Pages

13 Ekim 2009

Bakû Kurultayı ve Yahudiler


1.

Binlerce Yahudi Emekçinin Vatana İhtiyacı Var


Dağ Yahudileri Delegasyonunun Tebliği

Yüzyıllardır Dağ Yahudileri cemaati, kendilerini çevreleyen Müslüman nüfusla barışçıl ve dostane biçimde geçinmiş, onların konuştukları dillere ve sahip oldukları geleneklere uyum sağlamışlardır. Bunların yanı sıra Yahudiler, dağlar ve vadiler için ortak anayurt için kanını dökmüştür.

Yüksek dağlar ve geniş ovalar Dağ Yahudilerini kardeşlerinden, eski ve yeni dünyanın tüm ülkelerine dağılmış diğer kandaşlarından ayırmıştır. Buna rağmen Dağ Yahudileri onlarla kurduğu teması bir ân bile kesmemiş, onların yaşadığı sevinç ve acılara büyük bir hevesle yanıt vermişlerdir. Son yıllarda büyük dünya devriminin patlamış olması bizi batılı kardeşlerimize daha fazla yakınlaştırmıştır.

Ukrayna ve Polonya’da, Beyaz Muhafız çeteleri tarafından eziyet ve işkence edilen kardeşlerimizin çığlıkları ve iniltileri Dağıstan’ın en yüksek noktalarına kadar ulaştığında bizler en güç durumla karşı karşıya kalmış oluyorduk. Yaşanılan bu durum, bu sebeple, dünya genelinde yaşayan emekçi Yahudi halkın ekonomik ve ideolojik ihtiyaçlarına ait tekil özellik ve ortaklığın altını bir kez daha çizmiştir. Tüm Yahudi halkı oldukça farklı bir ekonomik ve sınıfsal yapıya sahiptir. Yahudiler arasında köylülük mevcut değildir; işçilerin sayısı oldukça azdır. Emekçi Yahudi cemaatindeki asıl kütle bugüne dek ticaret ve hizmetler sektörü ile uğraşmıştır. Bu sebeple, yıkımlara yol açan dünya devrimi süreci özellikle Yahudi halkını etkilemiştir.

Rusya ve Ukrayna Yahudilerinde olduğu gibi, Dağ Yahudileri de kendilerini üretime dâhil olma ve sağlıklı üretici emekle bütünleşme konusunda yaşanan mücadelenin içinde bulmuşlardır. Tek kurtuluş yolunun devrim olduğuna kani olan Dağ Yahudileri, burada dünya emperyalizmine karşı güçlü ve kararlı bir duruş sergilemek için toplanan doğulu işçi ve köylülerin bu büyük kurultayına umutla bakmaktadır. Tüm ülkelerin Yahudi işçi ve emekçilerinin dünya sermayesinin yıkılmasında yaşamsal çıkarları vardır ve bu uğurda tüm güçleriyle çalışacaklardır.

Britanya emperyalizmi bugün itibariyle Yakın Doğu’daki etkisini güçlendirmekte, en eski arzumuzun -bizim emek sorunumuzun radikal çözümünün- gerçekleştirilmesi önünde engel olarak durmaktadır. Onlarca yıldır fakir Yahudiler, farklı yaşam yolları geliştirerek yeni olana uyum sağlamışlardır. Bu uyum süreci boyunca, düşünce esas olarak Filistin’e, genel olarak Yakın Doğu’ya göç edilmesi ve buraların sömürgeleştirilmesi yönünde gelişmiş ve olgunlaşmıştır. Bu düşünce, Filistin’deki verimli otlak ve tarlaları hâlihazırda teri ve kanı ile sulayan ve orada özgür emeğin yeni hayatı için gerekli olan temeli kuran geniş Yahudi emekçi kitleleri arasında güçlü biçimde yankı bulmuştur.

Dağ Yahudileri cemaati bize, bu yetki sahibi platformda, kurultayın can sıkıcı olan bu meseleye olumlu bir çözüm bulması konusunda beklenti içinde olduğunu bildirme iznini vermiştir. Tarım meselesi tartışma gündemine geldiğinde, bir vatana ihtiyaç duyan, Arap işçi ve emekçileri ile kardeşçe barış içerisinde yaşamış olduğumuz Filistin’deki kolektif, üretken emeğe ait yeni formlara geçiş yapmak amacıyla her türlü fedakârlığa hazır olan yüz binlerce Yahudi emekçinin akılda tutulması gerekmektedir.

Dağ Yahudileri doğunun bir bölümünü teşkil ederler. Geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de onlar, doğunun emekçi halkları ile el ele vererek tüm zorluklara ve ortak düşmana -İtilaf Devletleri'ne- karşı tam ekonomik ve ideolojik kurtuluş için mücadele etme konusunda gönüllü olduklarını ifade etmektedirler.

Sadece mazlumların zalimlere karşı elde edeceği zafer bizi kutsal hedefimize -Filistin’de komünist bir Yahudi toplumunun yaratılmasına- ulaştıracaktır.

Yaşasın tüm dünya emekçilerinin birliği! Yaşasın devrimci doğu! Yaşasın dünya sermayesine karşı elde edeceğimiz zafer!

Yaşasın proleter Yahudi milletinin ekonomik ve ideolojik kurtuluşu!

Yaşasın Üçüncü, Komünist Enternasyonal!

* * *


2.

Komünist İlkeler Uyarınca Filistin’e Yerleşelim ve Orayı Vatanlaştıralım


Yahudi Komünist Partisi (Poale Zion) delegasyonunun Bakû Kurultayı’na sunduğu tebliğ

İngiliz burjuvazisi, Doğu halklarına yönelik zulmün uygulayıcısı olan sömürgeci yırtıcı hayvanların başında geliyor. İngiliz emperyalistlerinin çıkarları Mezopotamya ve Suriye’nin mülkiyetini ele geçirerek Hindistan ve Mısır’ı oradan da metropollere bağlamayı talep ediyor. Aynı şekilde, İngiliz emperyalistlerin sömürgeleştirmek için can attığı Filistin de avantajlı bir konuma sahip bulunuyor.

Ancak bu çaba Filistin halkının inatçı direnişi ile karşılaşıyor. Savaş süresince ekonomik kaynaklarını tüketen ve sanayisini önemli ölçüde kaybeden kapitalist Britanya için sömürgelerine meta aktarımında bulunması savaş öncesine göre artık imkânsızdır. Bugün itibariyle İngiliz sömürge politikası, askerî güce dayanan açık ekonomik yağma ve sınır tanımayan şiddet biçimini almıştır. Bu sebeple her şeyin ötesinde Britanya, kendi ülkesine katkıda bulunma konusunda yetersizleşmiştir.

Bu olgular İngiliz burjuvazisini Filistin’deki yerli halk arasında müttefikler bulmaya zorlamıştır. Herkesçe bilinen San Remo’da imzalanan belgeye kadar atılan tüm diplomatik adımlar Yahudi halkın sempatisini kazanmak için yapılmış sinsi manevralardır.

Cemal Paşa’nın tiranlığında yaşanan kâbustan sonra Yahudi halkı ilkin bu kurnaz manevraları hoş karşılamış, İngiliz emperyalistlerini yeniçağı ilân eden kurtarıcılar olarak selâmlamışlardır. Ancak sonrasında İngiliz emperyalizminin politikası, bolşevizmi getirecekleri korkusuyla, Yahudi emekçi insanların başka ülkelere göç etmesini yasaklamıştır. Yahudi yerleşimindeki artış ve gelişme açık biçimde engellenmiştir. Dahası, İngiliz emperyalizmi, Yahudi emekçi kitlelerin hayatî çıkarlarına zarar vermenin kendince yollarını araştıran Yahudi mülkiyet sahiplerini desteklemiştir. Tüm bunlar, İngiliz işgalcilere karşı mücadele etmeye başlayan Filistinli Yahudi emekçileri ayıltmıştır.

Buna cevap olarak İngiliz diplomasisi ülkedeki her türlü devrimci hareket üzerinde baskı uygulamaya başlamış, Arap ve Yahudi kitleler arasında milliyetçi duyguları kışkırtarak iki tarafı karşı karşıya getirmiş, bu sayede kendi hâkimiyetini sürdürme imkânı bulmuştur.

İngiliz işgalcilerin bu politikasındaki suç Filistin’de yaşanan kanlı olaylarla tasdiklenmiştir. Nisan’da Kudüs’te yaşanan pogrom (soykırım) açık biçimde kasıtlı bir politik girişimdir. İngiliz yönetiminin talimatları uyarınca hareket eden ve İngiliz altınları ile şehirli ayaktakımını etkileyen Arap efendilerle “Kral” Faysal’a bağlı ajanların gözü dönmüş ajitasyonunun sonucunda gerçekleşmiştir.

Filistin’in Türk hâkimiyeti altında geçen kırk yıl boyunca Yahudi yerleşimine yönelik gerçekleşen ilk vahşete ve pogroma tanık olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Bu tip olaylar, Avrupalı kapitalist uygarlığın baskı ve köleliğin yanında ülkeye getirdiği çok değerli “çiçekler”dir. Kudüs’te bir kez daha Çar döneminden bildiğimiz eski tanıdık hikâyeyi yeniden yaşıyoruz. Pogrom tüm şiddeti ile devam ederken İngiliz birlikleri subayların komutasında seyirci kalmış, Yahudi savunma birliklerine mensup insanları silâhsızlandırarak tutuklamış ve asıl suçluları korumuşlardır. Bu esnada Arap polisi pogromcuların safında yer almış, pogroma doğrudan iştirak etmiş ve ganimeti paylaşmıştır.

İngiliz işgalcilerin bu vahşet politikası, Yahudi emekçi kitlelerden tümüyle nefret eden, onları tehlikeli ve zararlı kabul eden Arap şeyhleri ve toprak ağalarınca desteklenmektedir. Bu nefret sadece İngiliz altınının bir sonucu değildir; onların sınıfî, iktisadî ve siyasî çıkarlarının doğal bir sonucudur. Yahudi kitleler ülkedeki ataerkil nizama zarar vermiş, yereldeki ücretli köleleri isyana teşvik etmiş ve toprakların millîleştirilmesi talebiyle tarımda gündelikle çalışan Arap emekçileri örgütlemişlerdir.

Arap şeyh ve emirleri, Sultan’dan miras kalan, Suriye ve Mezopotamya’nın yaklaşık yüzde 30’unu teşkil eden işlenebilir toprağın tek varisi olarak kendilerini kabul etmektedirler. Bu sebeple Yahudi emekçi kitleleri bu toprakların hem yerel halka ve hem de yerleşimcilere ait olabilmesi için mücadele başlatmışlardır. Tüm bu şeyh, emir ve diğer parazitler, Yahudi işçilerin kurduğu komünal çiftlikleri ve üretim kooperatiflerini tehlikeli birer iktisadî rakip olarak görmektedirler. Yahudi emek kolektifleri, fakir Araplara kölelikten çıkış yolunu göstererek, onları ortaklaştırmaktadırlar.

Tehlikeyle karşı karşıya kalınca Arap mülkiyet sahibi sınıflar, Yahudi emekçi kitlelerine karşı acımasız bir mücadele başlatmışlardır, bu mücadele, Yahudi işçilerden korkan Yahudi toprak ağalarına ait kampı da aynı ölçüde korkutmuştur. Yahudi kulaklar hiçbir isteği olmayan, itaatkâr fakir Arapları düşük kölelik ücretleri ile sömürmektedirler. Yahudi toprak ağalarının fakir Araplara uyguladıkları sömürü sınıfsal baskıya millî bir biçim vermekte, dolayısıyla pan-islâmizm propagandası için gerekli olan verimli zemini hazırlamaktadır.

Tüm bunların yanı sıra siyonizmin de İngiliz emperyalizminin Filistin’deki siyaseti için sağlam bir müttefik olduğunu hatırlatmak gerekmektedir. Pan-islâmizm gibi siyonizm de Yahudi emekçi kitlelerin kurtuluş için harcadığı çabalardan kazanç sağlama noktasında can atmaktadır. Her mazlum milletin burjuvazisi gibi siyonist burjuvazi de "millî yeniden doğum" üzerine yaptığı konuşmaların yanı sıra, Yahudi emekçi kitlelerin sömürülmesi sürecindeki yabancı tekele ortak olmanın yollarını aramaktadır.

Siyonist siyasetin gerici doğası özellikle (Rusya’daki) iç savaşın yoğunlaştığı dönemde Yahudi emekçiler nezdinde aşikâr hâle gelmiştir. Rusya’da tüm sınıfsal imtiyazlarını kaybeden siyonist burjuvazi, proletarya diktatörlüğünün yakınlaşan zaferi öncesinde Doğu Avrupa’da terör aracılığıyla baskı altına alınmıştır. Haksız kazancının kaderini merak ettikleri bu dönemde Filistin’de kendileri için tapınak inşa edilmiştir. Siyonist burjuvazi, Yahudi emekçilere karşı verilen mücadelede destek bulabilecekleri gerçek bir güç olduğunu düşündükleri için İngilizlerin Filistin’i işgalini selâmlamıştır.

Yahudi emekçilerin Filistin’e yerleşmesi ülkede, hem siyonist burjuvaziyi hem İngiliz emperyalistleri hem de Arap feodalleri tehdit eden komünizmin kızıl hayaleti olarak sunulmaktadır. Siyonist burjuvazinin yaşanan bu göçe karşı işgal güçlerine her türlü yardımda bulunmasının sebebi budur. Dr. Weizmann[1], Yahudi göçünün sınırlandırılması ve burjuvazinin kontrolüne verilmesine ilişkin yarı resmî bir belge kaleme almıştır. Bu bağlamda, Filistin’de siyonist politika tüm açıklığı ile gericidir.

Yahudi halk kitlelerinin yaşananlarla ilgili pek fazla bilgisi yoktur. Onlara hiçbir şey anlatılmamaktadır. Filistin’in yeniden doğuşu için çeşitli ülkelerde yaşayan Yahudi emekçilerinden toplanan fonlar, Yahudi toprak ağalarının desteklenmesi, burjuvazinin kontrolünde bulunan Yafa ve diğer şehirlerdeki kışlaların geliştirilmesi için kullanılmaktadır. Bu ekonomi politikası Yahudiler arasında yoğun bir sefalet ve işsizliğe yol açmaktadır. Burjuvazi, özel Yahudi bölgeleri formunda ülkede kendileri için Beyaz Muhafız üsleri tesis etmekten bile çekinmemektedir. Siyonist liderler, Filistin’i sömürü ve vurgunculuk ülkesine dönüştürmek için uğraşmaktadırlar.

Tüm bunların sonucunda, Dünya Savaşı’na bağlı olarak İngiliz-Fransız emperyalizmi, Arap efendilerle Yahudi sömürgecilerin ittifakı ve siyonist burjuvazinin gerici politikaları Filistin’i emperyalist, milliyetçi, sivil ve dinî mücadelenin arenasına dönüştürmüştür. Sadece Yahudi ve Arap emekçilerin ittifakı tüm bu engelleri gerçek manada aşıp ülkeyi sonsuza dek bu gerici güçlerden kurtararak Filistin’i yeni ve özgür bir hayata taşıyabilir.

Ekonomilerini emeğin yeni ilkeleri uyarınca yeniden inşa etmeye mecbur eden sosyalist devrim sürecinde bulunan ve Filistin’e yerleşip orayı komünist ilkelere bağlı kalarak vatanlaştırmak için gayret eden Yahudi proleter kitleler bu macera ile ilişkilerini kesin olarak kesmişlerdir. Artık büyük ölçüde kendilerini ve tüm faaliyetlerini Filistin’de Arap emekçileri ile kol kola girerek verdikleri devrimci mücadele temelinde tanımlamaktadırlar. Bu devrimci mücadeleyi dünya devrimine ait nesnel etkenlere ve milletlerarası proletaryanın kardeşçe yardımlaştığı en üst öncü yapı olan Üçüncü Enternasyonal’e bağlamaktadırlar.

Yahudi proletaryası için başka bir yol yoktur. O sadece dünya sermayesine karşı kesintisiz mücadele ve tüm dünya genelindeki emekçi halklarla birlik içinde kalarak fikirlerini gerçekleştirme imkânı bulabilir.

Kahrolsun emperyalistler ve onların burjuva uşakları!

Yaşasın tüm dünyanın mazlum ve köle halklarının kardeşçe birliği!

Yaşasın dünya proleter mücadelesinin genel yönetim kadrosu olan Üçüncü Enternasyonal!

* * *


3.

Yahudi Proletaryasının Sloganı “Filistin’den Elinizi Çekin!” Olmalıdır


Rusya Komünist Partisi, Yahudi Seksiyonu Merkezî Büro’nun Tebliği

1- Nüfusunun büyük bir çoğunluğunu Arapların oluşturduğu Filistin’de bir Yahudi devleti kurma isteği İtilaf Devletleri’nin (özellikle Britanya’nın) bir politikasıdır ve bu politika, Yahudi halk kitleleri arasında siyonist burjuvazinin siyonizm propagandası yapması için gerekli zemini hazırlayan sarı II. Enternasyonal tarafından desteklenmiştir.

2- Yahudiler, provokatif biçimde, Arap topraklarını parçalayıp muzaffer güçlere dağıtan ve Filistin’i Britanya’nın eline teslim eden suçlular olarak tanıtılmaktadırlar. Bu tanımlama, Filistin’de ve tüm doğuda Britanya emperyalizminin doğulu emekçi kitlelerde milliyetçi tutkuları alevlendirmesine, Arap ve Yahudiler arasında nefret tohumları ekmesine hizmet etmektedir. Bu durum, Nisan ayında Kudüs’te yaşanan ve İngiliz işgalci güçleri fazlasıyla sevindiren üç günlük soykırımda somut ifadesini bulmuştur.

3- İtilaf Devletleri’nin tüm politikası sömürgeci hükümranlığın tipik bir örneğidir. Bu politikanın en çarpıcı örneği, Milletler Cemiyeti’nin düzenlediği San Remo Konferansı’nda hazırlanan “anayasa”dır. Aynı zamanda bu politika, tüm ülkelerdeki Yahudi küçük ve orta burjuvazisinin elindeki sermayeden istifade etmek ve onları “halkların kurtuluşunun habercisi” olan İngiliz emperyalizminin iki tekerlekli savaş arabasına bağlamak için uğraşmaktadır.

Bu anayasa ile Filistin hükümeti (siyonist parti üzerinden) Yahudi kapitalistleri Arap köylülüğüne yönelik yoğunlaştırılmış sömürüye dâhil etmek ve yağmaya ortak etmek istemektedir. Bir diğer niyeti de, anayasal organlarda Yahudi ve Arap hizipleri arasında millî bir husumet yaratmaktır. Bu amaçla, doğudaki kitlelerin uyanışını geciktirmenin yollarını araştırmaktadır.

Britanya’nın Filistin’le ilgili tüm politikasının amacı, bütün iktidarı işgal güçlerine vermek ve ideolojik olarak tüm ülkelerdeki Yahudi cemaatleri Britanya’nın çıkarlarına bağlamaktır. Emperyalizmin siyonist hizmetkârlarının yardımıyla Britanya’nın bu politikası, kısmî de olsa, Yahudi proletaryasının içinde güçlenen komünist fikirleri milliyetçi duyguları artırmak ve siyonizm sempatisi yaymak suretiyle temizlemeyi amaçlamaktadır. İtilaf Devletleri’nin bu politikası Yahudi burjuvazisi tarafından fiilî olarak desteklenmektedir. Sömürü ve zulüm gibi konularda diğer milletlerdeki burjuva sınıflarla dayanışma içindedir. Sınıfsal çıkarları uyarınca Arap köylülerinin hayatlarını yağmalamak için uğraşmaktadır.

4- Bu sebeple Yahudi proletaryası ve Arap emekçileri adına bizler, millî kurtuluş bahanesi ile imtiyazlı Yahudi azınlığın sunî yollardan Filistin halkına dâhil edilmesini şiddetle protesto ediyoruz. Böylesi bir politika, bağımsızlık, toprak ve emeğin tüm ürünlerinin emek tarafından bütün olarak mülk edinilmesi ve bağımsızlık için mücadele veren Arap emekçilerinin haklarını ihlal etmektedir.

Yahudi proletaryasının emekçi halklara dost olan herkesin ve tüm millî kurtuluş savaşçılarının sloganı “Filistin’den elinizi çekin!” olmalıdır.

Ayrıca biz, siyonist ideolojiye bağlılık ile komünizmi bağdaştırmak için kimi Yahudi sol-sosyalist grupların yürüttükleri çabaları da kınıyoruz. Sözde Yahudi Komünist Partisi (Poale Zion) programında gördüğümüz gerçek budur. Emekçi halkın çıkarları ve hakları için savaşanların safında siyonist ideolojiyi muhafaza eden ve Yahudi burjuvazisinin milliyetçi arzularını komünizm maskesi arkasına saklayan herhangi bir gruba yer olamaz. Bu insanlar, komünist sloganları burjuvazinin proletaryayı tesir altına alması için kullanmaktadır.

Kitlesel Yahudi işçi hareketi var olduğu günden beri siyonist ideolojinin Yahudi proletaryasına yabancı olduğunu not etmek gerekir. Filistin’deki tüm toplumsal partiler önemli gruplar olmuşlardır. Şunu da açık bir dille ifade etmek gerekir ki Yahudi kitleler, toplumsal-ekonomik ve kültürel gelişmenin Filistin’de “millî bir merkez” tesis etmekle değil, yaşadıkları tüm ülkelerde proletarya diktatörlüğünü kurmakla ve sosyalist sovyet cumhuriyetlerini inşa etmekle mümkün olduğunu görmüşlerdir.

Tüm ülkelerin Yahudi emekçilerini, giderek büyüyen sosyalist devrimin faal bir parçası olmaya ve bağlı bulundukları ülkelerin komünist partileri üzerinden Üçüncü Enternasyonal saflarına katılmaya çağırıyoruz.

A. Merezhin[2]

Rusya Komünist Partisi (Bolşevik)

Yahudi Seksiyonu Merkezî Büro’nun Doğu Halkları Kurultayı delegesi.

Bu bildirge Doğu Halkları Kurultayı’na katılan aşağıdaki delegelerce onaylanmıştır:

1- Taşkentli emekçi Yahudiler genel meclisi,

2- Rusya Komünist Partisi Taşkent Örgütü Yahudi kanadı,

3- Semerkant Komünist Gençlik Birliği Yahudi kanadı,

4- Komünist Bund’un Bakû kanadı,

5- Azerbaycan Komünist Partisi Kuba kanadı,

6- Komünist Bund Bakû örgütü Dağ Yahudileri kanadı.

[Kaynak: To See the Dawn: Baku 1920, First Congress of the Peoples of the East, Yayına Hz.: John Riddell, Pathfinder, 1993, s. 282-291.]

Dipnotlar:
[1] Chaim Weizmann [1874-1952]: Siyonist hareketin ilk lideri; 1948-52 arası dönemde İsrail Cumhurbaşkanı.

[2] Merezhin, A. N.: (d. 1880) 1905-16 arasında menşevik olarak faaliyet yürüttükten sonra Bund’a üye oldu. 1919’da bolşeviklere katıldı. Rusya Komünist Partisi Yahudi Seksiyonu Merkezî Büro üyeliği yaptı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder