1.
Binlerce Yahudi Emekçinin Vatana İhtiyacı Var
Dağ Yahudileri Delegasyonunun Tebliği
Yüzyıllardır Dağ Yahudileri cemaati, kendilerini
çevreleyen Müslüman nüfusla barışçıl ve dostane biçimde geçinmiş, onların
konuştukları dillere ve sahip oldukları geleneklere uyum sağlamışlardır.
Bunların yanı sıra Yahudiler, dağlar ve vadiler için ortak anayurt için kanını
dökmüştür.
Yüksek dağlar ve geniş ovalar Dağ Yahudilerini
kardeşlerinden, eski ve yeni dünyanın tüm ülkelerine dağılmış diğer
kandaşlarından ayırmıştır. Buna rağmen Dağ Yahudileri onlarla kurduğu teması
bir ân bile kesmemiş, onların yaşadığı sevinç ve acılara büyük bir hevesle
yanıt vermişlerdir. Son yıllarda büyük dünya devriminin patlamış olması bizi
batılı kardeşlerimize daha fazla yakınlaştırmıştır.
Ukrayna ve Polonya’da, Beyaz Muhafız çeteleri
tarafından eziyet ve işkence edilen kardeşlerimizin çığlıkları ve iniltileri
Dağıstan’ın en yüksek noktalarına kadar ulaştığında bizler en güç durumla karşı
karşıya kalmış oluyorduk. Yaşanılan bu durum, bu sebeple, dünya genelinde
yaşayan emekçi Yahudi halkın ekonomik ve ideolojik ihtiyaçlarına ait tekil
özellik ve ortaklığın altını bir kez daha çizmiştir. Tüm Yahudi halkı oldukça
farklı bir ekonomik ve sınıfsal yapıya sahiptir. Yahudiler arasında köylülük mevcut
değildir; işçilerin sayısı oldukça azdır. Emekçi Yahudi cemaatindeki asıl kütle
bugüne dek ticaret ve hizmetler sektörü ile uğraşmıştır. Bu sebeple, yıkımlara
yol açan dünya devrimi süreci özellikle Yahudi halkını etkilemiştir.
Rusya ve Ukrayna Yahudilerinde olduğu gibi, Dağ
Yahudileri de kendilerini üretime dâhil olma ve sağlıklı üretici emekle
bütünleşme konusunda yaşanan mücadelenin içinde bulmuşlardır. Tek kurtuluş
yolunun devrim olduğuna kani olan Dağ Yahudileri, burada dünya emperyalizmine
karşı güçlü ve kararlı bir duruş sergilemek için toplanan doğulu işçi ve
köylülerin bu büyük kurultayına umutla bakmaktadır. Tüm ülkelerin Yahudi işçi
ve emekçilerinin dünya sermayesinin yıkılmasında yaşamsal çıkarları vardır ve
bu uğurda tüm güçleriyle çalışacaklardır.
Britanya emperyalizmi bugün itibariyle Yakın Doğu’daki
etkisini güçlendirmekte, en eski arzumuzun -bizim emek sorunumuzun radikal
çözümünün- gerçekleştirilmesi önünde engel olarak durmaktadır. Onlarca yıldır
fakir Yahudiler, farklı yaşam yolları geliştirerek yeni olana uyum
sağlamışlardır. Bu uyum süreci boyunca, düşünce esas olarak Filistin’e, genel
olarak Yakın Doğu’ya göç edilmesi ve buraların sömürgeleştirilmesi yönünde
gelişmiş ve olgunlaşmıştır. Bu düşünce, Filistin’deki verimli otlak ve
tarlaları hâlihazırda teri ve kanı ile sulayan ve orada özgür emeğin yeni
hayatı için gerekli olan temeli kuran geniş Yahudi emekçi kitleleri arasında
güçlü biçimde yankı bulmuştur.
Dağ Yahudileri cemaati bize, bu yetki sahibi
platformda, kurultayın can sıkıcı olan bu meseleye olumlu bir çözüm bulması
konusunda beklenti içinde olduğunu bildirme iznini vermiştir. Tarım meselesi
tartışma gündemine geldiğinde, bir vatana ihtiyaç duyan, Arap işçi ve
emekçileri ile kardeşçe barış içerisinde yaşamış olduğumuz Filistin’deki
kolektif, üretken emeğe ait yeni formlara geçiş yapmak amacıyla her türlü
fedakârlığa hazır olan yüz binlerce Yahudi emekçinin akılda tutulması
gerekmektedir.
Dağ Yahudileri doğunun bir bölümünü teşkil ederler.
Geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de onlar, doğunun emekçi halkları ile
el ele vererek tüm zorluklara ve ortak düşmana -İtilaf Devletleri'ne- karşı tam
ekonomik ve ideolojik kurtuluş için mücadele etme konusunda gönüllü olduklarını
ifade etmektedirler.
Sadece mazlumların zalimlere karşı elde edeceği zafer
bizi kutsal hedefimize -Filistin’de komünist bir Yahudi toplumunun
yaratılmasına- ulaştıracaktır.
Yaşasın tüm dünya emekçilerinin birliği! Yaşasın
devrimci doğu! Yaşasın dünya sermayesine karşı elde edeceğimiz zafer!
Yaşasın proleter Yahudi milletinin ekonomik ve
ideolojik kurtuluşu!
Yaşasın Üçüncü, Komünist Enternasyonal!
* * *
2.
Komünist İlkeler Uyarınca Filistin’e Yerleşelim ve Orayı Vatanlaştıralım
Yahudi Komünist Partisi (Poale Zion) delegasyonunun
Bakû Kurultayı’na sunduğu tebliğ
İngiliz burjuvazisi, Doğu halklarına yönelik zulmün
uygulayıcısı olan sömürgeci yırtıcı hayvanların başında geliyor. İngiliz
emperyalistlerinin çıkarları Mezopotamya ve Suriye’nin mülkiyetini ele
geçirerek Hindistan ve Mısır’ı oradan da metropollere bağlamayı talep ediyor.
Aynı şekilde, İngiliz emperyalistlerin sömürgeleştirmek için can attığı
Filistin de avantajlı bir konuma sahip bulunuyor.
Ancak bu çaba Filistin halkının inatçı direnişi ile
karşılaşıyor. Savaş süresince ekonomik kaynaklarını tüketen ve sanayisini
önemli ölçüde kaybeden kapitalist Britanya için sömürgelerine meta aktarımında
bulunması savaş öncesine göre artık imkânsızdır. Bugün itibariyle İngiliz
sömürge politikası, askerî güce dayanan açık ekonomik yağma ve sınır tanımayan
şiddet biçimini almıştır. Bu sebeple her şeyin ötesinde Britanya, kendi
ülkesine katkıda bulunma konusunda yetersizleşmiştir.
Bu olgular İngiliz burjuvazisini Filistin’deki yerli
halk arasında müttefikler bulmaya zorlamıştır. Herkesçe bilinen San Remo’da
imzalanan belgeye kadar atılan tüm diplomatik adımlar Yahudi halkın sempatisini
kazanmak için yapılmış sinsi manevralardır.
Cemal Paşa’nın tiranlığında yaşanan kâbustan sonra
Yahudi halkı ilkin bu kurnaz manevraları hoş karşılamış, İngiliz
emperyalistlerini yeniçağı ilân eden kurtarıcılar olarak selâmlamışlardır.
Ancak sonrasında İngiliz emperyalizminin politikası, bolşevizmi getirecekleri
korkusuyla, Yahudi emekçi insanların başka ülkelere göç etmesini yasaklamıştır.
Yahudi yerleşimindeki artış ve gelişme açık biçimde engellenmiştir. Dahası,
İngiliz emperyalizmi, Yahudi emekçi kitlelerin hayatî çıkarlarına zarar
vermenin kendince yollarını araştıran Yahudi mülkiyet sahiplerini
desteklemiştir. Tüm bunlar, İngiliz işgalcilere karşı mücadele etmeye başlayan
Filistinli Yahudi emekçileri ayıltmıştır.
Buna cevap olarak İngiliz diplomasisi ülkedeki her
türlü devrimci hareket üzerinde baskı uygulamaya başlamış, Arap ve Yahudi
kitleler arasında milliyetçi duyguları kışkırtarak iki tarafı karşı karşıya
getirmiş, bu sayede kendi hâkimiyetini sürdürme imkânı bulmuştur.
İngiliz işgalcilerin bu politikasındaki suç
Filistin’de yaşanan kanlı olaylarla tasdiklenmiştir. Nisan’da Kudüs’te yaşanan
pogrom (soykırım) açık biçimde kasıtlı bir politik girişimdir. İngiliz
yönetiminin talimatları uyarınca hareket eden ve İngiliz altınları ile şehirli
ayaktakımını etkileyen Arap efendilerle “Kral” Faysal’a bağlı ajanların gözü
dönmüş ajitasyonunun sonucunda gerçekleşmiştir.
Filistin’in Türk hâkimiyeti altında geçen kırk yıl
boyunca Yahudi yerleşimine yönelik gerçekleşen ilk vahşete ve pogroma tanık
olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Bu tip olaylar, Avrupalı kapitalist
uygarlığın baskı ve köleliğin yanında ülkeye getirdiği çok değerli
“çiçekler”dir. Kudüs’te bir kez daha Çar döneminden bildiğimiz eski tanıdık
hikâyeyi yeniden yaşıyoruz. Pogrom tüm şiddeti ile devam ederken İngiliz
birlikleri subayların komutasında seyirci kalmış, Yahudi savunma birliklerine
mensup insanları silâhsızlandırarak tutuklamış ve asıl suçluları korumuşlardır.
Bu esnada Arap polisi pogromcuların safında yer almış, pogroma doğrudan iştirak
etmiş ve ganimeti paylaşmıştır.
İngiliz işgalcilerin bu vahşet politikası, Yahudi
emekçi kitlelerden tümüyle nefret eden, onları tehlikeli ve zararlı kabul eden
Arap şeyhleri ve toprak ağalarınca desteklenmektedir. Bu nefret sadece İngiliz
altınının bir sonucu değildir; onların sınıfî, iktisadî ve siyasî çıkarlarının
doğal bir sonucudur. Yahudi kitleler ülkedeki ataerkil nizama zarar vermiş,
yereldeki ücretli köleleri isyana teşvik etmiş ve toprakların millîleştirilmesi
talebiyle tarımda gündelikle çalışan Arap emekçileri örgütlemişlerdir.
Arap şeyh ve emirleri, Sultan’dan miras kalan, Suriye
ve Mezopotamya’nın yaklaşık yüzde 30’unu teşkil eden işlenebilir toprağın tek
varisi olarak kendilerini kabul etmektedirler. Bu sebeple Yahudi emekçi
kitleleri bu toprakların hem yerel halka ve hem de yerleşimcilere ait
olabilmesi için mücadele başlatmışlardır. Tüm bu şeyh, emir ve diğer
parazitler, Yahudi işçilerin kurduğu komünal çiftlikleri ve üretim
kooperatiflerini tehlikeli birer iktisadî rakip olarak görmektedirler. Yahudi
emek kolektifleri, fakir Araplara kölelikten çıkış yolunu göstererek, onları
ortaklaştırmaktadırlar.
Tehlikeyle karşı karşıya kalınca Arap mülkiyet sahibi
sınıflar, Yahudi emekçi kitlelerine karşı acımasız bir mücadele
başlatmışlardır, bu mücadele, Yahudi işçilerden korkan Yahudi toprak ağalarına
ait kampı da aynı ölçüde korkutmuştur. Yahudi kulaklar hiçbir isteği olmayan,
itaatkâr fakir Arapları düşük kölelik ücretleri ile sömürmektedirler. Yahudi
toprak ağalarının fakir Araplara uyguladıkları sömürü sınıfsal baskıya millî
bir biçim vermekte, dolayısıyla pan-islâmizm propagandası için gerekli olan verimli
zemini hazırlamaktadır.
Tüm bunların yanı sıra siyonizmin de İngiliz
emperyalizminin Filistin’deki siyaseti için sağlam bir müttefik olduğunu
hatırlatmak gerekmektedir. Pan-islâmizm gibi siyonizm de Yahudi emekçi
kitlelerin kurtuluş için harcadığı çabalardan kazanç sağlama noktasında can
atmaktadır. Her mazlum milletin burjuvazisi gibi siyonist burjuvazi de
"millî yeniden doğum" üzerine yaptığı konuşmaların yanı sıra, Yahudi
emekçi kitlelerin sömürülmesi sürecindeki yabancı tekele ortak olmanın
yollarını aramaktadır.
Siyonist siyasetin gerici doğası özellikle
(Rusya’daki) iç savaşın yoğunlaştığı dönemde Yahudi emekçiler nezdinde aşikâr
hâle gelmiştir. Rusya’da tüm sınıfsal imtiyazlarını kaybeden siyonist
burjuvazi, proletarya diktatörlüğünün yakınlaşan zaferi öncesinde Doğu
Avrupa’da terör aracılığıyla baskı altına alınmıştır. Haksız kazancının
kaderini merak ettikleri bu dönemde Filistin’de kendileri için tapınak inşa
edilmiştir. Siyonist burjuvazi, Yahudi emekçilere karşı verilen mücadelede
destek bulabilecekleri gerçek bir güç olduğunu düşündükleri için İngilizlerin
Filistin’i işgalini selâmlamıştır.
Yahudi emekçilerin Filistin’e yerleşmesi ülkede, hem
siyonist burjuvaziyi hem İngiliz emperyalistleri hem de Arap feodalleri tehdit
eden komünizmin kızıl hayaleti olarak sunulmaktadır. Siyonist burjuvazinin
yaşanan bu göçe karşı işgal güçlerine her türlü yardımda bulunmasının sebebi
budur. Dr. Weizmann[1], Yahudi göçünün sınırlandırılması ve burjuvazinin
kontrolüne verilmesine ilişkin yarı resmî bir belge kaleme almıştır. Bu
bağlamda, Filistin’de siyonist politika tüm açıklığı ile gericidir.
Yahudi halk kitlelerinin yaşananlarla ilgili pek fazla
bilgisi yoktur. Onlara hiçbir şey anlatılmamaktadır. Filistin’in yeniden doğuşu
için çeşitli ülkelerde yaşayan Yahudi emekçilerinden toplanan fonlar, Yahudi
toprak ağalarının desteklenmesi, burjuvazinin kontrolünde bulunan Yafa ve diğer
şehirlerdeki kışlaların geliştirilmesi için kullanılmaktadır. Bu ekonomi
politikası Yahudiler arasında yoğun bir sefalet ve işsizliğe yol açmaktadır.
Burjuvazi, özel Yahudi bölgeleri formunda ülkede kendileri için Beyaz Muhafız
üsleri tesis etmekten bile çekinmemektedir. Siyonist liderler, Filistin’i
sömürü ve vurgunculuk ülkesine dönüştürmek için uğraşmaktadırlar.
Tüm bunların sonucunda, Dünya Savaşı’na bağlı olarak
İngiliz-Fransız emperyalizmi, Arap efendilerle Yahudi sömürgecilerin ittifakı
ve siyonist burjuvazinin gerici politikaları Filistin’i emperyalist,
milliyetçi, sivil ve dinî mücadelenin arenasına dönüştürmüştür. Sadece Yahudi
ve Arap emekçilerin ittifakı tüm bu engelleri gerçek manada aşıp ülkeyi sonsuza
dek bu gerici güçlerden kurtararak Filistin’i yeni ve özgür bir hayata
taşıyabilir.
Ekonomilerini emeğin yeni ilkeleri uyarınca yeniden
inşa etmeye mecbur eden sosyalist devrim sürecinde bulunan ve Filistin’e
yerleşip orayı komünist ilkelere bağlı kalarak vatanlaştırmak için gayret eden
Yahudi proleter kitleler bu macera ile ilişkilerini kesin olarak kesmişlerdir.
Artık büyük ölçüde kendilerini ve tüm faaliyetlerini Filistin’de Arap
emekçileri ile kol kola girerek verdikleri devrimci mücadele temelinde
tanımlamaktadırlar. Bu devrimci mücadeleyi dünya devrimine ait nesnel etkenlere
ve milletlerarası proletaryanın kardeşçe yardımlaştığı en üst öncü yapı
olan Üçüncü Enternasyonal’e bağlamaktadırlar.
Yahudi proletaryası için başka bir yol yoktur. O
sadece dünya sermayesine karşı kesintisiz mücadele ve tüm dünya genelindeki
emekçi halklarla birlik içinde kalarak fikirlerini gerçekleştirme imkânı
bulabilir.
Kahrolsun emperyalistler ve onların burjuva uşakları!
Yaşasın tüm dünyanın mazlum ve köle halklarının
kardeşçe birliği!
Yaşasın dünya proleter mücadelesinin genel yönetim
kadrosu olan Üçüncü Enternasyonal!
* * *
3.
Yahudi Proletaryasının Sloganı “Filistin’den Elinizi Çekin!” Olmalıdır
Rusya Komünist Partisi, Yahudi Seksiyonu Merkezî
Büro’nun Tebliği
1- Nüfusunun büyük bir çoğunluğunu Arapların
oluşturduğu Filistin’de bir Yahudi devleti kurma isteği İtilaf Devletleri’nin
(özellikle Britanya’nın) bir politikasıdır ve bu politika, Yahudi halk
kitleleri arasında siyonist burjuvazinin siyonizm propagandası yapması için
gerekli zemini hazırlayan sarı II. Enternasyonal tarafından desteklenmiştir.
2- Yahudiler, provokatif biçimde, Arap topraklarını
parçalayıp muzaffer güçlere dağıtan ve Filistin’i Britanya’nın eline teslim
eden suçlular olarak tanıtılmaktadırlar. Bu tanımlama, Filistin’de ve tüm
doğuda Britanya emperyalizminin doğulu emekçi kitlelerde milliyetçi tutkuları
alevlendirmesine, Arap ve Yahudiler arasında nefret tohumları ekmesine hizmet
etmektedir. Bu durum, Nisan ayında Kudüs’te yaşanan ve İngiliz işgalci güçleri
fazlasıyla sevindiren üç günlük soykırımda somut ifadesini bulmuştur.
3- İtilaf Devletleri’nin tüm politikası sömürgeci
hükümranlığın tipik bir örneğidir. Bu politikanın en çarpıcı örneği, Milletler
Cemiyeti’nin düzenlediği San Remo Konferansı’nda hazırlanan “anayasa”dır.
Aynı zamanda bu politika, tüm ülkelerdeki Yahudi küçük ve orta burjuvazisinin
elindeki sermayeden istifade etmek ve onları “halkların kurtuluşunun habercisi”
olan İngiliz emperyalizminin iki tekerlekli savaş arabasına bağlamak için
uğraşmaktadır.
Bu anayasa ile Filistin hükümeti (siyonist parti
üzerinden) Yahudi kapitalistleri Arap köylülüğüne yönelik yoğunlaştırılmış
sömürüye dâhil etmek ve yağmaya ortak etmek istemektedir. Bir diğer niyeti de,
anayasal organlarda Yahudi ve Arap hizipleri arasında millî bir husumet
yaratmaktır. Bu amaçla, doğudaki kitlelerin uyanışını geciktirmenin yollarını
araştırmaktadır.
Britanya’nın Filistin’le ilgili tüm politikasının
amacı, bütün iktidarı işgal güçlerine vermek ve ideolojik olarak tüm
ülkelerdeki Yahudi cemaatleri Britanya’nın çıkarlarına bağlamaktır.
Emperyalizmin siyonist hizmetkârlarının yardımıyla Britanya’nın bu politikası,
kısmî de olsa, Yahudi proletaryasının içinde güçlenen komünist fikirleri
milliyetçi duyguları artırmak ve siyonizm sempatisi yaymak suretiyle
temizlemeyi amaçlamaktadır. İtilaf Devletleri’nin bu politikası Yahudi
burjuvazisi tarafından fiilî olarak desteklenmektedir. Sömürü ve zulüm gibi
konularda diğer milletlerdeki burjuva sınıflarla dayanışma içindedir. Sınıfsal
çıkarları uyarınca Arap köylülerinin hayatlarını yağmalamak için uğraşmaktadır.
4- Bu sebeple Yahudi proletaryası ve Arap emekçileri
adına bizler, millî kurtuluş bahanesi ile imtiyazlı Yahudi azınlığın sunî
yollardan Filistin halkına dâhil edilmesini şiddetle protesto ediyoruz. Böylesi
bir politika, bağımsızlık, toprak ve emeğin tüm ürünlerinin emek tarafından
bütün olarak mülk edinilmesi ve bağımsızlık için mücadele veren Arap
emekçilerinin haklarını ihlal etmektedir.
Yahudi proletaryasının emekçi halklara dost olan
herkesin ve tüm millî kurtuluş savaşçılarının sloganı “Filistin’den elinizi
çekin!” olmalıdır.
Ayrıca biz, siyonist ideolojiye bağlılık ile komünizmi
bağdaştırmak için kimi Yahudi sol-sosyalist grupların yürüttükleri çabaları da
kınıyoruz. Sözde Yahudi Komünist Partisi (Poale Zion) programında gördüğümüz
gerçek budur. Emekçi halkın çıkarları ve hakları için savaşanların safında
siyonist ideolojiyi muhafaza eden ve Yahudi burjuvazisinin milliyetçi
arzularını komünizm maskesi arkasına saklayan herhangi bir gruba yer olamaz. Bu
insanlar, komünist sloganları burjuvazinin proletaryayı tesir altına alması için
kullanmaktadır.
Kitlesel Yahudi işçi hareketi var olduğu günden beri
siyonist ideolojinin Yahudi proletaryasına yabancı olduğunu not etmek gerekir.
Filistin’deki tüm toplumsal partiler önemli gruplar olmuşlardır. Şunu da açık
bir dille ifade etmek gerekir ki Yahudi kitleler, toplumsal-ekonomik ve
kültürel gelişmenin Filistin’de “millî bir merkez” tesis etmekle değil,
yaşadıkları tüm ülkelerde proletarya diktatörlüğünü kurmakla ve sosyalist
sovyet cumhuriyetlerini inşa etmekle mümkün olduğunu görmüşlerdir.
Tüm ülkelerin Yahudi emekçilerini, giderek büyüyen
sosyalist devrimin faal bir parçası olmaya ve bağlı bulundukları ülkelerin
komünist partileri üzerinden Üçüncü Enternasyonal saflarına katılmaya
çağırıyoruz.
A. Merezhin[2]
Rusya Komünist Partisi (Bolşevik)
Yahudi Seksiyonu Merkezî Büro’nun Doğu Halkları
Kurultayı delegesi.
Bu bildirge Doğu Halkları Kurultayı’na katılan
aşağıdaki delegelerce onaylanmıştır:
1- Taşkentli emekçi Yahudiler genel meclisi,
2- Rusya Komünist Partisi Taşkent Örgütü Yahudi
kanadı,
3- Semerkant Komünist Gençlik Birliği Yahudi kanadı,
4- Komünist Bund’un Bakû kanadı,
5- Azerbaycan Komünist Partisi Kuba kanadı,
6- Komünist Bund Bakû örgütü Dağ Yahudileri kanadı.
[Kaynak: To See the Dawn: Baku 1920, First Congress
of the Peoples of the East, Yayına Hz.: John Riddell, Pathfinder, 1993, s.
282-291.]
Dipnotlar:
[1] Chaim Weizmann [1874-1952]: Siyonist hareketin ilk lideri; 1948-52
arası dönemde İsrail Cumhurbaşkanı.
[2] Merezhin, A. N.: (d. 1880) 1905-16 arasında
menşevik olarak faaliyet yürüttükten sonra Bund’a üye oldu. 1919’da
bolşeviklere katıldı. Rusya Komünist Partisi Yahudi Seksiyonu Merkezî Büro
üyeliği yaptı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder