Yazıya attığım başlık kimilerine şaşırtıcı gelebilir,
ancak Marx esasında, 23 yaşından itibaren, kendisini ateist olarak nitelemeyen
bir kişiydi. Onun dine yönelik tavrı da çok açık değildi, felsefî materyalizme
yönelik tavrı ise herkesçe yanlış yorumlanmıştı. Bu noktada yazıya başlamadan
önce aydınlatıcı bir izahata girişmek gerekiyor.
İzahat Noktaları
İzahatın ilk noktası şu: elbette ben, Marx’ın dindar
olduğunu ya da teist ideolojiye sempati duyduğunu iddia etmiyorum. O, aslında
Tanrı’nın varlığını reddetmenin de ötesine geçiyor.
Dolayısıyla, esasta ben, Marx’ın agnostik olduğunu da
iddia ediyor değilim. Agnostisizm, en iyi hâliyle, Tanrı’nın varlığını tersyüz
ettikten sonra, dini “ne olur ne olmaz” diyerek tecrübe eden bir tür aptallık
pratiğidir.
Sonuçta benim ateizmden kastımın, varlığı inkâr edilen
Tanrı’nın ahlâkî varoluş için iyilikler yapan ve her hareketi gözetleyen,
çocuksu antropomorfik Tanrı anlayışlarıyla bir ilişkisi yok. Bu tarz bir
anlayış, yüzlerce yıl önce ciddî teoloji çalışmalarından kovuldu ve sadece
felsefece muhafaza edildi, uzun zamandır da cahillerin avutulması ile
çocukların disiplini için kullanılıyor.
Bu tarz bir Tanrı’nın
varlığını inkâr etmekle kendisini sınırlı tutan bir ateizm, değersizdir.
Benim bahsini ettiğim ateizm ise deist, müdahaleci olmayan, hareket ettirici ya
da Spinozacı panteist olanlar da dâhil, her türlü Tanrı’nın varlığını
inkâr eden bir ateizm. Marx’ın da inkâr ettiği bu.
Tekrar etmek gerekirse, Marx, deist ya da panteist
değildi, ama o, ateist ya da felsefî bir kılıkla kendilerini gizleyenler dâhil,
her türden teizme, deizme ve panteizme tövbe etmişti.
Günümüzde “köktencilik” olarak adlandırılan bir tür
dinî canlanma ile karşı karşıyayız; gerçekte Hristiyan köktenciliği, dünya
üzerinde muazzam bir güç elde etmiş olsa da bu akım, nüfus bakımından küçük bir
azınlığı teşkil ediyor. Söz konusu akıma mensup kollar, elbette çocuksu bir
Tanrı anlayışını öne çıkartıyorlar. Benim üzerinde durduğum noktaysa Marksistlerin
ve her türden ateistin söz konusu gerici aptallıklara itiraz ederken, aslında
Hristiyanlık’la müttefik oldukları gerçeğidir. Bana göre, çocuksu ve
hoşgörüsüz dogmatizmle mücadele etmek ateizmin işi değil. Umarım, bu hususta
bir uzlaşı mevcuttur. Demem o ki ateizm daha üst bir seviyede konumlanmıştır.
Eğer ateist iseniz, siz sadece Berkeley’e ve Papa’ya değil, Spinoza ve
Rousseau’ya da karşısınızdır.
Giriş bölümünün son noktası bu. Marx’tan bolca alıntı
yapacağım, zira amacım, Marx’ın görüşünü açıklamak, özellikle onun “ateist”
etiketine itiraz ettiğini tespit etmek. Niyetim, ateizmle ilgili kendi
fikirlerim üzerinden vaaz vermek değil. Şüphesiz ki benim görüşlerim de dile
gelecek, ama bu, tümüyle özgül durumlar bağlamında gerçekleşecek.
Marx ve Fransız Materyalizmi
Modern ateizmin kurucuları on sekizinci yüzyıl Fransız
materyalistleriydi: Jean Meslier, Julien La Mettrie, Denis Diderot, Holbach,
Anarchasis Cloots, Jacques Hébert ve efradı. Marx, bu düşünürleri, modern
komünist politik teorinin kaynağı olarak tanımlama noktasında gayet açık
ifadeler ortaya koyuyor. Bu yazarların kartezyen “bilimsel” materyalizmine
itiraz ederken Marx, Kutsal Aile’de şunları yazıyor:
“Diğer
Fransız materyalizmine ait eğilim, doğrudan sosyalizme ve komünizme
varıyor. İnsanların aslî iyiliği ve eşit zihinsel yeteneği, tecrübenin her şeye
kadirliği, alışkanlık ve eğitim, çevrenin insan üzerindeki etkisi, sanayinin
büyük önemi, hazzın meşrulaştırılması vb. başlıklarla ilgili materyalizm
öğretisinden yola çıkmak suretiyle materyalizmin komünizm ve sosyalizmle
zorunlu olarak bağlantılı olduğunu görmek için aşırı bir zekâya sahip olmaya
gerek yoktur.”
Ateistler, Fransız Devrimi’nin aşırı solcularıdırlar;
ateizm, Tanrı’nın reddi, insanın çıkarı doğrultusunda dünyayı örgütlemek için
insanların tam özgürlüğü lehine insan üzerindeki tüm otoritenin reddini ifade
eder; ayrıca ateizm, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcileri olan Hristiyan ruhban
sınıfına karşı başlatılmış savaşta öne çıkan bir bayraktır. Marx, Babeuf ve
Blanqui üzerinden Fransız materyalizminde köklerini bulan bu harekete açıktan bağlanır.
Ancak Marx, Moses Hess aracılığıyla, “Hakikî Sosyalizm”e bağlanıp, politik
yazılarını Ludwig Feuerbach takipçisi olarak kaleme almaya başladığında, o
günkü komünist harekete yönelik acımasız ve sert eleştirisi de hızla gündeme
gelir. Marx’ın ilgilendiği konular arasında idealist Alman felsefesine ait
görüşleri yeni radikal Fransız ateizminin verili coşkusu içine kaba biçimde
boca edilmesinden kurtarmak vardır.
Din Eleştirisi
Marx, o ünlü ifadesi dâhilinde, Hegel’in Hukuk
Felsefesi’nin Eleştirisi’ne Giriş’te şunu yazar:
“Almanya
için din eleştirisi esas olarak tamamlanmıştır ve din eleştirisi tüm
eleştirilerin öngerekliliğidir.”
Fransız Devrimi ile ateizmin görevinin esas olarak
tamamlandığına işaret ederken Marx, aynı zamanda din eleştirisini kapitalizmin
eleştirisinin bir modeli olarak görmektedir.
1842 gibi erken bir tarihte, 23 yaşındayken Marx,
arkadaşı Arnold Ruge’ye şunları yazmaktadır:
“Ben,
(kendisini dinleyen çocuklara gulyabaniden korkmadığını inandırmaya çalışan
çocuğu hatırlatan) ‘ateizm’ etiketini ve bunun yerine felsefenin
muhtevasının insanlara taşınması gerektiği fikrini reddediyorum.” [Ruge’ye
Mektup, 24 Kasım 1842]
Marx, 1844 Elyazmaları’nda burjuva devriminin
başarısı ve sosyalizm için mücadele eden bir işçi hareketinin ortaya çıkışı ile
birlikte ateizmin anakronizme dönüştüğünü söyler:
“İnsanın
ve doğanın gerçek mevcudiyeti pratikte, duyusal tecrübe aracılığıyla,
insan bu sayede insan için doğaya ait bir varlık olarak aşikâr hâle
geldiğinden, doğa insanın varlığı olarak insan için var olduğundan, yabancı
varlıkla ve doğayla insan üzerindeki varlıkla ilgili -doğayla insanın gerçekdışılığının
kabulünü ifade eden- soru pratikte imkânsızlaşmıştır. Tanrı’nın
inkârı olarak ateizmin artık bir anlamı yoktur ve bu inkâr dolayımıyla
ateizm, insanın mevcudiyetini şart koşar; ancak sosyalizm, bu tarz bir
arabulucuya artık muhtaç değildir.”
Politikada her daim en önemli farklılıklar en yakın
arkadaşlarınızla aranızdaki farklılıklardır. Engels’i komünizme bağlayan ve
“din halkın afyonudur” sloganının ilk yazarı olarak kabul edilen Moses Hess,
1860’ların sonlarına dek Marx’la çalışmayı sürdürdü, ancak burjuva haklarını
Almanya’dan bile önce kınadığı için Komünist Manifesto’da saldırının
hedefi oldu. Sosyalizmin erdemlerinin gerçekleşeceği koşullarla çatışma içinde
olduğu bir dönemde, ilgili erdemlerin bu türden rahatsız edici bir müdafaası,
Marx’a göre, gericiliğin desteklenmesiyle eşdeğerdeydi. Marx’ın ateizme yönelik
muhalefeti, Alman işçi sınıfının bilinç durumunu dikkate almayan aşırı
solculara yönelik muhalefeti ile bağlantılıydı.
Marx’ın felsefe öğretmeni Ludwig Feuerbach ünlü bir
Alman ateistti ve Hegel’i felsefeyi ikame etmek için teolojiyi ilga etmekle
suçluyordu. Marx, Feuerbach’ın materyalizm eleştirisi dâhilinde kendi
görüşlerini geliştirdi.
Şimdi Marx’ın din eleştirisine ilişkin sözlerine bir
göz atalım. Marx, Giriş’teki o ünlü bölümde şunları söyler:
“Din
karşıtı eleştirinin temeli: din insanı değil, insan dini yapar. Din, esasta ya
kendisine henüz ulaşmayı başaramamış ya da kendisini yeni kaybetmiş insanın
özbilinci ve izzetinefsidir. Ancak insan, dünyanın dışında yerleşik olan soyut
bir varlık değildir. İnsan, insanın, devletin ve toplumun dünyasıdır. Bu devlet
ve bu toplum, dünyanın tepetaklak bilinci olan dini üretir, zira devlet ve
toplum tepetaklak dünyanın ta kendisidir. Din, bu dünyanın genel teorisidir.
[…] (Din bu dünyanın) ahlâkî müeyyidesi, yegâne tamamlayıcısı, teselli ve
mazeretin evrensel temelidir. İnsanî özün herhangi bir gerçek hakikate
kavuşamaması sebebiyle din, insanî özün hayalî gerçekleşmesidir. Bu sebeple,
dine karşı mücadele, dolaylı olarak ruhanî havası din olan dünyaya karşı
mücadeledir.”
“Din,
aynı zamanda hem gerçek ıstırabın ifadesi hem de gerçek ıstıraba karşı
protestodur. Din, mazlum varlığın iç çekişi, kalpsiz dünyanın kalbi ve ruhsuz
koşulların ruhudur. Din halkın afyonudur.”
Dolayısıyla ateizm, sadece hastalık yerine semptoma
saldırmakla kalmıyor, ayrıca kitlelerin ıstıraplarına tahammül etmelerine
yardımcı olan araçlara da saldırıyor.
Feuerbach Üzerine Tezler
Tezler’de
sadece din değil, ayrıca kapitalizm eleştirisinin özünü bulmak mümkündür.
Felsefeci olmayan insanların dine ihtiyaçları vardır, en azından zulüm ve
yabancılaşma koşullarında insanlar, daha iyi bir dünya için mücadele vermek ve
kendilerini kurban etmek için ülkülere, kahramanlara, hatta uzak umutlara muhtaçtırlar.
Dinin doğuşunu koşullayan gerçekle uğraşmak yerine ona karşı çıkmak verimli de
değildir. Marx, bunu dördüncü tezde şu şekilde ifade etmektedir:
“Dünyevî
ailenin kutsal ailenin sırrı olduğu keşfedilir edilmez, dünyevî aile,
teorik ve pratik düzlemde ortadan kaldırılmalıdır.”
Marx’ın felsefî materyalizm eleştirisi ilk tezde gayet
açıktır:
“Feuerbach’ın
materyalizmi de dâhil, bugüne kadarki tüm mevcut materyalizmin ana kusuru,
nesnelliğin, gerçekliğin ve duygusallığın sadece nesnenin ya da tefekkürün bir
biçimi olarak kavranması, öznel açıdan insanî duygusal faaliyet ve pratik
olarak kavranmamasıdır. Bu sebeple, materyalizme karşıtlık içinde, aktif yan
idealizm tarafından geliştirilmiştir -ancak bu gelişme, sadece soyut düzlemde
gerçekleşmiştir, zira idealizm gerçek, duygusal faaliyeti kendi doğasına
bağlı olarak, gerçekte bilmez.”
Marx’ın felsefî materyalizm eleştirisi tesadüfî
değildir. Felsefî materyalizmin tarihsel açıdan oynadığı ve on sekizinci yüzyıl
Fransız ateistlerinde temsil olunan ilerici rolü tanıyan Marx, bu konumun o gün
itibarıyla aşılması gerektiği üzerinde durmaktadır.
“Nesnel
hakikatin insanî düşünceye atfedilip atfedilemeyeceği sorusu teorik değil, pratik
bir sorudur. […] Pratikten tecrit edilmiş düşüncenin gerçekliği ya da
gerçekdışılığı üzerinden dönen tartışma, saf anlamda skolastik bir soruya
dayanır.”
Feuerbach’ın dogmatik materyalizmi kendisini toplumun
dışına ve üstüne yerleştirir (3. Tez):
“İnsanların
koşulların ve yetişme tarzlarının ürünü olduğunu, dolayısıyla değişmiş olan
insanların değişmiş koşulların ve değişmiş yetişme koşullarının ürünü olduğunu
söyleyen materyalist öğreti, insanların koşulları değiştirdiğini ve eğiticinin
de eğitilmesi gerektiğini unutur. Bu sebeple sözkonusu öğreti, toplumu biri
altta diğeri üstte duran iki parçaya ayırmak mecburiyetindedir.”
Marx’ın karşı önerisinin doğru dürüst anlaşılması
gerekmektedir (8. Tez):
“Tüm
toplumsal hayat temel olarak pratiktir. Teoriyi mistisizme taşıyan tüm
gizemler, aklî çözümlerini insanî pratikte ve bu pratiğin kavranmasında
bulurlar.”
Marx’ın önerisi ise ne Akıl ne Doğa ne de soyut
“İnsan”dır:
“Gerçek
bireyler, onların faaliyetleri ve içinde yaşadıkları maddî koşullardır.” [Alman
İdeolojisi, 1a]
Panteizm ve Materyalizm
Tanrı’nın da Tanrısızlığın da kimseye zerre hayrı
yoktur!
Tanrı’ya inanmadığını gururla ilân eden materyalist,
aksine her şeyin Doğa tarafından yönetildiğine, Doğa’nın yasalarınca
belirlendiğine inanır. Doğa değil de tarihin yasalarından söz etmesi çok az
farklılık arz eder. Bu, adlı adınca panteist olan kişinin Tanrı’sından başka
bir şey değildir.
Önceden adını zikrettiğimiz Fransız materyalistlerin
ifadelerinden birkaç örnek verelim.
Jean Meslier -1742:
“Tanrı’ya
yalvarmayı bırakacağım, böylelikle onun bize doğal din olarak bahşettiği ve
artık aleni bir düşman olan Hristiyanlık tarikatının tecavüzüne uğramaktan
kurtuluyorum.”
La Mettrie -1748:
“Doğa
yalnızca mutlu olalım diye yarattı bizi. […] Bu sebeple o, doğal yasanın bir
payı olarak, tüm hayvanları bize verdi.”
Cloots -1793:
“Doğadan başka Tanrı yoktur.”
Robespierre de kastî biçimde sözde Yüce Varlık âdetini
yeniden diriltir ve Fransızların ona ibadet edecekleri millî bir gün belirler.
Madde, Doğa, Gaia[*], Tarih ve Akıl birbirinden farklı tarikatların Tanrı’ya
verdiği isimlerden başka bir şey değildir ve bunlar sıklıkla kelimenin ilk
harfini büyülterek ifade edilirler.
Esasında mesele pek de öyle değil. Elbette Tanrı’ya
verilmiş isimde ima edilen şey, Tanrı’nın doğasına ilişkin tüm teori ve O’nun
nasıl bilinebileceğidir, farklılıkları koşullayan da tam da burasıdır.
Fransız devrimcileri Aklı tanrılaştırmışlar ve Hristiyan Kilisesi’nin mallarını
müsadere etmişlerdir, elbette bu, olabildiğine gerçek ve maddî bir değişimdir.
Ancak her türlü Tanrı’nın mevcudiyetini basit anlamda
inkâr ederseniz, dünyanın anlam kazanmasını sağlayan temel öncüllere ilişkin
soruyu da cevapsız bırakmış olursunuz.
Mesele, Tanrı’nın mevcudiyeti meselesi
değildir. Örneğin madde, Mutlak’a materyalizm tarafından verilen isimdir;
maddeye bilince göre öncelik vermek, bir tür panteizmin kılıfı da olabilir.
Bilim, üzerinde durduğu bilgi teorisi bakımından, dinden ayrılır.
Tanrı’nın mevcudiyetini inkâr etmenin anlamı yoktur.
“Mevcut olmak” ne demektir? Kutsal ya da değil, bir varlığın mevcut olduğunu
öne sürmek, böylesi bir mevcudiyetin insanî pratikte kazandığı anlamdan
bağımsız olarak, deizmin bir biçimini üstü kapalı varsaymak demektir.
Mevcudiyetin inkârı tam da aynı anlamı içerir.
Bir şeyin mevcut olmadığını söylemenin anlam kazanmasından önce, o şeyin mevcut
olduğunu söylemenin anlamını özgülleştirmek zorundasınızdır.
Örneğin kendi adıma ben yıllarca, sosyal Darvinizm
türünden, toplumun yasalarını Doğa’nın yasalarından çıkartan sözde “doğanın
diyalektiği” müdafisiydim. Ancak gerçekte bu aptalca bir konumdu. Kimi
özelliklerin insan hayatına da uygulanması adına bu özellikleri Doğa’ya
(Tanrı’ya) atfetmenin deizmden ya da panteizmden farkı yoktur.
Basit anlamda, postmodernistlerin söyledikleri
biçimiyle, “Tanrı” nosyonu, “Doğa” nosyonu gibi “evrensel gösteren”in, verili
fikirler sisteminin ya da ideolojinin içinde konumlanmış Mutlak’ın ta
kendisidir. Sosyalistlere göre Mutlak, hem öznel hem de nesnel olan insanî
faaliyet ve pratiktir. Şeylerle ilgili bu anlayışla, ister idealist ister
materyalist olsun, teizmin ve deizmin tüm biçimleri arasındaki fark, tebeşir ve
peynir arasındaki fark kadardır.
Sonuç
Sonuç bölümünde Marx’ın kitleleri teslimiyete ve
cehalete mahkûm eden ruhban sınıfına ve eski rejimin tüm kurumlarına yönelik
uzlaşmaz düşmanlığını, ayrıca onun ruhban sınıfının gericiliği hükmündeki
kurumları ile her türlü uzlaşmayı reddettiği gerçeğini hatırlatmak gerekir.
Onun da söylediği gibi:
"Hıristiyan
sosyalizmi, rahibin aristokratın (kin yüklü) kalbindeki yangıları takdis eden
kutsal sudan başka bir şey değildir.” [Komünist Manifesto]
Marx, dinin işçi sınıfı içindeki etkisine itiraz eder,
ancak mistisizmin kendisini ifşa ettiği her türden biçimden biri olarak. O
günlerde mistisizmin bu biçimlerinden birisi de ateizmdir.
Ayrıca Marx, Tanrı’nın insanî meselelerde yer
almayacağı bir gelecek tasavvur eder, zira ruhanî havası din olan sözkonusu
dünya ortadan kaldırılmalıdır. Ancak bu, hâlâ geleceğe dair bir sorudur.
Andy Blunden
Haziran 2006
Kaynak
Dipnot:
[*] Gaia veya Gaea, Grek mitolojisinde yeryüzünü simgeleyen,
arzın tecessümü olan tanrıçadır. Bir ana tanrıça, doğa ana olan ve diğer
tanrıların kendisinden türediği Gaia’ya özellikle ilk zamanlarda tüm Grekya’da
tapınılsa da, zaman içinde tanrıçanın konumu değişmiş, ona olan ilgi
azalmıştır. Gaia her şeyin yaratıcısı, her şeyin kendisinden meydana geldiği
“toprak ana”dır; tüm tanrıların ve titanların annesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder