Aşağıdaki
metin, Stalin’in 5 Mart 1953’teki vefatı üzerine Paul Robeson tarafından kaleme
alınmıştır. Nisan 1953’te New World Review’de yayımlanmış, Philip
Foner’ın editörlüğünde hazırlanan Paul Robeson Speaks [“Paul Robeson
Konuşuyor”] içinde (s. 347-349.) yer verilmiştir.
* * *
Halkın insanî tecrübeye ilişkin hikâyelerinden,
şiirlerinden ve şarkılarından daha zengin bir bellek yoktur. Birçoklarında
kahramanlar, her daim, görece daha geniş ve kucaklayıcı boyutlarda, tam manada
tanınabilir insanlardır. Aynı durum Rus, Çin ve Afrika folkloru için de
geçerlidir.
1937’de, yüksek beklentiler içinde, sayısız işçi,
sanatçı, genç, civar kasabalardan çiftçiler Bolşoy Tiyatro Binası’nı
doldurdular. Yüksek bir kabiliyetle yüklü Tamara Hanım’ın yönetimindeki Özbek
Millî Tiyatrosu’nun performansını bekliyorlardı. Eski ve modern her türden
enstrümanı içeren orkestra, oldukça genişti. Köklerini eski ve gururlu bir
medeniyetten alan, Musorski, Çaykovski, Prokofyev, Şostokoviç, Krenikov ve
Gliere gibi isimlerle harmanlanmış zengin müzik kültürünü beklemek, hayli
heyecan vericiydi.
Birden herkes ayağa kalktı ve sevinçli ifadelerle
alkışlayıp gülümsemeye başladı. Çocuklar el sallıyorlardı.
Sağdaki locada gülümseyen ve alkışlayan seyircilerle
birlikte sahnedeki sanatçılar da büyük Stalin’in karşısında ayağa kalktılar.
O güne dair yanaklardan sessizce süzülen gözyaşlarını
anımsıyorum. Ben de gülümsemeyle el salladım. Karşımızda herkesi sevgiyle
kucaklayan bir adam duruyordu. O sıcak şefkat ve güven hissini asla unutamam. İşte
o bilge ve iyi insan, karşımızda duruyordu. Dünya, özellikle sosyalist dünya,
onun her gün hükmünü yürüten rehberliğine tanık olmanın şansını yaşıyordu.
Oğlum Pauli’yi bu dünya liderine, kendi liderine, el sallaması için havaya
kaldırdım. Küçük Paul, Sovyet topraklarında, Moskova’da okula gidiyordu.
Orkestranın o muhteşem performansı başladı, her
kıvrımında yeni tatlar bırakarak damaklarımıza, birlikte ya da solo, vokal ya
da orkestral olarak, klasik müzik ve halk dansları, şaşırtıcı bir özgünlükte
önümüzde akıp gidiyordu. Birkaç yıl önce, mesela 1900’de ya da 1915’te, bu
insanların yarı serf olduklarına, kültürel ifade özgürlüklerinin ellerinden
alındıklarına, zengin miraslarının Çar’ın çizmeleri altında ezildiğine inanmak
mümkün müydü?
Burada sanat ve kültür, biçimde millî, içerikte
sosyalist. Buradaki halkı Asya kabile halkı ile Batı ile Doğu Afrika’nın Yoruba
ya da Basuto’su ile kıyaslamak mümkün, ancak şimdi bu insanların hayatları,
Lenin ve Stalin’in rehberliğinde kemâle eren yirmi yıllık bir sosyalist yol
dâhilinde, çiçekler açıyor. Millî azınlıkların ve onların büyük Ruslarla
ilişkilerinin tüm gelişim alanında Stalin oldukça belirleyici bir rol oynadı,
oynamaya da devam ediyor.
Sonrasında ben de yollara düşüp o gerici denen
halkların ne durumda olduklarını, neler yaşadıklarını kendi gözlerimle gördüm.
Batı’da (İngiltere, Belçika, Portekiz, Hollanda) Afrikalılar, Yerliler (Doğu ve
Batı), birçok Asya halkı yüzlerce yıl gerici addedildi, ancak artık belki de bu
sözde “koloniler” modern toplumun birer parçası olacaklar.
Bugün itibarıyla Sovyetler Birliği’nde Yakutlar,
Nenetler, Kırgızlar ve Tacikler saygılı bir konuma sahipler, sosyalist vatanda
inanılmaz bir hızla ilerleme kaydediyorlar. ABD’de sürekli işitilen o boş ve
renkli vaatlere yer yok burada, sadece eylem var. Mesela Özbekistan çöllerinde
artık pamuk çiçekleri açıyor. Tuskegee’de Carver yönetimi altında eğitim alan
eski bir dostum Bay Golden, burada pamuk üretiminde önemli bir rol oynuyor.
1949’da kızını gördüm, üniversite mezunu olan bu genç hanım, Sovyet vatandaşı
olmaktan gururla söz ediyor.
Bugün Kore’de, Güney Asya’da, Latin Amerika’da ve Batı
Hint Adaları’nda, Ortadoğu’da ve Afrika’da hürriyet için yanıp tutuşan on
milyonlarca mazlum insan yaşıyor. Zafere dek dinmeyecek bir cesaret, fedakârlık
ve kararlılıktır bu!
Onların karşısında sözde özgür Batı’nın birleşik
güçleri duruyor ve başlarında da açgözlü, kâr için çıldıran, savaşa odaklanmış
sanayicileri ve finans baronları ile Amerika. “Amerikan yüzyılı” yanılsaması,
medeniyetlerinin söndüğü, artık halkların yüzyılında yaşadığımız ve Avrupa’nın
doğusunda ve tüm dünyada yıldızımızın tüm parlaklığı ile ışıldadığı gerçeğine
karşı gözlerini kör etmiş. Sömürge halkları, bugün yüzlerini Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetleri’ne çevirmiş. Onlar, büyük Stalin liderliğinde yeni bir hayata
kavuştukları gerçeğini görüyorlar. Onlar, Sovyetler Birliği’nin sunduğu emsalin
katkısı ve rehberliğinde, Mao Zedung liderliğindeki yeni Çin’in o güçlü
iktidarına yeni, hakikî ve giderek genişleyen bir sosyalist hayat tarzı
kattığını idrak ediyorlar. Vaktiyle yarı sömürge Doğu Avrupa milletlerinin,
insanların kendi kaderlerine biçim verdiği ve halk iktidarına dayanan yeni Halk
Demokrasileri inşa ettiklerini de gördüler. Bu ilerlemenin önemli bir bölümü,
Josef Stalin’in teori ve pratikte ortaya koyduğu o muhteşem liderlikten
kaynaklanıyor.
Halklar, ona ilişkin tüm övgülerini ve hikâyelerini
şarkılarla ifade ettiler, ediyorlar. Slava, slava, slava, Stalin! [“Şükürler
olsun sana Stalin!”] Tüm ülkelerde ismin onurlandırılacak ve sevilecek.
Modern hayatın tüm yüzeylerinde Stalin’in etkisi
alabildiğine derin ve geniş. Basit bir dille kaleme alınmış, ancak kavrayış
açısından yetkin ve kapsamlı yazıları dünya toplumumuza dair bilime değeri
ölçülemez önemli katkılar sundu. İnsanlığın en zengin bugününü ve geleceğini
biçimlendiren Marx, Engels, Lenin ve Stalin’den hürmetle söz etmek gerek bu
yönüyle.
Evet, o derin insaniyeti, bilgece anlayışı
aracılığıyla Stalin, oldukça zengin ve abidevî bir miras bıraktı geriye. En
önemlisi de o, bugünün ve geleceğin mücadelelerine yön verdi. Barışa, dostane
işbirliğine, bilimsel ve kültürel katkıların karşılıklı değiş tokuşuna ve
savaşla yıkımın sonuna işaret etti. O büyük şefkat ve irfanıyla, giderek artan
bolluk ve barış için sürekli ve sabırla çalıştı. Ama maalesef on milyonlarca
insanı kederli bir dert içinde bırakıp gitti.
Onun da çok iyi bildiği gibi, mücadele devam ediyor.
Onun ortaya koyduğu yüce emsalden ilham alarak, başlarımızı sakince, ama
gururla yukarı kaldıralım, herkes için zengin ve yaşamaya değer bir hayat adına
ve barış yolunda verilen mücadelede ileri doğru yürüyelim.
İlerici söz yazarımız Lewis Allan’ın o çok güzel
sözleriyle:
Sevgili Yoldaşımadır şu kutsal yemin
Sürecek kavga, kavgamız vermekte olduğumuz
Rahat uyu Sevgili Yoldaş, işimiz daha yeni başladı
Sürecek kavga, biz kazanana dek.
Paul Robeson
Nisan 1953
Kaynak
[Paul LeRoy Bustill Robeson (9 Nisan 1898 - 23
Ocak 1976) Afrikalı-Amerikalı aktör, atlet, yazar, hatip, avukat ve şarkıcı.
Sosyal adalet gibi konularda kimi eylemlerde bulundu. İnsan hakları hareketinde
en önde faaliyet yürütmüş olan Robeson, aynı zamanda emek ve barış
hareketlerinde de rol oynadı.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder