2006 direnişi ile büyük
bir güç kazandı. Emperyalistlerin amacına hizmet eden “soruşturmalar” zamanla
Suriye’yi temize çıkarttı ve Hariri suikastı ile ilgili olarak Hizbullah’ı
hedef tahtasına yerleştirdi.
Eylül 2007’de İsrail Fırat kıyılarını bombaladı. Güya
saldırının hedefi, Suriye’nin nükleer tesisleriydi.
Son Dönemde Yaşanan Ayaklanmalar
Ayaklanmalar 16 Mart’ta Şam’da yapılan bir gösteri ile
başladı. Bunu, güneydeki Dara şehrinde yapılan görece daha büyük bir gösteri
takip etti. Göstericiler, şehirdeki Baas Partisi binasını ateşe verdiler. 25
Mart’ta Hama’da binlerce gösterici toplandı. Liderliğini Müslüman Kardeşler’in
yaptığı gösteride güvenlik güçleri kitleye ateş açtı.
Aradan geçen bir ay içinde gösterilerin yoğunlaşması
ile Esad hükümeti protestoların şiddetini düşürmek için kimi tavizler verdi. 25
Mart’ta Esad, Dara valisi Faysal Gülsüm’ü görevden aldı. 19 Nisan’da hükümet
Esad’ın da imzaladığı olağanüstü hâli kaldıran bir kanun çıkarttı. Esad’ın da
imzaladığı kanun 1963’ten beri yürürlükteydi ve İsrail’e karşı mücadele
üzerinden gerekçelendiriliyordu.
Farklı rakamlar verilse de Mart’tan beri ölenlerin
sayısı batı medyasına göre 350 civarında. Suriye devleti gösterileri şiddetle
bastırmaya devam ediyor.
Ancak gene de muhalefetin ne ölçüde silâhlı olduğu
konusu açık değil. İnternete yüklenen videolara ve diğer medya kaynaklarına
göre protestolarda silâha rastlanmıyor.
Göstericilerin iddiasına göre, devlet ayrımsız herkesi
katlediyor, devlet ise protestocuların silâh taşıyıp polise ateş ettiğini
söylüyor. Suriye devlet televizyonunun 10 Nisan tarihli haberine göre, liman
şehri Baryas’ta dokuz polis öldürüldü.
El Cezire’de çalışan bir gazeteci, “ülkenin güney
kısmında herkesin silâh” taşıdığını söyledi. Habere göre, “kimin kime ateş
ettiği belli değil.”
Göstericilerin tüm Suriye halkının duygularını temsil
edip etmedikleri de belirsiz. Muhalefet, ülke genelinde nüfusun önemli bir
bölümünü hareket geçirirken, Suriye rejimi de mevcut desteğini muhafaza ediyor.
29 Mart tarihli Business Week haberine göre, “devlet güdümlü
televizyon bugün yüz binlerce insanın Şam, Halep, Hama ve Haseke caddelerine
aktığını gösteren görüntüleri yayınladı.”
Hükümet yanlıları ile muhalefet arasında silâhlı
çatışmaların yaşandığına ilişkin haberlere de rastlandı. Suriye devlet
televizyonunun iddiasına göre, güvenlik güçleri hükümet destekçileri ile
protestocular arasındaki çatışmalara müdahale etti.
30 Mart tarihli konuşmasında Esad, “tek bir
Suriyelinin kılına zarar gelmemesi yönünde güvenlik güçlerine emir verildi.”
dedi ve katliamdan sorumlu olanlara çağrıda bulundu. İki hafta sonraki
konuşmasında ise Suriye için “şehid” düşenlerden bahsetti. Sefalet, işsizlik,
yolsuzluk ve sorumsuz devlet kurumları gibi meselelere ise hiç değinmedi.
Suriye’deki politik nizam ile devlet çelişkili
konumlar alıyor. Bir yandan reformlar, diyalog ve uzlaşma öneriliyor bir yandan
da protestocuların aşırıcı olup dış mihraklardan beslendikleri, istikrar ve
güvenliği tehdit ettikleri iddia ediliyor.
Suriye hükümetindeki Baas Partisi’nin öncü rolünü
benimseyen politik örgütler koalisyonu olan Millî İlerici Cephe’nin parçası
olan iki ayrı Suriye komünist partisi mevcut. Bunların tabanda faaliyet
yürütmesine izin veriliyor. Baasçılara yakın duran Komünist Parti (Bektaş)
hükümetin ilân ettiği reformları övüyor bir yandan da güç kullanımını ve
medyanın olayları yansıtma biçimini eleştiriyor. Parti, gerici güçleri “yaşanan
müessif olayları istismar etmek”le suçluyor ve “gerici, cahil ve mezhepçi”
sloganlara bulaşmakla eleştiriyor.
Aynı şekilde Komünist Parti (Birleşik) “şiddet
karşıtı” bir diyalogdan yana. Yaşanan olayların bölgedeki Amerikan ve Siyonist
projeyi güçlendireceğini, reformların kökleşmesini istemeyenlerin ekmeğine yağ
süreceğini iddia ediyor. Her iki parti de millî birlik çağrısı yapıyor. Politik
reformların hızlandırılmasını istiyor, hükümetin kamu sektörünü zayıflatan
gayri millîleştirme politikalarını terse çevirmesini talep ediyor. İddialarına
göre, “bu politikalar kitlelerin hayat koşullarını kötüleştiriyor.” Bu düşünceler,
Baas Partisi içindeki mevcut akımın da düşüncelerini yansıtıyor.
Suriye Muhalefetindeki Farklı Eğilimler
Mısır ve Tunus devrimleri, Arap dünyasındaki tüm
iktidarları sorgulanır kıldı ve tüm mevcut politik güçleri yaşanan süreci
iktidarı elde etmek için muazzam bir fırsat olarak görmelerine neden oldu.
Elbette bu, söz konusu güçlerin hepsinin ilerici olduğu anlamına gelmiyor.
Bu noktada Suriye’deki muhalefet hareketindeki tüm
farklı eğilimlerin güçlerini tartmak ve politik niteliklerini anlamak mümkün
değil. Son dönem yaşanan protesto hareketi, Şam’ın emekçi mahallelerindeki
polis şiddetine karşı kendiliğinden bir protesto olarak ortaya çıktı. Şüphesiz
ki gösterilere sefaletten ve devlet baskısından kurtulmayı arzulayanları da
içeriyor. Ancak hareketin içinde ayrıca ülkedeki laik yönelimi alt etmek
isteyen mezhepçi dinî güçler de bulunuyor. Bunlar “Alevîler mezara, Hristiyanlar
Beyrut’a” diye bağırıyorlar. Dinî bir azınlık olarak Alevîler nüfusun %12’sini
teşkil ediyorlar. Baasçı yöneticilerin önemli bir bölümü de Alevî.
Muhalefet, ayrıca emperyalizm yanlısı kesimleri de
içeriyor. 17 Nisan tarihli Washington Post haberine göre, Suriye’deki
muhalefete ABD milyonlarca dolarlık yardım etmiş. Wikileaks belgelerine
göre, 2005-2009 arası dönemde ABD, Londra merkezli Adalet ve Kalkınma
Hareketi’ne altı milyon dolar vermiş. Söz konusu kanal, 2009’da Suriye rejimine
karşı yayıncılık yapan Barada isminde bir uydu kanalı kurmuş.
“Şam’daki diplomatik kaynakların ifşa ettiği üzere, Suriyeli sürgünler Ortadoğu
Ortaklık İnisiyatifi adlı bir Dışişleri Bakanlığı programından para almış.”
ABD’li politika yapıcıları muhalefetin politik
niteliğini tanımlamak gerektiğinin farkındalar. Bu nedenle, Suriye rejimini
devirmekle geçen onca seneye rağmen ABD ve emperyalist müttefikleri Libya’ya
yaptıklarını Suriye’ye yapmadılar. Eğer Müslüman Kardeşler ya da başka bir güç
emperyalist kontrol altında değilse ABD’nin maddî yardım yapması da mümkün
değil.
Diğer yandan Londra merkezli Adalet ve Kalkınma
Hareketi liderliği ele geçirirse, o vakit ABD yaptırım tehdidine başvuracak ve
ülkeye doğrudan müdahale edecektir. Elbette hangi gücün muhalefetin liderliğini
ele geçireceği de emperyalistlerin propaganda faaliyetlerini finanse etme,
örgütleme ve yayma becerisine bağlıdır.
Libya Dersleri
ABD’deki ve tüm dünyadaki ilerici güçler, Libya
deneyiminin verdiği dersi bilince çıkartmak zorundadır. Libya’daki protesto
hareketinin başlamasından kısa bir süre sonra Libya lideri Muammer Kaddafi
hızla şeytanlaştırıldı. İnsanlar halkın Kaddafi’ye karşı olduğuna
inandırıldılar. Böylelikle rejimin toplumsal destekten mahrum olduğu iddia
edildi. Bingazi’deki muhalefet liderleri, devrimci hareketin gerçek
temsilcileri olarak takdim edildiler.
Birçok ilerici güç söz konusu şeytanlaştırma sürecine
bir biçimde dâhil oldu. Sosyalizm ve Kurtuluş için Parti ve diğer hareketler,
muhalefetin niteliğini analiz etmemizi istediler ve çoğunlukla bizim gibilere
alaycı ifadelerle saldırdılar.
Zamanla güçler dengesi değişti, Kaddafi ve
destekçileri ülkeyi silâhlı muhalefetin elinden geri almaya başladı. “Devrimci”
liderlik, bir süre sonra doğrudan askerî müdahale çağrısında bulundu. Libya,
emperyalistlerin doğrudan müdahalesine maruz kalan ülkeler listesine dâhil
oldu, bu sefer müdahale, belli bir miktar desteğe sahip muhalefet güçlerinin
davetiyle gerçekleşti.
Sonrasında Libya, ABD, Fransız ve İngiliz uçakları
tarafından günbegün bombalandı. Muhalefet, geçen yüzyılda bölgenin
sömürgeleştirilmesinden sorumlu bu emperyalist güçlerden, para, silâh, eğitim
ve askerî tavsiye aldı. Krizin nasıl sonuçlandığından bağımsız olarak Libya ve
bölge halkı, başka bir emperyalist müdahalenin sonucunda ciddi bir yenilgiye
maruz kaldı.
Muhalefetin safında yer alan tüm ilerici güçler,
emperyalist müdahale için gerekli sahneyi hazırladılar, şimdilerde ise
Ortadoğu/Kuzey Afrika’daki başka bir devletin egemenliğinin ihlal edilmesinin
sorumluluğunu paylaşıyorlar. Bu kesimler, ya askerî bir emperyalist müdahaleyi
açıktan destekliyorlar ya da bir yandan muhalefeti destekleyip bir yandan da
emperyalist müdahaleye karşı çıkıyorlar. Muhalefetse emperyalist ülkelerin
kendi ülkelerini daha fazla bombalamasını istiyor.
Görevimiz
Suriye analizi için gerekli çıkış noktası bağlamında
Suriye devletinin nitelik açısından Mısır ve Tunus’tan farklı olduğunu
belirtmek gerekiyor. Emperyalist ülkelerse halkın çoğunluğunun arzularına karşı
hükümetleri destekliyorlar. Suriye rejimi ile ayaklanmalara sahne olan Ürdün,
Yemen, Bahreyn ve diğer Ortadoğu ülkelerindeki rejimler arasında ciddi
farklılıklar mevcut. Bağımsız niteliğinden ötürü Suriye devleti, emperyalist
güçler eliyle gerçekleştirilmek istenen rejim değişikliğinin hedefi kılınıyor.
ABD’deki devrimci ve ilerici güçlerin birincil görevi,
Suriye ve diğer ülkelere dönük emperyalist müdahalelere karşı çıkmaktır.
Bizler, mazlum halkların kendi kaderlerini tayin haklarını savunmak zorundayız.
Şurası açık ki hükümet biçimi Suriye halkı için hayli önemlidir ancak halk
kaderini kendi başına tayin edememektedir. Suriye’ye dönük Batı müdahalesi iyi
niyetli bir yaklaşım değildir. Müdahalenin hedefi, Suriye halkına boyun
eğdirmek, ülke piyasalarına ve kaynaklarına el koymaktır. Bu türden niyetlerin
yanında batı müdahalesi kesinlikle demokrasi lehine bir kazançla
sonuçlanmayacaktır. Ortadoğu’da ABD’nin uşağı olan rejimlere ve Mısır devrimini
inkıtaa uğratma gayretlerine baktığımızda, bu tespit doğrulanmaktadır.
Eğer Suriye’deki muhalefete dönük ham ve kayıtsız
şartsız desteğin amacı, Suriye rejiminin uyguladığı baskıları dünya âleme
duyurmak ise ilerici güçler için böylesi bir çaba gereksizdir. İş dünyasının
emrindeki medya bunu zaten yapıyor ve onların yüz milyonları bulan bir izleyici
kitlesi hâlihazırda mevcut. Ancak desteğin amacı, gerçek demokrasinin ve
toplumsal adaletin desteklenmesine dönük katkı sunmak ise o vakit ilgili
destek, muhalefetin, onun politik taleplerinin, en ciddi politik meselelere
yönelik yaklaşımının, özellikle emperyalist güçlerle ilişkilerinin niteliğine
dönük açık bir kavrayışa dayanmalıdır.
25 Nisan’da Beyaz Saray Başkan Obama’nın Suriye
karşıtı “tedbirler” üzerinde durduğunu ilân etti. Obama, söz konusu tedbirleri
ve diğer eylemleri BM Güvenlik Konseyi’nde gündeme getirecek. Henüz bu noktaya
gelmemiş olsak da ABD ordusunun, NATO’nun ve diğer emperyalist güçlerin
Suriye’ye yönelik müdahalesi bir tehdit olarak varlığını muhafaza ediyor.
ABD’deki devrimciler olarak bizim görevimiz, ülkemizdeki yönetici sınıfın
Suriye karşıtı propagandasındaki emperyalist özü ifşa etmek, alınacak
tedbirlere karşı çıkmak ve her türden askerî müdahaleye karşı mücadele
etmektir. Suriye’nin geleceği emperyalist akbabalar değil, Suriye halkı
tarafından kararlaştırılmalıdır.
ABD Suriye’den Elini Çek!
Mazda Mecidi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder