Avrupa’da İslamofobi ve Aşırı Sağ: ABD
İçin Dersler
Bugün Avrupa, her yeri kasıp kavuran, tehditkâr bir
eğilimle sarsılıyor. Müslüman ve göçmen karşıtı retoriği kullanan aşırı sağ
partiler, bir dizi Avrupa ülkesinde seçim zaferleri elde ettiler. Haziran’da
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde bu partiler, bugüne dek görmedikleri bir oy
oranına ulaştılar. Faşist köklere sahip Britanya Millet Partisi, bir milyon
civarında oy aldı ve ilk kez Avrupa Parlamentosu’nda iki koltuk sahibi oldu.
Geert Wilders’in Hürriyet Partisi (PVV) de benzer bir başarı elde etti.
Time dergisinin
Haziran seçimleri ile ilgili kapsamlı incelemesinde şu tespitlere yer
veriliyor:
“Avrupa
genelinde azınlıkları giderek büyüyen birer tehdit olarak gören hararetli bir
milliyetçilik etrafında toplaşmış, uç partilerden müteşekkil siyasî keşmekeş,
Avusturya, Belçika, Bulgaristan, Danimarka, Fransa, Finlandiya, Yunanistan,
Macaristan, İtalya, Letonya, Romanya ve Slovakya’da ciddî sonuçlar aldı.
Değişken ekonomik ortam ve yitirilen işler karşısında seçmenler, sorumlu
addettikleri merkezî partilerden vazgeçtiler.”
Hollanda ve İsveç gibi liberal kabul edilen ülkelerde
bile aşırı sağcı partiler önemli bir atılım yaptılar. Yakın dönemde
gerçekleştirilen İsveç seçimlerinde Jimmie Akesson’un partisi İsveç
Demokratları, açıktan yürütülen Müslüman karşıtı kampanya sayesinde,
parlamentoya girdi. Akesson, göçün sınırlandırılması yönünde çağrıda bulunarak,
İslam’ın İsveç milletinin karşılaştığı en büyük tehdit olduğunu söyledi.
Hollanda seçimlerinde yirmi dört koltuk kazanan Geert
Wilders’in Hürriyet Partisi’nin ise yeni azınlık hükümetinde yer alması
bekleniyor.
Wilders, namlı bir İslam karşıtı. Her daim İslam’ı
faşizmle kıyaslıyor, Kur’an’ı Hitler’in Kavgam’ı ile denk tutuyor.
Wilders, özellikle Müslüman ülkelerden gelen göçmenlerin engellenmesini savunan
platformun bir üyesi. Her ortamda İslam kültürüne mensup insanların “geri zekâlı”
olduğunu iddia ediyor. Kur’an’ın ve örtünmenin kesinlikle yasaklanması
gerektiğini düşünüyor.
Hollanda’da azınlık hükümeti oluşturma gayreti
içindeki merkez sağ koalisyonu ile önemli bir anlaşma yapan Wilders, burkanın
yasaklanması ve göçmenlikle ilgili daha sert önlemlerin alınması gibi bir dizi
siyasî öneri getiriyor.
Wilders, ayrıca 11 Eylül’de Manhattan’da İslam merkezi
açılması teklifine karşı Çay Partisi mensubu yobazlarca tertiplenen mitingde
konuşma yapmış ve burada herkesi “karanlığın ve nefretin güçlerine, cehaletin
yol açtığı felâkete karşı kendilerini savunmaya” çağırmıştı.
Bu pek de şaşırtıcı olmamalı. ABD’deki aşırı sağ,
sadece Avrupa’daki muadilleri ile işbirliği içinde hareket etmekle kalmıyor,
ayrıca onların seçim zaferlerinden de gereken dersleri alıyor.
Amerika’nın İslamîleşmesini Durdurun isimli grubun
lideri Pamela Geller, Manhattan’da İslam merkezi açılması teklifi etrafında
kopan tartışmayı kutuplaştırmakla kalmadı, ayrıca bir Wilders taraftarı olarak
(Wilders’a yönelik hayranlığının karşılıksız olmadığını söylemek gerek. Zira
Wilders, Geller’ın ikinci yazar olarak yer aldığı, Obama başkanlığı ile ilgili
kitap için bir övgü yazısı yazdı.), sürekli Müslümanlara ve göçmenlere saldıran
İngiliz Savunma Birliği gibi açık faşistlere ve sokak çetelerine takdirlerini
bildirdi.
Çay Partisi’nin Avrupa sağından beslendiği gayet açık.
Bu çevre, Avrupa’dan, uzun soluklu ekonomik kriz, ırkçılık ve günah keçisi
bulmak üzerine kurulu siyaset bağlamında, geniş bir kitleye ulaşabileceğini
öğrendi. Bu siyaset, Gönüllü Askerler gibi göçmen karşıtı grupların Çay
Partisi’nin tertiplediği toplantı ve mitinglerde boy göstermesini sağladı. Aynı
şekilde Çay Partisi üyesi olduğunu söyleyen Geller de Mayıs’ta, Tennessee’de
düzenlenen toplantıda konuşmacılar arasındaydı.
Murfreesboro’daki İslam merkezinin saldırıya maruz
kaldığı Tennessee eyaletinin mekân seçilmesi tesadüf değil. Müslüman cemaatini
korkutmak ve ona gözdağı vermek amacıyla merkeze ateş açılıp bina kundaklandı.
Ayrıca Tennessee vali yardımcısı Ron Ramsey, yirmi ayrı Çay Partisi grubunun
desteği ile eyaleti şeriata karşı korumayı vaat etti ve İslam’ın bir “inanç”
olarak “şiddete dayalı politik bir felsefe” olduğunu söyledi.
Aşırı sağcı popülist hareketin özünde ırkçılığın
yattığı artık aşikâr. Bu hareket, hem bir tür seçim stratejisine hem de
Müslüman cemaatine (özellikle Latin göçmenlere) gözdağı verme derdindeki
ayaktakımı stratejisine başvuruyor. Eskiden ABD’de İslamofobi (İslam
düşmanlığı) “terörle mücadele” doktrinini meşrulaştırmak için kullanılırken,
bugün Avrupa’da yaşandığı biçimiyle, aşırı sağın ülke içine dönük bir gündemi
olarak iş görüyor.
Kısa zaman önce The Nation dergisinde Gary
Younge’un kaleminden çıkan makalede de belirtildiği üzere:
“İslamofobinin
bugünkü aşaması Cumhuriyetçi Parti içindeki yabancı düşmanı ve ırkçı güçlerin
yükselişine işaret ediyor. Zira Demokrat Parti üyesi bir siyahın, o pek de
alışılmadık ismi ve Afrikalı bir babası ile seçim zaferi elde etmiş olması
sebebiyle bu parti içinde bozuk ve ayrıştırmacı bir retorik türedi. İslam’a
yönelik bu korkuda yaşanan artış, Güney eyaletlerini Cumhuriyetçi Parti safına
çekmek için Nixon tarafından kullanılan, gayet açık bir ırkçılıkla yüklü, köpek
düdüğü hikâyesini doğası itibariyle anımsatıyor. Bugünse böylesi bir düdüğe hiç
gerek duyulmuyor. Eskiden örtük ve kurnazca yapılan ırkçılık, bugün açıktan ve
tüm kabalığı ile yapılıyor. Gönüllü Askerler, Obama’nın doğum yeri ve doğum
belgesi üzerine bir dizi iddia üzerinden onun başkanlık için uygunsuz olduğunu
düşünen Doğumcular, Çay Partisi mensupları ve Fox Haber ortak bir
zeminde buluşuyorlar ve ellerindeki dirgenleri Müslümanlara doğrultuyorlar.
Zira bunlar, kendi icatları olmayan İslamofobiyi gayet başarılı biçimde
istismar ediyorlar.”
Avrupa, sağcı hareketin geri püskürtülmemesi
durumunda, ABD’deki merkezî siyasetin düzey olarak ne hâle geleceğini gösteren
bir ayna görevi görüyor. Ayrıca Avrupa, ABD solu için de ciddî dersler
barındırıyor.
Öncelikle şu söylenmeli: sağ, uzun süreli ekonomik
krize bağlı olarak yükselişe geçiyor. Avrupa hükümetleri, söz konusu krize
tasarruf tedbirleri alıp en savunmasız kesimlere karşı saldırarak cevap
veriyor. Ne yazık ki geleneksel sol partiler de alternatif sunma noktasında
başarısız oluyorlar. Bu yarık dâhilinde sağ, Müslüman göçmenleri günah keçisi
ilân ederek, seçmenlerin kaygılarını kaşıma imkânı buluyor.
Örneğin İsveç’te sosyal refah devleti son on yıl
boyunca devamlı surette çözüldü. Bu gayretlerin altında Sosyal Demokratlar
türünden sol partilerin imzası vardı. Bu partiler, işsizlik maaşlarının
kesilmesine, sağlık ve eğitim gibi alanların özelleştirilmesine karşı herhangi
bir direniş öremediler. Bu bağlamda ve ilgili durgunluk dönemi dâhilinde halkın
ekonomik zorluklarının faturasını göçmenlere kesmek gayet kolay bir tepki
biçimi hâline geldi.
Fransa senatosu burkanın yasaklanması yönünde oy
kullandı. Yasaklama kararının yasama organında oylandığı esnada sol partiler
(sosyalistler, yeşiller ve komünistler) çekimser kaldılar. Müslümanları ilkeli
biçimde savunmak ve ilgili yasağın kalkmasına karşı mücadele etmek yerine bu
partiler oylamanın dışında kalmayı tercih ettiler. Sosyalist Parti bu noktada
bir adım öne çıktı ve örtünmeye karşı olduğunu ancak yasaklama yönünde alınan
anayasal tedbirlere de itiraz ettiğini söyledi.
Oysa bu türden ümitsiz tepkiler sadece sağın
güçlenmesine yarıyor. Daha önce belirttiğimiz üzere, ABD’de bile aşırı sağ,
Aşağı Manhattan’da eskiden Dünya Ticaret Merkezi’nin bulunduğu yerin iki blok
ötesinde inşa edilmesi planlanan, Park51 ya da Cordoba Evi olarak bilinen,
Sıfır Noktası Camii’nin tartışılmasının karara bağlanmasını sağladı, bu
başarının önemli nedeni, söz konusu meselede liberallerin ilkeli bir duruşla
ırkçılık karşıtı bir savunma yapmaktan aciz kalmalarıydı.
Demek ki alınacak ilk ders şu: aşırı sağ ile ortada
durarak savaşamazsınız. Müslümanları yaygaracı bir üslupla, abartılı bir
retorik kullanarak şeytanîleştirenlerin karşısına “ılımlı” olmak adına,
yüreksiz kimi tepkilerle çıkmak sadece aşırı sağı güçlendirir.
İkinci ders ise sağa kimi vakit küçük sol gruplarca
örgütlenen sıradan insanların itiraz geliştiriyor olmaları ile ilgilidir.
Merkez solun dışındaki kesimlerin Avrupa’da sağla mücadele konusunda ciddî bir
tarihsel hafızası mevcuttur. Örneğin Britanya’da bugünkü Britanya Millet
Partisi’nin atası olan faşist Millî Cephe’yi başarılı biçimde geri püskürtmeyi
bilmiş Nazi Karşıtı Birlik iki ayrı cephede örgütlenmiş bir yapıydı. İlk
cephede hareket, ırkçılığa karşı ilkeli bir savunma gerçekleştirdi. İkinci cephede
ise ırkçılığın ve başkalarını günah keçisi ilân etme siyasetinin ekonomik
sistemin birer ürünü olduğunu gösteren, sistemin kendi hatalarını örtbas etmek
için bunları kullandığını söyleyen, öte yandan da ilerici bir alternatif öneren
görece geniş bir siyaset yürüttü.
Bugün pek de sona erecekmiş gibi görünmeyen küresel
durgunluk bağlamında bu, gayet hayatî önemde bir derstir. İslamofobinin
krizdeki sistemin günah keçisi taktiği olduğunun ifşa edilmesi gerekiyor ancak
bu çabanın neoliberalizm ve savaşa karşı hem politik hem de ekonomik bir
alternatif öneren daha geniş bir bakış açısının da parçası olması zorunlu.
Deepa Kumar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder