İlk olarak kurtuluş teolojisi, 1971’den itibaren
Gustavo Gutiérrez (Peru), Rubem Alves, Hugo Assman, Carlos Mesters, Leonardo ve
Clodovis Boff (Brezilya), Jon Sobrino ve Ignacio Ellacuría (El Salvador),
Segundo Galilea ve Ronaldo Muñoz (Şili), Pablo Richard (Şili ve Kosta Rika),
José Miguel Bonino ve Juan Carlos Scannone (Arjantin), Enrique Dussel (Arjantin
ve Meksika) ile Juan-Luis Segundo (Uruguay) gibi isimlerce kaleme alınmış
yazılar kümesinden oluşur.
Aslında bu külliyat, yeni teoloji çalışmalarından çok
önce, altmışların başında ortaya çıkan büyük bir toplumsal hareketin somut
ifadesidir. Bu hareket, kilisenin önde gelen kesimlerini (rahipler, dinî
tarikatlar ve piskoposlar), kilise dışı dinî hareketleri (Katolik Eylem,
Hıristiyan öğrenci hareketi ve Hıristiyan genç işçiler), halk desteğine sahip
piskopos komitelerini, emek, toprak ve şehirle ilgili piskopos komitelerini ve
kilise cemaatlerini içerir. Kurtuluş Hıristiyanlığı olarak anılabilecek bu toplumsal
hareket olmaksızın, Orta Amerika’daki devrimin yükselişi (Nikaragua ve El
Salvador) ya da Brezilya’daki yeni doğan işçi ve köylü hareketleri (İşçi
Partisi, Topraksız Köylüler Hareketi vb.) gibi, Latin Amerika’da son otuz yıl
boyunca yaşanan toplumsal ve tarihsel olguların önemini anlamak imkânsızdır.[1]
İlerici Hıristiyanların ve kurtuluş teolojisinin
marksizmi keşfi, tek başına entelektüel ya da akademik bir süreç değildir.
Çıkış noktası, Latin Amerika’daki kitlesel ve şiddetli gerçekliğe ait o
kaçınılmaz toplumsal olgudur: sefalet. Bir avuç mümin marksizme meyleder, zira
marksizm onlara sefaletin sebepleri ile ilgili en sistematik, en tutarlı ve
kapsamlı izahı vermekte, sefaleti ortadan kaldırmak için gerekli radikal
öneriyi sunmaktadır. Sefalete karşı etkin bir biçimde mücadele edebilmek için
onun sebeplerini anlamak şarttır. [Brezilyalı kardinal Dom Helder Câmara], bu
yönelimi şu şekilde özetler:
“İnsanlara
fakirlere yardım etmelerini rica ettiğimde bana ‘aziz’ diyorlar. Ama onlara
‘neden bu kadar sefalet var?’ diye sorduğumda bana bir komünistmişim gibi
yaklaşıyorlar.” [Brezilyalı kardinal Dom Helder Câmara]
Kurtuluş teolojisinin marksizme yönelik tavrına dair
genel bir bakış edinmek o kadar da kolay bir iş değildir. Bir taraftan onda
birkaç unsurun ihtiyatlı kullanımından eksiksiz bir senteze doğru değişen
birbirinden farklı düşüncelere rastlarız (örneğin bir eğilim olarak “Sosyalizm
için Hıristiyanlık”). Diğer yandan da 1968-80 arası dönemde, bugünkü çekingen
Roma eleştirilerine ve 1989 sonrası Doğu Avrupa’daki gelişmelere nazaran görece
daha radikal kimi değişimlerin yaşandığına tanık oluruz. Ancak önde gelen
teologlara ve kimi piskoposlara ait belgeler temelinde bir dizi ortak referans
noktası belirlemek mümkündür.[2]
Kimi Latin Amerikalı teologlar (Althusser’den
etkilenenler), marksizmi (bir) sosyal bilim olarak görürler ve onun Latin
Amerika gerçekliğine ilişkin görece daha kapsamlı bilgiye ulaşmak için saf
anlamda araçsal bir tarzda kullanılması gerektiğini düşünürler. Bu tarz bir
tarif, hem çok geniş hem de çok dardır. Geniştir, zira marksizm yegâne sosyal
bilim değildir; çok dardır, zira marksizm tek başına bir bilim değildir: o
dünyayı sadece anlamayı değil, ayrıca dönüştürmeyi hedefleyen pratik bir
tercihe yaslanır.
Gerçekte kurtuluş teologlarının marksizme dönük
ilgisi, birçok yazara göre onun tarafından büyülenmesi insanların inanabileceği
bilimsel amaçlar için kimi kavramlar ödünç almaktan daha kapsamlı ve derin bir
meseledir. Bu ilgi, ayrıca marksizmin değerlerini, ahlâkî-politik tercihlerini
ve gelecek ütopyasına dönük beklentisini de içerir. En derinlikli gözlemleri
yapan isim olarak Gustavo Gutiérrez, marksizmin kendisini bilimsel analiz
önerisi ile sınırlandırmadığını, onun aynı zamanda toplumsal değişime dönük
ütopik bir arzu olduğunu söyler. Gutiérrez, Marx’ın külliyatındaki (oeuvre)
kapsamlı birliği karartan, marksizmin devrimci, radikal ve tutarlı bir praksise
ilham veren kapasitesini uygun bir biçimde anlamaya mani olan Althusser’in
bilimci görüşünü eleştirir.[3]
Kurtuluş teologları hangi marksist kaynaklardan
esinlendiler? Onların Marx’ın yazılarına dönük bilgi düzeyleri çok farklıdır.
Enrique Dussel, Marx’ın eseri üzerine çok sayıda çalışma yapmış, bilgililik ve
özgünlük açısından çarpıcı kitaplar yayımlamış bir isimdir.[4] Ayrıca
Gutiérrez, Boff Biraderler, Hugo Assmann ve daha birçok yazarda Marx’a doğrudan
ya da dolaylı kimi atıfların yapıldığına tanık oluruz.
Diğer yandan bu isimler, Sovyet elkitaplarındaki
“diamat”a ya da Latin Amerika komünist partilerine çok az ilgi göstermişlerdir.
Onları etkileyen daha çok “batı marksizmi” ya da kimi vakit kendi belgelerinde
belirttikleri üzere, “neo-marksizm”dir. Gutiérrez’in 1971 tarihli, en önemli
kitabı Liberation Theology: Perspectives’de (Kurtuluş Teolojisi:
Perspektifler) en çok alıntılanan düşünür Ernst Bloch’tur. Bu kitapta ayrıca
Althusser, Marcuse, Lukács, Henri Lefebvre, Lucien Goldmann ve Ernest Mandel’e
atıflar yapıldığına tanık oluruz.[5]
Ancak Avrupalı isimlere yapılan bu atıflar, Latin
Amerikalı yazarlara dönük atıflara nazaran daha azdır: Yerli-Amerikan
kaynaklardan ilham alan özgün bir marksizm geliştirmiş bir isim olarak Perulu
düşünür José Carlos Mariátegui; Latin Amerika tarihinin önemli bir dönüm
noktası olarak Küba Devrimi; ve Fernando Henrique Cardoso, André Gunder Frank,
Theotonio dos Santos ile Anibal Quijano’nun (tüm bu isimler çeşitli durumlar
bağlamında Gutiérrez’in kitabında geçmektedir.) bağımlı kapitalizm eleştirisi
olarak önerdikleri bağımlılık teorisi.[6]
Kurtuluş teologları, en genel anlamda “kurtuluşçu
Hıristiyanlar”, kendilerini salt marksist kaynaklarla sınırlamazlar. Dinî
kültürlerinin ışığında ve ayrıca toplumsal tecrübeleri dolayısıyla onlar
kendilerince yeni bir çığır açarlar ve marksizmin kimi temel başlıklarını
yeniden formüle ederler. Bu anlamda sözkonusu çevre “neo-marksistler” olarak
anılabilir; onları marksizme kimi özgün katkılarda bulunarak ona yeni
perspektifler kazandıran yenilikçiler olarak görmek mümkündür.
En çarpıcı örnek, onların “klasik” işçi ya da proleter
tabiri yanında “fakir” kavramını kullanmış olmalarıdır. Fakirlere yönelik ilgi
Hıristiyanlığın evanjelik kaynaklarına kadar uzanan, kiliseye ait eski bir
gelenektir. Latin Amerikalı teologlar sürekli atıf yapılan bir unsur ve ilham
kaynağı olarak iş gören bu gelenekle birlikte tanımlanırlar. Ancak sözkonusu
çevre, şu hayatî konuda geçmişle uzlaşmazlık içindedir: onlara göre fakirler
artık yardımseverliğin konusu değil, kendi kurtuluşlarının öznesidirler.
Babahancı inayet ya da katkı, fakirlerin kendi öz-kurtuluşları mücadelesi ile
birlikte gelişen dayanışma kültürüne yenik düşmüştür. Bu, marksizmin temel
ilkesi, yani “işçi sınıfı kurtuluşa ancak gene kendi elleriyle ulaşmalıdır.”
tespiti ile kurulan bağdır. Kilisenin toplumsal öğretisi göz önüne alındığı
vakit bu, kurtuluş teologlarınca yapılmış, çok sayıda gönderime sahip en önemli
politik buluştur. Sözkonusu buluş, ayrıca toplumsal praksis alanında da çok
büyük sonuçlara yol açar.
Şüphesiz ki kimi marksistler materyalist proletarya
anlayışının (“fakirler” olarak nitelendirilen) bu türden müphem, duygusal ve
muğlâk bir kategoriyle ikame edilmesini eleştirirler. Gerçekte bu terim, Latin
Amerika koşullarına denk düşer. Bu kıtada, hem şehirlerde hem de kırsal
bölgelerde çok sayıda fakir, işsiz, yarı-işsiz, sezonluk işçi, seyyar satıcı,
dışlanmış ve fahişe bulmak mümkündür; tüm bu unsurlar “resmî” üretim
sisteminden dışlanmışlardır. Sonrasında El Salvador’un marksist-Hıristiyan
sendikacıları, mazlum ve sömürülen halkın tüm bileşenlerini birleştiren başka
bir terim bulurlar: pobretariado (“fakiretarya”). Ayrıca bu noktada,
sözkonusu fakir halkın ekseriyetinin, yani kilise cemaatlerinin üyelerinin
önemli bir bölümünün kadın olduğu da hatırda tutulmalıdır.
Kurtuluş teolojisi marksizminin diğer özgül yanı ise
ahlâkî kapitalizm eleştirisidir. İlk ilham kaynağı, dinî ve ahlâkî olan
kurtuluşçu Hıristiyanlık, görece daha radikal, uzlaşmaz ve kategorik bir
anti-kapitalizm mücadelesi verir, zira stalinist kalıptan çıkma yayınlar
hazırlayıp duran ve sanayi işçisi ile “sınaî (kapitalist) gelişimin
“anti-feodal” tarihsel rolü üzerinde duran kıtadaki komünist partilerin aksine,
onda ahlâkî bir öfke mevcuttur. Bir örnek, sözkonusu paradoksu resmetmemize
yeterli olacaktır. Altıncı kongre (1967) kararlarında Brezilya Komünist
Partisi, “üretim araçlarının toplumsallaştırılması üretici güçlerle üretim
ilişkilerinin günümüzdeki düzeyine denk düşmemektedir.” tespitini yapar. Başka
bir ifadeyle, herhangi türden bir sosyalizm meselesinin gündeme gelmesinden
önce sınaî kapitalizm ekonomiyi geliştirmeli ve ülkeyi modernize etmelidir.
1973’te, Brezilya’nın orta-batı bölgesindeki piskoposlar ve önde gelen rahipler
The Cry of the Church (Kilisenin Şiarı) başlıklı bir belge yayımlarlar.
Belge şu cümlelerle bitmektedir:
“Kapitalizm
aşılmalıdır. O en büyük kötülük, birikmiş günah ve çürümüş kök, o, verdiği her
meyveyi -sefalet, açlık, hastalık ve ölümü- çok iyi bildiğimiz bir ağaçtır.
Kapitalizmin aşılması için üretim araçları (fabrikalar, toprak, ticaret ve
bankalar) üzerindeki özel mülkiyet kaldırılmalıdır.”[7]
Bu ve kurtuluşçu Hıristiyan eğilimindeki daha birçok
belgede görüldüğü üzere, fakirlerle dayanışma, kapitalizmin kınanmasına ve
beraberinde sosyalizme dönük arzuya yol açmaktadır.
Anti-kapitalizmlerindeki ahlâkî radikalizmin bir
sonucu olarak Hıristiyan sosyalistler, saf ekonomik “kalkınmacılık” mantığının
tuzağına düşmüş olan marksistlere nazaran, Latin Amerika’daki “gerçekte varolan
modernite”nin ve (André Gunder Frank’ın iyi bilinen ifadesini kullanmak
gerekirse) “azgelişmişliğin gelişmesi”ne ait mantığın yarattığı toplumsal
çöküşlere çoğu zaman daha fazla hassasiyet geliştirmişlerdir. Örneğin
“ortodoks” marksist etnolog Otavio Guilherme Velho, kapitalizmi "mutlak
kötülük" olarak görüp, kapitalizm öncesi geleneklerle köylülük ideolojisi
adına “ilerleme dinamiği” olan tarımdaki kapitalist dönüşüme itiraz ettiği için
Brezilya’nın ilerici kilisesini birçok kez eleştirmiştir.[8]
Yetmişlerin sonuna dek kimi Hıristiyan düşünürlerle
marksist düşüncede başka bir tema, putlara karşı İncil’e dayalı mücadele ile
marksizmin meta fetişizmi eleştirisi arasındaki benzerlik, rol oynamaya başlar.
Her iki yaklaşımın kurtuluş teolojisi içinde eklemlenmesi, Marx’ın da
kapitalizm eleştirisinde İncil’vari kimi simgeleri ve kavramları kullanmış
olması gerçeği aracılığıyla kolaylaşır.
Baal, Altın Buzağı, Mamun, Moloch: Marx, paraya,
metaa, kâra, piyasaya ya da sermayenin kendisine bir put misali tapınan
kapitalizmin ruhunu kınamak için Kapital’de ve diğer ekonomi yazılarında
bu tip “teolojik metaforlar”ı doğrudan, Eski Ahit peygamberlerinden esinlenen
bir dille birlikte, kullanır. Borsa çoğunlukla “Baal” ya da “Mamun” mabedi
olarak anılır. Marksist kapitalizm eleştirisinin en önemli kavramı, kendisi de
“teolojik bir metafor” olan ve putperestliği ifade eden, fetişizmdir.
Marksist kapitalizm eleştirisindeki bu “teolojik
metaforlar” ve benzeri kimi örnekler onları kendi yazılarında kullanmaktan
çekinmeyen çeşitli kurtuluş teologların aşina olduğu hususlardır. Bu tarz
“metaforlar”ın ayrıntılı analizini Enrique Dussel’in 1993 tarihli, kurtuluş
Hıristiyanlığının çıkış noktasından marksist fetişizm teorisini inceleyen
kitabında bulmak mümkündür.[9]
Latin Amerika’daki ekonomik ve toplumsal hâkimiyet
sisteminin bir putperestlik biçimi olduğu tespiti üzerinden yapılan eleştirinin
anahatları, ilkin The War of Gods: The Idols of Oppression and the Search
for the Liberating God (Tanrıların Savaşı: Zulmün Putları ve Özgürleştiren
Tanrı’nın Aranması) ismiyle, Kosta Rika’daki Departamento Ecumenico de
Investigaciones –DEI (San José Ekümenik İncelemeler Bölümü) tarafından
yayımlanan kitapta belirlenir. 1980’de yayımlanan kitap epey yankı bularak yedi
ayrı dile çevrilir. Kitabın altına imzasını atan beş yazarın -H. Assmann, F.
Hinkelammert, J. Pixley, P. Richard ve J. Sobrino- ortak bakış açısı giriş
bölümünde ortaya konulur. Kitap kilisenin muhafazakâr, yozlaşmış geleneğinden
nihaî bir kopuşu öngörür, ilgili gelenek iki yüz yıldır “ateizm”i ve onun
modern biçimi olarak takdim edilen marksizmi baş düşman olarak görmektedir:
“Bugün
Latin Amerika’daki kilit sorun ateizm değil, ontolojik anlamda Tanrı’nın
varlığı sorunudur. […] Kilit sorun putperestlik, hâkimiyet sisteminin uydurma
tanrılara yönelik dalkavukluğudur. […] Her hâkimiyet sistemini temelde
karakterize eden, sistemin yarattığı, hayata dönük husumeti ve zulmü
kutsallaştıran tanrılar ve putlardır. […] Bu tanrılar savaşında hakikî Tanrı’yı
arayıp bulma gayreti, putperestliğe karşı çıkmamızı, uydurma kutsallara,
öldüren fetişlere ve ölümün dinî silâhlarına itiraz etmemizi sağlayan gerçeğe
yönelik bir bakış açısına yöneltir bizleri. Özgürleştirici olup kendi yüzünü ve
fakirin mücadelesindeki sırrı açığa çıkartan Tanrı’ya iman, ister istemez
uydurma kutsalların inkârı noktasında anlam bulur. […] İman, artık
putperestliğin karşısındadır.”[10]
Bu, Hugo Assmann ve Franz Hinkelammert’in birlikte
kaleme aldıkları Market Idolatry: An Essay on Economics and Theology (Piyasa
Putperestliği: Ekonomi ve Teoloji Üzerine Bir Deneme -1989) isimli kapsamlı ve
yenilikçi kitabın da ana sorunsalıdır. Kitap putperestlik olarak gördüğü
kapitalist sisteme karşı açıktan mücadele edilmesini telkin eden kurtuluş
teolojisi tarihine yapılmış önemli bir katkıdır. Kilise’nin toplumsal öğretisi
o güne dek daima “liberal” (ya da kapitalist) ekonomiye yönelik ahlâkî bir
eleştiri biçiminde seyretmiştir. Assmann’ın da vurguladığı üzere, özellikle
teolojik eleştirinin muhtaç olduğu şey, kapitalizmin uydurma bir din olduğunu
ifşa etmek olmalıdır. Piyasa putperestliğinin özünü ne teşkil eder? Assmann’a
göre, kapitalist “ekonomi dini” kendisini ekonomik paradigmanın örtük
teolojisinde ve fetişize olmuş, gündelik dinî pratiğinde açığa vurur. “Piyasa
Hıristiyanlığı” yazınında, misal Ronald Reagan’ın konuşmalarında, yeni
muhafazakâr dindar çevrelerin yazılarında ya da Michael Novack gibi “girişimci
teologlar”ın eserlerinde açıktan bulunabilecek kimi dinî kavramların
bütünleyici bir işlevi yoktur. Malthus’tan Dünya Bankası’nın en son
yayımlandığı belgeye dek tüm piyasa teolojisi aşırı ölçüde bir kurban
teolojisidir: onun muhtaç olduğu şey, ekonomik putların sunağına hayatlarını
kurban edecek fakirler bulmaktır.
Bu noktada Hinkelammert, yetmişler ve seksenlerde,
içine dinî köktencilik sinmiş Amerikan İmparatorluğu’nun yeni teolojisini
analiz eder. Onun tanrısı, piyasa yasalarının aşkınlaştırılmış kişileşmesi”den
başka bir şey değildir ve bu tanrıya dönük ibadet, kurban aracılığıyla
gösterilen merhametin yerini alır. Piyasanın tanrısallaştırılması, gizli şiarı
her doların üzerinde yazılı olan para tanrısını yaratır: “İman Ettiğimiz
Tanrı’nın Adıyla”[11]
Kosta Rika Ekümenik İncelemeler Bölümü’nün (DEI)
çalışmaları toplumsal açıdan Hıristiyanlığa bağlı olanları etkilemiş ve yeni
bir kurtuluş teolojisi kuşağına ilham vermiştir. Örneğin (köken olarak Koreli)
genç Brezilyalı Jung Mo Sung, The Idolatry of Capital and the Death of the
Poor (Sermaye Putperestliği ve Fakirin Ölümü -1980) isimli kitabında,
milyonlarca fakir insanı dış borçlara dayalı acımasız mantığı aracılığıyla
“küresel piyasa”nın sunağına hayatlarını kurban etmeye zorlayan IMF ve Dünya
Bankası gibi kurumları ile uluslararası kapitalist sisteme yönelik ahlâkî-dinî
bir eleştiri geliştirir. Sung, Theology and Economics (Teoloji ve
Ekonomi -1994) isimli son kitabında ise eski putperestliğin aksine, bizlerin
görünür bir sunakla değil, görünüşte “dindışı”, “laik”, bilimsel ve nesnel kimi
zorunluluklar adına insanların kendilerini feda etmelerini talep eden bir
sistemle uğraştığımızı söyler.
Marksist eleştiri ile kurtuluşçu Hıristiyanlığın
piyasa putperestliği eleştirisi hangi yönlerden ortaktır, hangi açılardan
ayrışır? Kanaatime göre (Ernst Bloch’un düşüncesinin aksine), Hıristiyanlık’ta
bir tür ateizm ya da parlak bir teolog ve marksolog olan Enrique Dussel’in
iddiasının aksine, Marx’ta örtük bir teoloji bulmak mümkün değildir.[12]
“Fetişizm” kavramı gibi kimi teolojik metaforlar, Marx tarafından bilimsel bir
analizin araçları olarak kullanılmışken, kurtuluşçu Hıristiyanlık'ta ise bunlar
dinî açıdan önemlidirler. Her ikisinin paylaştığı şeyler ise ahlâkî bir yapı,
peygambervari bir isyan, piyasaya yönelik hümanist bir öfke ve hepsinden daha
önemlisi, mağdurlarla dayanışmadır.
Marx’a göre, metalara yönelik fetişistik ibadet
eleştirisi, proletaryanın ve sömürülen ayrıca devrimci sınıfların nazarında
kapitalist yabancılaşmanın bir eleştirisidir. Kurtuluş teolojisi içinse o
Hayatın hakikî Tanrı’sı ile ölümün uydurma putları arasındaki mücadeleyle
ilgilidir. Ancak her iki taraf da şeyleşme karşısında canlı emeğin safını
tutar; ölü şeylerin yabancılaşmış gücüne karşı fakirin ve mazlumun hayatı
müdafaa edilir. Her şeyin ötesinde inanmayan marksistler ile kendilerini
Tanrı’ya adamış Hıristiyanlar, sömürülenin toplumsal öz-kurtuluşu yolunda,
ayrım gözetmeksizin, ortak davaya girmişlerdir.
Michael Löwy
[Kaynak: Critical Companion to Contemporary
Marxism, Yayına Hz.: Jacques Bidet ve Stathis Kouvelakis, Brill, Leiden
2008, s. 225-232.]
Dipnotlar:
[1] Michael Löwy, The War of Gods: Religion and Politics in Latin America,
Londra: Verso, 1996.
[2] Dussel, Enrique, “Encuentro de cristianos y
marxistas en América Latina”, Cristianismo y sociedad, sayı: 74: s.
19-36 ve Petitdemange, Guy, “Théologie(s) de la libération et marxisme(s)”,
“Pourquoi la théologie de la libération” içinde, Cahiers de l’actualité
religieuse et sociale’e ek, 1985, s. 307.
[3] Gutiérrez, Gustavo, Théologie de la liberation.
Perspectives, Brüksel: Lumen Vitae, 1972, s. 244. 1984’ten itibaren
Gutierrez Vatikan eleştirileri ardından ılımlı konumunu terk eder; onun
marksizmle ilişkisi zamanla gevşemiş, bu ilişki, teoloji ile sosyal bilimler
arasındaki bir tür gerilime doğru kaymıştır: bkz.: Gutiérrez, Gustavo,
“Théologie et sciences sociales”, Théologies de la liberation. Documents et
débats içinde, 1985, Paris: Éditions du Cerf.
[4] Dussel, Enrique, La produccion teórica de Marx.
Un comentario a los ‘Grundrisse’, 1985, Meksika: Siglo XXI. Dussel,
Enrique, El último Marx (1863-1882) y la liberación latinoamérica, 1990,
Meksika: Siglo XXI. Dussel, Enrique, Towards an Unknown Marx: A Commentary
on the Manuscripts of 1861–63, çev.: Yolanda Angulo, 2001, Londra:
Routledge.
[5] Latin Amerika’daki devrimci Hıristiyanlığa adanmış
olan önemli çalışmasında Samuel Silva Gotay, kurtuluş teolojisine atıfta
bulunan marksist yazarların listesini verir: Goldmann, Garaudy, Schaff,
Kolakowski, Lukács, Gramsci, Lombardo-Radice, Luporini, Sanchez Vasquez,
Mandel, Fanon ve Monthly Review: bkz.: Gotay, Samuel Silva, O
pensamento cristâo revolucionario na América Latina e no Caribe, 1969-73,
1985, San Paulo: Ediçôes Paulinas.
[6] Kurtuluş teologlarınca bağımlılık teorisinin
kullanılışı üzerine bkz.: Bordini, Luigi, O marxismo e a teologia da
libertaçâo, VI. Bölüm, 1985, Rio de Janeiro: Editora Dois Pontos ve Gotay,
Silva, a.g.e., s. 192-7.
[7] Obispos Latinamericanos, 1978, s. 71.
[8] Velho, Otavio Guilherme, Sociedade e
agricultura, 1982, Rio de Janeiro: Editora Zahar, s. 125-6.
[9] Dussel, Enrique, Las metáforas teológicas de
Marx, 1993, Estella: Verbo Divino.
[10] Assmann, Hugo, La lucha de los dioses. Los
ídolos de la opresión y la búsqueda de Dios liberador, 1980, San José
(Costa Rica): DEI, s. 9.
[11] Assmann, Hugo & Franz Hinkelammert, A
Idolatria do Mercado. Ensaio sobre economia e teologia, 1989, San Paulo:
Vozes, s. 105, 254, 321.
[12] Bloch, Ernst, Atheismus im Christentum: Zur
Religion des Exodus und des Reichs, 1978, Frankfurt am Main: Suhrkamp ve
Dussel, Enrique, Las metáforas teológicas de Marx, s. 153.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder